-1-

BUGÜNKÜ TEVRÂT VE İNCÎLLER

Bugün dünyâda, Allahü teâlânın varlığına inanan üç büyük din vardır: Yehûdîlik, Hıristiyanlık ve İslâmiyyet. Dünyâda tahmînen 900 milyon hıristiyan, 600 milyon müslimân ve 15 milyon yehûdî bulunduğu, 1979 senesi milletlerarası istatistiklerinde yazılıdır. Geriye kalan insanlar [2 milyardan fazla] ya Allah mefhûmu bilmeyen Buda, Hindu, Brahman ve benzeri dinlere mensûb bulunmakda veyâ putlara, ateşe, güneşe tapmakda, yâhud hiç bir dîni kabûl etmemekdedir. Son günlerde, Amerikan neşriyyâtında, müslimânların 600 milyon değil, 900 milyon olduğu bildirilmekdedir. Nihâyet Romada bulunan CESİ [Centro Editoriale Studi İslamici = İslâm Teharriyyâtı ve Neşriyyâtı Merkezi]nin 1980 yılındaki neşriyyâtına göre, dünyâda: Asyada 592,3 milyon, Afrikada 245,5 milyon, Avrupada 21 milyon, Amerika ve Kanadada 6 milyon, Avustralyada 0,5 milyon olmak üzere 865,3 milyon müslimân bulunmakdadır. (The Muslim Educational Trust) islâm merkezinin 1984 senesindeki ingilizce neşr etdiği (İslâm) kitâbında, dünyâdaki müslimânların mikdârının bir milyarelliyedimilyon olduğu bildirilmekde, kırkaltı islâm devletinde ve diğer dünyâ devletlerindeki müslimânların mikdârları verilmekdedir. Bu mikdârın her sene artmakda olduğunu istatistikler göstermekdedir. Nüfûsunun % 50’sinden fazlası müslimân olan devletlerin sayısı ise 57 yi bulmakdadır. 21. asra girdiğimiz bugünlerde, insanların içinde hâlâ puta tapanların bulunması, acınacak bir hâldir. Bunun yanında, Allahü teâlânın varlığına îmân eden üç büyük dîne mensûb olanların bir kısmı da, inançlarını temâmen gayb etmişdir. Çünki, onların ellerinden tutan hakîkî mürşid kalmamışdır. İlm ve fen öğrenerek yetişen gençleri, din ve fen bilgilerinden mahrûm, câhil din adamları vâsıtası ile din sevgisine kavuşdurmak imkânı yokdur. Onları se’âdete kavuşdurabilmek için, zemânımızın fen bilgilerinde mütehassıs, açık fikrli, dînini iyi bilen rehberlere ihtiyâc vardır. Biz, bu kısmda, temâmîle bî-taraf olarak hakîkî Allah dînini arayıp bulmak ve dünyâda bulunan iki büyük kitâbın, ya’nî bugünkü Tevrât ve İncîller ile Kur’ân-ı kerîmden hangisinin hakîkî Allah kitâbı olduğunu, ilmî üsûllerle tedkîk ve tesbît etmek ve bu husûsda tereddüde düşen kimselere doğru yolu göstermek istiyoruz.

-271-

Okuyucularımız şuna emîn olsunlar ki, bu tedkîkler yapılırken, temâmen bî-taraf olarak hareket edilmişdir. Tedkîk etdiğimiz iki büyük din kitâbı, Kitâb-ı mukaddes, ya’nî Tevrât ve bugünkü İncîller ile Kur’ân-ı kerîmdir. (Ahd-i Atîk) ismi altında, Kitâb-ı mukaddese ilâve edilmiş olan, Tevrât da İncîl ile birlikde tedkîk edilmişdir. Ya’nî tedkîk için ele aldığımız kitâb, bugün Hıristiyan âleminde (Kitâb-ı mukaddes = Evangelium) ismi altında, hakîkî İncîlin yerine konmuş olan kitâblardır.

