-6-

RESÛLULLAHIN “sallallahü aleyhi ve sellem”
GÜZEL AHLÂK VE ÂDETLERİ

Resûlullahın “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” ahlâkından ve âdetlerinden elli adedi aşağıda bildirilmişdir:

1 - Resûlullahın “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” ilmi, irfânı, fehmi, yakîni, aklı, zekâsı, cömertliği, tevâzû’u, hilmi, şefkati, sabrı, gayreti, hamiyyeti, sadâkatı, emâneti, şecâ’ati, heybeti, yiğitliği, belâgati, fesâhati, fetâneti, melâheti [güzelliği], vera’ı, iffeti, keremi, insâfı, hayâsı, zühdü, takvâsı bütün Peygamberlerden dahâ çokdu. Dostundan ve düşmânından gördüğü zararları, eziyyetleri afv ederdi. Hiçbirine karşılık vermezdi. Uhud gazâsında kâfirler mübârek yanağını kanatıp, dişlerini kırdıkları zemân, bunu yapanlar için, (Yâ Rabbî! Bunları afv et! Câhilliklerine bağışla) diye düâ buyurmuşdu.

2 - Şefkati çokdu. Hayvanlara su verir. Su kabını eliyle tutarak doymalarını beklerdi. Bindiği atın yüzünü ve gözünü silerdi.

3 - Her çağırana, lebbeyk (efendim) diyerek cevâb verirdi. Kimsenin yanında, ayaklarını uzatmazdı. Diz çöküp otururdu. Hayvan üzerinde giderken, bir yaya görünce, arkasına bindirirdi.

4 - Kendisini kimseden üstün tutmazdı. Bir yolculukda, bir koyun kebâbı yapılacağı zemân, biri ben keserim dedi. Bir başkası, ben derisini yüzerim dedi. Diğeri, ben pişiririm dedi. Resûlullah da, ben odun toplarım deyince, Yâ Resûlallah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem”! Sen istirâhat buyur! Biz toplarız dediler. (Evet! Sizin herşeyi yapacağınızı biliyorum. Fekat, iş görenlerden ayrılarak oturmak istemem. Allahü teâlâ, arkadaşlarından ayrılıp oturanı sevmez) buyurdu. Kalkıp odun toplamaya gitdi.

5 - Eshâbının “radıyallahü teâlâ anhüm ecma’în” oturdukları yere gelince, baş tarafa geçmezdi. Gördüğü boş bir yere otururdu. Elinde bastonu olarak, birgün sokağa çıkdıkda, görenler ayağa kalkdılar. (Başkalarının birbirlerine saygı duruşu yapdıkları gibi, benim için ayağa kalkmayınız! Ben de, sizin gibi bir insanım. Herkes gibi yirim. Yorulunca, otururum) buyurdu.

6 - Çok zemân diz çökerek otururdu. Dizlerini dikip, etrâfına

 -360-

kollarını sararak oturduğu da görülmüşdür. Yemekde, giymekde ve herşeyde hizmetçilerini kendinden ayırmazdı. Onların işlerine yardım ederdi. Kimseyi dövdüğü, sövdüğü hiç görülmedi. Her zemân hizmetinde bulunan Enes bin Mâlik diyor ki, Resûlullaha on sene hizmet etdim. Onun bana yapdığı hizmet, benim Ona yapdığımdan çok idi. Bana incindiğini, sert söylediğini hiç görmedim.

7 - Söküklerini, yırtıklarını kendi de yamar, koyunlarını kendi de sağar, hayvanlarına kendi de yem verirdi. Çarşıdan satın aldığını eve kendisi götürürdü. Yolculukda hayvanlarına yem verir, ba’zan tımar da ederdi. Bunları ba’zan yalnız yapar, ba’zan da hizmetçilerine yardım ederdi.

8 - Ba’zı kimselerin hizmetçileri gelip kendisini çağırdıklarında, Medînenin âdetine uyarak, onlarla elele verip yürürdü.

9 - Hastaları ziyâret eder, cenâzelerde bulunurdu. Gönül almak için, kâfirlerin ve münâfıkların hastalarını da ziyâret ederdi.

