Resûlullahın “sallallahü
teâlâ aleyhi ve sellem” ahlâkından ve âdetlerinden elli adedi aşağıda
bildirilmişdir:
1 - Resûlullahın “sallallahü
teâlâ aleyhi ve sellem” ilmi, irfânı, fehmi, yakîni, aklı, zekâsı, cömertliği, tevâzû’u,
hilmi, şefkati, sabrı,
gayreti, hamiyyeti, sadâkatı, emâneti, şecâ’ati, heybeti, yiğitliği, belâgati,
fesâhati, fetâneti, melâheti [güzelliği], vera’ı, iffeti, keremi, insâfı, hayâsı, zühdü,
takvâsı bütün
Peygamberlerden dahâ çokdu. Dostundan ve düşmânından gördüğü zararları, eziyyetleri
afv ederdi. Hiçbirine karşılık vermezdi. Uhud gazâsında kâfirler mübârek yanağını kanatıp, dişlerini
kırdıkları zemân, bunu
yapanlar için, (Yâ Rabbî! Bunları afv et! Câhilliklerine bağışla)
diye düâ buyurmuşdu.
2 - Şefkati çokdu. Hayvanlara su
verir. Su kabını eliyle
tutarak doymalarını beklerdi.
Bindiği atın yüzünü ve
gözünü silerdi.
3 - Her çağırana, lebbeyk
(efendim) diyerek cevâb verirdi. Kimsenin yanında, ayaklarını uzatmazdı. Diz çöküp
otururdu. Hayvan üzerinde giderken, bir yaya görünce, arkasına
bindirirdi.
4 - Kendisini kimseden üstün tutmazdı. Bir
yolculukda, bir koyun kebâbı yapılacağı zemân, biri ben keserim dedi. Bir başkası, ben
derisini yüzerim dedi. Diğeri,
ben pişiririm dedi. Resûlullah da, ben odun toplarım deyince, Yâ
Resûlallah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem”! Sen istirâhat buyur! Biz toplarız dediler. (Evet! Sizin herşeyi yapacağınızı
biliyorum. Fekat, iş görenlerden ayrılarak oturmak
istemem. Allahü teâlâ, arkadaşlarından ayrılıp oturanı sevmez) buyurdu. Kalkıp odun toplamaya gitdi.
5 - Eshâbının “radıyallahü teâlâ
anhüm ecma’în” oturdukları yere
gelince, baş tarafa geçmezdi. Gördüğü boş bir yere otururdu. Elinde bastonu olarak,
birgün sokağa çıkdıkda, görenler
ayağa
kalkdılar. (Başkalarının birbirlerine saygı duruşu yapdıkları gibi, benim için ayağa kalkmayınız!
Ben de, sizin gibi bir insanım. Herkes gibi
yirim. Yorulunca, otururum) buyurdu.
6 - Çok zemân diz çökerek otururdu.
Dizlerini dikip, etrâfına
kollarını sararak oturduğu da görülmüşdür. Yemekde, giymekde
ve herşeyde hizmetçilerini kendinden ayırmazdı. Onların işlerine yardım ederdi. Kimseyi dövdüğü, sövdüğü hiç
görülmedi. Her zemân hizmetinde bulunan Enes bin Mâlik diyor ki, Resûlullaha on
sene hizmet etdim. Onun bana yapdığı hizmet, benim Ona yapdığımdan çok idi.
Bana incindiğini,
sert söylediğini
hiç görmedim.
7 - Söküklerini, yırtıklarını kendi de
yamar, koyunlarını kendi de sağar, hayvanlarına kendi de
yem verirdi. Çarşıdan satın aldığını
eve kendisi götürürdü. Yolculukda hayvanlarına yem verir, ba’zan tımar da
ederdi. Bunları
ba’zan yalnız
yapar, ba’zan da hizmetçilerine yardım ederdi.
