-2-

MÜSLİMÂNLAR CÂHİL DEĞİLDİR

Müslimânlık ve müslimânlar hakkında yazılı garblıların kitâblarında veyâ neşr etdikleri seyâhatnâmelerde, müslimânların çok câhil olduğu, Asya ve Afrikada kendileriyle temâs etdikleri müslimân halkın çoğunun okuma yazma bile bilmedikleri, 18. asr ile 19. asr arasında medenî ve fen sâhasında ism yapmış olan fen adamları arasında bir tek müslimân isminin bulunmadığı yazılıdır. Hattâ, islâm dîninin terakkîye mâni’ olduğunu iddi’â edenler bile çıkmışdır. Ba’zıları da, müsimânların câhillik yüzünden, hıristiyanlık dîninin büyüklüğünü kavrayamadıkları ve bu sebebden dolayı, misyonerlerin bütün gayretine rağmen, onların hıristiyanlığı kabûl etmediklerini ileri sürmekdedirler.

Târîhi tedkîk edecek olursak, mes’elenin aslının hıristiyanların iddi’âlarının temâmen aksi olduğunu görürüz. Çünki, islâmiyyet, ilmi dâimâ medh, müslimânları dâimâ ilme teşvîk etmişdir. Zümer sûresi, dokuzuncu âyet-i kerîmesinde meâlen, (Bilenlerle bilmeyenler bir olur mu? Bilen elbette kıymetlidir) buyurulmuşdur. Peygamberimiz ise “sallallahü aleyhi ve sellem”, (İlm Çinde bile olsa, gidin öğrenin) ve (Nerede ilm varsa, orada müslimânlık vardır) ve (Bütün müslimân erkeklerine ve bütün müslimân kadınlarına, ilmi aramak, öğrenmek farzdır!) emrini vermekdedir. İslâmiyyetde ilm, ibâdet ile ve âlimin mürekkebi, şehîdlerin kanı ile müsâvî tutulmakdadır. Müslimânların hıristiyanlığı kabûl etmemeleri, islâm dîninin hıristiyanlıkdan çok dahâ mantıkî, çok dahâ doğru olmasından ileri gelmekdedir. İslâmiyyetde ilmin ve fennin ne kadar mühim olduğunu (Müslimânlık ve Hıristiyanlık) faslında tafsîlatlı olarak bildirdik. İslâm dîni, gerici bir din değil, aksine, bütün yeniliklerin devâmlı ta’kîb edilmesini ve hergün yeni şeyler keşfetmeği, ilerlemeği emr eden bir dindir. Bundan dolayı, islâmiyyetin başlangıcından itibâren, ilm adamlarına çok ehemmiyyet verilmiş, ilmî, fennî ve teknik tecribeler yapılmış, müslimân Arablar, tıbda, kimyâda, astronomide, coğrafyada, târîhde, edebiyyâtda, matematikde, mühendislikde, mi’marlıkda ve bunların hepsinin temeli olan, güzel ahlâk ve ictimâ’î [sosyal] bilgilerde, en mükemmel dereceye vâsıl olmuşlar, bugün dahî ta’zîm ile yâd edilen kıymetli âlimler, hakîmler, mütehassıslar, üstâdlar yetişdirmişler,

-407-

dünyânın hocası, medeniyyetin rehberleri olmuşlardır. O zemân, yarı vahşî olan Avrupalılar, fennî bilgilerini İslâm üniversitelerinde öğrenmişler, hattâ Papa Sylvester gibi, hıristiyan din adamlarıbile Endülüs Üniversitelerinde okumuşlardır. Bugün, hâlâ Avrupa dillerinde kimyâya, (Chemie) ve cebire [Arabî El-cebir kelimesinden] (Al-gebra) ismi verilmekdedir. Çünki bu ilmler, evvelâ müslimân Arablar tarafından dünyâya öğretilmişdir.

