Îsâ aleyhisselâm, yehûdîlerin bozduğu hak dîni
islâh için gönderildi. Ya’nî hakîkî Îsevîlik, islâh edilmiş, yehûdî dînidir.
Îsâ aleyhisselâm, Matta İncîlinin
5. ci bâbı 17.
ci âyetinde yazılı olduğuna göre,
(Ben dinleri, yâhud Peygamberleri yıkmağa geldim zannetmeyin. Ben yıkmağa değil, temâm
etmeğe
geldim) diyordu. Hıristiyanlığın esâsı ve bugün
elimizde bulunan İncîller
hakkında
bu kitâbın
III. kısmındaki, (Kur’ân-ı kerîm ve Bugünkü
Tevrât ve İncîller) başlığı altında îzâhât
verilmişdir. Arzû edenler, lütfen o kısma mürâce’at etsinler!
Îsâ aleyhisselâmın bildirdiği ilk
Îsevîlik hakkındaki
bilgileri ihtivâ eden ilk İncîl, birçok değişikliklere, tahrîflere uğramış, içine
insanlar tarafından
birçok parçalar, hurâfeler de eklenmiş, Allahü teâlânın emrleri ve
kelâmı yok
edilmişdir. Böylece, İncîl
mukaddes kitâb olmak sıfatını gayb
etmişdir. Kur’ân-ı
kerîmde, Îsâ aleyhisselâma verildiği bildirilen (Kitâb)ın ne olduğu hakkında, Elhâc
Abdüllah bin Destân Mustafâ “rahime-hullahü teâlâ” [vefâtı 1303 (m. 1885)] ismindeki büyük islâm
âlimi (İzâh-ül-merâm
fî Keşf-iz-Zulâm) ismindeki türkçe eserinde şöyle diyor: (Îsâ
aleyhisselâmı
yehûdîler tutup asmak veyâ öldürmek istediklerinde, yanında bulunan İncîl-i şerîfi
de, yâ ateşe atıp
yakdılar
veyâ parçaladılar.
O zemân, İncîl
henüz dünyâya yayılmamış ve Îsâ
aleyhisselâmın
dîni de henüz yerleşmemişdi. Çünki Îsâ aleyhisselâm, ancak ikibuçuk, üç sene
kadar din telkîn edebilmişdir. Bu sebeble, İncîlin bir nüshasının dahâ yazılmış olması ihtimâli yokdur. Îsâ aleyhisselâmın Eshâbı, hem çok az,
hem de ekserîsi câhillerden ibâret idi. Bunun için, onlarda da yazılı bir vesîka
olması
imkânı
yokdur. İncîlin
henüz başka nüshaları yazılı değildi ve Îsâ
aleyhisselâmdan başkasının da,
ezberinde değildi.
Başka bir ihtimâl de, şu olabilir: Îsâ aleyhisselâmın mîlâdından 325 sene
sonra, İznik
konsilinde birçok İncîller,
(bâtıldır), (yanlışdır),
(temelsizdir) diye yakılmışdır. Hakîkî İncîlin,
bunların
arasında
yakılmış olması da büyük bir
ihtimâldir.)
İncîle birçok parçalar ilâve edildiği ve Allahü
teâlânın
emrleri yanında
birçok kul yazıları da bulunduğu, bugün
bütün hıristiyanlar
tarafından
da kabûl edilmişdir. İncîlin
önce İbrânî
yazılı olduğu ve sonra
lâtince ve yunancaya çevrildiği muhakkakdır. İbrânî nüshası yunancaya çevrilirken, birçok yanlışlar yapılmış, putperest
Yunanlıların, (Tek
Allah) akîdesine muhâlefetinden ve İncîli de,
Eflâtun felsefesine uydurmak arzû
etdiklerinden dolayı
akl-i selîmin kabûl etmiyeceği Teslîs (üçlü tanrı) inancı hâsıl oldu.
Eflâtun felsefesine göre, birçok puta
tapmak, her tanrı için
ayrı bir put yapmak doğru değildir. İlahlar
hakîkatde üçlüdür.
Birincisi, Babadır. En yüce
yaratıcı ve diğer iki ilâhın Babasıdır. Birinci
uknumdur.
İkincisi, Asl, görünür olan tanrıdır ki,
görünmez olan Babanın
vezîridir. Bu, (Logos = mukaddes kelâm)dır. Hıristiyanların Îsâ
aleyhisselâma (Logos) mukaddes kelâm dedikleri ve ilah kabûl etdikleri Yuhannâ İncîlinin
başında yazılıdır.