8 - Ba’zı kimselerin
hizmetçileri gelip kendisini çağırdıklarında,
Medînenin âdetine uyarak, onlarla elele verip yürürdü.
9 - Hastaları ziyâret
eder, cenâzelerde bulunurdu. Gönül almak için, kâfirlerin ve münâfıkların hastalarını da ziyâret
ederdi.
10 - Sabâh nemâzlarını kıldırdıkdan sonra,
cemâ’ate karşı oturup, (Hasta olan kardeşimiz var mı? Ziyâretine gidelim!) buyururdu. Hasta yoksa, (Cenâzesi olan var mı? Yardıma gidelim!) derdi. Cenâze
olursa, yıkanmasında,
kefenlenmesinde yardım
eder, nemâzını kıldırır, kabrine
kadar giderdi. Cenâze yoksa, (Rü’yâ gören varsa
anlatsın! Dinleyelim, tâbir edelim!) buyururdu.
11 - Eshâbından birini
üç gün görmese, onu sorardı. Yolculuğa gitmiş ise, hayr düâ eder, şehrde ise, ziyâretine
giderdi.
12 - Yolda karşılaşdığı müslimâna
önce kendi selâm verirdi.
13 - Deveye, ata, katıra ve eşeğe biner,
ba’zan başkasını da arkasına oturturdu.
14 - Misâfirlerine, Eshâbına hizmet
eder, (Bir kavmin efendisi, en üstünü, onlara
hizmet edendir) buyururdu.
15 - Kahkaha ile güldüğü hiç
görülmedi. Sessizce tebessüm ederdi. Ba’zan gülerken mübârek ön dişleri
görünürdü.
16 - Hep düşünceli, üzüntülü görünür,
az söylerdi. Konuşmağa
tebessüm ederek başlardı.
17 - Lüzûmsuz ve fâidesiz birşey
söylemezdi. Lâzım
olunca, kısa,
fâideli ve ma’nâsı açık olarak
söylerdi. İyi
anlaşılması için
ba’zan üç kerre tekrâr ederdi.
18 - Yabancı ile ve tanıdıklarla ve
çocuklarla ve ihtiyâr kadın-
larla ve mahrem kadınlariyle latîfe, şaka yapardı. Fekat
bunlar, Allahü teâlâyı bir
an unutmasına
sebeb olmazdı.
19 - Heybetinden kimse yüzüne
bakamazdı.
Birisi gelip mübârek yüzüne bakınca, titredi. (Sıkılma! Ben melik değilim, zâlim değilim. Kurumuş et yiyen bir kadıncağızın
oğluyum) buyurdu. Adamın korkusu gidip, derdini söylemeye başladı.
20 - Bekçileri, kapıcıları yokdu.
Herkes kolayca yanına
gelip, derdini anlatırdı.
21 - Hayâsı çokdu. Konuşduğu kimsenin
yüzüne bakmağa
utanırdı.
22 - Kimsenin aybını yüzüne
vurmazdı.
Kimseden şikâyet etmez, arkasından söylemezdi. Bir kimsenin sözünü veyâ işini beğenmediği zemân, (Ba’zı kimseler, acabâ
neden şöyle yapıyorlar?) derdi.
23 - Allahü teâlânın sevgilisi,
resûlü ve makbûlü iken, (Allahü teâlâyı en iyi tanıyanınız ve Ondan en çok korkanınız benim) buyururdu. (Benim gördüğümü
görseydiniz, az güler, çok ağlardınız) der, havada
bulut görünce, (Yâ Rabbî! Bu bulutla bize azâb
gönderme!) derdi. Rüzgâr esince, (Yâ
Rabbî! Bize hayrlı rüzgâr gönder) diye
düâ ederdi. Gök gürleyince, (Yâ Rabbî! Bizi gadabınla öldürme, azâbınla helâk etme ve bundan
önce bize âfiyet ihsân eyle!) derdi. Nemâza dururken, ağlıyan kimsenin
içini çekdiği
gibi, göğsünden
ses işitilirdi. Kur’ân-ı
kerîm okurken de, böyle olurdu.
