Aşağıdaki yazılar, (Mir’ât-ı Kâinât) kitâbından alınmışdır. Bu
kitâbda, mu’cizelerin çoğunun
kaynakları da
bildirilmiş ise de, biz bu kaynakları yazmadık. Mu’cizelerin çoğunu da kısaltarak yazdık.
Muhammed aleyhisselâmın hak
Peygamber olduğunu
bildiren şâhidler pek çokdur. Allahü teâlâ, (Sen
olmasaydın, hiçbir şeyi yaratmazdım) buyurdu. Bütün varlıklar, Allahü teâlânın varlığını, birliğini gösterdikleri gibi, Muhammed aleyhisselâmın hak
Peygamber olduğunu
ve üstünlüğünü
de göstermekdedirler. Ümmetinin Evliyâsında hâsıl olan kerâmetler, hep Onun mu’cizeleridir.
Çünki, kerâmetler, Ona tâbi’ olanlarda, Onun izinde gidenlerde hâsıl olmakdadır. Hattâ,
bütün Peygamberler “aleyhimüssalevâtü vetteslîmât”, Onun ümmetinden olmak
istedikleri için, dahâ doğrusu,
hepsi Onun nûrundan yaratıldıkları için, Onların mu’cizeleri
de Muhammed aleyhisselâmın
mu’cizelerinden sayılır. Bu
sözümüzü İmâm-ı Busayrînin[1] (Kasîde-i Bürde)si
çok güzel dile getirmekdedir.
Muhammed aleyhisselâmın
mu’cizeleri, zemân bakımından üçe ayrılmışdır:
Birincisi, mübârek
rûhu yaratıldığından
başlayarak, Peygamberliğinin
bildirildiği (bi’set) zemânına kadar olanlardır.
İkincisi, bi’setden
vefâtına
kadar olan zemân içindekilerdir.
Üçüncüsü, vefâtından kıyâmete kadar
olmuş ve olacak şeylerdir.
Bunlardan birincilere, (İrhâs) ya’nî,
başlangıçlar
denir. Her biri de ayrıca
görerek veyâ görmeyip akl ile anlaşılan mu’cizeler olmak üzere ikiye ayrılırlar. Bütün
bu mu’cizeler o kadar çokdur ki, saymak mümkin olmamışdır. İkinci kısmdaki
mu’cizelerin üç bin kadar olduğu bildirilmişdir. Bunlardan meşhûr olan seksenaltı adedini aşağıda bildireceğiz.
----------------------------
[1] Muhammed Busayrî, 695
[m. 1295] de Mısrda vefât etdi.
1 - Muhammed aleyhisselâmın
mu’cizelerinin en büyüğü
Kur’ân-ı
kerîmdir. Bugüne kadar gelen bütün şâirler, edebiyyâtçılar, Kur’ân-ı kerîmin nazmında ve ma’nâsında âciz ve
hayrân kalmışlardır. Bir âyetin
benzerini söyliyememişlerdir. İ’câzı ve belâgati insan sözüne benzemiyor. Ya’nî, bir kelimesi
çıkarılsa veyâ bir
kelime eklense, lafzındaki
ve ma’nâsındaki
güzellik bozuluyor. Bir kelimesinin yerine koymak için, başka kelime arayanlar
bulamamışlardır. Nazmı arab
şâirlerinin şi’rlerine benzemiyor. Geçmişde olmuş ve gelecekde olacak nice
gizli şeyleri haber vermekdedir. İşitenler ve okuyanlar, tadına doyamıyorlar.
Yorulsalar da, usanmıyorlar.
Okuması veyâ
dinlemesi, sıkıntıları giderdiği sayısız
tecribelerle anlaşılmışdır. İşitenlerden
kalblerine dehşet ve korku çökenler, bu sebebden ölenler bile görülmüşdür. Nice
azılı islâm
düşmanları,
Kur’ân-ı
kerîmi dinlemekle, kalbleri yumuşamış, îmâna gelmişlerdir. İslâm
düşmanlarından
ve muattala, melâhide ve karâmita denilen müslimân ismini taşıyan zındıklardan
Kur’ân-ı
kerîmi değişdirmeğe, bozmağa ve
benzerini söylemeğe çalışanlar olmuş
ise de hiçbiri, arzûlarına
kavuşamamışdır. Tevrât ve İncîl ise,
insanlar tarafından
her zemân değişdirilmiş
ve yine değişdirilmekdedir.
Bütün ilmler ve tecribe ile bulunamıyacak güzel şeyler ve iyi ahlâk ve insanlara
üstünlük sağlıyan
meziyyetler ve dünyâ ve âhiret se’âdetine kavuşduracak iyilikler ve varlıkların başlangıcı ve sonu hakkında bilgiler
ve insanlara fâideli ve zararlı olan şeylerin hepsi Kur’ân-ı kerîmde açıkça veyâ
kapalı
olarak bildirilmişdir. Kapalı olanlarını,
erbâbı
anlayabilmekdedir. Semâvî kitâbların hepsinde, Tevrâtda, Zebûrda ve İncîlde
bulunan ilmlerin ve esrârın
hepsi Kur’ân-ı
kerîmde bildirilmişdir. Kur’ân-ı kerîmde mevcûd ilmlerin hepsini ancak Allahü teâlâ
bilir. Çoğunu
sevgili Peygamberine “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” bildirmişdir. Alî ve
Hüseyn “radıyallahü
teâlâ anhümâ” bu ilmlerden çoğunu bildiklerini haber vermişlerdir. Kur’ân-ı kerîmi
okumak çok büyük bir ni’metdir. Allahü teâlâ, bu ni’meti Habîbinin ümmetine
ihsân etmişdir. Melekler bu ni’metden mahrûmdurlar. Bunun için, Kur’ân-ı kerîm okunan
yere toplanıp
dinlerler. Bütün tefsîrler, Kur’ân-ı kerîmdeki ilmlerden çok azını
bildirmekdedirler. Kıyâmet
günü, Muhammed aleyhisselâm minbere çıkıp Kur’ân-ı kerîm okuyunca, dinleyenler bütün ilmlerini
anlayacaklardır.
2 - Muhammed aleyhisselâmın meşhûr
mu’cizelerinin en büyüklerinden birisi de, ayı ikiye ayırmasıdır. Bu
mu’cize, başka hiçbir Peygambere nasîb olmamışdır. Muhammed aleyhisselâm elli-
iki yaşında iken, Mekkede Kureyş
kâfirlerinin ele-başları yanına gelip,
(peygamber isen ayı
ikiye ayır)
dediler. Muhammed aleyhisselâm, herkesin ve hele tanıdıklarının, akrabâsının îmân
etmelerini çok istiyordu. Ellerini kaldırıp düâ etdi. Allahü teâlâ, kabûl edip, ayı ikiye böldü.
Yarısı bir dağın, diğer yarısı başka dağın üzerinde
göründü. Kâfirler, Muhammed bize sihr yapdı dediler. Îmân etmediler. Şi’r:
Köpek, aya bakınca havlar,
Ayın bunda ne kusûru var,
Köpekler, her zemân
havlar.
Beyt:
Ağız tadının kaçması, hastalığı bildirir.
En lezzetli şerbetler
hastaya acı gelir.