Kitâb-ı mukaddes tek kitâb değildir. İçinde evvelâ, (Ahd-i Atîk = Eski Ahd) kısmı vardır. (Ahd-i Cedîd = Yeni Ahd) denilen ikinci kısmı ise, Matta, Markos, Luka ve Yuhannânın yazdığı İncîl kitâblarını ve Lukanın Resûllerin işleri kitâbı ve havârîler ile, Pavlosun, Ya’kûbun, Petrusun, Yuhannânın yazdıkları mektûbları ile Wohy kitâbını ihtivâ etmekdedir. (Ahd-i Atîk) üç kısmdan müteşekkildir. Birinci kısm, Mûsâ aleyhisselâma indirilen (Tevrât) zan edilen beş kitâb olup, Tekvîn, Çıkış, Levililer, Sayılar ve Tesniyedir. İkinci kısm, (Neviim) ya’nî Peygamberlerdir. Bu kısm da, ilk peygamberler ve son peygamberler olmak üzere ikiye ayrılır. Bunlar Yeşu’, Hâkimler, Samuel, Melikler, İşâyâ, Yeremya, Hezekiel, Hoşea, Yoel, Amos, Obadya, Yûnüs, Mika, Nâhûm,Habakkuk, Tsefanya, Haggay, Zekeriyyâ ve Malakidir. Üçüncü kısm (Ketuvim), ya’nî kitâblar, yazılardır. Bunlar, Dâvüd aleyhisselâm tarafından yazıldığı zannedilen Mezmurlar ile, Süleymânın meselleri, Neşîdeler neşîdesi, Vâiz, Rût, Ester, Eyub, Yeremyanın mersiyeleri, Daniel, Ezrâ, Nehemyâ ve Târîhler gibi kitâblardır.

Bütün bu kitâblarda mevcûd olan husûsları kim bildiriyor? Müteassıb yehûdîler ve hıristiyanlar ki, aynı kitâblara inandıkları hâlde, aralarında pek çok ihtilâflar vardır. Bunlar, bu kitâblarda mevcûd olan sözlerin Allah kelâmı olduğunu iddi’â etmekdedirler. Hâlbuki, iyice tedkîk edilirse, bu kitâblarda mevcûd olan sözlerin üç menba’dan geldiğini kabûl etmek îcâb eder.

1) Bunların bir kısmı Allah kelâmı olabilir. Çünki, burada bizzat Allahü teâlâ insanlara hitâb etmekdedir. Meselâ:

(Onlar için kardeşleri arasından senin gibi bir Peygamber çıkaracağım ve kelâmımı onun ağzına koyacağım ve ona emr edeceğim her şeyi onlara söyliyecek). [Tesniye, 18:18]

(Ben Rabbim! Benden başka halâskâr, kurtarıcı yokdur). [Eş’iyâ [İşâya]: 43:11]

(Ey dünyânın nehâyetleri, hepiniz bana teveccüh edin, yönelin de kurtulun! Çünki, Allah benim. Benden başkası yokdur). [Eş’iyâ: 45:22]

-272-

Bu cümlelerin Benî İsrâile gönderilen Peygamberlerin kitâblarından alındığını zan ediyoruz. Zîrâ, dikkat ediniz, Allahü teâlâ bu sözlerle, BİR olduğunu (Oğul ve Rûh-ül-kuds gibi ilahların olmadığını), Peygamberleri kendisinin gönderdiğini ve kendisinden başka HİÇBİR İLAH BULUNMADIĞINI beyân etmekdedir.

Şimdi Kitâb-ı mukaddesin ikinci menba’ını îzâh edelim:

2) Bu ikinci kısmda yazılı olan sözler Peygamberler tarafından söylenilmiş olabilir. Meselâ:

(Sâat dokuza doğru Îsâ, feryâd ederek (Eli, Eli, Lama, Sabaktani). Ya’nî Allahım, Allahım, beni niçin terk etdin? diye yüksek sesle bağırdı.) [Matta, 27:46]

(Îsâ ona cevâb verdi: Dinle ey İsrâîl! Allahımız Rab, bir tek olan Rab’dir.) [Markos 12:29] [Dikkat edin, yine Oğuldan ve Rûhülkudsden bahs edilmiyor.]

(Îsâ ona dedi: Niçin bana kerîm, iyi diyorsun? Allahdan gayrı kerîm, iyi yokdur). [Markos 10:18]

Îsâ aleyhisselâm tarafından söylendiği rivâyet edilen bu sözler, Peygamber kelâmı olabilir. O hâlde Kitâb-ı mukaddesde Allahü teâlânın kelâmı ile Peygamberlerin “aleyhimüssalevâtü vetteslîmât” kelâmları birbirine karışmış bulunmakdadır. Hâlbuki müslimânlar Allahü teâlânın kelâmı ile Peygamberin kelâmlarını birbirinden ayırmışlar ve Peygamberin “aleyhimüssalevâtü vetteslîmât” kelâmlarını (Hadîs-i şerîf) ismi altında ayrı kitâblarda toplamışlardır.

