Bugün dünyâda, Allahü teâlânın varlığına inanan üç
büyük din vardır:
Yehûdîlik, Hıristiyanlık ve İslâmiyyet.
Dünyâda tahmînen 900 milyon hıristiyan, 600 milyon müslimân ve 15 milyon yehûdî bulunduğu, 1979
senesi milletlerarası
istatistiklerinde yazılıdır. Geriye
kalan insanlar [2 milyardan fazla] ya Allah mefhûmu bilmeyen Buda, Hindu,
Brahman ve benzeri dinlere mensûb bulunmakda veyâ putlara, ateşe, güneşe
tapmakda, yâhud hiç bir dîni kabûl etmemekdedir. Son günlerde, Amerikan
neşriyyâtında,
müslimânların 600
milyon değil,
900 milyon olduğu
bildirilmekdedir. Nihâyet Romada bulunan CESİ [Centro Editoriale Studi İslamici = İslâm
Teharriyyâtı ve Neşriyyâtı Merkezi]nin 1980 yılındaki neşriyyâtına göre, dünyâda: Asyada 592,3 milyon, Afrikada
245,5 milyon, Avrupada 21 milyon, Amerika ve Kanadada 6 milyon, Avustralyada
0,5 milyon olmak üzere 865,3 milyon müslimân bulunmakdadır. (The
Muslim Educational Trust) islâm merkezinin 1984 senesindeki ingilizce neşr etdiği (İslâm) kitâbında,
dünyâdaki müslimânların
mikdârının bir
milyarelliyedimilyon olduğu
bildirilmekde, kırkaltı islâm
devletinde ve diğer
dünyâ devletlerindeki müslimânların mikdârları verilmekdedir. Bu mikdârın her sene
artmakda olduğunu
istatistikler göstermekdedir. Nüfûsunun % 50’sinden fazlası müslimân
olan devletlerin sayısı ise 57 yi
bulmakdadır.
21. asra girdiğimiz
bugünlerde, insanların
içinde hâlâ puta tapanların
bulunması, acınacak bir
hâldir. Bunun yanında,
Allahü teâlânın
varlığına
îmân eden üç büyük dîne mensûb olanların bir kısmı da, inançlarını temâmen gayb etmişdir. Çünki, onların ellerinden
tutan hakîkî mürşid kalmamışdır. İlm ve fen öğrenerek
yetişen gençleri, din ve fen bilgilerinden mahrûm, câhil din adamları vâsıtası ile din
sevgisine kavuşdurmak imkânı yokdur. Onları se’âdete kavuşdurabilmek için, zemânımızın fen
bilgilerinde mütehassıs, açık fikrli,
dînini iyi bilen rehberlere ihtiyâc vardır. Biz, bu kısmda, temâmîle bî-taraf olarak hakîkî Allah
dînini arayıp
bulmak ve dünyâda bulunan iki büyük kitâbın, ya’nî bugünkü Tevrât ve İncîller ile
Kur’ân-ı
kerîmden hangisinin hakîkî Allah kitâbı olduğunu, ilmî üsûllerle tedkîk ve tesbît etmek ve bu
husûsda tereddüde düşen kimselere doğru yolu göstermek istiyoruz.
Okuyucularımız şuna emîn
olsunlar ki, bu tedkîkler yapılırken,
temâmen bî-taraf olarak hareket edilmişdir. Tedkîk etdiğimiz iki
büyük din kitâbı,
Kitâb-ı
mukaddes, ya’nî Tevrât ve bugünkü İncîller ile Kur’ân-ı kerîmdir. (Ahd-i Atîk) ismi altında, Kitâb-ı mukaddese ilâve edilmiş olan, Tevrât da İncîl ile
birlikde tedkîk edilmişdir. Ya’nî tedkîk için ele aldığımız kitâb,
bugün Hıristiyan
âleminde (Kitâb-ı mukaddes = Evangelium) ismi
altında,
hakîkî İncîlin
yerine konmuş olan kitâblardır.