Avrupalılar, dünyâyı tepsi gibi düz ve etrâfı duvarlarla çevrili zan ederken, müslimânlar, ilk olarak, dünyânın kürevî [yuvarlak] olduğunu ve döndüğünü buldular. Mûsul civârında, Sincar sahrâsında, Tûl dâireleri [meridyenin] uzunluğunu ölçdüler ve bugünkü rakamları elde etdiler. Bundan başka, müslimân Arablar, son derecede câhil ve müteassıb olan, Kurûn-u vüstâ [Orta çağ] papazlarının men’ etdiği, eski Yunan ve Roma felsefe kitâblarının tercemesi işini ele almış ve bunların ortadan kalkmasına, yok olup gitmesine mâni’ olmuşlardır. Bugün, insâflı hıristiyanların kabûl etdiği gibi, hakîkî Rönesans, ya’nî (Eski kıymetli ilmlerin avdet etmesi) İtalyada değil, Abbâsîler zemânında, Arabistânda başlamışdır ki, Avrupadaki rönesansdan çok çok öncedir. Ne yazık ki, bu büyük terakkî 17. asrda birdenbire hızını gayb etmişdir. Bu felâkete, (Hıristiyanların yapdığı her şey müslimânlara harâmdır. Bunları kabûl eden veyâ onlar gibi yapan müslimânlar, kâfir olur) diyerek, müslimânların, yeni keşfleri ta’kîb etmesine mâni’ olan mason ve yehûdî siyâseti ve bunlara aldanan din câhili yobazlar sebeb oldu. Müslimânların son zemânlarda, ilm sâhasında en büyük rehberi, Osmânlılar idi. Bütün hıristiyan âlemi bu islâm devletinin, dünyâdaki terakkîlere ve keşflere kaydsız kalması için siyasî ve askerî hücûmlara geçdiler. Bir tarafdan, haçlı saldırıları, bir tarafdan da, bunların ihdâs etdikleri, bid’at sâhibi müslimânların yıkıcı ve bölücü çabaları, Osmânlıların fen ve teknikde rehberlik yapmalarına mâni’ oldular. Türkler, dışardan ve içerden yapılan saldırılardan dolayı, çok zarara uğradılar. Te’sîrleri fazla olan yeni silâhlar yapamadılar. Memleketlerinin büyük kaynaklarından lâyiki ile fâidelenemediler. Kendi vatanlarında sanâyı’i ve ticâreti yabancılara kapdırdılar. Fakîr düşdüler.

Dünyâda, her gün, her sâhada birçok yenilikler yapılmakdadır. Bunları biz, devâmlı tâ’kîb etmeğe, öğrenmeğe ve öğretmeğe mecbûruz. Yalnız sanâyı’ ve teknik sâhasında değil, din ve ahlâk üzerinde de ecdâdımız gibi olmamız, gençlerimizi îmânlı, güzel ahlâklı yetişdirmemiz lâzımdır. Size küçük bir misâl verelim:

Türkler güreşde bütün dünyâda (yenilmez) sayılıyordu. Hakî-

-408-

katen milletler arası güreş müsâbakalarında dâimâ birinci geliyorlardı. Hâlbuki, son senelerde, güreşde hiçbir varlık gösteremedik. Neden biliyor musunuz? Çünki Avrupalılar, evvelce güreşi bilmiyorlardı. Bunu bizden öğrendiler. Fekat, güreşi son derecede islâh ederek, ona yeni ve hızlı hareketler, yeni oyunlar, yeni teknikler ilâve etdiler. Biz, hâlâ eski tarzda isrâr ediyoruz ve onu da bilmiyoruz. Hâlâ güreşdeki yenilikleri iyice incelemedik. Hâlâ yabancı güreşçilerden ders almak istemiyoruz. Onlar da, ortaya koydukları yeni oyunlar sâyesinde, bizim güreşçileri tutdukları gibi, yerden yere vuruyorlar. İşte dünyâ işlerinde bizden dahâ iyisini bilen ve yapandan, muhakkak fâidelenmemiz lâzımdır. Her şeyi dahâ iyi bildiğini zan eden kimse, yâ aklsız bir budala veyâ bir rûh hastasıdır.