24 - Kalbinin kuvveti, şecâ’ati
şaşılacak kadar çokdu. Huneyn gazâsında, müslimânlar, ganîmet toplamak için dağılıp, üç dört
kimse ile kalmışdı. Kâfirler
hep birden, hemen hücûm etdiler. Resûlullah onlara karşı durup kaçırdı. Birkaç
def’a oldu. Aslâ gerilemedi.
25 - (Mevâhib-i
ledünniyye)de, üçüncü maksadın ikinci faslı sonunda diyor ki: Abdullah ibni Ömer, Fahr-i
kâinâtdan dahâ kuvvetli bir pehlivân görmedim dedi. İbni İshak diyor
ki, Mekkede Rügâne isminde meşhûr bir pehlivân vardı. Resûlullah
ile şehr hâricinde, karşılaşdı. (Yâ Rügâne! niçin müslimân
olmuyorsun?) buyurdu. Peygamber olduğuna bir şâhidin var mı dedi. (Seninle güreş edelim. Sırtın yere gelirse, îmân eder misin?) buyurdu.
Evet îmân ederim dedi. Dahâ, başlangıçda, Rügânenin sırtı yere gelince, şaşkına döndü. Bir yanlışlık oldu.
Tekrâr edelim dedi. Böylece, üç kerre, sırt üstü yıkıldı. (Şevâhid-ün-nübüvve)nin üçüncü cüz’ü
başında diyor ki, (Îmân etmeğe niyyetim
yok idi. Sırtımın yere geleceği hâtırımdan bile
geçmemişdi. Şimdi, kuvvetinin benden dahâ çok olduğuna şaşdım ve çok beğendim
diyerek, sürüsünün yarısını Resûlullaha
hediyye edip, ayrıldı. Resûlullah,
sürü ile Mekkeye doğru
giderken, Rügâne koşarak geldi ve:
- Yâ Muhammed! Mekkeliler, bu sürüyü
nerden buldun? derlerse, ne cevâb verirsin dedi.
. Rügâne hediyye etdi derim buyurdu.
. Ne için hediyye etdi derlerse,
- Onunla güreş etdik. Sırtını yere
getirdim. Kuvvetimi beğendi
de verdi derim.
- Amân öyle söyleme! Şânım şerefim yok
olur. Sözlerim hoşuna gitdi de verdi desen iyi olur.
. Hiç yalan söylememek için Rabbime
söz verdim buyurdu.
. Öyle ise, sürüyü geri alırım dedi.
- Alırsan al! Rabbimin rızâsı için, bin
sürü fedâ olsun buyurdu. Rügâne Resûlullahın bu îmânına, doğruluğuna âşık olup hemen (Kelime-i
şehâdet) söyleyerek müslimân oldu.) Ebül-Esvedil-Cümehî isminde bir
pehlivân dahâ vardı. Sığır derisi
üstünde ayakda durup, on kuvvetli kimse, deriyi etrâfından çeker,
deri parçalanır,
yerinden hareket etdiremezlerdi. Bu da, beni yenersen îmâna gelirim dedi.
Güreşince, sırtı yere geldi.
Fekat îmân etmedi.
26 - Çok cömert idi. Yüzlerle deve ve
koyunlar bağışlar,
kendisine birşey bırakmazdı. Nice katı kalbli
kâfirler, bu ihsânlarını görerek
îmâna gelmişlerdir.
27 - Kendisinden birşey istendikde
yok dediği hiç
işitilmedi. Var ise verir, yok ise sükût ederdi.
28 - Allahü teâlâ, (iste vereyim) buyurmuşken, dünyâ servetini
istemedi. Elenmiş buğday
unu ekmeğini
hiç yimedi. Hep elenmemiş arpa unu ekmeğini yirdi. Doyuncaya kadar yidiği görülmedi.