Kitâb-ı mukaddes tek kitâb değildir. İçinde evvelâ,
(Ahd-i Atîk = Eski Ahd) kısmı vardır. (Ahd-i Cedîd =
Yeni Ahd) denilen ikinci kısmı ise, Matta,
Markos, Luka ve Yuhannânın
yazdığı İncîl
kitâblarını ve Lukanın Resûllerin
işleri kitâbı ve
havârîler ile, Pavlosun, Ya’kûbun, Petrusun, Yuhannânın yazdıkları mektûbları ile Wohy
kitâbını ihtivâ
etmekdedir. (Ahd-i Atîk) üç kısmdan
müteşekkildir. Birinci kısm,
Mûsâ aleyhisselâma indirilen (Tevrât) zan
edilen beş kitâb olup, Tekvîn, Çıkış, Levililer, Sayılar ve Tesniyedir. İkinci kısm, (Neviim)
ya’nî Peygamberlerdir. Bu kısm da, ilk peygamberler ve son peygamberler olmak
üzere ikiye ayrılır. Bunlar
Yeşu’, Hâkimler, Samuel, Melikler, İşâyâ, Yeremya, Hezekiel, Hoşea, Yoel, Amos,
Obadya, Yûnüs, Mika, Nâhûm,Habakkuk, Tsefanya, Haggay, Zekeriyyâ ve Malakidir.
Üçüncü kısm (Ketuvim), ya’nî kitâblar, yazılardır. Bunlar,
Dâvüd aleyhisselâm tarafından
yazıldığı zannedilen
Mezmurlar ile, Süleymânın
meselleri, Neşîdeler neşîdesi, Vâiz, Rût, Ester, Eyub, Yeremyanın
mersiyeleri, Daniel, Ezrâ, Nehemyâ ve Târîhler gibi kitâblardır.
Bütün bu kitâblarda mevcûd olan
husûsları kim
bildiriyor? Müteassıb
yehûdîler ve hıristiyanlar
ki, aynı
kitâblara inandıkları hâlde,
aralarında
pek çok ihtilâflar vardır.
Bunlar, bu kitâblarda mevcûd olan sözlerin Allah kelâmı olduğunu iddi’â
etmekdedirler. Hâlbuki, iyice tedkîk edilirse, bu kitâblarda mevcûd olan
sözlerin üç menba’dan geldiğini kabûl etmek îcâb eder.
1) Bunların bir kısmı Allah kelâmı olabilir.
Çünki, burada bizzat Allahü teâlâ insanlara hitâb etmekdedir. Meselâ:
(Onlar için kardeşleri arasından senin
gibi bir Peygamber çıkaracağım ve kelâmımı onun ağzına koyacağım ve ona emr
edeceğim
her şeyi onlara söyliyecek). [Tesniye, 18:18]
(Ben Rabbim! Benden başka halâskâr, kurtarıcı yokdur).
[Eş’iyâ [İşâya]:
43:11]
(Ey dünyânın
nehâyetleri, hepiniz bana teveccüh edin, yönelin de kurtulun! Çünki, Allah
benim. Benden başkası
yokdur). [Eş’iyâ: 45:22]
Bu cümlelerin Benî İsrâile
gönderilen Peygamberlerin kitâblarından alındığını zan ediyoruz. Zîrâ, dikkat ediniz, Allahü teâlâ
bu sözlerle, BİR
olduğunu
(Oğul ve
Rûh-ül-kuds gibi ilahların
olmadığını),
Peygamberleri kendisinin gönderdiğini ve kendisinden başka HİÇBİR İLAH BULUNMADIĞINI
beyân etmekdedir.
Şimdi Kitâb-ı
mukaddesin ikinci menba’ını îzâh edelim:
2) Bu ikinci kısmda yazılı olan sözler
Peygamberler tarafından
söylenilmiş olabilir. Meselâ:
(Sâat dokuza doğru Îsâ,
feryâd ederek (Eli, Eli, Lama, Sabaktani). Ya’nî Allahım, Allahım, beni niçin
terk etdin? diye yüksek sesle bağırdı.) [Matta, 27:46]
(Îsâ ona cevâb verdi: Dinle ey İsrâîl! Allahımız Rab, bir
tek olan Rab’dir.) [Markos 12:29] [Dikkat edin, yine Oğuldan ve
Rûhülkudsden bahs edilmiyor.]