Şimdi Kitâb-ı mukaddesin üçüncü kısmındaki sözlere gelelim:

3) Buradaki sözlerin bir kısmı Îsâ aleyhisselâmın havârîleri tarafından, Îsâ aleyhisselâm hakkında kayd edilmiş vak’alardan, bir kısmı ba’zı kimselerin sözlerinden, bir kısmı ba’zı târîhçilerin rivâyetlerinden, bir kısmı ise, kimin tarafından ve niçin söylendiği ma’lûm olmıyan rivâyetlerden ibâretdir. Bir misâl verelim:

(Uzakda yapraklı bir incir ağacı gördü. Belki onda birşey bulurum diye onun yanına geldi. Yanına varınca, üzerinde yapraklardan başka birşey bulamadı. Çünki incir mevsimi değildi). [Markos 11:13]

Burada bir kimse, diğer bir kimseden bahs ediyor. Anlatanın kim olduğu belli değildir. Ancak, incir ağacının yanına giden zâtın Îsâ aleyhisselâm olduğu beyân edilmekdedir. Bu satırları yazan Markos ise, Îsâ aleyhisselâmı hiç görmemişdir. Buradaki diğer bir husûs da, bu âyetin devâmı olan 14 üncü âyetde, Îsâ aleyhisselâ-

-273-

mın, incir ağacına bir dahâ hiç meyve vermemesi için, beddüâ etmesidir. Böyle bir şey aslâ düşünülemez. Zîrâ, mevsimsiz incir vermek, ağacın elinde değildir. Bir Peygamberin, Allahü teâlânın yaratdığı âciz bir ağaca, mevsimsiz meyve vermediği için beddüâ etmesi, akla, ilme, fenne ve dinlere zıddır.

Bugün elde bulunan Kitâb-ı mukaddesin büyük bir kısmında, kim tarafından söylenildiği bilinmeyen, fekat muhakkak insan sözü olduğu hemen anlaşılan sözler çokdur. Bunları Allah kelâmı olarak kabûl etmenin imkânı yokdur.

Şimdi lütfen elimizi kalbimizin üzerine koyarak iyice bir tefekkür edelim: İçinde bir kısm Allah kelâmı, bir kısm Peygamber sözü, fekat büyük bir kısmı insanların muhtelif rivâyetleri bulunan bir kitâb (Allah Kelâmı) olarak kabûl edilebilir mi? Hele (insan sözü) olan kısmlarında dürlü dürlü yanlışlıklar bulunması, aynı husûsu anlatanların birbirinden çok farklı ifâdeleri, verilen rakamların birbirini tutmayışı -ki bunlardan aşağıda bahs olunacak, yanlışlar gösterilecekdir- bugünkü Tevrât ve İncîllerin temâmîle bir insan eseri olduğunu açıkça isbât etmekdedir.

Müslimânların kitâbı olan Kur’ân-ı kerîmde, Nisâ sûresinin seksen ikinci âyet-i kerîmesinde meâlen, (Onlar, hâlâ Kur’ân-ı kerîmin Allah kelâmı olduğunu ve ma’nâsını düşünmiyecekler mi? [Kur’ân-ı kerîm Allah kelâmıdır.] Eğer böyle olmasaydı, içinde muhakkak ihtilâflar bulunurdu) buyurulmuşdur. Bu ne kadar doğru bir sözdür! Kitâb-ı mukaddesde bulunan ayrılıklar, onun bir insan eseri olduğunu göstermekdedir. Aşağıda ayrıca anlatacağımız gibi, Tevrât ve İncîller birçok def’alar dînî hey’etler, sinod [syno-de = meclis-i rûhânî]ler tarafından tedkîk edilmiş, tashîh edilmiş, değişdirilmiş, islâh edilmiş, kısaca şeklden şekle girmişdir. Allahü teâlânın kelâmı tashîh edilebilir mi? Kur’ân-ı kerîm, vahy olduğu günden bugüne kadar, bir tek harfi dahî değişmemişdir. Kur’ân-ı kerîm bahsinde göreceğiniz gibi, bu husûsun te’mîni için her dürlü çâreye başvurulmuşdur. Kur’ân-ı kerîmin bugüne kadar değişmeden geldiğini en müte’assıb hıristiyan din adamları bile, hasedlerinden çatlayarak, i’tirâf etmekdedirler. Allah kelâmı böyle olur! Hiç değişmez. Bugünkü İncîllerin Allahü teâlânın kelâmı mı, yoksa insan eseri mi olduğu hakkında sözü, hıristiyan din ve fen adamlarına bırakalım:

Moody İncîl Enstitüsünden Dr. Graham SCROGGİE, (İncîl Allah kelâmı mıdır?) adlı kitâbının 17. sahîfesinde diyor ki:

(Evet, Kitâb-ı mukaddes insan eseridir. Ba’zı kimseler, neden olduğunu anlamadığım sebeblerden ötürü, bunu inkâr etmekde-

-274-

dirler. Kitâb-ı mukaddes, insanların dimâgında teşekkül etmiş, insanlar tarafından, insan dili ve insan eli ile yazılmış ve temâmen insan karakteri taşıyan bir eserdir.)