Ekmeği katıksız olarak veyâ
hurma ile, sirke ile, meyva ile, çorba ile veyâ zeytin yağına batırıp yirdi.
Tavuk, tavşan, deve, ceylan, balık ve pastırma etleri ve peynir de yirdi. Etin kol tarafını severdi.
Elleri ile tutup ısırarak yirdi.
[Bıçakla
kesip yimek de câizdir.] Ekseriyâ süt veyâ hurma yirdi. Evde iki üç ay yemek
pişmeyip, ekmek yapılmayıp, yalnız hurma yediği aylar da
olmuşdur. İki üç
gün birşey yimediği de
olurdu. Vefât etdiği
zemân, bir demir zırh
ceketi, otuz kilo arpa için, bir yehûdîde rehin
bırakılmış bulundu.
29 - Bir yemeği beğenmediği işitilmedi.
Beğendiğini yir, beğenmediğini yimez ve
birşey söylemezdi.
30 - Günde bir kerre yirdi. Ba’zan
sabâh, ba’zan akşam yirdi. Eve gelince (yiyecek var
mı?) der, yok
denirse, oruc tutardı.
Yemeği sofra bezi, tepsi, masa gibi birşey
üstünde yimeyip, yere kor, diz çöker, bir şeye dayanmadan yirdi. Yemeğe besmele
okuyarak başlardı. Sağ eli ile
yirdi.
31 - Dokuz zevcesine ve birkaç
hizmetçisine ba’zan bir senelik arpa ve hurma ayırır, bundan fakîrlere de sadaka verirdi.
32 - Yemekler arasında koyun
etini, et suyunu, kabağı,
tatlıları, balı, hurmayı, sütü, kaymağı, karpuzu,
kavunu, üzümü, hıyarı ve serin
suyu severdi.
33 - Suyu yavaş yavaş, besmele ile
başlıyarak
üç yudumda içer, sonunda (Elhamdülillah) der
ve düâ ederdi.
34 - Diğer Peygamberler gibi, zekât malı ve sadaka
almazdı.
Hediyyeyi kabûl ederdi. Ekseriyâ karşılığını ziyâdesi ile verirdi.
35 - Giymesi câiz olanlardan her
bulduğunu
giyerdi. Kalın
kumaşdan ihram şeklinde dikilmemiş şeylerle örtünür, peştemal sarınır, gömlek ve
cübbe de giyerdi. Bunlar pamukdan, yünden veyâ kıldan dokunmuşdu. Ekseriyâ beyâz,
ba’zan yeşil giyerdi. Dikilmiş elbise giydiği de olurdu. Cum’a ve bayramlarda ve yabancı elçiler
geldikde ve cenk zemânlarında kıymetli
gömlekler, cübbeler giyerdi. Elbiselerinin renkleri ekseriyâ beyâz olurdu.
Yeşil, kırmızı ve siyâh
olduğu da
olurdu. Kollarını bileklerine
kadar, mübârek ayaklarını baldırın yarısına kadar
örterdi.
İmâm-ı Tirmüzînin “rahime-hullahü teâlâ” (Şemâil-i şerîfe) kitâbında diyor ki,
(Resûlullah, Kamîs, ya’nî gömlek giymeği severdi. Gömleğinin kolları, bileklerine
kadar uzundu. Gömleğinin
kollarında
ve yakasında
düğme
yokdu. Ayakkabısı deriden
olup, bir tasması ve
iki kıbâlı vardı. Kıbâl, bir ucu
tasmaya, diğer
ucu, ön uca dikilmiş kayışdır. İki parmak
arasından
geçmekdedir. Elbise ve ayakkabı giymekde âdete uyulur. Âdetden ayrılmak, şöhrete
sebeb olur. Şöhretden kaçınmak
lâzımdır. Mekkeye
girdiği
zemânda, mübârek başında siyâh sarık sarılı idi).