(Îsâ ona dedi: Niçin bana kerîm, iyi
diyorsun? Allahdan gayrı
kerîm, iyi yokdur). [Markos 10:18]
Îsâ aleyhisselâm tarafından söylendiği rivâyet
edilen bu sözler, Peygamber kelâmı olabilir. O hâlde Kitâb-ı mukaddesde
Allahü teâlânın
kelâmı ile
Peygamberlerin “aleyhimüssalevâtü vetteslîmât” kelâmları birbirine
karışmış bulunmakdadır. Hâlbuki
müslimânlar Allahü teâlânın
kelâmı ile
Peygamberin kelâmlarını birbirinden
ayırmışlar ve
Peygamberin “aleyhimüssalevâtü vetteslîmât” kelâmlarını (Hadîs-i
şerîf) ismi altında ayrı kitâblarda toplamışlardır.
Şimdi Kitâb-ı
mukaddesin üçüncü kısmındaki sözlere gelelim:
3) Buradaki sözlerin bir kısmı Îsâ
aleyhisselâmın
havârîleri tarafından,
Îsâ aleyhisselâm hakkında
kayd edilmiş vak’alardan, bir kısmı ba’zı kimselerin
sözlerinden, bir kısmı ba’zı târîhçilerin
rivâyetlerinden, bir kısmı ise, kimin
tarafından
ve niçin söylendiği
ma’lûm olmıyan
rivâyetlerden ibâretdir. Bir misâl verelim:
(Uzakda yapraklı bir incir ağacı gördü. Belki
onda birşey bulurum diye onun yanına geldi. Yanına varınca, üzerinde yapraklardan başka birşey bulamadı. Çünki incir
mevsimi değildi).
[Markos 11:13]
Burada bir kimse, diğer bir
kimseden bahs ediyor. Anlatanın kim olduğu belli değildir. Ancak, incir ağacının yanına giden zâtın Îsâ
aleyhisselâm olduğu
beyân edilmekdedir. Bu satırları yazan Markos ise, Îsâ aleyhisselâmı hiç
görmemişdir. Buradaki diğer bir husûs da, bu âyetin devâmı olan 14 üncü
âyetde, Îsâ aleyhisselâ-
mın,
incir ağacına bir dahâ
hiç meyve vermemesi için, beddüâ etmesidir. Böyle bir şey aslâ düşünülemez.
Zîrâ, mevsimsiz incir vermek, ağacın
elinde değildir.
Bir Peygamberin, Allahü teâlânın yaratdığı âciz bir ağaca, mevsimsiz meyve vermediği için beddüâ
etmesi, akla, ilme, fenne ve dinlere zıddır.
Bugün elde bulunan Kitâb-ı mukaddesin
büyük bir kısmında, kim
tarafından
söylenildiği
bilinmeyen, fekat muhakkak insan sözü olduğu hemen anlaşılan sözler çokdur. Bunları Allah kelâmı olarak kabûl
etmenin imkânı
yokdur.
Şimdi lütfen elimizi kalbimizin
üzerine koyarak iyice bir tefekkür edelim: İçinde bir kısm Allah kelâmı, bir kısm Peygamber sözü, fekat büyük bir kısmı insanların muhtelif
rivâyetleri bulunan bir kitâb (Allah Kelâmı) olarak kabûl edilebilir mi? Hele (insan sözü)
olan kısmlarında dürlü
dürlü yanlışlıklar bulunması, aynı husûsu
anlatanların
birbirinden çok farklı
ifâdeleri, verilen rakamların birbirini tutmayışı -ki bunlardan aşağıda bahs
olunacak, yanlışlar
gösterilecekdir- bugünkü Tevrât ve İncîllerin temâmîle bir insan eseri olduğunu açıkça isbât
etmekdedir.