Üçüncüsü ise, görünen ve bilinen
Kâinat (Doğa)dır. İşte Yunanlılar ve Romalılar da, hıristiyanlığı buna
benzetmek istemişlerdir. Îsâ aleyhisselâm, (Ben ancak sizin gibi bir insanım) dediği hâlde, Onu
Allahın oğlu olarak
kabûl etmişler, buna bir de (Rûh-ülkuds) ekliyerek, baba, oğul, kudsî Rûh
adı altında üçlü tanrı manzûmesi
meydâna getirmişlerdir. Hâlbuki, ibrânî İncîllerde kullanılan (Baba) kelimesi, Allahü teâlânın büyük
kudret sâhibi olduğunu,
Îsâ aleyhisselâm hakkında
kullanılan oğul kelimesi
ise, Onun vücûdça oğul değil, Allahın (sevgili
kulu) olduğunu
göstermekdedir. Rûh-ul-kuds ise, Allahü teâlânın Îsâ aleyhisselâma verdiği
Peygamberlik kudreti idi. Kur’ân-ı kerîmde, bu husûs şöyle zikr edilmekdedir: Tahrîm sûresinin 12. ci âyetinde meâlen, (Îmân edenlere misâl olanlardan biri de, İmrân kızı
Meryemdir. O nâmûsunu [harâm ve
fuhşdan] muhâfaza etdi. Ona [yaratdığımız] rûhdan üfledik. O,
rabbinin sözlerini ve kitâblarını tasdîk etdi. O, rabbine itâ’at edenlerdendi) buyurulmuşdur.
Îsevîliğin zuhûrunda bu Teslîs (üç tanrı) i’tikâdı yokdu. Yukarıda ismi
geçen, Destân Mustafâ “rahime-hullah” diyor ki: ((Teslîs fikrini) ilk def’â
olarak, felsefeci Eflâtûn düşündü. Pavlus ismindeki yehûdî, hıristiyanlığa karışdırdı. Mîlâddan,
bir rivâyete göre, 200 sene sonra, Sibelius isminde bir papaz bu fitneyi tekrâr
körükledi. O zemâna kadar yalnız tek Allaha ve Peygamber olarak Îsâ aleyhisselâma inanılıyordu.
Sibeliusun teklîfi pek çok hıristiyan tarafından şiddet ile red edilmiş, kiliseler arasında kanlı kavgalar baş
göstermiş, çok kan dökülmüşdür. Fransızcadan Arabîye çevrilmiş olan, o zemânın bir
târîhinde bu husûs açıkca
yazılıdır. 200
senesinde yalnız
baba ve oğul
fikri öne sürülmüşdü. Bunlara Rûh-ülkuds de ilâvesi, ancak ondan 181 sene
sonra, ya’nî 381 yılında Bizans İmperatörü
Theodosius zemânında İstanbulda
kurulan bir konsül [rühânî meclis]de karârlaşdırılmışdır. Bu karâra karşı gelen birçok papalar vardır). Papa
Honorius, hiçbir zemân üçlü tanrı
sistemi olan (Teslîs) i
kabûl etmemişdir. Honorius öldükden birçok sene sonra, aforoz edilmiş ise de,
teslîsi kabûl etmeyenler yeni mezhebler kurmuşlardır. Hele Îsâ
aleyhisselâmın
uydurma resmlerinin ve heykellerinin yapılması ve bunların kiliselere konulması ve haç
işâretinin kudsî bir alâmet olarak tanınması gibi mes’eleler birçok ihtilâflara, hattâ kanlı mücâdelelere
sebebiyyet vermiş ve ancak mîlâddan yediyüz sene sonra kiliseler bunları kabûl
etmişdir.
Hıristiyanların, Îsevîlik [Nasrâniyyet] dîninin esâsını değişdirmesi,
papayı
günâhsız
kabûl etmesi, papazlara günâh çıkarmak gibi bir hak vermesi, insanların günâhkâr
olarak doğduklarını iddi’â etmesi,
hele İncîlde
yazılı olduğu hâlde, son
Peygamber Muhammed aleyhisselâmı kabûl etmemeleri, bugün bile İncîl
dedikleri kitâblarda mütemâdiyen değişiklikler yapmaları, Allahü teâlânın gazabını mûcib
olmuşdur. Nisâ sûresinin 171. ci âyetinde
meâlen, (Ey kitâb Ehli! Dîninizde taşkınlık yapmayın! Allahü teâlâ için ancak hakkı konuşun! [Onu noksanlıklardan tenzîh edin ve oğul edindi
diye iftirâ etmeyin.] Mesîh Îsâ, Meryemin oğludur, Allahü teâlânın resûlü, Peygamberidir.
(Kün) ol emri ile yaratdığı mahlûkudur ki, Onu Meryeme
ilkâ’ etdi ve O, Allahü teâlâdan diğer rûhlar gibi bir
rûhdur. Allaha ve Peygamberlerine inanın! İlah üçdür demeyin! Hayrınıza olarak, bu sözden vazgeçmeniz sizin için hayrlıdır. Allah, ancak bir tek İlahdır! Çocuğu olmakdan münezzehdir. Göklerde ve yerde olanlar, herşey Onundur. O,
yaratdı) buyurulmuşdur.
Âyet-i kerîmede Îsâ aleyhisselâm için
(Rûh) ta’bîr edilmesi çeşidli şekllerde tefsîr edilmişdir. (Rûh) denilmesi,
Cebrâîl aleyhisselâmın
Onu, hazret-i Meryeme nefh etmesi [üflemesi] ve hazret-i Meryemin o nefhden
hâmile olmasıdır. O üfürmeğe (rûh)
denilmişdir. Yâhud rûh, Allahü teâlâdan (Vahy)dir. Bununla hazret-i Meryem
müjdelenmiş ve Cebrâîl aleyhisselâma nefh etmesi emr olunmuş ve Îsâ
aleyhisselâma da (Kün) [ol] denilmişdir. Yâhud, (Kün) emridir. Bir kimsenin
nefesi, konuşması
konuşana göre ne ise, rûh da Allahü teâlâya nisbet ile odur demişlerdir.