Kenneth Cragg, hıristiyan din adamı olmasına rağmen, şöyle demekdedir:

(Kitâb-ı mukaddesin Ahd-i Cedîd kısmı, Allah sözü değildir. Burada doğrudan doğruya insanların anlatdıkları hikâyeler ve her hangi bir işin nasıl yapıldığını gören insanların görgü şâhidliği vardır. Sırf insan sözü olan bu kısmlar, kilise tarafından insanlara Allahü teâlânın kelâmı gibi nakl edilmekdedir.)

Teolog Prof. Geyser: (Kitâb-ı mukaddes Allah kelâmı değildir. Fekat, buna rağmen kutsal bir kitâbdır) demekdedir.

İncîlde yazılı husûslara, bilhassa Allah, oğul ve rûhulkuds gibi üçlü tanrıya inanmayan papalar bile zuhûr etmişdir. Bunlardan biri olan Papa HONORİUS, üçlü tanrıyı kat’iyyetle red etdiği için, ölümünden 48 sene sonra İstanbulda toplanan ruhban meclisi tarafından, m. 680 senesinde resmen la’netlenmişdir.

Îsâ aleyhisselâmın havârîlerinden biri olan ve Pavlos ile birlikde hıristiyan dînini neşr etmek için seyâhatlar yapmış bulunan Barnabasın yazdığı İncîl ise, birdenbire yok edilmiş ve bu İncîlde yazılı olan, (Îsâ aleyhisselâm, benden sonra bir Peygamber dahâ gelecek, onun ismi Muhammed “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” olacak ve size birçok şeyler öğretecekdir dedi), hakîkati, müte’assıb hıristiyanlar tarafından gizlenmişdir. [Bu husûsda dahâ geniş bilgiyi, bu kitâbın (Müslimânlık ve Hıristiyanlık) kısmında bulabilirsiniz.]

Demek oluyor ki, bugünkü Kitâb-ı mukaddes hakkında, bütün garblı ilm adamları ile birlikde vereceğimiz karar şudur: Kitâb-ı mukaddes Allah kelâmı değildir. Allah kelâmı olan hakîkî Tevrât ve İncîl, bugünkü şekli ile temâmen başka bir kitâb hâline dönüşmüşdür. Bugünkü İncîlde Allah kelâmı olması düşünülebilen sözler yanında, başka kimseler tarafından ilâve edilen birçok sözler, tahmînler, rivâyetler ve hikâyeler vardır. Hele üçlü tanrıdan bahs eden kısmlar, îmânın esâsı olan (Allah birdir) akîdesine ve insanların akl-ı selîmlerine hiç uymayan iddi’âlardır.

Tevrât ve İncîl yunancaya ve latinceye terceme edilirken, o zemâna kadar yüzlerce tanrısı olan putperest Romalılar ve Yunanlılar, tek tanrıyı çok az görerek, onu çoğaltmak istemişlerdir. Ba’zı âlimlere göre, hakîkî İncîldeki tek Allah i’tikâdının yunanca tercemede üçe çıkarılmasına Yunanlıların Eflâtun felsefesine bağlı ol-

-275-

maları sebeb olmuşdur. Eflâtun felsefesi, her şeyi üçe böler. Meselâ edeb üç his kuvvetine dayanır: Ahlâk, akl ve tabî’at. Tabî’at da, nebât, hayvan ve insan olarak üçe ayrılır. Eflâtun, esâsda dünyâyı yaratan kudretin tek olduğunu düşünmekle berâber, onun iki yardımcısı dahâ olabileceğini ileri sürmüşdür. Bu da, (teslîs = Üçlü tanrı) fikrinin doğmasına sebeb olmuşdur. Bu nazariyyeyi kabûl eden birçok târîhci vardır. Hâlbuki, bugünkü Tevrât ve İncîllerde bile, birçok yerlerinde, aşağıda göreceğiniz gibi, (Allah benim! Allah tekdir. Benden başka Allah yokdur) sözleri bulunmakdadır. Bugünkü Kitâb-ı mukaddesler bile, zorla içine sokuşdurulan üç tanrı akîdesini, i’tikâdını red etmekdedir. Bu üç tanrı fikrinin terceme hatâsı olduğu da iddi’â edilmekdedir. Bilhâssa son günlerde, üçlü tanrıya artık hiç bir kimsenin inanmadığını gören hıristiyan kilisesi, (baba) ve (oğul) kelimelerinin büsbütün başka ma’nâlara geldiğini öne sürmekde ve Tek Allah inancı üzerinde durmakdadır. Aşağıda bu terceme mes’elesini tekrâr ele alacağız.