3 - Muhammed aleyhisselâm, ba’zı gazâlarında, susuz
kalındığı zemân,
mübârek elini bir kabdaki suya sokmuş, parmakları arasından su akarak, suyun bulunduğu kap devâmlı taşmışdır. Ba’zan
seksen, ba’zan üçyüz, ba’zan binbeşyüz, Tebük Gazâsında ise,
yetmiş bin kimsenin hepsi ve hayvanları, bu sudan içmişler ve kullanmışlardır. Mübârek
elini sudan çıkarınca akması durmuşdur.
4 - Birgün amcası Abbâsın evine
gidip, onu ve evlâdını yanına oturtup,
üzerlerini ihrâmı ile örterek,
(Yâ Rabbî! Bu benim amcam ve babamın kardeşidir. Bunlar da benim ehl-i beytimdir. Şu örtümle onları örtdüğüm gibi, Sen de Cehennem ateşinden
kendilerini ört, koru!) buyurdu. Duvarlardan üç kerre âmîn
sesi işitildi.
5 - Birgün, kendisinden mu’cize
isteyenlere karşı, uzakdaki bir ağacı çağırdı. Ağaç, köklerini sürüyerek gelip selâm verip, (Eşhedü en lâilâhe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abdühu
ve resûluh) dedi. Sonra, gidip yerine dikildi.
6 - Hayber gazâsında, önüne
zehrlenmiş koyun kebâbı koyduklarında, (Yâ
Resûlallah! Beni yime, ben zehrliyim) sesi işitildi.
7 - Birgün, elinde put bulunan
kimseye, (Put bana söylerse, îmân eder misin?) dedi.
Adam, ben buna elli senedir ibâdet ediyorum. Bana hiçbir şey söylemedi. Sana
nasıl
söyler? dedi. Muhammed aleyhisselâm, (Ey put ben kimim?) deyince, (Sen Allahın
Peygamberisin) sesi işitildi. Putun sâhibi, hemen îmâna geldi.
8 - Medînede, mescid-i nebevîde
dikili bir hurma kütüğü
vardı.
Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” hutbe okurken, bu direğe dayanırdı. Buna
Hannâne denirdi. Minber yapılınca,
Hannâ-
nenin yanına gitmedi. Ondan ağlama seslerini, bütün cemâ’at işitdiler.
Minberden inip, Hannâneye sarıldı.
Sesi kesildi. (Eğer sarılmasaydım, benim ayrılığımdan
kıyâmete kadar ağlardı) buyurdu.
Böyle mu’cizeler çok görülmüş ve
haber verilmişdir.
9 - Eline aldığı çakıl taşlarının ve tutduğu yemek
parçalarının arı sesi gibi,
Allahü teâlâyı
tesbîh etdikleri çok görülmüşdür.
10 - Bir kâfir gelip, Senin Peygamber
olduğunu
ben nerden bileyim? dedi. Resûlullah “sallallahü
aleyhi ve sellem”, (Şu hurma ağacındaki salkımı çağırsam, o da gelse îmân eder misin?) buyurdu.
Kâfir, evet îmân ederim dedi. Resûlullah hurma salkımını çağırdı, sıçrayarak
geldi. Resûlullah, (Yerine
git!) buyurdu. Ağaçdaki yerine çıkıp asıldı.
Bunu gören kâfir îmân etdi.
11 - Mekkede birkaç kurt bir sürüden
koyun kapıp
götürdüler. Çoban hücûm edip, kurtardığında, kurtların birisi,
Allahü teâlânın
gönderdiği rızkımızı elimizden alırken, Allahü
teâlâdan korkmadın mı? dedi.
Çoban, (Çok şaşırdım,
kurt konuşur mu?) deyince, kurt, (Bundan dahâ şaşılacak şeyi haber vereyim mi?
Medînede Allahü teâlânın
Peygamberi olan Muhammed “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” mu’cizeler
gösteriyor) dedi. Çoban gelip bunu Resûlullaha “sallallahü aleyhi ve sellem”
anlatdı ve
müslimân oldu.
12 - Muhammed “sallallahü teâlâ
aleyhi ve sellem” bir çayırda
giderken, üç kerre, yâ Resûlallah sesini işitdi. O tarafa bakıp, bağlı bir geyik
gördü. Yanında
bir adam uyuyordu. Geyiğe ne
istediğini
sordu. O da, (Bu avcı beni
avladı.
Karşıki tepede iki yavrum var. Beni salıver! Gidip, onları emzirip geleyim) dedi. Resûl aleyhisselâm, (Sözünü
tutar mısın,
gelir misin?) dedi. (Allahü teâlâ için söz veriyorum, gelmezsem
Allahü teâlânın
azâbı
benim üzerime olsun) dedi. Resûlullah, geyiği bırakdı. Biraz sonra geldi. Resûlullah onu bağladı. Adam uyanıp, (Yâ
Resûlallah, bir emrin mi var) dedi. (Bu geyiği âzâd et!) buyurdu. Adam geyiğin ipini çözüp bırakdı. Geyik
sevincinden iki ayağını yere vurup, (Eşhedü en lâilâhe illallah ve enneke Resûlullah) dedi
ve gitdi.
13 - Birgün, bir köylüyü îmâna da’vet
etdi. Müslimân bir komşumun vefât etmiş kızını
diriltirsen, îmân ederim dedi. Mezârına gitdiler. İsmini söyleyerek kızı çağırdı. Kabr içinden ses işitildi ve dışarı çıkdı. (Dünyâya gelmek ister misin?) buyurdu. (Yâ
Resûlallah! Dünyâya gelmek istemem. Burada babamın evinde-
kinden dahâ râhatım. Müslimânın âhireti, dünyâsından dahâ iyi) dedi. Köylü bunu
görünce, hemen îmâna geldi.
14 - Câbir bin Abdüllah “radıyallahü teâlâ
anh” bir koyun pişirdi. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” Eshâbı ile yidiler.
(Kemiklerini kırmayınız!)
buyurdu. Kemikleri toplayıp, mübârek ellerini üstüne koyup düâ
etdi. Allahü teâlâ koyunu diriltdi.
15 - Resûlullaha, büyüdüğü hâlde hiç
konuşmayan bir çocuk getirdiler. (Ben kimim?) diye
sordu. Sen Resûlullahsın
diye cevâb verdi. Ölünceye kadar konuşdu.
16 - Bir kimse, yılan yumurtasına basarak
iki gözü görmez oldu. Resûlullaha “sallallahü aleyhi ve sellem” getirdiler.
Mübârek tükrüğünden
gözlerine sürmekle görmeğe
başladı.
Hattâ seksen yaşında olduğu
halde, iğneye
iplik geçirirdi.
17 - Muhammed bin Hâtib diyor ki,
küçük idim. Üstüme kaynar su döküldü. Vücûdum yandı. Babam
Resûlullaha “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” götürdü. Mübârek elleri ile,
tükürüğünü yanan
yerlere sürdü ve düâ buyurdu. Hemen yanıklar iyi oldu.
18 - Bir kadın, bir kel oğlunu getirdi.
Resûlullah, mübârek elleri ile başını sıvadı. Şifâ buldu. Saçları uzamağa başladı.