İncîli tebdîl edenler için: Bekara sûresinin 79. cu âyet-i kerîmesinde meâlen, (Vay, kitâbı kendi elleriyle yazıp da onu az bir behâ ile, ücret ile satmak için, Allahü teâlânın kelâmıdır
diyenlere! Vay, ellerinin yazdıklarına! Vay, kazandıklarına!) buyurulmuşdur. Ve İhlâs
sûresi, 1-4. ncü âyet-i kerîmelerinde meâlen, (Söyle ki, Allah birdir, her şeyden müstağnî [muhtâc değil] ve her şey Ona muhtâç olandır. Doğurmamış ve doğmamışdır. Ona benzeyen [Onun den-
gi olan] hiçbir şey yokdur) buyurulmuşdur.
Aşağıdaki hikâyeyi Harputlu İshak
efendinin “rahimehullahü teâlâ” türkçe (Diyâ-ül-kulûb)
kitâbından
alıyoruz:
İlk def’a olarak, iki cezvit papazı, Çinlileri hıristiyanlığa da’vet için
Kanton şehrine gelmişdi. [Cezvit, 918 (m. 1512) senesinde papazların teşkil etdiği bir
misyoner cem’iyyetidir.] Kanton vâlîsinden hıristiyan dîni hakkında va’z vermek için müsâ’ade
istediler. Vâlî bunlara ehemmiyyet vermedi ise de, Cezvitler, onu her gün gelip
râhatsız
etdiklerinden, nihâyet (Ben bu mes’ele için Çin fagfûrundan [sultânından] izn
almağa
mecbûrum. Kendisine haber vereceğim) dedi ve mes’eleyi Çin fagfûruna bildirdi.
Gelen cevâbda, (Bunları bana
gönder. Ne istediklerini anlıyayım)
denilmekde olduğundan,
cezvitleri Çinin merkezi olan Pekine yolladı. Bu mes’eleden haber almış olan Budist
râhibler, fenâ hâlde telâşa düşdüler ve (Bu adamlar hıristiyanlık adı altında zuhûr
eden yeni bir dîni bizim ehâlîye telkîn etmeğe çalışıyorlar. Bunlar kudsî Budayı tanımıyorlar.
Böylece, halkımızı yanlış bir yola
sokacaklardır.
Lütfen onları
buradan kovun!) diye fagfûra yalvardılar. Fagfûr, (Evvelâ ne söylediklerini bir anlıyalım, ondan
sonra bu husûsda karar veririz) dedi. Memleketin sayılı devlet ve
din adamlarından
müteşekkil bir meclis tertîb etdi. Cezvitleri bu meclise da’vet ederek, (Yaymak
istediğiniz
dînin esâsları
nedir, anlatın)
dedi. Bunun üzerine, cezvitler şöyle bir ifâdede bulundular:
(Semâ ve arzı yaratan Allah
birdir. Fekat, aynı
zemânda üçdür. Allahın
biricik oğlu ve
Rûhulkudüs de birer Allahdır. İşbu
Allah, Âdem ve Havvâyı
yaratıp,
Cennete koydu. Onlara her ni’meti verdi. Yalnız bir ağaçdan yimemelerini emr etdi. Her nasılsa, şeytân,
Havvâyı
aldatıp,
Allahın
emrine karşı geldiler ve o ağacın
meyvesinden yidiler. Bunun üzerine Allahü teâlâ, onları Cennetden çıkardı ve dünyâya
gönderdi. Burada onların
evlâdları,
torunları
zuhûr etdi. Fekat bütün bunlar büyükbabalarının işlediği günâh ile kirlenmişdir. Hepsi günâhkârdır. Bu hâl,
tam 6000 sene devâm etdi. Nihâyet Allahü teâlâ, insanlara acıdı ve onların günâhını afv etdirmek
için kendi öz oğlunu
onlara göndermekden ve bu biricik oğlunu günâh keffâreti için kurban etmekden başka
çâre bulamadı. İşte, bizim
inandığımız Peygamber,
Allahın oğlu olan Îsâ
budur. Arabistânın
şimâlinde Kudüs denilen bir şehr vardır. Kudüsde Celîle denilen bir yer, Celîlenin de,
Nâsırâ
(Nazareth) ismindeki köyde Meryem isminde bir kız bulunuyordu. Bu kız, Yûsüf
ismindeki bir marangoz ile nişanlanmış ise de, henüz bâkire
idi. Bu kız bir gün tenhâ bir yerde bulunurken, Rûh-ül-kuds gelip,
ona Allahın oğlunu ilkâ
etdi (koydu). Ya’nî, kız
bâkire iken hâmile oldu. [Bundan sonra, nişanlısı ile Kudüse giderlerken Beyt-illahm (Bethlehem)
de] bir ahır
içinde çocuğu
oldu. Allahın oğlunu ahırdaki yemlik
içine koydular. Şarkda bulunan râhibler, onun doğduğunu gökde birdenbire yeniden peydâ olan bir yıldızdan öğrenerek
hediyyelerle onu aramağa çıkdılar ve
nihâyet bu ahırda
buldular. Ona secde etdiler. Îsâ denilen Allahın oğlu, 33 yaşına kadar va’z etdi. Her ne
kadar (Ben Allahın oğluyum. Bana
inanın,
sizi kurtarmağa
geldim) dedi ve ölüleri diriltmek, a’mâları tekrâr basîr yapmak, topalları yürütmek,
cüzzamlıları tedâvî
etmek, denizde fırtınaları durdurmak,
iki balıkla
onbin kişiyi doyurmak, suyu şerâb yapmak, kışın meyve vermediği için bir
incir ağacını bir işâret
ile kurutmak gibi ve dahâ birçok mu’cizeler gösterdiyse de, ancak az insan ona
inandı.