10 - Sabâh nemâzlarını kıldırdıkdan sonra, cemâ’ate karşı oturup, (Hasta olan kardeşimiz var mı? Ziyâretine gidelim!) buyururdu. Hasta yoksa, (Cenâzesi olan var mı? Yardıma gidelim!) derdi. Cenâze olursa, yıkanmasında, kefenlenmesinde yardım eder, nemâzını kıldırır, kabrine kadar giderdi. Cenâze yoksa, (Rü’yâ gören varsa anlatsın! Dinleyelim, tâbir edelim!) buyururdu.

11 - Eshâbından birini üç gün görmese, onu sorardı. Yolculuğa gitmiş ise, hayr düâ eder, şehrde ise, ziyâretine giderdi.

12 - Yolda karşılaşdığı müslimâna önce kendi selâm verirdi.

13 - Deveye, ata, katıra ve eşeğe biner, ba’zan başkasını da arkasına oturturdu.

14 - Misâfirlerine, Eshâbına hizmet eder, (Bir kavmin efendisi, en üstünü, onlara hizmet edendir) buyururdu.

15 - Kahkaha ile güldüğü hiç görülmedi. Sessizce tebessüm ederdi. Ba’zan gülerken mübârek ön dişleri görünürdü.

16 - Hep düşünceli, üzüntülü görünür, az söylerdi. Konuşmağa tebessüm ederek başlardı.

17 - Lüzûmsuz ve fâidesiz birşey söylemezdi. Lâzım olunca, kısa, fâideli ve ma’nâsı açık olarak söylerdi. İyi anlaşılması için ba’zan üç kerre tekrâr ederdi.

18 - Yabancı ile ve tanıdıklarla ve çocuklarla ve ihtiyâr kadın-

-361-

larla ve mahrem kadınlariyle latîfe, şaka yapardı. Fekat bunlar, Allahü teâlâyı bir an unutmasına sebeb olmazdı.

19 - Heybetinden kimse yüzüne bakamazdı. Birisi gelip mübârek yüzüne bakınca, titredi. (Sıkılma! Ben melik değilim, zâlim değilim. Kurumuş et yiyen bir kadıncağızın oğluyum) buyurdu. Adamın korkusu gidip, derdini söylemeye başladı.

20 - Bekçileri, kapıcıları yokdu. Herkes kolayca yanına gelip, derdini anlatırdı.

21 - Hayâsı çokdu. Konuşduğu kimsenin yüzüne bakmağa utanırdı.

22 - Kimsenin aybını yüzüne vurmazdı. Kimseden şikâyet etmez, arkasından söylemezdi. Bir kimsenin sözünü veyâ işini beğenmediği zemân, (Ba’zı kimseler, acabâ neden şöyle yapıyorlar?) derdi.

23 - Allahü teâlânın sevgilisi, resûlü ve makbûlü iken, (Allahü teâlâyı en iyi tanıyanınız ve Ondan en çok korkanınız benim) buyururdu. (Benim gördüğümü görseydiniz, az güler, çok ağlardınız) der, havada bulut görünce, (Yâ Rabbî! Bu bulutla bize azâb gönderme!) derdi. Rüzgâr esince, (Yâ Rabbî! Bize hayrlı rüzgâr gönder) diye düâ ederdi. Gök gürleyince, (Yâ Rabbî! Bizi gadabınla öldürme, azâbınla helâk etme ve bundan önce bize âfiyet ihsân eyle!) derdi. Nemâza dururken, ağlıyan kimsenin içini çekdiği gibi, göğsünden ses işitilirdi. Kur’ân-ı kerîm okurken de, böyle olurdu.

24 - Kalbinin kuvveti, şecâ’ati şaşılacak kadar çokdu. Huneyn gazâsında, müslimânlar, ganîmet toplamak için dağılıp, üç dört kimse ile kalmışdı. Kâfirler hep birden, hemen hücûm etdiler. Resûlullah onlara karşı durup kaçırdı. Birkaç def’a oldu. Aslâ gerilemedi.