Dînimiz, din bilgileri ile fen bilgilerini birbirinden ayırmışdır. Din bilgilerinde, islâm ahlâkında ve ibâdetlerde en ufak bir değişiklik yapmağı şiddet ile men’ etmişdir. Dünyâ işlerinde, fen bilgilerinde ise, her değişikliği yapmağı, bütün yeni keşfleri öğrenmemizi ve yapmamızı emr etmişdir. Son senelerde Osmânlı devletini ele geçiren sözde aydınlar, dînimizin bu emrinin tâm tersini yapdılar. Masonlara aldanarak, din bilgilerini değişdirmeğe, dînin esâslarını yıkmağa çalışdılar. Avrupanın fende ilerlemesine, yeni keşflere gözlerini kapadılar. Hattâ fen bilgilerine, modern tekniğe uymak istiyen ilerici türk sultânlarını şehîd etdiler. Masonların elinde maşa olarak, ilerlemeği, teknikde değil de, dinde reform yapmakda, bölücülükde aradılar. Çok şaşılır ki, din bilgilerinin nezâhetine dokunmak, son senelere kadar, siyâsî partiler arasında da devâm etdi. Kendi partilerini desteklemedikleri için, siyâsete karışmıyan hâlis müslimânlara kâfir diyecek kadar gâfil politikacılar türedi. Allahü teâlâya şükrler olsun ki, bu temiz, asîl milleti felâkete sürükliyenlere (Dur) diyen kurtarıcılar yaratdı. Yoksa, mübârek dînimizden ve güzel vatanımızdan mahrûm olacak, komünistlerin pençelerine düşecekdik. Elhamdülillah alâ hâzih-inni’meh!

Türkiyede bugün [m. 2000de vakf üniversiteleri ile birlikde] 57 üniversite vardır. Müslimân türk gençleri modern dünyevî ilmleri ve fenleri öğrenmeğe ve diğer müslimân memleketlere rehber olmağa çalışmakdadır. 1981-82 yılında Türk üniversitelerine gelen müslimân memleketlerin talebeleri birkaç bini bulmuşdur. Şimdi, size insâflı bir Avrupalının müslimân memleketlerindeki fennî çalışmalar hakkında neşr etdiği bir makâleyi takdîm edeceğiz. Bu makâleyi yazan Jean Ferrera isminde bir Fransız olup, makâle (Science et Vie) dergisinin 724 sayılı nüshasında Ocak 1978 yılında neşr

-409-

edilmişdir. Makâlenin başlığı: (Les Universites du Petrole = Petrol üniversiteleri)dir. Ferrera makâlesinin bir bölümünde şöyle diyor:

(Muhammed “sallallahü aleyhi ve sellem”, 632 senesinde Medînede sevgili zevcesi Âişenin kolları arasında vefât etdi. Onu tâ’kib eden senelerde, bugün Sü’ûdî Arabistân denilen yerden hareket eden müslimânlar, Atlantik okyanusundan Amur nehrine kadar genişleyen çok büyük bir İslâm İmperatörlüğü kurdular. Müslimânlar son derecede kuvvetli, sabrlı, cesûr olmakla berâber, harbleri kazanınca, büyük merhamet gösteriyorlardı. Geçdikleri her yerde, birçoğumuzun hâlâ bilmediği büyüklükde, bir medeniyyet kurdular. Bağdâddan Kurtubaya kadar, geniş bir sâhada kurulmuş olan islâm üniversiteleri, o zemân çok bilgisiz olan Avrupalıların tanımadıkları ve hattâ ortadan kaldırmağa çalışdıkları eski medeniyyetleri yeniden canlandırdı. Ptoleme [Batlemyus]nun, Euclidein (Oyklid), Archimedin eserlerini Arabîye terceme eden müslimânlar, bunlarla birlikde Hind fen adamlarının da eserlerini kendi dillerine nakl ederek, onları da tedkîk etdiler ve bunları bütün dünyâya neşr etdiler. Sekizinci asrda ilk def’a olarak (Aix-la-Chapellede Charlemagne) serâyını, Halîfe Hârûnürreşîd nâmına ziyârete gelmiş olan müslimânlar, serâydaki insanların bilgisizliğine ve çoğunun okuma yazma bilmediğine hayretde kalmışlardı. Müslimânlar, dokuzuncu asrda Avrupalılara ilk olarak rakamları ve sıfırı öğretdiler. Vâkıa, (sıfır) ilk olarak Hindliler tarafından bulunmuşdu. Fekat, onu Avrupalılara müslimânlar nakl eyledi. Bunun gibi, müsellesât ilmini [trigonometriyi] deAvrupalılara öğreten yine müslimânlar oldu. Önce, sinüs [Ceyb] ve cosinüs [Teceyyüb]ü, sonraları ise, bütün müsellesâtı [trigonometriyi] Avrupalılar, müslimân üniversitelerinde öğrendiler. Dokuzuncu asrdan onikinci asra kadar, dünyâda ne kadar ilmî veyâ teknik bir inkişâf varsa, ancak müslimân üniversitelerinde öğreniliyordu.