Nihâyet hâin yehûdîler, Onu Romalılara şikâyet etdiler ve Onun haça gerilmesine
sebeb oldular. Lâkin Îsâ, haçda öldükden 3 gün sonra, tekrâr dirilerek,
kendisine inananlara göründü. Bundan sonra semâya çıkıp babasının sağ tarafına oturdu.
Babası da
dünyânın
bütün işlerini Ona terk etdi. İşte bizim va’z edeceğimiz dînin esâsı budur. Buna inananlar, öteki dünyâda
Cennete, inanmıyanlar
ise Cehenneme gideceklerdir) dediler.
Bu sözleri dinleyen Çin fagfûru, (Ben
sizden ba’zı
şeyler süâl edeceğim.
Bunlara cevâb verin) dedi ve şöyle sormağa başladı: (İlk süâlim şudur: Siz, Allah hem bir, hem de
üçdür, diyorsunuz. Bu, iki iki dahâ beş eder gibi ma’nâsız bir lafdır. Bunu bana
îzâh edin!) Papazlar cevâb veremedi. (Bu Allahın bir sırrıdır. İnsanların aklı buna ermez)
dediler.
(İkinci süâlim şudur: Yeri, göğü ve bütün
âlemi yaratan çok kudretli Allah, kullarından birinin işlediği bir günâh için, onun bu işden
haberi bile olmayan bütün sülâlesini nasıl günâhkâr sayar? Bunların afvı için nasıl olur da,
kendi öz oğlunu
kurban etmekden başka çâre bulamaz? Bu, onun büyüklüğüne yakışır mı? Buna ne
dersiniz?) dedi. Papazlar cevâb veremedi. (Bu da, Allahın bir sırrıdır) dediler.
(Üçüncü süâlim de şudur: Îsâ, bir
incir ağacından
mevsimsiz meyve istemiş. Ağaç vermeyince, onu kurutmuş. Mevsimi olmadan meyve
vermek, bir ağacın yapamıyacağı bir şeydir.
Böyle olduğu
hâlde, Îsânın
buna kızıp ağacı kurutması, bir zulm değil midir? Bir
Peygamber, zâlim olur mu?) dedi. Papazlar cevâb veremedi. (Bu işler ma’nevî
işlerdir. Allahın sırlarıdır. İnsanların aklları buna er-
mez) dediler. Bunun üzerine Çin fagfûru, (Ben size izn
veriyorum. Gidiniz, Çinin istediğiniz yerinde va’z veriniz) diye onlara müsâ’ade
etdi. Onlar, fagfûrun huzûrundan çıkdıkdan sonra, meclisde bulunanlara dönüp, (Ben
Çinde böyle saçmalara inanacak bir ahmak bulunacağını zan etmiyorum. Onun için, bu adamların bu
hurâfeleri va’z etmelerinde hiç bir mahzûr görmedim. Ben emînim ki, bunları dinleyen
vatandaşlarımız, dünyâda ne
ahmak kavmler bulunduğunu,
bunların ne
gibi hurâfelere [saçmalara] inandığını görerek, kendi dinlerinin kıymetini dahâ
iyi anlıyacaklardır) dedi.
Fagfûrun dediği o kadar doğrudur ki,
aradan 2000 sene geçdiği
hâlde, hıristiyan
misyonerlerin büyük gayretine rağmen, Çinlileri hıristiyan yapmak kâbil olmamışdır. (Cevâb Veremedi) ismindeki kitâbımızda, papazların cevâb
veremedikleri, birçok süâller yazılıdır.
Lütfen oradan okuyunuz!
Elimizde bulunan muhtelif lisânlarda
yazılı kitâblardan
anlaşıldığına
göre, Îsâ aleyhisselâmın
annesi hazret-i Meryem (Maria) Beyt-ül-mukaddesin bir odasında yalnız yaşıyordu.