19 - Tirmüzî ve Nesâînin (Sünen) kitâblarında diyor ki, iki gözü a’mâ bir kimse
gelip, yâ Resûlallah “sallallahü teâlâ aleyhi
ve sellem”! Allahü teâlâya düâ et, gözlerim açılsın dedi. (Kusûrsuz bir
abdest al! Sonra Yâ Rabbî! Sana yalvarıyorum. Sevgili Peygamberin Muhammed aleyhisselâmı araya koyarak, senden istiyorum. Ey çok sevdiğim Peygamberim Muhammed aleyhisselâm! Seni vesîle ederek, Rabbime yalvarıyorum. Senin hâtırın için kabûl etmesini istiyorum. Yâ Rabbî! Bu yüce Peygamberi bana şefâatcı eyle! Onun hurmetine düâmı kabûl et!) düâsını okumasını söyledi.
Adam, abdest alıp düâ
etdi. Hemen gözleri açıldı. Bu düâyı müslimânlar,
her zemân okumuşlar ve maksadlarına kavuşmuşlardır.
20 - Ebû Tâlib ile bir çölde
gidiyordu. Ebû Tâlib, çok susadığını
söyledi. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem”, hayvandan yere inip, (Susadın mı?) buyurdu ve mübârek ayaklarının ökçesini yere vurdu. Su fışkırdı. (Amcam, bu sudan iç!) buyurdu.
21 - Hudeybiye gazâsında suyu az
kuyunun yanına
kondular. Asker susuzlukdan şikâyet etdiler. Bir kova su istedi, içinden ab-
dest alıp ve tükürüp, bunu kuyuya dökdürdü. Bir ok alıp, kuyuya atdı. Kuyunun ağzına kadar su
ile dolduğunu
gördüler.
22 - Bir gazâda, asker susuzlukdan
şikâyet etdi. Resûl aleyhisselâm, iki askeri su aramağa gönderdi. İki kırba dolusu su
ile deve üstünde bir kadını gördüler,
getirdiler. Resûl aleyhisselâm, kadından bir
mikdâr su istedi. Bir kap içine dökdürdü. Bütün asker gelip, sıra ile kaplarını, tulumlarını doldurdular.
Kadına
bir mikdâr hurma verip su tulumlarını da doldurdular. (Senin
suyundan eksiltmedik. Bize suyu Allahü teâlâ verdi) buyurdu.
23 - Medînede, minberde hutbe
okurken, bir kimse, yâ Resûlallah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem”!
Susuzlukdan çocuklarımız, hayvanlarımız, tarlalarımız helâk
oluyor. İmdâdımıza yetiş
dedi. Ellerini kaldırıp, düâ
eyledi. Gökde hiç bulut yokken, mubârek ellerini yüzüne sürmeden, bulutlar
toplandı.
Hemen yağmur
başladı.
Birkaç gün devâm etdi. Yine minberde okurken, o kimse, yâ Resûlallah! Yağmurdan helâk
olacağız
deyince, Resûl aleyhisselâm, tebessüm etdi ve (Yâ Rabbî! Rahmetini başka kullarına da ihsân eyle!) buyurdu. Bulutlar açılıp, güneş
göründü.
24 - Câbir bin Abdüllah “radıyallahü teâlâ
anh” diyor ki, çok borcum vardı. Resûlullaha “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” haber verdim. Bağçeme gelip,
hurma yığınının etrâfında üç kerre
dolaşdı. (Alacaklılarını çağır, gelsinler!) buyurdu. Her birine hakları verildi. Yığından birşey
eksilmedi.
25 - Bir kadın, hediyye
olarak bal gönderdi. Balı
kabûl edip, boş kabı geri
gönderdi. Kap bal ile dolu olarak geri geldi. Kadın gelerek, yâ Resûlallah “sallallahü
teâlâ aleyhi ve sellem”! Hediyyemi niçin kabûl etmediniz? Acaba günâhım nedir?
dedi. (Senin hediyyeni kabûl etdik. Gördüğün bal, Allahü teâlânın hediyyene verdiği bereketdir) dedi. Kadın çocukları ile aylarca yidiler. Hiç eksilmedi. Birgün yanılarak balı başka bir
kaba koydular. Oradan yiyerek bitirdiler. Bunu, Resûlullaha “sallallahü teâlâ
aleyhi ve sellem” haber verdiler. (Gönderdiğim kabda kalsaydı, dünyâ durdukca yirlerdi,
hiç eksilmezdi) buyurdu.
26 - Ebû Hüreyre diyor ki, Resûlullaha
birkaç hurma getirdim. Bunlara bereket verilmesi için düâ etmesini söyledim.
Bereketli olmaları için
düâ buyurdu ve, (Bunları al, kabına koy. Ondan almak istediğin zemân elinle içinden al, boşaltıp
da, yerden alma!) buyurdu. Hurmaların bulunduğu çantamı gece gündüz
yanımdan
ayırmayıp, Osmân “radıyallahü anh”
zemânına
kadar hep yidim.
Yanımdakilere de yidirdim ve avuç doluları sadaka
verdim. Osmân “radıyallahü
anh”ın
şehîd olduğu gün
çantam zâyi’ oldu.
27 - Resûlullah “sallallahü aleyhi ve
sellem”, Süleymân “aleyhisselâm” gibi bütün hayvanların dilinden
anlardı.
Gelerek sâhibinden veyâ başkalarından şikâyet eden hayvanlar çok görüldü.
Resûlullah bunu Eshâb-ı
kirâma haber verirdi. Huneyn gazâsında, binmiş olduğu (DÜLDÜL) ismindeki ak katıra (Yere çök) dedi. Düldül, hemen çökünce, yerden
bir avuç kum alıp,
kâfirlerin üzerine saçdı.
28 - Resûlullahın “sallallahü
teâlâ aleyhi ve sellem” gaybdan haber verdiği çok görüldü. Bu mu’cizesi üç kısmdır:
Birinci kısmı, kendi zemânından evvel
olan ve kendisine sorulan şeylerdir ki, bunlara verdiği cevâblar,
çok kâfirlerin, katı
kalbli düşmânlarının îmâna
gelmelerine sebeb olmuşdur.
İkinci kısmı, kendi zemânında olmuş ve olacak şeyleri haber vermesidir.
Üçüncü kısmı, kendisinden
sonra kıyâmete
kadar dünyâda ve âhiretde olacak şeyleri bildirmesidir. Burada ikinci ve üçüncü
kısmlardan
birkaçı aşağıda
bildirilecekdir.
[İslâma da’vetin başlangıcında,
müşriklerin eziyyetlerinden, sıkıntılarından dolayı, Eshâb-ı kirâmın bir kısmı Habeşistâna
hicret etmişlerdi. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” Mekke-i mükerremede
kalan Eshâb-ı
kirâmla berâber, üç sene her dürlü görüşme, alış-veriş yapma, müslimânlardan başka
bir kimse ile konuşmama gibi, bütün ictimâî muâmelelerden men’ olundular.