36 - Ekseriyâ beyâz, ba’zan siyâh
tülbenti başına sarık
olarak sarıp,
ucunu bir karış
kadar iki omuzu arasına
sarkıtırdı. Sarığı çok büyük ve
pek küçük olmayıp,
üçbuçuk metre kadar uzundu.
Sarığını takkesiz sarar, ba’zan sarıksız fitilli
takke giyerdi.
37 - Arabistândaki âdete uyarak
saçlarını kulaklarının yarısına kadar uzatır, fazlasını kesdirirdi.
Saçlarına yağ sürerdi.
Yolculukda dahî şişe ile yağ götürürdü. Yağ sürdüğü zemân, başına önce tülbent kor, başlığını tülbentin
üstüne giyerdi. Böylece, yağ sürdüğü dışardan
belli olmazdı.
Ba’zan saçlarını uzatıp, iki ön yanına uzatırdı. Mekkeyi
feth etdiği
gün, böyle uzanmış iki
saçı vardı.
38 - Ellerine, başına, yüzüne misk
veyâ başka kokular sürer, ud ağacı,
kâfûrî ile buhurlanırdı.
39 - Yatağı, içi hurma
iplikleri ile dolu, dabağlanmış deriden idi.
İçi
yünle dolmuş bir yatak getirdiklerinde, kabûl etmedi ve (Yâ Âişe! Allaha yemîn ederim ki, eğer istesem, Allahü teâlâ her yerde altın
ve gümüş yığınlarını yanımda bulundurur) dedi. Ba’zan hasır, tahta,
döşek, yünden dokunmuş keçe veyâ kuru toprak üzerinde de yatardı.
[İbni Âbidîn “rahime-hullahü teâlâ”, orucu anlatmağa başlarken
diyor ki, (Resûlullahın ve
Ondan sonra dört halîfesinin devâm üzere yapdıkları şeylere (Sünnet)
denir. (Sünnet-i hüdâ)yı terk etmek
mekrûhdur. (Sünnet-i zâide)yi terk
mekrûh değildir).
Abdülganî Nablüsî “rahime-hullahü
teâlâ”, (Hadîka) kitâbında diyor ki,
(Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem”, kendisinin ibâdet olarak yapdığı şeyleri terk
edeni inkâr etmedi ise, ya’nî darılmadı ise, bu ibâdetlere (Sünnet-i
hüdâ) denir. Bunları devâmlı yapdı ise, (Sünnet-i müekkede) denir.
Resûlullahın
âdet olarak yapdığı
şeylere (Sünnet-i zâide) veyâ (Müstehâb) denir. İyi işlere sağdan başlamak,
sağ el
ile yapmak, binâ yapmakda, yimekde, içmekde, oturmakda, kalkmakda, [yatmakda],
elbisede, âletlerde yapdığı ve
kullandığı
şeyler böyledir. Bunları
yapmamak ve un eleği,
kaşık gibi (âdetde bid’at) olan şeyleri,
ya’nî sonradan ortaya çıkan
âdetleri yapmak dalâlet olmaz. Günâh olmaz.) Bundan anlaşılıyor ki,
masada yimek, çatal, kaşık kullanmak, karyolada yatmak ve konferanslarda,
mekteblerde ahlâk ve fen derslerinde, radyo, televizyon ve teyp kullanmak ve
her çeşid nakl vâsıtalarına binmek,
gözlük, hesâb makinası gibi
fen vâsıtalarından istifâde
etmek câizdir. Çünki bunlar, âdetde bid’atdirler. Sonradan meydâna çıkan şeylere (Bid’at) denir. Âdetde olan bid’atleri,
yenilikleri harâm işlemekde kullanmak harâm olur.