25 - (Mevâhib-i ledünniyye)de, üçüncü maksadın ikinci faslı sonunda diyor ki: Abdullah ibni Ömer, Fahr-i kâinâtdan dahâ kuvvetli bir pehlivân görmedim dedi. İbni İshak diyor ki, Mekkede Rügâne isminde meşhûr bir pehlivân vardı. Resûlullah ile şehr hâricinde, karşılaşdı. (Yâ Rügâne! niçin müslimân olmuyorsun?) buyurdu. Peygamber olduğuna bir şâhidin var mı dedi. (Seninle güreş edelim. Sırtın yere gelirse, îmân eder misin?) buyurdu. Evet îmân ederim dedi. Dahâ, başlangıçda, Rügânenin sırtı yere gelince, şaşkına döndü. Bir yanlışlık oldu. Tekrâr edelim dedi. Böylece, üç kerre, sırt üstü yıkıldı. (Şevâhid-ün-nübüvve)nin üçüncü cüz’ü

 -362-

başında diyor ki, (Îmân etmeğe niyyetim yok idi. Sırtımın yere geleceği hâtırımdan bile geçmemişdi. Şimdi, kuvvetinin benden dahâ çok olduğuna şaşdım ve çok beğendim diyerek, sürüsünün yarısını Resûlullaha hediyye edip, ayrıldı. Resûlullah, sürü ile Mekkeye doğru giderken, Rügâne koşarak geldi ve:

- Yâ Muhammed! Mekkeliler, bu sürüyü nerden buldun? derlerse, ne cevâb verirsin dedi.

. Rügâne hediyye etdi derim buyurdu.

. Ne için hediyye etdi derlerse,

- Onunla güreş etdik. Sırtını yere getirdim. Kuvvetimi beğendi de verdi derim.

- Amân öyle söyleme! Şânım şerefim yok olur. Sözlerim hoşuna gitdi de verdi desen iyi olur.

. Hiç yalan söylememek için Rabbime söz verdim buyurdu.

. Öyle ise, sürüyü geri alırım dedi.

- Alırsan al! Rabbimin rızâsı için, bin sürü fedâ olsun buyurdu. Rügâne Resûlullahın bu îmânına, doğruluğuna âşık olup hemen (Kelime-i şehâdet) söyleyerek müslimân oldu.) Ebül-Esvedil-Cümehî isminde bir pehlivân dahâ vardı. Sığır derisi üstünde ayakda durup, on kuvvetli kimse, deriyi etrâfından çeker, deri parçalanır, yerinden hareket etdiremezlerdi. Bu da, beni yenersen îmâna gelirim dedi. Güreşince, sırtı yere geldi. Fekat îmân etmedi.

26 - Çok cömert idi. Yüzlerle deve ve koyunlar bağışlar, kendisine birşey bırakmazdı. Nice katı kalbli kâfirler, bu ihsânlarını görerek îmâna gelmişlerdir.

27 - Kendisinden birşey istendikde yok dediği hiç işitilmedi. Var ise verir, yok ise sükût ederdi.

28 - Allahü teâlâ, (iste vereyim) buyurmuşken, dünyâ servetini istemedi. Elenmiş buğday unu ekmeğini hiç yimedi. Hep elenmemiş arpa unu ekmeğini yirdi. Doyuncaya kadar yidiği görülmedi. Ekmeği katıksız olarak veyâ hurma ile, sirke ile, meyva ile, çorba ile veyâ zeytin yağına batırıp yirdi. Tavuk, tavşan, deve, ceylan, balık ve pastırma etleri ve peynir de yirdi. Etin kol tarafını severdi. Elleri ile tutup ısırarak yirdi. [Bıçakla kesip yimek de câizdir.] Ekseriyâ süt veyâ hurma yirdi. Evde iki üç ay yemek pişmeyip, ekmek yapılmayıp, yalnız hurma yediği aylar da olmuşdur. İki üç gün birşey yimediği de olurdu. Vefât etdiği zemân, bir demir zırh ceketi, otuz kilo arpa için, bir yehûdîde rehin

 -363-

bırakılmış bulundu.

29 - Bir yemeği beğenmediği işitilmedi. Beğendiğini yir, beğenmediğini yimez ve birşey söylemezdi.

30 - Günde bir kerre yirdi. Ba’zan sabâh, ba’zan akşam yirdi. Eve gelince (yiyecek var mı?) der, yok denirse, oruc tutardı.

Yemeği sofra bezi, tepsi, masa gibi birşey üstünde yimeyip, yere kor, diz çöker, bir şeye dayanmadan yirdi. Yemeğe besmele okuyarak başlardı. Sağ eli ile yirdi.

31 - Dokuz zevcesine ve birkaç hizmetçisine ba’zan bir senelik arpa ve hurma ayırır, bundan fakîrlere de sadaka verirdi.

32 - Yemekler arasında koyun etini, et suyunu, kabağı, tatlıları, balı, hurmayı, sütü, kaymağı, karpuzu, kavunu, üzümü, hıyarı ve serin suyu severdi.