Kureyş müşrikleri, bu karâr ve ittifâklarını bildiren bir ahdnâme yazarak, Kâ’be-i muazzamaya asmışlardı. Her şeye
kâdir olan Allahü teâlâ (Arza) denilen
bir çeşid kurdu [ağaç
kurdu] o vesîkaya musallat etdi. Yazılı bulunan (Bismikellahümme =
Allahü teâlânın
ismi ile) ibâresinden başka, ne yazılı ise, hepsini o kurtcuk yidi, bitirdi. Allahü teâlâ bu
hâli Cibrîl-i emîn vâsıtası ile
Peygamberimize “sallallahü aleyhi ve sellem” bildirdi. Peygamberimiz de
“sallallahü aleyhi ve sellem” bu hâli amcası Ebû Tâlibe anlatdı. Ertesi gün, Ebû Tâlib müşriklerin
ileri gelenlerine gelerek, Muhammedin Rabbi ona şöyle haber vermiş. Eğer söylediği doğru ise, bu
hâli kaldırıp, eskiden
olduğu
gibi dolaşmalarına,
başkaları ile
görüşmelerine mâni’ olmayınız. Eğer söylediği doğru değilse, ben de
Onu artık
himâye etmiyeceğim,
dedi. Kureyşin ileri gelen-
leri, bu teklîfi kabûl etdiler. Herkes toplanarak Kâ’beye
geldiler. Ahdnâmeyi Kâ’beden indirerek açdılar ve Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem”
buyurduğu
gibi, (Bismikellahümme) ibâresinden başka,
bütün yazıların yinilmiş
olduğunu
gördüler.]
Acem pâdişâhı Hüsrevden
Medîneye elçiler geldi. Bir gün, bunları çağırıp, (Bu gece, Kisrânızı kendi oğlu öldürdü) buyurdu. Bir müddet sonra, oğlunun babasını öldürdüğü haberi
geldi. [Îrân şâhlarına
Kisrâ denir.]
29 - Birgün, zevcesi Hafsaya “radıyallahü
anhâ”, (Ebû Bekr ile baban, ümmetimin idâresini
ellerine alacaklardır) buyurdu.
Bu sözle Ebû Bekrin ve Hafsanın babası olan Ömerin “radıyallahü anhüm” halîfe olacaklarını müjdeledi.
30 - Ebû Hüreyreyi “radıyallahü teâlâ
anh” Medînede, zekât olarak gelmiş olan hurmaların muhâfazasına me’mur
etmişdi. Bir kimseyi hurma çalarken yakaladı. Seni Resûlullaha götüreceğim dedi. Hırsız, fakîrim,
çoluğum
çocuğum
çokdur diyerek yalvarınca,
bırakdı, Ertesi gün,
Resûlullah Ebû Hüreyreyi çağırıp, (Dün gece bırakdığın adam ne yapmışdı?)
dedi. Ebû Hüreyre anlatınca, (Seni
aldatmış. Yine gelecekdir) buyurdu.
Ertesi gece yine geldi ve yakalandı. Tekrâr yalvarıp, Allah aşkına bırak dedi ve
kurtuldu. Üçüncü gece, tekrâr gelip yakalanınca, yalvarmaları fâide vermedi. Beni bırakırsan, birkaç
şey öğretirim,
sana çok fâidesi olur, dedi. Ebû Hüreyre kabûl etdi. Gece yatarken, (Âyetel kürsî)yi okursan Allahü teâlâ seni korur,
yanına
şeytân yaklaşmaz dedi ve gitdi. Ertesi gün, Resûlullah,
Ebû Hüreyreye tekrar sorup cevâb alınca, (Şimdi doğru söylemiş. Hâlbuki kendisi çok yalancıdır. Üç gecedir kiminle konuşduğunu biliyor musun?) dedi. Hayır bilmiyorum
deyince, (O kimse şeytân idi) buyurdu.
31 - Rum İmperatorunun
orduları ile
harb için (Mûte) denilen yere asker
gönderdikde, sahâbeden üç emîrin arka arkaya şehîd olduklarını, kendisi,
Medînede minber üzerinde iken, Allahü teâlânın göstermesi ile görerek yanındakilere
haber verdi.
32 - Mu’az bin Cebeli “radıyallahü teâlâ
anh” vâlî olarak Yemene gönderirken, Medînenin dışına kadar uğurlayıp ona çok
nasîhatlar verdi. (Seninle kıyâmete kadar artık buluşamayız) dedi. Mu’az Yemende iken Resûlullah “sallallahü aleyhi ve
sellem” Medînede vefât etdi.
33 - Vefât ederken, kızı Fâtımaya, (Akrabâm arasında
bana -
evvelâ kavuşan sen olacaksın) dedi. Altı ay sonra Fâtıma “radıyallahü
anhâ” vefât etdi. Akrabâsından
ondan evvel kimse vefât etmedi.
34 - Kays bin Şemmasa “radıyallahü
anh”, (Güzel olarak yaşarsın ve şehîd olarak ölürsün) buyurdu. Ebû Bekr “radıyallahü
teâlâ anh” halîfe iken Yemâmede Müseylemet-ül-Kezzâb ile yapılan
muhârebede şehîd oldu.
Ömer-ül-Fârûkun ve Osmânın ve Alînin “radıyallahü teâlâ
anhüm ecma’în” şehîd olacaklarını dahî haber verdi.
35 - Acem pâdişâhı Kisrânın ve Rum pâdişâhı Kayserin
memleketlerinin müslimânların eline geçeceğini ve hazînelerinin Allah yolunda
dağıtılacağını müjdeledi.
36 - Ümmetinden çok kimsenin denizden gazâya gideceklerini
ve sahâbeden olan Ümmü Hirâmın “radıyallahü teâlâ anhâ” o gazâda bulunacağını
haber verdi. Osmân “radıyallahü teâlâ anh” halîfe iken müslimânlar, gemiler ile
Kıbrıs adasına gidip harb etdiler. Bu hanım da berâber idi. Orada şehîd oldu.
37 - Resûl aleyhisselâm
birgün yüksek bir yerde oturuyordu. Yanındakilere dönerek, (Benim gördüğümü siz de görüyor musunuz? Yemîn ederim ki,
evlerinizin arasında, sokaklarda meydâna gelecek fitneleri görüyorum) buyurdu.
Osmânın “radıyallahü anh” şehîd edildiği günlerde ve sonra Yezîd zemânında,
Medînede büyük fitneler meydâna geldi. Sokaklarda çok kimselerin kanı döküldü.
38 - Birgün kendi zevcelerinden birinin halîfeye karşı
isyân edeceğini haber verdi. Âişe “radıyallahü teâlâ anhâ” bu söze gülünce, (Yâ Hümeyrâ! Bu sözümü unutma! Bu kadın sen olmayasın) buyurdu.
Sonra, Alîye “radıyallahü anh” dönüp, (Bunun işi
senin eline düşerse, kendisine yumuşak davran!) dedi. Otuz sene
sonra, Âişe “radıyallahü anhâ”, Alî “radıyallahü anh” ile harb etdi ve ona esîr
düşdü. Alî “radıyallahü anh”, Onu ikrâm ve ihtirâm ile Basradan Medîneye
gönderdi.
39 - Mu’âviyeye “radıyallahü anh”[1], (Birgün
ümmetimin üzerine hâkim olursan iyilik yapanlara mükâfât et! Kötülük edenleri
de afv eyle!) buyurdu. Mu’âviye “radıyallahü anh”, Osmân ve Alî
“radıyallahü anhüm” zemânlarında Şâmda yirmi sene vâlîlik,
----------------------------
[1] Mu’âviye, 60 [m. 680]
de Şâmda vefât etdi.
sonra yirmi sene de halîfelik yapdı.