Bugünkü Tevrât ve İncîllerin, Allah kelâmı olmadığı anlaşıldığı ve birçok hıristiyanlar da bunu bildirdikleri hâlde, hâlâ ba’zı müte’assıb hıristiyanlar, (İncîlin her sözü Allah kelâmıdır) diye iddi’â etmekdedirler. Bu gibi müte’assıblar için ancak şu sözleri söyleyebiliriz: Bekara sûresinin, onsekizinci âyet-i kerîmesinde meâlen, (Onlar [hakkı dinlemekden ve kabûlden] sağırdırlar, [îmânı ve hakkı söylemiyen] dilsizdirler, [doğru, hak yolu görmiyen] kördürler. Bu hâllerinden rücû’ edip, doğru yola dönmezler) buyurulmuşdur. Matta İncîlinin onüçüncü bâbının, onüçüncü âyetinde, (Gördükleri hâlde görmezler, işitdikleri hâlde işitmezler ve anlamazlar) demekdedir.

Şimdi İncîli tekrâr tedkîk edelim:

Her şeyden evvel, bütün hıristiyanların elinde bulunan İncîllerin tek bir İncîl olmadığını söyleyelim. Bir katolik ile İncîl hakkında konuşmak isterseniz, size (Hangi İncîl?) diye sorar. Çünki, katoliklerin, protestanların ve ortodoksların muhtelif İncîlleri vardır. Siz (Nasıl oluyor da, Allah kelâmı olan İncîlin birçok cinsleri var?) diye sorarsanız, onlar biraz tereddüd etdikden sonra, (Efendim, esâsda İncîl birdir. Fekat tefsîrlerinde farklar olabilir) diye soru ile alâkası olmıyan garîb bir cevâb verirler. Eğer târîhi tedkîk edersek görürüz ki, ilk Romen Katolik İncîli, Jeromeun latin İncîli, Vulgatanın tercemesi ile 990 [m. 1582] senesinde Reimsde meydâna çıkmış, 1609 senesinde Douayde tekrar basılmışdır. Bugün de İngilizce olarak RCV (Roman Catholic Version = Romen Katolik İfâdesi) ismi altında mevcûddur. Fekat bugün İngilizlerin

-276-

elinde bulunan İncîl, bu eski İncîlin çok değişmiş bir şeklidir. Çünki 1600 senesinden bugüne kadar İncîl birçok tebeddüllerden geçmiş, içindeki ba’zı kısmlar (apocrypha), ya’nî (doğruluğundan şübhelenilen kısmlar) olarak çıkarılmış, ba’zı kısmları, meselâ Jüdit, Tobias, Bâruh, Ester v.s. büsbütün kaldırılmışdır. Nihâyet AV (Authorised Version = Resmen kabûl edilmiş ifâde) ismi ile (son ve doğru İncîl) olarak neşr olunmuşdur. Fekat birçok ilm adamları, hattâ meşhûr başvekîl Churchill bile, (Bu İncîlin ifâdesi son derecede bozukdur) dedikleri için, bir müddet, 1611 senesinden kalan ve KJV (Kral James İfâdesi) ismi altında meşhûr olan eski İncîle dönülmüşdür. Nihâyet 1952 senesinde İncîl yeniden düzeltilmiş ve RSV (düzeltilmiş ve gözden geçirilmiş ifâde) isminde yeni bir İncîl hâzırlanmış, fekat bu da kâfî derecede düzeltilmemiş kabûl edildiğinden, bundan kısa bir zemân sonra 1391 [m. 1971]de (Çifte tashîhli İncîl) ortaya konulmuşdur.

Katoliklerin İncîli de pek çok tahrîfâta [değişikliklere] uğramışdır. Şöyle ki, İbrânîceden yunancaya ve ondan da latinceye çevrilen İncîl, 325 senesinde Büyük Konstantinin emri ile toplanan İznik meclisi, 364 senesinde Ludicia meclisi, 381 de İstanbul meclisi, 397 senesinde Kartaca ruhban meclisi, 431 de Efesus [Efes] meclisi, 451 de Kadıköy meclisi ve dahâ birçok meclisler tarafından tedkîk edilip, her def’asında yeniden tertîb edilmiş, her def’asında ba’zı kısmlar tebdîl edilmiş, Ahd-i Atîkde bulunan ba’zı kitâblar çıkarılmış, ba’zı meclislerde red edilen ba’zı kitâblar ise kabûl edilmişdir. Fekat 930 [m. 1524] senesinde Protestanlık meydâna çıkınca, bu kitâblar tekrâr incelenmiş, yine değişiklikler yapılmışdır.

Bütün bu müddet zarfında, pek çok hıristiyan din adamı, yapılan terceme ve değişikliklere i’tirâz etmiş, kitâb-ı mukaddesin ba’zı kısmlarının ilâve edildiğini ileri sürmüşlerdir.