Bu odaya Zekeriyyâ aleyhisselâmdan başkası girmiyordu. Cebrâîl aleyhisselâm hazret-i
Meryeme, bâkire olduğu
hâlde bir çocuğu
olacağını ve bu çocuğun Peygamber
olacağını bildirdi. (Mir’ât-ı Kâinât)daki
rivâyetlerden birine göre, (Hazret-i Meryem, Zekeriyyâ aleyhisselâmın zevcesi
olan teyzesinin evinde gusl ederken, Cebrâîl aleyhisselâm insan şeklinde
görünüp, üzerine üfledi. Böylece hâmile oldu. Amcası oğlu Yûsüf
Neccâr ile (Beyt-ül-lahm)e gitdi. Îsâ aleyhisselâm burada tevellüd etdi. Üçü Mısra gidip,
oniki sene kaldılar.
Nâsıraya
gelip yerleşdiler. Burada otuz yaşında nebî oldu. Bunun için, Îsâ aleyhisselâma
îmân edene (Nasrânî) ve hepsine (Nasârâ) denir. İncîle göre, doğduğu zemân
semâda yeni çok parlak bir yıldız
zuhûr etdi.)
Ba’zı felsefecilere ve komünistlere göre,
bütün bunlar, efsâneden ibâretdir. Îsâ diye kimse yokdur. Paris Üniversitesi
profesörlerinden Ernest Renana göre, Meryem ile Yûsüf evlenmişlerdi. Îsâ
aleyhisselâm, normal olarak dünyâya gelmişdi. Hattâ, kardeşleri de vardı. Renanın bu iddiâsı, onun papa
tarafından
aforoz edilmesine sebeb oldu. Fekat, dinsizler, onun düşüncelerini hemen kabûl
etdi[1].
Kur’ân-ı kerîm, açık olarak
bildiriyor ki, Îsâ aleyhisselâm, bâkire olan hazret-i Meryemin oğludur. Yukarıda zikr etdiğimiz gibi,
Allahü teâlâ, ona Rûh-ul-kudsden ikrâm etmişdir. Bu husûs ayrı-
----------------------------
[1] Renanın
hayâtı kitâbımızın 165. ci sahîfesinde yazılıdır.
ca Bekara sûresinin 87 ve 253.
âyetlerinde bildirilmekdedir. Bu âyet-i kerîmelerde meâlen, (Meryem oğlu Îsâya açık mu’cizeler verdik. Rûh-ül-kuds ile kuvvetlendirdik) buyurulmuşdur. [Bu âyet-i kerîmede açık mu’cizeler
verildiği
bildiriliyor. Âl-i imrân sûresi 48. ci, Mâide sûresi 46 ve 110. ve Hadîd sûresi
27. ci âyetlerinde Îsâ aleyhisselâma İncîl kitâbının verildiği açık olarak zikr edilmekdedir.] Bâkire Meryemden doğuşu hakkında ise, Âl-i İmrân sûresinin 45. ci ve
devâmındaki âyetlerinde meâlen, (Melekler
demişdi ki: Ey Meryem, Allah sana (KÜN) ol demekle hemen yaratılan, ismi Meryem oğlu Îsâ Mesîh olan, dünyâda
ve âhiretde şerefli ve Allahü teâlâya yakın kılınanlardan ve insanlarla beşikde ve
yetişkinliğinde konuşan ve sâlihlerden olan bir oğul ile müjdeler. Meryem, Rabbim! Bana hiçbir erkek dokunmadığı hâlde, nasıl olur da oğlum olur? dedi. Melek şöyle dedi: Allahü teâlâ böylece, dilediğini yaratır. Bir şeyin olmasını dilerse, ona (KÜN) Ol der ve hemen var
olur) buyurulmuşdur.
Îsâ aleyhisselâm beşikde iken
konuşdu. Çocukken bile hârikul’âde bir zekâ sâhibi idi. Kendisine sorulan
süâllere şâyân-ı hayret cevâblar veriyordu. Bu hâli hârik-ul’âde bir insan olacağını belli
ediyordu. Kudüsde va’zlarına
başladı.
Ancak, üç sene süren Peygamberliği esnâsında, Kur’ân-ı kerîmde de zikr edilen birçok mu’cizeler
gösterdi. Ölüleri diriltdi. Cüzzamlıları iyi etdi. A’mâların gözlerini açdı. Îsâ
aleyhisselâm evi olmıyan,
durmaksızın yürüyen,
güneşin batdığı
yerde, geceyi düâ etmekle geçiren bir Peygamber idi. Çok merhametli, çok
şefkatli, çok yumuşak huylu, çok alçak gönüllü idi. Gösterdiği
mu’cizelerden utanır,
iyileşdirdiği hastaların kendisine
teşekkür etmelerini önlemek için, onların yanından kaçardı. Havârîlerin [Kendisine inanmış olan oniki
kişinin] söyledikleri sert sözleri [meselâ, birlikde gemi ile giderlerken zuhûr
eden sert fırtına karşısında,
batmakdan korkunca, ona (bu fırtınayı niçin
durdurmuyorsun? Helâk olacağız, helâk olmamıza aldırış etmiyor musun?) gibi lâfları] cevâb
vermeden karşılar, hiç sesini çıkarmaz ve bu kaba davranışları hemen afv ederdi. Kendisi hakkında fenâ
sözler söylediği
için, havârîlerden Petrus tarafından kulağı kopartılan bir bağçevanın kulağının tekrâr yerine yapışması için Allahü teâlâya düâ etmekden çekinmemiş, bağçevan ile
birlikde ızdırâb çekmişdi.