[Osmânlı devletinde sayısız ilm ve fen adamları yetişdi. Bunların bugünkü medeniyyete yapmış oldukları büyük hizmetler, bırakdıkları kıymetli kitâblarından anlaşılmakdadır. Bunlardan biri, İstanbulda Yavuz Sultân Selîm “rahime-hullahü teâlâ[1] Câmi’inin Muvakkiti ve reîs-ül-müneccimîn olan Mustafâ bin Alî efendidir “rahime-hullahü teâlâ”. 979 [m. 1571] de vefât etmişdir. (İ’lâm-ülibâd) ismindeki coğrafya ve (Teshîl-ül-mîkat fî-ilm-il-evkât), (Teysîr-il-kevâkib), (Kifâyet-ül-vakt fî-rub’-i dâire) astronomi kitâbla-

----------------------------

[1] Sultan Selîm, 926 [m. 1520] de vefât etdi.

 -410-

rında şaşılacak bilgiler vardır. 874 [m. 1469] da vefât etmiş olan Abdül’azîz Vefâînin “rahime-hullahü teâlâ” (Kifâyet-ül-vakt li-ma’rifet-i dâir) kitâbı da, bugünkü astronomiyi anlatmakdadır.]

Tıb hakkında eski Yunanlılar tarafından yazılan eserler, Kurûn-u vüstâda [Orta çağda] câhil hıristiyanlar tarafından yakılmış olduğundan, bunların aslları bugün elimizde bulunmuyor. Bunlardan şurada burada kalarak, bu barbarca imhâdan kurtulmuş olan parçacıklar, Bağdâdlı Hüseyn ibni Johag tarafından arabîye terceme edilmişdir. Bu meşhûr hakîm, Eflâtun ve Aristonun eserlerini de arabîye terceme etmişdir.

Memûn halîfe zemânında Bağdâdda yetişen, hesâb, hendese ve ilm-i heyet âlimi üç kardeşden Muhammed bin Mûsâ Harezmî, güneşin irtifâ’ını ve Erdın Ekvatörü uzunluğunu ölçmüş ve nemâz vaktlerini ta’yîn eden Üsturlâb [Rub’ı dâire] âletlerini yapmışdır. Cebr ilmindeki kitâbı ingilizceye ve Üsturlâb kitâbı latinceye terceme edilmişdir. 233 [m. 847] de vefât etmişdir.

Müslimân astronomlar dünyânın küre şeklinde olduğunu isbât ederek, Avrupalıların, (Dünyâ tepsi gibidir, denizlerde çok gidilirse aşağı düşülür) inancını yıkdılar. Doğru bir şeklde arzın çevresini ölçmeyi başardılar. Avrupalılara birçok şey öğreten ve Rönesansı hâzırlayan Abbâsî İmperatorluğu, ne yazık ki, yavaş yavaş parçalanmaya başladı ve 656 [m. 1258] de Moğollar Bağdâdı zapt etdiler. Yakıp yıkdılar ve böylece müslimânların kurdukları büyük medeniyyet ortadan kalkdı. Acabâ şimdi vaz’ıyyet nasıldır? İslâm medeniyyetinde yeni bir rönesans [yeniden canlanma] beklenebilir mi?