33 - Suyu yavaş yavaş, besmele ile başlıyarak üç yudumda içer, sonunda (Elhamdülillah) der ve düâ ederdi.

34 - Diğer Peygamberler gibi, zekât malı ve sadaka almazdı. Hediyyeyi kabûl ederdi. Ekseriyâ karşılığını ziyâdesi ile verirdi.

35 - Giymesi câiz olanlardan her bulduğunu giyerdi. Kalın kumaşdan ihram şeklinde dikilmemiş şeylerle örtünür, peştemal sarınır, gömlek ve cübbe de giyerdi. Bunlar pamukdan, yünden veyâ kıldan dokunmuşdu. Ekseriyâ beyâz, ba’zan yeşil giyerdi. Dikilmiş elbise giydiği de olurdu. Cum’a ve bayramlarda ve yabancı elçiler geldikde ve cenk zemânlarında kıymetli gömlekler, cübbeler giyerdi. Elbiselerinin renkleri ekseriyâ beyâz olurdu. Yeşil, kırmızı ve siyâh olduğu da olurdu. Kollarını bileklerine kadar, mübârek ayaklarını baldırın yarısına kadar örterdi.

İmâm-ı Tirmüzînin “rahime-hullahü teâlâ” (Şemâil-i şerîfe) kitâbında diyor ki, (Resûlullah, Kamîs, ya’nî gömlek giymeği severdi. Gömleğinin kolları, bileklerine kadar uzundu. Gömleğinin kollarında ve yakasında düğme yokdu. Ayakkabısı deriden olup, bir tasması ve iki kıbâlı vardı. Kıbâl, bir ucu tasmaya, diğer ucu, ön uca dikilmiş kayışdır. İki parmak arasından geçmekdedir. Elbise ve ayakkabı giymekde âdete uyulur. Âdetden ayrılmak, şöhrete sebeb olur. Şöhretden kaçınmak lâzımdır. Mekkeye girdiği zemânda, mübârek başında siyâh sarık sarılı idi).

36 - Ekseriyâ beyâz, ba’zan siyâh tülbenti başına sarık olarak sarıp, ucunu bir karış kadar iki omuzu arasına sarkıtırdı. Sarığı çok büyük ve pek küçük olmayıp, üçbuçuk metre kadar uzundu.

 -364-

Sarığını takkesiz sarar, ba’zan sarıksız fitilli takke giyerdi.

37 - Arabistândaki âdete uyarak saçlarını kulaklarının yarısına kadar uzatır, fazlasını kesdirirdi. Saçlarına yağ sürerdi. Yolculukda dahî şişe ile yağ götürürdü. Yağ sürdüğü zemân, başına önce tülbent kor, başlığını tülbentin üstüne giyerdi. Böylece, yağ sürdüğü dışardan belli olmazdı. Ba’zan saçlarını uzatıp, iki ön yanına uzatırdı. Mekkeyi feth etdiği gün, böyle uzanmış iki saçı vardı.

38 - Ellerine, başına, yüzüne misk veyâ başka kokular sürer, ud ağacı, kâfûrî ile buhurlanırdı.

39 - Yatağı, içi hurma iplikleri ile dolu, dabağlanmış deriden idi. İçi yünle dolmuş bir yatak getirdiklerinde, kabûl etmedi ve (Yâ Âişe! Allaha yemîn ederim ki, eğer istesem, Allahü teâlâ her yerde altın ve gümüş yığınlarını yanımda bulundurur) dedi. Ba’zan hasır, tahta, döşek, yünden dokunmuş keçe veyâ kuru toprak üzerinde de yatardı.

[İbni Âbidîn “rahime-hullahü teâlâ”, orucu anlatmağa başlarken diyor ki, (Resûlullahın ve Ondan sonra dört halîfesinin devâm üzere yapdıkları şeylere (Sünnet) denir. (Sünnet-i hüdâ)yı terk etmek mekrûhdur. (Sünnet-i zâide)yi terk mekrûh değildir).