İncîlde, ahkâm [emrler ve yasaklar] pek azdı. Îsâ
aleyhisselâm yeni bir din getirdiğinden bahs etmemiş (Ben bir yeni din kurmuyorum.
Ben benî İsrâîl
Peygamberlerinin “aleyhimüssalevâtü vetteslîmât” getirdiği ve şimdi
bozulmağa
başlayan, tek Al-
laha inanan hak dînini izhâr için geldim) diyordu. O
hâlde, îsevîliği
yeni bir din olarak kabûl etmek doğru değildir. Îsevîlik, tek Allah dîni olan İbrâhîm
aleyhisselâm ve Mûsâ aleyhisselâmın dinlerinin aynıdır. Îsâ aleyhisselâm, kendi va’zlarını yazmadı. Allahü
teâlânın
gönderdiği İncîl de ele
geçmedi. Bugün hıristiyanların elinde
bulunan (Kitâb-ı mukaddes), Tevrâtdan alınan kısmlar (eski ahd) ile
Matta, Markos, Luka ve Yuhannânın sonradan yazdıkları İncîller ile, resûller ta’bîr edilen
şâkirdlerin risâlelerinden, mektûblarından, ya’nî (yeni
ahd)den meydâna getirilmişdir. Bu dört yazarın kitâbları birbirini
tutmaz. Aynı
hâdise hakkında
birbirinden farklı yazılar yazmışlardır. [(Kur’ân-ı kerîm ve bugünkü
Tevrât ve İncîller) kısmına
başvurunuz!] Diğer
havârîlerin yazdıkları İncîller
toplatdırılıp yakdırılmışdır. Bu hâdise,
yukarıda da
zikr etdiğimiz
gibi mîlâdın
381. senesinde, İstanbulda
kurulan, fekat bundan da evvel, 325 ve 364 senelerinde toplanan [Kral
Kostantin, Kral Theodosius zemânlarında] konsillerde [dînî meclislerde] ve Sinodlarda
[kudsî ictimâ’larda] meydâna gelmiş, yakılan bu İncîller arasında bulunan ve içinde Muhammed “sallallahü aleyhi
ve sellem”in geleceğini
uzun uzadıya
anlatan (Barnabas) İncîli de yok
olmuşdur. Sonradan yazılan
bu dört kitâbın
yazarlarından,
Yuhannâdan başka hiç biri, Îsâ aleyhisselâmı görmemişdir. Harputlu İshak efendinin
“rahime-hullahü teâlâ” kitâbında belirtdiğine göre, birinci İncîl Îsâ aleyhisselâmın mîlâdından 65,
ikinci İncîl
60, üçüncü İncîl
55-60, dördüncü İncîl
ise, 98 sene sonra yazılmışdır. Yalnız Yuhannâ İncîlinde
[Yuhannâ, Îsâ aleyhisselâmın teyzesinin oğlu idi] (Allah insanları o kadar
sevdi ki, kendi öz oğlunu
onlara gönderdi) ibâresi vardı ki, burada (öz oğlu) kelimesinin (en sevdiği kulu)
ma’nâsına
geldiği
muhakkakdır.
Öteki İncîllerde
böyle bir kayd yokdur. Îsâ aleyhisselâm bu İncîllerde Allahü teâlâya (Baba) diye hitâb
etmekdedir ki, bunun da (mukaddes, muhterem bir zât) ma’nâsına geldiği hemen
anlaşılmakdadır. İncîllerden
bir kısmının Îsâ
aleyhisselâmın
mîlâdından
en az 70 sene sonra yazıldığı şundan
bellidir: Matta İncîlinin
27. ci bâbı 50.
ci âyeti ve devâmında
yazılı olan, (Îsâ
aleyhisselâm ölünce, ma’bedin perdesi yukarıdan aşağı yırtıldı, iki parça oldu. Yer sarsılıp kayalar yarıldı. Kabrler açılıp
mukaddeslerin cesedleri kıyâm
etdiler ve mukaddes şehre [Kudüse] girerek, birçok kimselere göründüler)
şeklindeki fâci’a tasvîri, Roma İmperatörü Titüsün mîlâddan 70 sene sonra Kudüsü
yakıp yıkdığı zemân, buna
çok üzülen bir yehûdînin kitâbından aynen alınmışdır.