Kurûn-u vüstâda [Orta çağda] müslimânlar, altın, kıymetli bahârat ve kokulu ağaçlar [öd ağacı, günnük ve benzerleri] ararlar, bunların bir kısmını Avrupalılara ihrâc ederlerdi. [Süleymân “aleyhisselâm” zemânında olduğu gibi.] Bugün siyâh altın, ya’nî petrol, bunların yerini tutmuşdur. Acabâ müslimânlar, vaktîle büyük İskenderin[1] veyâ Napolyonun te’sîs etdikleri imperatorluklar kadar büyük olan devletlerini yeniden kurmağı başarabilecekler mi? Arablar bugün petrol sâyesinde zengindir. Ellerindeki bu zengin hazîneden fâidelenerek kuvvetlenmeğe çalışıyorlar. Bunun için ne yapmak lâzım geldiğini bize Kuveyt tedkîk [Araşdırma] Merkezi müdîri Prof. Muhammed el Şamalî şöyle anlatdı: (Her şeyden evvel, ilm, fen alanında ilerlememiz lâzımdır. Bunun için,

----------------------------

[1] İskender, mîlâddan 323 sene evvel öldü.

-411-

ilmî, fennî tedkîkâtımızı sıklaşdırmamız, bir yandan da, ilm adamı yetişdirmemiz îcâb etmekdedir.))

Fransız muharriri Ferreranın makâlesinden alınan kısm burada bitmekdedir.

İslâm âlimleri diyor ki, (İslâm ilmleri) iki kısmdır: Birincisi (Din bilgileri), ikincisi (Fen bilgileri)dir. İslâm âlimi olmak için, her ikisini de öğrenmek lâzımdır. Din bilgilerini öğrenmek ve yapmak, her müslimâna lâzımdır. Ya’nî (Farz-ı ayn)dır. Fen bilgilerinden lâzım olanları yalnız bu işle meşgûl olanların öğrenmeleri ve yapmaları lâzımdır. Ya’nî (Farz-ı kifâye)dirler. Bu iki farzı yerine getiren millet, muhakkak ilerler. Medenî olur. Kur’ân-ı kerîmde, Şûrâ sûresinin yirminci âyetinde, Allahü teâlâ meâlen, (Bir kimse, dünyâ ni’metlerine kavuşmak isterse, ona istediğini veririm. Âhiret ni’metlerini istiyene de, istediğini veririm) buyurmuşdur. İstemek, lâf ile olmaz. Sebebe yapışmak, ya’nî çalışmak lâzımdır. Allahü teâlâ, dünyâ ni’metlerine ve âhiret ni’metlerine kavuşmak için, çalışanlara, dilediklerini vereceğini va’d ediyor. Müslimân olsun, olmasın, dünyâ ni’metlerini beğendiğim gibi çalışan herkese, veririm buyuruyor. Avrupalılar, Amerikalılar, komünistler, böyle çalışdıkları için, dünyâ ni’metlerine kavuşuyorlar. Kurûn-ı vüstâdaki müslimânlar, böyle çalışdıkları için, medeniyyet rehberi olmuşlardı. Abbâsîlerin ve Osmânlıların son zemânlarında, iç ve dış düşmanların, ya’nî din düşmanı olan masonların te’sîrleri ile, fen bilgilerini öğrenmekden ve öğretmekden, fen ve san’at üzerinde çalışmakdan mahrûm edildiler. Hükûmet idâresini ele geçiren câhil ittihâtcıların bu gerilemeğe te’sîri çok oldu. Bu sebeb ile mu’azzam devletleri çökdü. Din bilgisi, îmân, ibâdet ve ahlâkdan ibâretdir. Bu üçünden biri noksan olursa, din bilgisi, temâm olmaz. Noksan olan şeyin fâidesi olmaz. Eski Romalılarda, Yunanlılarda ve Avrupadaki, Asyadaki devletlerde, fen bilgisi vardı. Fekat din bilgisi noksan idi. Bunun için, fen ve teknikde nâil oldukları ni’metleri kötü yerlerde kullandılar. Bir kısm san’at eserlerini zevklerde, fuhşlarda kullandılar. Bir kısmı da, teknik vâsıtalarını, insanlara zulm, işkence yapmakda kullandı. Medenî olmaları şöyle dursun, parçalandılar, yıkıldılar, yok oldular.