Nemâzda, ezânda ve câmi’deki va’z ve
hutbede radyo, hoparlör, teyp kullanmak husûsunda (Se’âdet-i
Ebediyye) ve (İslâm Ahlâkı) kitâblarında geniş
bilgi vardır. İbâdetde
bid’at yapmak, ufak değişiklik
yapmak, çok büyük günâh olur. Cihâd yapmak, hükûmetin, ordunun, düşmânlarla
harb etmesi ibâdetdir. Fekat, harbde her dürlü fen vâsıtasını kullanmak
bid’at olmaz. Aksine, çok sevâb olur. Çünki, harbde her çeşid fen vâsıtalarını kullanmak
emr olundu. İbâdetlerde,
emr olunan şeyleri yapmağa
yardımcı olan
yenilikleri yapmak lâzımdır. Yasak
edilmiş şeyleri yapmağa
yardımcı olan
yenilikleri, değişiklikleri
yapmak bid’at olur. Meselâ, ezân okumak için minâreye çıkmak lâzımdır. Çünki,
yüksekde okumak emr olundu. Fekat, ezânı hoparlör ile okumak bid’atdir. Çünki, âlet ile
okumak emr olunmadı. İnsanın okuması emr olundu.
Nemâz vaktlerini bildirmek ve başka ibâdetleri yapmak için, çan çalmak, boru
ötdürmek gibi, müzik âletleri kullanılması da Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem”
tarafından
yasaklandı.]
40 - Resûlullah “sallallahü aleyhi ve
sellem”, sakalını bir tutamdan
fazla uzatmazdı.
Fazlasını makasla kısaltırdı. [Bir tutam
sakal uzatmak sünnetdir. Sakal bırakması âdet olan yerde bulunanın bırakması vâcib olur.
Bir tutamdan fazlasını kesmek de
sünnetdir. Bir tutamdan kısa
yapmak bid’atdir. Böyle kısa
sakalı bir tutam
uzatmak vâcibdir. Sakalı kazımak mekrûhdur.
Özrle kazımak
câiz olur.]
41 - Her gece mübârek gözlerine üç
kerre sürme çekerdi.
42 - Evinde ayna, tarak, sürme kabı, misvak,
makas, iğne,
iplik eksik olmazdı.
Yolculukda bunları
berâber götürürdü.
43 - Her işinde sağdan başlamayı, sağ eliyle yapmayı severdi.
Yalnız,
sol eliyle tahâretlenirdi.
44 - Mümkin olduğu kadar, her
işini tek sayıda
yapardı.
45 - Yatsıdan sonra,
gece yarısına kadar
uyuyup, sonra sabâh nemâzına
kadar ibâdet yapardı. Sağ yanına yatar, sağ elini yanağı altına kor, ba’zı sûreler
okuyup uyurdu.
46 - Tefe’ül ederdi. Ya’nî, ilk gördüğü, birden
bire gördüğü
şeyleri hayra yorardı.
Hiçbir şeyi uğursuz
saymazdı.
47 - Üzüntülü zemânlarında sakalını tutar,
düşünürdü.
48 - Üzüldüğü zemân,
hemen nemâza başlardı.
Nemâzın
lezzeti, safâsı ile
gammı
giderdi.
49 - Gıybet edenin, ya’nî başkasını çekişdirenin
sözünü aslâ dinlemezdi.
50 - Yürürken, yan tarafa ve arkasına bakmak
îcâb etse, bütün bedeni ile dönüp bakardı. Yalnız başını çevirerek bakmazdı.
TENBÎH: İslâm
âlimleri “rahime-hümullahü teâlâ”, Peygamber efendimizin “sallallahü aleyhi ve
sellem” yapdığı
yukarıda
bildirilmiş olan şeyleri üçe ayırmışlardır. Birincisi,
müslimânların da
yapması lâzım olan
şeylerdir. Bunlara (Sünnet) denir. İkincisi,
Peygamberimize “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” mahsûs olan şeylerdir.