Abdülganî Nablüsî “rahime-hullahü teâlâ”, (Hadîka) kitâbında diyor ki, (Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem”, kendisinin ibâdet olarak yapdığı şeyleri terk edeni inkâr etmedi ise, ya’nî darılmadı ise, bu ibâdetlere (Sünnet-i hüdâ) denir. Bunları devâmlı yapdı ise, (Sünnet-i müekkede) denir. Resûlullahın âdet olarak yapdığı şeylere (Sünnet-i zâide) veyâ (Müstehâb) denir. İyi işlere sağdan başlamak, sağ el ile yapmak, binâ yapmakda, yimekde, içmekde, oturmakda, kalkmakda, [yatmakda], elbisede, âletlerde yapdığı ve kullandığı şeyler böyledir. Bunları yapmamak ve un eleği, kaşık gibi (âdetde bid’at) olan şeyleri, ya’nî sonradan ortaya çıkan âdetleri yapmak dalâlet olmaz. Günâh olmaz.) Bundan anlaşılıyor ki, masada yimek, çatal, kaşık kullanmak, karyolada yatmak ve konferanslarda, mekteblerde ahlâk ve fen derslerinde, radyo, televizyon ve teyp kullanmak ve her çeşid nakl vâsıtalarına binmek, gözlük, hesâb makinası gibi fen vâsıtalarından istifâde etmek câizdir. Çünki bunlar, âdetde bid’atdirler. Sonradan meydâna çıkan şeylere (Bid’at) denir. Âdetde olan bid’atleri, yenilikleri harâm işlemekde kullanmak harâm olur.

 -365-

Nemâzda, ezânda ve câmi’deki va’z ve hutbede radyo, hoparlör, teyp kullanmak husûsunda (Se’âdet-i Ebediyye) ve (İslâm Ahlâkı) kitâblarında geniş bilgi vardır. İbâdetde bid’at yapmak, ufak değişiklik yapmak, çok büyük günâh olur. Cihâd yapmak, hükûmetin, ordunun, düşmânlarla harb etmesi ibâdetdir. Fekat, harbde her dürlü fen vâsıtasını kullanmak bid’at olmaz. Aksine, çok sevâb olur. Çünki, harbde her çeşid fen vâsıtalarını kullanmak emr olundu. İbâdetlerde, emr olunan şeyleri yapmağa yardımcı olan yenilikleri yapmak lâzımdır. Yasak edilmiş şeyleri yapmağa yardımcı olan yenilikleri, değişiklikleri yapmak bid’at olur. Meselâ, ezân okumak için minâreye çıkmak lâzımdır. Çünki, yüksekde okumak emr olundu. Fekat, ezânı hoparlör ile okumak bid’atdir. Çünki, âlet ile okumak emr olunmadı. İnsanın okuması emr olundu. Nemâz vaktlerini bildirmek ve başka ibâdetleri yapmak için, çan çalmak, boru ötdürmek gibi, müzik âletleri kullanılması da Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” tarafından yasaklandı.]

40 - Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem”, sakalını bir tutamdan fazla uzatmazdı. Fazlasını makasla kısaltırdı. [Bir tutam sakal uzatmak sünnetdir. Sakal bırakması âdet olan yerde bulunanın bırakması vâcib olur. Bir tutamdan fazlasını kesmek de sünnetdir. Bir tutamdan kısa yapmak bid’atdir. Böyle kısa sakalı bir tutam uzatmak vâcibdir. Sakalı kazımak mekrûhdur. Özrle kazımak câiz olur.]

41 - Her gece mübârek gözlerine üç kerre sürme çekerdi.

42 - Evinde ayna, tarak, sürme kabı, misvak, makas, iğne, iplik eksik olmazdı. Yolculukda bunları berâber götürürdü.

43 - Her işinde sağdan başlamayı, sağ eliyle yapmayı severdi. Yalnız, sol eliyle tahâretlenirdi.

44 - Mümkin olduğu kadar, her işini tek sayıda yapardı.

45 - Yatsıdan sonra, gece yarısına kadar uyuyup, sonra sabâh nemâzına kadar ibâdet yapardı. Sağ yanına yatar, sağ elini yanağı altına kor, ba’zı sûreler okuyup uyurdu.

46 - Tefe’ül ederdi. Ya’nî, ilk gördüğü, birden bire gördüğü şeyleri hayra yorardı. Hiçbir şeyi uğursuz saymazdı.

47 - Üzüntülü zemânlarında sakalını tutar, düşünürdü.

48 - Üzüldüğü zemân, hemen nemâza başlardı. Nemâzın lezzeti, safâsı ile gammı giderdi.

-366-

49 - Gıybet edenin, ya’nî başkasını çekişdirenin sözünü aslâ dinlemezdi.