Amerikan İncîl
tefsîrcisi Norton Andrews [1786-1853], (Bu hikâye yalandır. Bunun en mühim
delîli şudur ki, Kudüsün harâb edilmesi üzerine perişân olan yehûdîlerin,
Mescid-i Aksâ için söyledikleri hârik-ül’âde şeyler arasında bulunan
yalanlardan birisi de budur. Sonradan bir kimse, bunu Îsâ aleyhisselâmın çarmıha gerilmesi
zemânına
münâsib görerek, Matta İncîlinin
kenârına
yazmış,
dahâ sonra ise, kendisi gibi bir kâtib, bir sûretini yazarken, bunu Matta İncîlinin
içerisine almışdır. Bu metin
de, onlar gibi bir mütercimin eline geçmiş ve olduğu gibi
terceme etmişdir) demekdedir. Matta, bunu sanki kendi zemânında olmuş ve
kendisi tarafından
görülmüş gibi kitâbına
eklemekden çekinmemişdir. Esâsen Matta İncîlinin de, Matta tarafından yazılmış olup olmadığı üzerinde de
münâkaşalar yapılmakdadır. Ba’zı Avrupalı târîhciler,
Matta İncîlinde
iki cins ifâde bulunduğunu,
bundan da, bu İncîlin
iki kişi tarafından
yazıldığının anlaşıldığını beyân
etmişdirler. Bugün insâflı hıristiyan din
adamları
bile, şimdi hıristiyanların ellerindeki
İncîlin
artık
Allah kelâmı
olarak kabûl edilemeyeceğini
i’tirâf etmekdedirler. Yukarıda da belirtdiğimiz gibi, bugünkü İncîllerde Allah kelâmı olan ba’zı kısmlar vardır. Bir
müslimân için yapılacak
en doğru
hareket, İncîlde
bulunan ve Kur’ân-ı
kerîmde bildirilen husûsları kabûl, Kur’ân-ı kerîme muhâlif olan husûsları [insan ilâvesi
olduğu
için] red etmek, Kur’ân-ı
kerîmde kabûl veyâ red edilmeyen husûsları ise, iyice inceledikden ve islâm akîdelerine
muvâfık
olduğunu
anladıkdan
sonra, doğru
kabûl etmekdir.
Îsâ aleyhisselâm, yehûdîlerin bozduğu hak dîni
islâh için gönderilmişdi. Yehûdîler, Onu beğenmediler. Yalancı Peygamber dediler. Onu (İsrâîl Kralı olmak
istiyor. Romalılar
aleyhinde ehâlîyi kışkırtıyor. Kendini
Allahın oğlu sanıyor. Çünki,
Allaha “Baba” diye hitâb ediyor) diyerek Romalılara şikâyet etdiler. Hıristiyanların i’tikâdına göre,
Kudüsdeki Romalıların yehûdî
vâlîsi Pilatus, Îsâ aleyhisselâmı yakalatdıkdan sonra, Hirodese gönderdi. Hirodes buna çok
sevindi. Çünki, Onu tanımak
ve mu’cizelerini görmek istiyordu. Îsâ “aleyhisselâm” Hirodesin süallerine
cevâb vermedi. Hirodes bunun üzerine Onu Pilatusa geri gönderdi [Luka bâb 23].
Pilatus başkâhinlerin ve yehûdîlerin ısrârı üzerine haça germeleri için yehûdîlere teslîm
etdi [İncîller].
Hıristiyanlar,
Îsâ aleyhisselâmın
haça gerilip orada öldüğüne,
fekat sonra dirilip göğe çıkdığına,
müslimânlar ise, Îsâ aleyhisselâmın haça gerilmediğine, doğrudan doğruya göğe kaldırıldığına, haça
gerilen kimsenin, onun bulunduğu mahalli Romalılara birkaç kuruş karşılığı ihbâr eden
[ve bir
havârîsi olan] Yehûdâ [Judas] olduğuna inanırlar. Kur’ân-ı kerîmde bu
husûs beyân edilmişdir. Nisâ sûresinin 156-158. nci
âyetlerinde meâlen, (Bir de, yehûdîlerin Îsâyı inkârları ve Meryeme büyük iftirâda bulunmaları ve Allahın Resûlü Meryem oğlu Îsâyı öldürdük demeleri sebebi ile
kendilerini la’netledik, rahmetimizden kovduk. Hâlbuki onlar Îsâyı öldürmediler ve haça da germediler. Fekat kendilerine bir benzetme yapıldı. [Yehûdâ, Îsâ
aleyhisselâmın
şekline sokuldu ve onu asdılar.] Bu husûsda, kendileri de
ihtilâfa düşüp, şübhe içindedirler. Onların bu husûsda, bir bilgileri de yokdur. Ancak, kuru bir zan peşindedirler.
Onlar hakîkaten Îsâyı “aleyhisselâm” öldürmemişlerdir. Allah, Onu kendi katına yükseltdi. Allah azîzdir, hükmünde hikmet sâhibidir) buyurulmuşdur.
Îsâ aleyhisselâm semâya kaldırıldıkdan sonra,
nasrâniyyet dîni yavaş yavaş dünyâya intişâr etmeğe başladı. Önceleri bu
yeni din putperest olan Romalılar ve Yunanlılar tarafından şiddet göstererek karşılandı. Îsevîler
tutulup katl edildi. Sirklerde vahşî hayvanlara yidirildi. Fekat, hak dîni,
kendini tanıtmakda
ve sevdirmekde devâm etdi. Ne yazık ki, zemânla hakîkî İncîl ortadan
kalkdı.