Bunları
başkalarının yapması câiz değildir.
Bunlara (Hasâis) denir. Üçüncüsü, âdete
bağlı şeylerdir.
Bunları her
müslimânın
bulunduğu
yerin âdetine uyarak yapması lâzımdır.
Âdete uymayarak yapılırsa fitne
uyanır.
Fitneyi uyandırmak
harâm olur.
Hiç usandırma ili, il usandırmaz seni,
hîleli iş yapma hem, kes dolandırmaz
seni!
din düşmanından bir su, içme kandırmaz seni,
korkma kâfirden ateş olsa yandırmaz
seni!
Müstekîm ol, hazret-i Allah utandırmaz seni!
Her zarar, insana bil, kendi nefsinden gelir,
yüz karası âdeme, sû-i fehminden
gelir,
şeref-ü şân mekâna, hep mekîninden gelir,
istikâmet insana, elbet dîninden gelir.
Müstekîm ol, hazret-i Allah utandırmaz seni!
Herşey geçer âlemde, bir hâlde yokdur sükûn!
bil ki değmez teessüf etmeğe dünyây-ı dûn!
istikâmet zarardan, seni hep eyler masûn,
Hak eder sâdıkların, hasmını elbet zebûn.
Müstekîm ol, hazret-i Allah utandırmaz seni!
Birini tezlil için, zulmle etme iştigâl,
arkadaş kazanmağa,
olur mâni’ sû-i hâl,
yüz suyu dökme sakın,
hem de etme kîl-ü kâl,
müstekîm ol, hep çalış,
verir elbet Zülcelâl.
Müstekîm ol, hazret-i Allah utandırmaz seni!
İster ise hıfz eder, hep Allahü lem
yezel,
ırzına mü’minlerin, düşman
verse de halel,
tâ ezelden söylenir, halk dilinde bu mesel:
celb eder mükâfâtı,
insana elbet amel,
Müstekîm ol, hazret-i Allah utandırmaz seni!
At riyâyı, tezyin et, ihlâsla
ef’âlini,
boş buğazlık eyleme, fikr et önce kâlini!
ne dürlü saklayayım,
desen de ahvâlini,
Hak teâlâ a’lemdir bilir bütün hâlini.
Müstekîm ol, hazret-i Allah utandırmaz seni!
Mağrûr olmaz mal ile, mülk
ile, ehl-i hired,
insanın işi döner, herşeye vardır bir had,
ölüm vakti gelince, kimseden gelmez meded,
nefsine uyma sakın,
hâk olur bir gün cesed.
Müstekîm ol, hazret-i Allah utandırmaz seni!
Sonsuz cihânı düşün, zıllı âbâd eyleme,
(EHL-İ SÜNNET KİTÂBI) oku inâd eyleme,
fırsat eldeyken uyan, ömrü
berbâd eyleme,
yakmağa sürükliyen, fi’li mu’tâd
eyleme!
Müstekîm ol, hazret-i Allah utandırmaz seni!
Hâline şeytân güler, görünce bu gafleti,
kendine gel azîzim, güldürme ol şirreti,
hâin olma, cihâna ver keremle şöhreti,
herşeyin üstündedir, hüsn-ü hulkun rif’ati.
Müstekîm ol, hazret-i Allah utandırmaz seni!
Rızk için kefîl olan, Hâlık teâlâ, sana,
baş eğmek başkasına, yakışmaz hâşâ sana!
ızdırâblara sebeb, meyl-i
mâsivâ sana,
bir nasîhat eyledi, âkıl-ü
dânâ sana:
Müstekîm ol, hazret-i Allah utandırmaz seni!
----------------------------
Allahü teâlânın
ni’metlerini, yaratdıklarını düşün,
büyüklüğünü
anlarsın!
Kendisini, nasıl olduğunu düşünme,
anlıyamaz,
sapıtırsın!