Yukarıda da bahs etdiğimiz gibi, İncîlin en eski şekli olan, İbrânîce nüshasından yanlış terceme edildiğini iddi’â edenler çok haklıdırlar. Zîrâ İbrânîcede (Baba) kelimesi, yalnız bir çocuğun kendi babası değil, aynı zemânda (Hürmete lâyık büyük bir şahsiyyet) ma’nâsına da gelmekdedir. Bunun içindir ki, Kur’ân-ı kerîmde, İbrâhîm aleyhisselâmın amcası olan Âzere (Âzer denilen babası) denilmekdedir. Çünki, asl babası olan Târuh ölmüşdü. Amcası Âzerin yanında yetişmiş ve o zemânki âdete uyarak, ona baba demişdi. Türkistânda, hürmet edilen, merhamet edilen kimselere de (baba) denildiğini, (Reşehât) kitâbındaki konuşmalar göstermekdedir. Biz türkçede de, (Ne baba adam!) diye bir kim-

-277-

seye duyduğumuz hayrânlığı ifâde ederiz.

(Oğul) kelimesi de İbrânîcede çok kerreler, bir şahsın rütbece veyâ yaşça kendisinden dahâ küçük olan, fekat kendisine son derece bir sevgi ile bağlı bulunduğu bir şahsı tasvîr etmek için kullanılmakdadır. Matta İncîlinin beşinci bâbı, dokuzuncu âyetinde, (Ne mutlu sulh edicilere! Zîrâ onlara Allahın OĞLU denecekdir) denilmekdedir. Görülüyor ki, burada (Oğul) kelimesi, (Allahın sevgili kulu) ma’nâsına kullanılmakdadır. O hâlde, hakîkî İncîlde (Baba), mübârek bir mevcûd ve (oğul) da sevgili bir kul olarak beyân olunmuşdur. Ya’nî maksad, üç tanrı değildir. (Baba) ve (Oğul) kelimelerinin kullanıldığı yerlerden çıkan ma’nâ, her şeyin hâkimive mâliki Allahü teâlânın, Îsâ aleyhisselâm gibi sevgili bir kulunu insanlara peygamber olarak gönderdiğidir. Aklları ancak bu günlerde başlarına gelen hıristiyanların büyük kısmı, (Hepimiz Allahın kulu, çocuğuyuz. Allah hepimizin rabbi, babasıdır. İncîllerdeki (Baba) ve (Oğul) kelimelerini böyle anlamak lâzımdır) demekdedirler.

İbrânîce olan en eski İncîl nüshalarından birçok kelimelerin de yanlış terceme edildiği, aşağıdaki misâllerden anlaşılmakdadır.

Şöyle ki:

1) Ahd-i atîkin ilk kitâbı Tekvînin İbrânîce aslında Cenâb-ı Hakdan (ALLAH) ya’nî bir (L) harfi eksik olarak (ALAH) diye bahs olunmakdadır. Hâlbuki ikide birde tashîh edilen, değişdirilen İncîlde, bu kelime çıkarılmışdır. Ya’nî hıristiyanlar Müslimânların Allahına yakın olmakdan korkmuşlardır.

2) Ahd-i atîkin İbrânîce aslında (bâkire = kız) kelimesi yokdur.Îsâ aleyhisselâmın doğumu hakkında eski İbrânîce nüshalarının, İşâyâ kitâbı, 7. ci bâbı 14. cü âyetinde, (Rab, size bir alâmet verecek, işte kız gebe kalacak ve bir oğlu olacak ve onun adını İmmanuel koyacak) demekdedir. Burada İbrânîce (Kız) ma’nâsına (ALMAH) kelimesi kullanılmışdır. Hâlbuki, İbrânîce (Bâkire) BETHULAH kelimesi ile ifâde edilir. Bâkire kız kelimesi hıristiyanların dahâ işine geldiğinden (Kız) yerine (Bâkire kız) kelimesi kullanılmış ve hıristiyanlık âlemine (Kudsî Bâkire) ma’nâsı aşılanmışdır.

3) Koyu müte’assıb İngiliz papazları, dahâ ileriye giderek, Yuhannâ İncîlinin 3. cü bâbının 16. cı âyetindeki, (Zîrâ Allah dünyâyı o kadar sevdi ki, biricik oğlunu [ya’nî çok sevdiği kimseyi] verdi [ya’nî oraya gönderdi], tâ ki ona îmân eden her adam helâk olmasın, ancak ebedî [sonsuz] hayâtı olsun) cümlesini, (Zîrâ, Allah dünyâyı o kadar sevdi ki, (Kendisinin doğurmuş olduğu) biricik