Müslimânların kitâbı olan Kur’ân-ı kerîmde, Nisâ sûresinin seksen ikinci âyet-i kerîmesinde
meâlen, (Onlar, hâlâ Kur’ân-ı kerîmin Allah kelâmı olduğunu ve ma’nâsını
düşünmiyecekler mi? [Kur’ân-ı kerîm Allah
kelâmıdır.] Eğer böyle olmasaydı, içinde muhakkak ihtilâflar bulunurdu) buyurulmuşdur.
Bu ne kadar doğru
bir sözdür! Kitâb-ı
mukaddesde bulunan ayrılıklar, onun
bir insan eseri olduğunu
göstermekdedir. Aşağıda
ayrıca
anlatacağımız gibi,
Tevrât ve İncîller
birçok def’alar dînî hey’etler, sinod [syno-de = meclis-i rûhânî]ler tarafından tedkîk
edilmiş, tashîh edilmiş, değişdirilmiş, islâh edilmiş, kısaca şeklden
şekle girmişdir. Allahü teâlânın kelâmı tashîh edilebilir mi? Kur’ân-ı kerîm, vahy
olduğu
günden bugüne kadar, bir tek harfi dahî değişmemişdir. Kur’ân-ı kerîm bahsinde göreceğiniz gibi, bu
husûsun te’mîni için her dürlü çâreye başvurulmuşdur. Kur’ân-ı kerîmin
bugüne kadar değişmeden
geldiğini
en müte’assıb hıristiyan din
adamları
bile, hasedlerinden çatlayarak, i’tirâf etmekdedirler. Allah kelâmı böyle olur!
Hiç değişmez.
Bugünkü İncîllerin
Allahü teâlânın
kelâmı mı, yoksa insan
eseri mi olduğu
hakkında
sözü, hıristiyan
din ve fen adamlarına bırakalım:
Moody İncîl Enstitüsünden Dr. Graham SCROGGİE, (İncîl Allah
kelâmı mıdır?) adlı kitâbının 17.
sahîfesinde diyor ki:
(Evet, Kitâb-ı mukaddes
insan eseridir. Ba’zı
kimseler, neden olduğunu
anlamadığım
sebeblerden ötürü, bunu inkâr etmekde-
dirler. Kitâb-ı mukaddes, insanların dimâgında teşekkül etmiş, insanlar tarafından, insan
dili ve insan eli ile yazılmış ve temâmen
insan karakteri taşıyan bir eserdir.)
Kenneth Cragg, hıristiyan din
adamı
olmasına rağmen, şöyle
demekdedir:
(Kitâb-ı mukaddesin Ahd-i Cedîd kısmı, Allah sözü
değildir.
Burada doğrudan
doğruya
insanların
anlatdıkları hikâyeler ve
her hangi bir işin nasıl yapıldığını gören
insanların
görgü şâhidliği
vardır. Sırf insan sözü
olan bu kısmlar,
kilise tarafından
insanlara Allahü teâlânın
kelâmı gibi
nakl edilmekdedir.)
Teolog Prof. Geyser: (Kitâb-ı mukaddes
Allah kelâmı değildir. Fekat,
buna rağmen
kutsal bir kitâbdır)
demekdedir.
İncîlde yazılı husûslara, bilhassa Allah, oğul ve
rûhulkuds gibi üçlü tanrıya
inanmayan papalar bile zuhûr etmişdir. Bunlardan biri olan Papa HONORİUS, üçlü tanrıyı kat’iyyetle
red etdiği
için, ölümünden 48 sene sonra İstanbulda toplanan ruhban meclisi tarafından, m. 680
senesinde resmen la’netlenmişdir.
Îsâ aleyhisselâmın
havârîlerinden biri olan ve Pavlos ile birlikde hıristiyan dînini neşr etmek için
seyâhatlar yapmış
bulunan Barnabasın
yazdığı İncîl
ise, birdenbire yok edilmiş ve bu İncîlde yazılı olan, (Îsâ aleyhisselâm, benden sonra bir Peygamber dahâ
gelecek, onun ismi Muhammed “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” olacak ve size
birçok şeyler öğretecekdir
dedi), hakîkati, müte’assıb hıristiyanlar
tarafından
gizlenmişdir. [Bu husûsda dahâ geniş bilgiyi, bu kitâbın (Müslimânlık ve Hıristiyanlık) kısmında
bulabilirsiniz.]