40 - Birgün, (Mu’âviye hiç mağlûb
olmaz) buyurdu. Alî “radıyallahü teâlâ anh”, Sıffîn
muhârebesinde, bu hadîsi işitince, eğer önceden işitseydim, Mu’âviye ile “radıyallahü teâlâ
anh” harb etmezdim, dedi.
41 - Ammar bin Yâsere “radıyallahü teâlâ
anh”, (Seni bâgî, âsî olan kimseler öldürecekdir) buyurdu.
Alî “radıyallahü
anh” ile birlikde, Mu’âviyeye “radıyallahü anh” karşı harb ederken şehîd oldu.
42 - Kızı Fâtımanın oğlu Hasen “radıyallahü teâlâ anhümâ” için, (Bu oğlum çok hayrlıdır. Allahü teâlâ, müslimânlardan iki
büyük ordunun sulh etmesine bunu sebeb yapacakdır) buyurdu. Büyük bir ordu ile Mu’âviyeye “radıyallahü anh”
karşı harb edeceği
zemân, fitneyi önlemek, müslimânların kanının dökülmemesi için hakkı olan halîfeliği Mu’âviyeye
“radıyallahü
anh” teslîm etdi.
43 - Abdüllah bin Zübeyr “radıyallahü teâlâ
anhümâ”, Resûlullahın “sallallahü
teâlâ aleyhi ve sellem” hacâmat edilirken çıkan kanını içdi. Bunu görünce, (İnsanlardan senin başına neler gelecek biliyor musun? Senden de insanlara
çok şey gelecek. Cehennem ateşi seni yakmaz) buyurdu.
Abdüllah bin Zübeyr Mekkede halîfeliğini i’lân edince, Abdülmelik bin Mervan, Şâmdan,
Haccâcı
büyük bir ordu ile Mekkeye gönderdi. Abdüllahı yakalayıp öldürdüler.
44 - Abdüllah ibni Abbâsın annesine
“radıyallahü
teâlâ anhüm ecma’în” bakıp, (Senin bir oğlun
olacak. Doğduğu zemân bana getir!) dedi. Çocuğu
getirdiklerinde, kulağına
ezân ve ikâmet okuyup, mubârek tükürüğünden ağzına sürdü. İsmini Abdüllah koyup annesinin kucağına verdi. (Halîfelerin babasını al, götür!) dedi. Abbâs
“radıyallahü
anh”, bunu işitip, gelip sorunca, (Evet, böyle
söyledim. Bu çocuk halîfelerin babasıdır. Onlar arasında seffâh, mehdî ve Îsâ aleyhisselâmla nemâz kılan bir kimse bulunacakdır) dedi.
Abbâsıyye
devletinin başına çok halîfeler geldi. Bunların hepsi, Abdüllah bin Abbâsın soyundan
oldu.
45 - Birgün, (Ümmetim arasında,
râfızî denilen çok kimseler meydâna gelecekdir. Bunlar, islâm dîninden ayrılacaklardır) buyurdu.
46 - Eshâbından çok
kimseye hayr düâlar etmiş, hepsi kabûl
olunarak fâidelerini görmüşlerdir.
Alî “radıyallahü teâlâ
anh” diyor ki, Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” beni Yemene kâdî
[Hâkim] olarak göndermek istedi. Yâ Resûlallah “sallallahü teâlâ aleyhi ve
sellem”! Ben kâdîlik yapmasını
bilmiyorum dedim. Mübârek elini göğsüme koyup, (Yâ
Rabbî! Bunun kalbine doğru şeyleri bildir.
Hep doğru söylemek nasîb eyle!) buyurdu.
Bundan sonra bana gelen şikâyetçilerden doğru olanı hemen anlar, hak üzere hükm ederdim.
47 - Resûlullahın Cennete
gideceklerini müjdelediği on
kimseye (Aşere-i mübeşşere) denir.
Bunlardan Sa’d bin ebî Vakkâsa “radıyallahü anh” Uhud gazâsında, (Yâ Rabbî! Bunun oklarını hedeflerine ulaşdır ve düâlarını kabûl
eyle!) dedi. Bundan sonra Sa’dın her düâsı kabûl oldu
ve her atdığı ok
düşmâna isâbet etdi.
48 - Amcasının oğlu Abdüllah
bin Abbâsın
“radıyallahü
teâlâ anhümâ” alnına
mübârek ellerini koyup, (Yâ Rabbî! Bunu dinde derin
âlim yap, hikmet sâhibi eyle! Kur’ân-ı kerîmin bilgilerini kendisine ihsân eyle!) buyurdu.
Bundan sonra, bütün ilmlerde ve bilhâssa tefsîr, hadîs ve fıkh
bilgilerinde zemânının bir dânesi
oldu. Sahâbe ve tâbi’în herşeyi bundan öğrenirlerdi. (Tercümân-ül-Kur’ân), (Bahr-ül-ilm)
ve (Reîs-ül-Müfessirîn) ismleriyle meşhûr oldu. İslâm memleketleri bunun talebeleri
ile doldu.
49 - Hizmetçilerinden Enes bin Mâlike
“radıyallahü
teâlâ anh”, (Yâ Rabbî! Bunun malını ve çocuklarını çok eyle. Ömrünü uzun eyle, Günâhlarını afv eyle!) düâsını yapdı. Zemân
geçdikçe, malları,
mülkleri çoğaldı. Ağaçları, bağları her sene
meyve verdi. Yüzden ziyâde çocuğu oldu. Yüzon sene yaşadı. Ömrünün sonunda, yâ Rabbî!
Habîbinin benim için yapdığı
düâlardan üçünü kabûl etdin, ihsân etdin! Dördüncüsü olan günâhların afv edilmesi
acabâ nasıl
olacak deyince, (Dördüncüsünü de kabûl etdim. Hâtırını
hoş tut!) sesini işitdi.
50 - Mâlik bin Rebî’aya “radıyallahü teâlâ
anh” (Evlâdın bereketli olsun!) diyerek düâ buyurdu. Seksen oğlu oldu.
51 - Nâbiga ismindeki meşhûr şâir
şi’rlerinden birkaçını okuyunca,
arablar arasında
meşhûr olan (Allahü teâlâ dişlerini dökmesin) düâsını söyledi.
Nâbiga yüz yaşına gelmişdi. Dişleri ak ve
berrak, inci gibi dizilmiş dururdu.
52 - Urve bin Cu’d “radıyallahü teâlâ
anh” için, (Yâ Rabbî! Bunun ticâretine bereket
ver!) buyurdu. Urve diyor ki, bundan sonra yapdığım
ticâretlerin hepsi kârlı
oldu. Hiç zarar etmedim.
53 - Kendi kızı Fâtıma “radıyallahü teâlâ
anhâ”, birgün yanına
geldi. Açlıkdan
benzi sararmışdı. Elini onun
göğsüne
koyup, (Ey açları doyuran Rabbim! Muhammedin kızı Fâtımayı aç bırakma!) buyurdu. Fâtımanın hemen yüzü
kanlandı,
canlandı.
Ölünceye kadar hiç açlık
duymadı.