50 - Yürürken, yan tarafa ve arkasına bakmak îcâb etse, bütün bedeni ile dönüp bakardı. Yalnız başını çevirerek bakmazdı.

TENBÎH: İslâm âlimleri “rahime-hümullahü teâlâ”, Peygamber efendimizin “sallallahü aleyhi ve sellem” yapdığı yukarıda bildirilmiş olan şeyleri üçe ayırmışlardır. Birincisi, müslimânların da yapması lâzım olan şeylerdir. Bunlara (Sünnet) denir. İkincisi, Peygamberimize “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” mahsûs olan şeylerdir. Bunları başkalarının yapması câiz değildir. Bunlara (Hasâis) denir. Üçüncüsü, âdete bağlı şeylerdir. Bunları her müslimânın bulunduğu yerin âdetine uyarak yapması lâzımdır. Âdete uymayarak yapılırsa fitne uyanır. Fitneyi uyandırmak harâm olur.

Hiç usandırma ili, il usandırmaz seni,

hîleli iş yapma hem, kes dolandırmaz seni!

din düşmanından bir su, içme kandırmaz seni,

korkma kâfirden ateş olsa yandırmaz seni!

Müstekîm ol, hazret-i Allah utandırmaz seni!

 

Her zarar, insana bil, kendi nefsinden gelir,

yüz karası âdeme, sû-i fehminden gelir,

şeref-ü şân mekâna, hep mekîninden gelir,

istikâmet insana, elbet dîninden gelir.

Müstekîm ol, hazret-i Allah utandırmaz seni!

 

Herşey geçer âlemde, bir hâlde yokdur sükûn!

bil ki değmez teessüf etmeğe dünyây-ı dûn!

istikâmet zarardan, seni hep eyler masûn,

Hak eder sâdıkların, hasmını elbet zebûn.

Müstekîm ol, hazret-i Allah utandırmaz seni!

 

Birini tezlil için, zulmle etme iştigâl,

arkadaş kazanmağa, olur mâni’ sû-i hâl,

yüz suyu dökme sakın, hem de etme kîl-ü kâl,

müstekîm ol, hep çalış, verir elbet Zülcelâl.

Müstekîm ol, hazret-i Allah utandırmaz seni!

 

İster ise hıfz eder, hep Allahü lem yezel,

ırzına mü’minlerin, düşman verse de halel,

tâ ezelden söylenir, halk dilinde bu mesel:

celb eder mükâfâtı, insana elbet amel,

Müstekîm ol, hazret-i Allah utandırmaz seni!

-367-

At riyâyı, tezyin et, ihlâsla ef’âlini,

boş buğazlık eyleme, fikr et önce kâlini!

ne dürlü saklayayım, desen de ahvâlini,

Hak teâlâ a’lemdir bilir bütün hâlini.

Müstekîm ol, hazret-i Allah utandırmaz seni!

 

Mağrûr olmaz mal ile, mülk ile, ehl-i hired,

insanın işi döner, herşeye vardır bir had,

ölüm vakti gelince, kimseden gelmez meded,

nefsine uyma sakın, hâk olur bir gün cesed.

Müstekîm ol, hazret-i Allah utandırmaz seni!

 

Sonsuz cihânı düşün, zıllı âbâd eyleme,

(EHL-İ SÜNNET KİTÂBI) oku inâd eyleme,

fırsat eldeyken uyan, ömrü berbâd eyleme,

yakmağa sürükliyen, fi’li mu’tâd eyleme!

Müstekîm ol, hazret-i Allah utandırmaz seni!

 

Hâline şeytân güler, görünce bu gafleti,

kendine gel azîzim, güldürme ol şirreti,

hâin olma, cihâna ver keremle şöhreti,

herşeyin üstündedir, hüsn-ü hulkun rif’ati.

Müstekîm ol, hazret-i Allah utandırmaz seni!

 

Rızk için kefîl olan, Hâlık teâlâ, sana,

baş eğmek başkasına, yakışmaz hâşâ sana!

ızdırâblara sebeb, meyl-i mâsivâ sana,

bir nasîhat eyledi, âkıl-ü dânâ sana:

Müstekîm ol, hazret-i Allah utandırmaz seni!

 ----------------------------

Allahü teâlânın ni’metlerini, yaratdıklarını düşün, büyüklüğünü anlarsın!

Kendisini, nasıl olduğunu düşünme, anlıyamaz, sapıtırsın!

 -368-