Şimdi de müslimân olmıyan sosyalist memleketlerde, fen bilgileri ileri ve teknik başarıları, ağır sanâyı’leri göz kamaşdıracak derecede ise de, din bilgilerinin üç kısmından da mahrûmdurlar. Medenîlerin değil, vahşîlerin bile yapamıyacakları kötülükleri yapıyorlar. İslâm ilmlerine sâhib olmıyan böyle devletler, yok ol-

-412-

mağa mahkûmdurlar. Târîh tekerrürden ibâretdir. Sü’ûdî Arabistânın ve benzerlerinin, târîhden ibret alarak, yalnız dünyâ ni’metlerine kavuşmak için çalışmakla kalmayıp, îmânlarını ve ahlâklarını düzeltmeleri lâzımdır. Yalnız fende ilerlemeleri, onları medeniyyete kavuşduramıyacak, felâket ve izmihlâlden, mahv olmakdan kurtaramıyacakdır.

Türkiye, bugün ecdâdı gibi çalışmakda, diğer müslimân milletlerin fen bakımından rehberi vazıyyetindedir. Fekat ba’zı gençler, fen, i’mâr ve tabâbet üzerinde çalışmak, bütün yeni keşfleri incelemek yerine, politika oyunlarına âlet olur, gruplara ayrılır, sapık kuruluşlara katılır, birbirini buğazlamağa kalkarsa, yazık onlar için verilen emeklere ve yazık onlar için taşıdığımız ümmîdlere! Yazık zevâllı vatanımıza! Gençlerimizi böyle zararlı düşüncelerden, sapık fikrlerden, yanlış yollardan koruyan birinci kudret, kalbin temiz ve ahlâkın güzel olmasıdır. Bu iki fazîletin menba’ı da dindir. Çünki islâmiyyet, dâimâ tekrarladığımız gibi, insanın fenâ iş yapmasını, yanlış yollara sapmasını önler. Onu, memleketine, memleket büyüklerine bağlar. Ona, en doğru yolu gösterir. Burada maksadımız, hakîkî islâm bilgilerini öğrenmekdir. Yoksa din ismi altında gençleri yanlış yola sürükleyen zındıkların, münâfıkların ileri sürdüğü yanlış, sapık fikr ve inançlar değil! İslâm dîni, Ehl-i sünnet âlimlerinin bildirdikleri gibi yapıcıdır. Hiçbir zemân yıkıcı ve bölücü olmamışdır. Ey sevgili gençler! Sizden, ittihâtcıların ortaya çıkardıkları yıkıcılık, bölücülük istiyenlerden kaçınız! Çünkü bunlar, İslâmiyyetin ve memleketimizin düşmanıdırlar.

Beterdir günbegün hâlim, begâyet, yâ Resûlallah!

Düzelsin artık ef’âlim, inâyet yâ Resûlallah!

 

Azıtdı bu denî nefsim, beni şeytâna uydurdu.

Ne mümkin bunca isyânla, dehâlet yâ Resûlallah!

 

Aceb kâbil mi kurtulmak, hevây-i nefs-ü şeytândan?

Erişmezse, eğer senden, hidâyet yâ Resûlallah!

 

Gelince feyz-ü ihsânın, günâhkâr kimseye bir ân,

Onun râhı, dü-âlemde, selâmet yâ Resûlallah!

 

Emri, nehyi ta’zîm etdim, harâma demedim halâl.

Her günâhın sonu oldu, nedâmet yâ Resûlallah!

 

Ey ins-ü cinnin Resûlü, insanların en üstünü,

İhlâsıma bağışla kıl, şefâ’at yâ Resûlallah!

 -413-