Münâfık
olan Pavlosun, (Îsânın
haça gerilmesi, hikmet, adâlet ve kurtuluşdur. Çünki Allah, insanların günâhlarını afv etdirmek
için, kendi oğlunu
kurbân etmişdir) diye ortaya atdığı ma’nâsız bir iddi’â, bugünkü hıristiyanlığın i’tikâd,
inanç esâsını ta’yîn
etmişdir. Îsâ aleyhisselâm, hiçbir zemân, insanların günâhkâr
olarak doğduğunu söylemediği hâlde,
bugünkü hıristiyanlık, şöyle
ta’rîf edilmekdedir:
1) İnsanlar,
dünyâya günâhkâr olarak gelir. Çünki, ilk insan olan Âdem aleyhisselâm, Allaha
itâ’at etmemiş, onun için Cennetden ihrâc edilmişdir.
2) Âdemden
sonra gelen bütün insanlar bu günâhı taşırlar.
3) Îsâ
aleyhisselâm, insanları bu
günâhdan halâs etmek için, dünyâya gelmiş olan Allahın oğludur.
4) Allahü
teâlâ, insanların
günâhını afv etmek
için, kendi oğlunu
haça gerdirmişdir.
5) Dünyâ,
bir mihnet [sıkıntı] yeridir.
Dünyâda, zevk ve safâ yasakdır. İnsanlar
mihnet çekmek ve ibâdet etmek için yaratılmışdır.
6) İnsanlar, doğrudan doğruya, Allahü
teâlâya ibâdet edemezler. Allahü teâlâdan bir şey istiyemezler. Ancak râhibler,
[papazlar] insanların
yerine, Allaha yalvarabilirler ve onların günâhını
afv edebilirler.
7) Hıristiyanların başında
Papa bulunur. Papa günâhsızdır. Onun her
yapdığı iş
isâbetlidir.
8) İnsanlarda rûh
ve beden ayrıdır. İnsanın rûhunu
ancak papazlar temizler, beden ise, dâimâ günâhkâr kalan bir habîs [çirkin]
şeyden ibâretdir.
Bu akl ve mantığa sığmıyan
iddi’âlardan dolayıdır ki, yehûdî
dîninin düzeltilmesi için uğraşan Îsâ aleyhisselâmın ortaya koyduğu nasrâniyyet dîni, esâsından uzaklaşmış, hıristiyanlık denilen bâtıl bir şekle
dönmüşdür. Hıristiyanlığın tekrâr
hakîkî nasrâniyyet şekline girmesi için, çok çalışmalar yapılmışdır. Luther
isminde bir papaz, protestanlığı kurarak, ba’zı düzeltmeler yapacağım derken, bu ilâhî dîni, büsbütün
tahrîb etmiş, bozmuşdur.
İşte islâm dîni, Îsâ aleyhisselâmdan sonra, bütün
bu hatâları
düzeltmek, yolundan çıkmış olan ve
gitdikçe, dahâ da bozulan, (Tek Allah) dînini tekrâr ilâhî bir şekle koymak
için zuhûr etmişdir. Allahü teâlâ, esâsen bütün din kitâblarında, (bir son
Peygamber “aleyhissalâtü vesselâm” geleceğini) ve bu son Peygamberin insanları en doğru yola,
hidâyet yoluna koyacağını beyân buyurmakdadır. Bu ifâde,
hem Tevrâtda, hem de, birçok değişdirmelere rağmen, İncîlde vardır. Şöyle ki, Yuhannâ İncîlinin 16.
cı bâbının 12. ci ve
13. âyetlerinde, (Benim size söyliyeceğim pek çok şeyler vardır. Fekat, siz
henüz bunlara tehammül edemezsiniz. Ama o geldiği zemân, sizi her hakîkate ulaşdıracakdır) diye
Muhammedin “sallallahü aleyhi ve sellem” geleceği bildirilmekdedir. Barnabas İncîlinin 72.,
96., 136., 163. bâblarında,
Hazret-i Îsânın
havârîlerine, (Bir son Peygamber geleceğini, isminin Ahmed olacağını, o gelinceye
kadar bozulacak olan İncîli
tekrâr düzelteceğini
ve yeni bir kitâb getireceğini, kendisinin haça gerilmediğini, haça
gerilen kimsenin, bulunduğu
mahalli ihbâr eden Yehûda olduğunu) bildirdiği açık açık yazılıdır.
Kur’ân-ı
kerîmin Saf sûresinde bu husûs, teyîd edilmekdedir [sağlamlaşdırılmakdadır]. Saf sûresi, altıncı
âyetinde meâlen, (Meryem oğlu Îsâ “aleyhisselâm”, Ey İsrâîl oğulları! Doğrusu ben, benden önce gelmiş olan
Tevrâtı tasdîk eden ve benden sonra gelecek ve
ismi Ahmed [Muhammed ile aynı ma’nâdadır] olan bir Peygamberi “aleyhissalâtü vesselâm” müjdeliyen, Allahü teâlâdan size gönderilmiş bir Peygamberim
demişdi. Ancak, o Peygamber [Muhammed aleyhisselâm] kendilerine geldiği
zemân, bu apaçık bir büyüdür, sihrdir dediler) buyurulmuşdur.