-278-

oğlunu verdi, tâ ki ona îmân eden herkes helâk olmasın, ancak ebedî hayâtı olsun) şekline sokmak bedbahtlığında bulunmuşlardır. Burada, İngilizce (begotten) kelimesini kullanmışlardır ki, bu kelime doğrudan doğruya (doğurmuş) ma’nâsına gelir. Hâlbuki, bugünkü Kitâb-ı mukaddesin birçok yerlerinde Allahü teâlânın BİR olduğu, Îsâ aleyhisselâmın ise, (Peygamber) olarak gönderildiği yazılıdır. Bunların bir kısmını aşağıda zikr ediyoruz:

(Dinle ey İsrâîl! Allahımız Rab bir olan Rabdir) [Markos, 12:29]

(Allah birdir. Ondan gayrı yokdur.) [Markos, 12:32]

Tesniyenin 4. cü bâbın 39. cu âyetinde, (Ve bugün bil ve yüreğine koy ki, yukarıda göklerde ve aşağıda yerde RAB O ALLAH’dır, başkası yokdur) demekdedir.

Tesniyenin 6. cı bâbının 4. cü ve 5. ci âyetlerinde ise, (RAB, BİR OLAN RABDİR ve ALLAH’ın olan RABBİ bütün kalbinle ve bütün cânınla ve bütün kuvvetinle seveceksin) demekdedir.

Yine Tesniyenin 32. ci bâbının 39. cu âyetinde de, (Şimdi görün ki, BEN, BEN Oyum ve nezdimde [başka] ilâh yokdur) demekdedir.

İşâyânın 40. cı bâbının 25 ve 26. cı âyetlerinde, (Beni kime benzeteceksiniz ki, BEN Ona müsâvî olayım? Kuddûs [olan Allah] diyor. Gözlerinizi yukarı kaldırın ve görün, bunları [gökleri] kim yaratdı) demekdedir.

Yine İşâyânın 43. cü bâbının 10. cu ve devâmındaki âyetlerinde, (RAB diyor: Siz şâhidlerim ve seçdiğim kulumsunuz, tâ ki, bilip bana inanasınız ve benim O olduğumu anlıyasınız. BENDEN ÖNCE (ALLAH) OLMADI ve BENDEN SONRA OLMIYACAK. Ben, ben Rabbim ve Benden başka kurtarıcı yokdur. RAB diyor ve BEN ALLAHIM) demekdedir.

Yine İşâyânın 44. cü bâbının 6. cı âyetinde, (Rab diyor, ilk benim ve son benim ve benden başka ALLAH yokdur) demekdedir.

Yine İşâyânın 45. ci bâbının 5. ci âyetinde, (RAB benim ve başkası yokdur. BENDEN BAŞKA ALLAH YOKDUR) demekdedir.

Yine İşâyânın 45. ci bâbının 18. ci âyetinde, (Çünki gökleri yaratan RAB, dünyâya şekl veren ve onu yaratan, onu pekişdiren ve onu boşuna yaratmayan, üzerinde oturulsun diye ona şekl veren ALLAH şöyle diyor: RAB benim ve başkası yokdur) demekdedir.

-279-

Aynı bâbın 21 ve 22. ci âyetlerinde ise, (Ben RAB değil miyim? Ve benden başka ALLAH yokdur. Benden başka hak ALLAH ve kurtarıcı yokdur. Ey yeryüzünde olanlar, hepiniz bana dönünüz de kurtulun. Çünki ALLAH benim ve başkası yokdur) demekdedir.

Yine İşâyânın 46. cı bâbının 9. cu âyetinde ise, (ALLAH benim, başkası yokdur. Ben ALLAH’ım ve benim gibisi yokdur) demekdedir.

Îsâ aleyhisselâmın peygamber olduğuna dâir İncîllerden beyânlar:

Matta İncîlinin 21. ci bâbının 10. cu ve 11. ci âyetlerinde, (Îsâ Yeruşalime [Kudüse] vardığı zemân bütün şehir, bu kimdir? diyerek sarsıldı. Ve kalabalıklar, Galilenin Nâsıra şehrinden ÎSÂ PEYGAMBER budur dediler) demekdedir.

Yuhannâ İncîlinin 5. ci bâbının 30. cu âyetinde, (Îsâ dedi ki, ben kendiliğimden bir şey yapamam, işitdiğime [ya’nî bana verilen vahye] göre hükm ederim. Kendi irâdemi [bir şeyi yapdırmak arzûsu] değil, ancak beni gönderenin [ya’nî Allahın] irâdesini ararım) demekdedir.

Matta İncîlinin 13. cü bâbının 57. ci âyetinde Îsâ aleyhisselâm onlara, (Bir Peygamber, kendi vatanından ve evinden gayrı yerlerde de i’tibârsız değildir dedi) demekdedir.

Yuhannâ İncîlinin 8. ci bâbının 26. cı âyetinde, (Beni irsâl eden [gönderen] Allahdır. Ben dünyâya ancak Ondan işitdiklerimi söylerim) demekdedir.