54 - Aşere-i mübeşşereden Abdürrahmân
bin Avfa bereket ile düâ etdi. Malı o kadar çoğaldı ki, dillerde destân oldu.
55 - (Her
Peygamberin düâsı kabûl olur. Her
Peygamber, ümmeti için dünyâda düâ etdi. Ben ise, kıyâmet günü ümmetime şefâ’at izni verilmesi için düâ ediyorum. İnşâallah düâm kabûl olacak. Müşrik olmayanların hepsine şefâ’at edeceğim) buyurdu.
56 - Mekkede ba’zı köylere
gidip îmân etmeleri için çok uğraşdı. Kabûl etmediler. Yûsüf Peygamber “aleyhissalâtü
vesselâm” zemânında Mısrda görülen
kıtlık gibi sıkıntı çekmeleri
için düâ etdi. O sene oralarda öyle kıtlık oldu ki, leş yidiler.
57 - Amcası Ebû Lehebin
oğlu
Uteybe, Resûlullahın
“aleyhissalâtü vesselâm” dâmâdı olduğu hâlde, Resûlullaha îmân etmedi ve O serveri “sallallahü
aleyhi ve sellem” çok üzdü. Mubârek kızı Ümmü Gülsüm hâtunu boşadı. Çirkin şeyler söyledi. Buna çok
üzülüp, (Yâ Rabbî! Buna köpeklerinden birini
musallat eyle!) buyurdu. Uteybe, Şama ticâret için giderken bir gece
arkadaşlarının arasında yatıyordu. Bir
arslan gelip arkadaşlarını koklayıp bırakdı. Sıra Uteybeye
gelince, kapdı
parçaladı.
58 - Bir kimse, sol eliyle yemek
yiyordu. (Sağ el ile yi!) buyurdu. Sağ kolum hareket etmiyor diyerek yalan söyledi. (Sağ elin artık hareket etmesin!) buyurdu. Ölünceye kadar sağ elini ağzına götüremez
oldu.
59 - Acem pâdişâhı Hüsrev
Pervîze îmân etmesi için mektûb gönderdi. Alçak Hüsrev, mektûbu parçaladı ve getiren
elçiyi şehîd eyledi. Resûl aleyhisselâm bunu
işitince, çok üzüldü ve (Yâ Rabbî! Benim mektûbumu
parçaladığı gibi, onun mülkünü parçala!) buyurdu.
Resûlullah hayâtda iken Hüsrevi oğlu Şireveyh hançerle parçaladı. Ömer “radıyallahü teâlâ
anh” halîfe iken, acem memle-
ketinin temâmını müslimânlar feth edip, Hüsrevin nesli de, mülkü de
kalmadı.
60 - Resûl
aleyhisselâm, çarşıda emr-i ma’rûf ve nehy-i münker ederken, nasîhat
verirken, Mervanın
babası olan
Hakem bin Âs ismindeki alçak, Resûlullahın “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” arkasından gelerek,
gözlerini açıp
kapar ve yüzünü buruşdurur, böylece alay ederdi. Resûl aleyhisselâm, arkaya
dönüp, onun bu çirkin hâlini görünce, (Kendini
gösterdiğin şeklde kal!) buyurdu.
Ölünceye kadar, yüzü gözü oynak kaldı.
61 - Allahü teâlâ, Habîbini
belâlardan korurdu. Ebû Cehl, Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” en büyük düşmanı idi. Büyük
bir taşı mübârek başına vurmak için kaldırdıkda, Resûlullahın iki omuzunda birer yılan görerek
taş elinden düşdü ve kaçdı.
62 - Kâ’be-i muazzama yanında nemâz kılarken, yine
alçak Ebû Cehl, tam zemânıdır diyerek, bıçakla üzerine
yürümek isterken, hemen geri dönüp kaçdı. Arkadaşları, niçin korkdun dediklerinde, Muhammed
“sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” ile aramızda ateş dolu bir hendek gördüm. Birçok kimse
beni bekliyorlardı. Bir
adım
atsaydım,
yakalayıp
ateşe atacaklardı.
Bunu müslimânlar işitip, Resûlullaha
“sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” sorduklarında, (Allahü
teâlânın melekleri, onu yakalayıp parçalayacaklardı) buyurdu.
63 - Hicretin üçüncü senesinde, Resûl
aleyhisselâm (Katfân) gazvesinde, bir ağaç dibinde
yalnız
yatarken, Da’sûr isminde bir pehlivan kâfir, elinde kılınçla gelip,
seni benden kim kurtarır
dedi. Resûlullah, (Allah kurtarır) dedikde, Cebrâîl ismindeki melek, insan şeklinde görünüp,
kâfirin göğsüne
vurdu. Yıkılıp kılınç elinden
düşdü. Resûl aleyhisselâm, kılıncı eline alıp, (Seni benden kim kurtarır?) dedi. Beni kurtaracak, senden dahâ hayrlı kimse yokdur
diye yalvardı. Afv
buyurup, serbest bırakdı. Îmâna
gelip, çok kimselerin de îmâna gelmesine sebeb oldu.
64 - Hicretin dördüncü senesinde, (Benî Nadîr)de, Resûlullah “sallallahü teâlâ
aleyhi ve sellem” yehûdîlerin kale dıvarları altında Eshâbı ile konuşurken, bir yehûdî büyük bir değirmen taşını yukarıdan atmak
istedi. Taşa elini uzatınca,
iki eli çolak oldu.
65 - Hicretin dokuzuncu senesinde
uzaklardan akın akın gelip îmân
ediyorlardı.
Âmir ile Erbed isminde iki kâfir, gelenler
arasına katılıp,
Âmir Resûlullaha “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” îmâna geldiklerini
söylerken, Erbed arkaya geçip kılıncını kınından çıkarmak
istedi. Eli tutmaz oldu. Âmir, karşıdan, ne duruyorsun diye işâret edince,
Resûl aleyhisselâm, (Allahü teâlâ, ikinizin zararından beni korudu) buyurdu. Oradan ayrıldıklarında, Âmir
Erbede, niçin sözünde durmadın dedi. O da, ne yapayım ki, kaç kerre kılıncı çekmek istedim. Hep seni ikimizin arasında gördüm,
dedi. Birkaç gün sonra hava açıkken ansızın
bulutlar kapladı.
Erbede yıldırım düşerek
devesi ile birlikde öldü.
66 - Resûl aleyhisselâm, birgün
abdest alıp,
mestlerinden birini giyip, ikincisine elini uzatırken, bir kuş geldi. Bu mesti kapıp havada
silkdi. İçinden
bir yılan
düşdü. Sonra kuş mesti yere bırakdı. Bugünden sonra, ayakkabı giyerken, önce silkelemek sünnet
oldu.
67 - Resûl aleyhisselâm gazâlarda ve
çöllerde, kendini muhâfaza için Eshâbından bekçiler ayırmışdı. Mâide sûresindeki, (Allah seni insanların zararından korur) meâlindeki
67. ci âyet-i kerîme gelince, bundan vazgeçdi.
Düşmânlar arasında
yalnız dolaşır,
yalnız
yatar, hiç korkmazdı.
68 - Enes bin Mâlikde “radıyallahü teâlâ
anh”, Resûlullahın
“sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” bir mendili vardı. Bununla
mübârek yüzünü silmişdi. Enes, bununla yüzünü siler, kirlendiği zemân,
ateşe bırakırdı. Kirler yanıp, mendil
yanmaz, tertemiz olurdu.
69 - Bir kuyunun suyunu kova içinden
içip kalanını kuyuya
dökdüler. Kuyudan her zemân misk kokusu çıkardı.
70 - Utbe bin Firkadin “radıyallahü anh”
bedeninde kurdeşen [Urtiker] denilen hastalık çıkdı. Resûl aleyhisselâm, onu soyup ve kendi mübârek
ellerine tükürüp, elleriyle gövdesini sıvadı. Hasta şifâ buldu. Bedeni, misk gibi kokardı. Bu hâl uzun
zemân devâm etdi.
71 - Selmân-ı Fârisî “radıyallahü teâlâ
anh”, hak din aramak için, Îrândan çıkıp çeşidli memleketleri dolaşmağa başladı. Benî Kelb
kabîlesinden bir kervân ile Arabistâna gelirken Vâdi’-ul kurâ denilen mevkide
hâinlik edip bir yehûdîye köle diye satdılar. Bu da, akrabâsı, Medîneli bir yehûdîye köle olarak
satdı.
Hicretde Resûlullahın
“sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” Medîneye teşrîflerini işitince, çok
sevindi. Çünki, kendisi nasrânî âlimi idi. En son
rehberi büyük bir âlimin tavsiyesi ile, âhir zemân
Peygamberinin Arabistânda zuhûr edeceğini işitmiş ve kendisine, o âlim, Resûlullahın “sallallahü
aleyhi ve sellem” vasflarını öğretmiş, Onun
hediyye kabûl edip, sadaka kabûl etmediğini, iki omuzu arasında mühr-ü nübüvvet olduğunu ve pek
çok mu’cizeleri olduğunu
Selmâna “radıyallahü
anh” bildirmişdi. Selmân-ı
Fârisî, Resûlullaha sadakadır diyerek hurma getirdi. Resûlullah onlardan hiç yimedi.
Hediyyedir diye bir tabakda yirmibeş kadar hurma getirdi. Resûlullah ondan
yidi. Bütün Eshâb-ı
kirâm da yidiler. Yinilen hurma çekirdekleri bin kadardı. Resûlullahın bu
mu’cizesini de gördü. Ertesi gün bir cenâze defninde mühr-ü nübüvveti görmek
arzû etdi. Resûlullah, bunu anlayıp mübârek gömleğini sıyırarak mühr-i nübüvveti gösterdi. Selmân “radıyallahü anh”
hemen îmâna geldi. Birkaç sene sonra 300 hurma ağacı ile binaltıyüz dirhem altın ödemek şartı ile âzâd edilmesine söz kesildi. Resûlullah
“sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” bunu işitdi. Mubârek elleri ile
ikiyüzdoksandokuz hurma ağacı dikdi. Ağaçlar o sene
meyve vermeğe
başladı.
Birini Ömer “radıyallahü
teâlâ anh” dikmişdi. Bu ağaç
meyve vermedi. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem”, bunu çıkarıp mübârek
elleri ile tekrâr dikdi. Bu da hemen meyve verdi. Bir gazâda, ganîmet alınan, yumurta
kadar altını Selmâna “radıyallahü teâlâ
anh” verdiler. Resûlullaha “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” gelip, bu gâyet
azdır.
Binaltıyüz
gram çekmez dedi. Mübârek ellerine alıp tekrâr Selmâna verdi. Bunu sâhibine götür dedi.
Yarısı ile
efendisine olan borcunu ödedi. Yarısı da, Selmâna kaldı “radıyallahü anh”.
72 - Resûl aleyhisselâm, nemâz kılarken şeytân
gelip nemâzını bozmak
istedikde, mübârek elleri ile yakaladı. Bir dahâ gelip nemâzı bozdurmıyacağına dâir ondan
söz alıp
serbest bırakdı.
73 - Medînedeki münâfıkların reîsi olan
Abdüllah bin Übey bin Selûl, öleceğine yakın Resûlullahı çağırdı. Arkanızdaki gömleği bana kefen yapınız diye yalvardı. Her istenileni vermek âdeti olduğu için, gömleğini ihsân
eyledi. Cenâze nemâzını dahî kıldı. Medînede
bulunan bin münâfık,
Resûlullahın
“sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” bu ihsânına hayrân kalıp, hepsi îmâna geldiler.
74 - Kureyş kâfirlerinden Velîd bin
Mugîre, Âs bin Vâil, Hâris bin Kays, Esved bin Yagûs ve Esved bin Muttalib,
Resûlullaha “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” cefâ ve eziyyet etmekde
başkalarından
aşırı
gidiyorlardı.
Cebrâîl aleyhisselâm gelip, (Seninle
alay edenlere cezâlarını veririz...) meâlindeki Hicr sûresinin 95. ci
âyetini getirip, Velîdin ayağına, ikincisinin ökçesine, üçüncüsünün burnuna,
dördüncüsünün başına, beşincisinin gözlerine işâret etdi. Velîdin ayağına bir ok
batdı. Çok
kibrli olduğundan,
eğilerek
oku çıkarıp atmak,
kendine ağır
geldi. Demiri topuk damarına
batıp,
siyatik hastalığına
yakalandı. Âs’ın ökçesine
diken batdı.
Tulum gibi şişdi. Hârisin burnundan devâmlı kan geldi. Esved bir ağaç altında neş’eli
otururken, kafasını ağaca vurup, diğer Esved de,
âmâ olup, hepsi helâk oldular.
75 - Devs kabîlesinin reîsi Tufeyl,
hicretden önce, Mekkede îmâna gelmişdi. Kavmini îmâna da’vet için Resûlullahdan “sallallahü
teâlâ aleyhi ve sellem” bir alâmet istedi. (Yâ
Rabbî! Buna bir âyet ihsân eyle) buyurdu. Tufeyl, kabîlesine
gidince, iki kaşı arasında
bir nûr parladı.
Tufeyl, yâ Rabbî! Bu alâmeti yüzümden giderip başka yerime koy. Bunu yüzümde
görenlerden ba’zısı, kendi
dinlerinden çıkdığım için
cezâlandırıldığımı zannederler
dedi. Düâsı
kabûl olup, nûr yüzünden gitdi. Elindeki kamçının ucunda kandil gibi parladı.
Kabîlesindekiler zemânla îmâna geldiler.
76 - Medînede Benî Neccâr
kabîlesinden hüsn-ü cemâl sâhibi bir kadın vardı. Bir cinnî buna âşık olup, dâimâ gelirdi. Resûl
aleyhisselâm Medîneye geldikden sonra, birgün bu cinnî, kadının evinin
önündeki dıvarda
otururken, kadın onu
tanıdı. Niçin bana
gelmez oldun dedi. Cin, Allahü teâlânın Peygamberi “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem”
zinâyı ve
bütün harâmları
yasak etdi, dedi.