Yuhannâ İncîlinin 14. cü bâbının 24. cü âyetinde, (İşitdiğiniz sözler benim değil, ancak beni gönderen babanındır [ya’nî büyük bir varlık olan Allahındır]) demekdedir.

Yuhannâ İncîlinin 17. ci bâbının 3. cü âyetinde, (Ey Baba, ebedî hayat [Cennet hayâtı, hakîkî bir ALLAH olan] Seni ve gönderdiğin Îsâ Mesîhi bilmekdir) demekdedir.

Yuhannâ İncîlinin 14. cü bâbının 28. ci âyetinde Îsâ aleyhisselâmın, (Baba benden büyükdür) dediği yazılıdır.

Resûllerin işlerinin 2. ci bâbının 22. ci âyetinde, (Ey İsrâîl erleri, bu sözleri dinleyin: Nâsıralı Îsâyı ve onun tarafından tasdîk edilmiş olan adamı, siz kendiniz de bilirsiniz) demekdedir.

3. cü bâbının 26. cı âyetinde ise, (Allah her birinizi kötülüklerinden döndürmekle mübârek kılsın diye, kulunu kıyâm etdirip, önce size gönderdi) demekdedir.

-280-

4. cü bâbının 30. cu âyetinde de, (Mukaddes kulun Îsânın ismi ile alâmetler ve hârikalar olsun diye..) demekdedir. Bu âyetlerde,Îsâ aleyhisselâmın peygamberliği ve Allahü teâlânın vahy etmesi ile konuşmuş olduğu, açıkca bildirilmekdedir.

Bütün bu cümleler bugün hıristiyanların elinde bulunan Kitâb-ı mukaddesden alınmışdır. Ya’nî ne kadar değişdirilirse değişdirilsin, hâlâ bugünkü Tevrât ve İncîllerde muhakkak hakîkî İncîlden kalma doğru sözler bulunmakdadır.

Allahü teâlânın, Îsâ aleyhisselâmı Allahın oğlu olarak göstermek isteyenlere, hattâ bu maksad ile Tevrât ve İncîldeki cümleleri değişdirmek küstahlığında bulunanlara karşı ne kadar gazaba geldiği, Kur’ân-ı kerîmde Meryem sûresinin 88-93. cü âyetlerinde meâlen şöyle beyân buyurulmuşdur:

([Yehûdîler ve Hıristiyanlar], Rahmân çocuk edindi dediler. [Ey Resûlüm sen onlara de ki,] ortaya büyük bir yalan atdınız. İsnâd etdikleri o sözden, nerede ise, gökler paralanacak, yer yarılacak, dağlar dağılacakdı. Hâlbuki Rahmânın çocuk edinmesi, Onun azametine lâyık değildir. Çünki göklerde ve yerlerde hiçbir kimse yokdur ki, Rahmâna kul olarak gelici olmasın.) Kur’ân-ı kerîmin İhlâs sûresinin üçüncü âyetinde Allahü teâlâ meâlen buyuruyor: (Allah doğmamış ve doğurmamışdır.) Nisâ sûresinin yüzyetmişbirinci âyetinde meâlen, (Ey ehl-i kitâb [Yehûdîler ve Hıristiyanlar]! Dîninizde taşkınlık etmeyin. Allahü teâlâ hakkında doğruyu söyleyin [Ona iftirâ ederek Îsâ “aleyhisselâm” Allahın oğludur demeyin], Meryem oğlu Îsâ, Allahü teâlânın resûlüdür. Ol emri ile yaratılmış mahlûkudur. Onu Meryeme ilkâ etdi. [Ey hıristiyanlar] Allahü teâlâya ve resûlüne îmân edin, ilah üçdür ve Allahü teâlâ üçüncüsüdür demeyin. Bundan sakınmanız sizin için hayrlıdır. Allah ancak bir TEK ma’bûddur. Çocuğu olmakdan münezzehdir) buyurulmuşdur.

Allahü teâlâ Kur’ân-ı kerîmde, İncîli değişdirenlere karşı, Bekara sûresinin onuncu âyetinde meâlen şöyle hitâb etmekdedir: (Kalblerinde [şek ve nifak] hastalığı vardır. Allahü teâlâ hastalıklarını artdırmışdır. Yalancılıklarından dolayı elem verici azâba uğrıyacaklardır).

Bekara sûresi 79. cu âyetinde meâlen, (Vay, [tahrîf olunmuş] kitâbı kendi elleri ile yazıp da, onu birkaç kuruşa satmak için, Allah tarafındandır diyenlere! Vay, ellerinin yazdıklarına! Vay kazandıklarına!) buyurularak, onların elîm bir azâba uğrayacağını haber vermişdir.

-281-