77 - (Bi’ri
Ma’ûne) denilen muhârebede kâfirler verdikleri sözü bozarak yetmiş
Sahâbeden bir, ikisi hâric hepsini şehîd etdiler. Bunlar arasında Ebû
Bekrin “radıyallahü
anh” kölesi iken âzâd etdiği ve ilk îmân edenlerden Âmir bin Füheyreyi “radıyallahü teâlâ
anh” süngülediklerinde, kâfirlerin gözü önünde, melekler onu göke kaldırdılar. Bunu Resûlullaha “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” haber
verdiklerinde, (Onu Cennet melekleri defn etdiler
ve rûhu Cennete çıkarıldı) buyurdu.
78 - Sahâbeden Hubeyb bin Adiyi “radıyallahü anh”,
kâfirler yakalayıp
Mekkeye götürdüler. İ’dâm
etdiler. Kâfirler görsün de sevinsinler diyerek sehbâdan indirmediler. Kırk gün
sehbâda kaldı.
Bedeni çürüyüp, kokmadı. Hep
taze kan akdı.
Resûlullah, bunu haber alarak, onun cesedini getirmek üzere, Zübeyr bin Avvâm
ve Mikdâd bin Esvedi “radıyallahü
anhümâ” gönderip gece
ağaçdan
aldılar.
Medîneye getirirken, arkalarından yetmiş atlı yetişdiler. Bu iki müslimân, kendilerini korumak
için Hubeybi yere bırakdılar. Yer yarılıp Hubeyb gayb
oldu. Kâfirler bu hâli görüp, döndüler, gitdiler.
79 - Sa’d bin Muâz “radıyallahü teâlâ
anh”, Uhud gazâsında
yaralandı. Bir
zemân sonra vefât etdi. Nemâzında yetmişbin meleğin bulunduğunu Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve
sellem” haber verdi. Kabri kazılırken,
her tarafa misk kokusu yayıldı.
80 - Hicretin yedinci senesinde
Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem”, Habeş pâdişâhı Necâşîye ve
Rum imperatörü Herakliyusa ve Acem pâdişâhı Husreve ve Bizansın Mısrdaki vâlîsi Mukavkase ve Şâmdaki
vâlîsi Hârise ve Umman Sultânı Semâmeye mektûblar göndererek, hepsini îmâna da’vet
etdi. Mektûbları
götüren elçiler, gitdikleri yerin dillerini bilmiyorlardı. Ertesi
sabah, o dilleri söylemeğe
başladılar.
81 - Sahâbenin büyüklerinden Zeyd bin
Hârise “radıyallahü
teâlâ anh” uzak bir yere gidiyordu. Kirâ ile tutduğu katırcısı, tenhâ bir
yerde bunu öldürmek istedi. İzn isteyip iki rek’at nemâz kıldı. Sonra üç
kerre (Yâ Erhamerrâhimîn) dedi. Her
birini söylerken (onu öldürme) sesi geldi. Dışarıda adam var sanarak, katırcı dışarı çıkıp içeri
girdi. Üçüncüsünde, elinde kılınç
bulunan bir süvâri içeri girip katırcıyı öldürdü. Sonra Zeyde dönerek, sen Yâ Erhamerrâhimîn düâsına başlarken,
ben yedinci gökde idim. İkincisini
söylerken birinci göke yetişdim. Üçüncüsünde yanınıza geldim, dedi. Bunun, melek olduğunu anladı.
82 - Resûlullahın “sallallahü
teâlâ aleyhi ve sellem” zevcelerinden Ümmü Selemenin “radıyallahü teâlâ
anhâ” âzâd etdiği
Sefîne ismindeki sahâbî, Resûlullahın hizmetinden hiç ayrılmazdı. Rumlara
karşı yapılan
gazâda askerden ayrılıp kâfirlere
esîr düşdü. Kaçıp
gelirken karşısına
korkunç bir arslan çıkdı. Ben
Resûlullahın
hizmetcisiyim deyip başından geçenleri arslana anlatdı. Arslan,
buna yüzünü gözünü sürüp, yanında yürüdü. Düşmândan bir zarar gelmesin diye yanından ayrılmadı. İslâm askeri
görülünce, dönüp gitdi.
83 - Cehcâh-i Gaffârî isminde birisi
halîfe Osmâna “radıyallahü
teâlâ anh” isyân etdi. Resûlullahın “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” her zemân
elinde taşıdığı asâyı dizi ile kırdı. Bir sene
sonra, dizinde Şir pençe [Anthrax] hastalığı hâsıl olarak ölümüne sebeb oldu.
84 - Mu’âviye “radıyallahü teâlâ
anh” Şâmdan hacca gelip, Resûlullahın “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” Medînedeki
minber-i şerîfini bereketlenmek için Şâma götürmek istedi. Minberi yerinden
oynatdıklarında, güneş
tutuldu. Her taraf kararıp, yıldızlar göründü.
Bu arzûsundan vaz geçdi.
85 - Uhud gazâsında Ebû
Katâdenin “radıyallahü
teâlâ anh” bir gözü çıkıp yanağı üzerine
düşdü. Resûlullaha “sallallahü teâlâ aleyhi ve
sellem” getirdiler. Mübârek eli ile gözünü yerine koyup, (Yâ Rabbî! Gözünü güzel eyle!) dedi. Bu gözü, diğerinden güzel
oldu. Ondan dahâ kuvvetli görürdü. Ebû Katâdenin torunlarından biri
halîfe Ömer bin Abdülazîzin yanına gelmişdi. Sen kimsin? dedi. Bir beyt okuyarak, Resûlullahın mübârek eli
ile gözünü yerine koymuş olduğu zâtın torunu olduğunu bildirdi. Halîfe bu beytleri işitince,
kendisine ziyâde ikrâmda ve ihsânda bulundu.
86 - Iyâs bin Seleme diyor ki, Hayber
gazâsında,
Resûlullah beni gönderip Alîyi istedi “radıyallahü anhümâ”. Alînin gözleri ağrıyordu.
Elinden tutup, güçlükle getirdim. Mübârek parmaklarına tükürüp,
Alînin gözlerine sürdü. Sancağı eline verip, Hayber kapısında döğüşmeğe gönderdi. Çok zemândır açılamıyan kapıyı Alî “radıyallahü anh”
yerinden sökerek, Eshâb-ı
kirâm kal’aya girdiler.
Molla Abdürrahmân Câmînin
“rahime-hullahü teâlâ” (Şevâhid-ün-nübüvve) kitâbında ve
Yûsüf-i Nebhânînin (Huccetullahi alel-âlemîn) kitâbında,
Resûlullahın
“sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” dahâ nice mu’cizeleri yazılıdır. (Şevâhid-ün-nübüvve), fârisîdir. [(Hakîkat
Kitâbevi) tarafından
fârisîsi ve türkçe tercemesi 1415 [m. 1995] de basdırılmışdır.]
Can bülbülü, bir gülü, durmadan eyler arzû,
hiç sanma ki ağyarla gavgâyı eyler arzû.
Durmayıp etrâfında, döner bir pergel gibi,
ansızın can atmağa tenhâyı eyler arzû.
Anladım ol güzel gül, gayra sırrın açmamış,
gonca gibi, bülbülü, dâimâ eyler arzû.
Yabancıdan gizlemiş, o dilber
yanağını,
yok yere onlar kuru, sevdâyı eyler arzû.
Zâtî! Râh-i vusletde, yürüyor Mecnûn gibi,
eritip kendisini, Leylâyı
eyler arzû.