Demek oluyor ki, bugünkü Kitâb-ı mukaddes
hakkında,
bütün garblı ilm
adamları ile
birlikde vereceğimiz
karar şudur: Kitâb-ı
mukaddes Allah kelâmı değildir. Allah
kelâmı olan
hakîkî Tevrât ve İncîl,
bugünkü şekli ile temâmen başka bir kitâb hâline dönüşmüşdür. Bugünkü İncîlde Allah
kelâmı
olması
düşünülebilen sözler yanında,
başka kimseler tarafından
ilâve edilen birçok sözler, tahmînler, rivâyetler ve hikâyeler vardır. Hele üçlü
tanrıdan
bahs eden kısmlar,
îmânın
esâsı olan
(Allah birdir) akîdesine ve insanların akl-ı selîmlerine
hiç uymayan iddi’âlardır.
Tevrât ve İncîl
yunancaya ve latinceye terceme edilirken, o zemâna kadar yüzlerce tanrısı olan
putperest Romalılar
ve Yunanlılar,
tek tanrıyı çok az
görerek, onu çoğaltmak
istemişlerdir. Ba’zı
âlimlere göre, hakîkî İncîldeki
tek Allah i’tikâdının yunanca
tercemede üçe çıkarılmasına Yunanlıların Eflâtun
felsefesine bağlı ol-
maları sebeb olmuşdur. Eflâtun felsefesi, her şeyi üçe böler.
Meselâ edeb üç his kuvvetine dayanır: Ahlâk, akl ve tabî’at. Tabî’at da, nebât,
hayvan ve insan olarak üçe ayrılır.
Eflâtun, esâsda dünyâyı
yaratan kudretin tek olduğunu
düşünmekle berâber, onun iki yardımcısı dahâ olabileceğini ileri sürmüşdür. Bu da, (teslîs = Üçlü tanrı) fikrinin doğmasına sebeb
olmuşdur. Bu nazariyyeyi kabûl eden birçok târîhci vardır. Hâlbuki,
bugünkü Tevrât ve İncîllerde
bile, birçok yerlerinde, aşağıda göreceğiniz gibi, (Allah benim! Allah tekdir. Benden başka Allah
yokdur) sözleri bulunmakdadır. Bugünkü Kitâb-ı mukaddesler bile, zorla içine sokuşdurulan üç
tanrı
akîdesini, i’tikâdını red
etmekdedir. Bu üç tanrı
fikrinin terceme hatâsı olduğu da iddi’â
edilmekdedir. Bilhâssa son günlerde, üçlü tanrıya artık hiç bir kimsenin inanmadığını gören hıristiyan
kilisesi, (baba) ve (oğul)
kelimelerinin büsbütün başka ma’nâlara geldiğini öne sürmekde ve Tek Allah inancı üzerinde
durmakdadır.
Aşağıda bu
terceme mes’elesini tekrâr ele alacağız.
Bugünkü Tevrât ve İncîllerin,
Allah kelâmı
olmadığı
anlaşıldığı ve
birçok hıristiyanlar
da bunu bildirdikleri hâlde, hâlâ ba’zı müte’assıb hıristiyanlar, (İncîlin her sözü Allah kelâmıdır) diye
iddi’â etmekdedirler. Bu gibi müte’assıblar için ancak şu sözleri söyleyebiliriz: Bekara sûresinin, onsekizinci âyet-i kerîmesinde
meâlen, (Onlar [hakkı dinlemekden
ve kabûlden] sağırdırlar, [îmânı ve hakkı söylemiyen] dilsizdirler, [doğru, hak yolu
görmiyen] kördürler. Bu hâllerinden rücû’ edip, doğru yola dönmezler) buyurulmuşdur.
Matta İncîlinin
onüçüncü bâbının, onüçüncü
âyetinde, (Gördükleri hâlde görmezler, işitdikleri hâlde işitmezler ve
anlamazlar) demekdedir.
Şimdi İncîli
tekrâr tedkîk edelim:
Her şeyden evvel, bütün hıristiyanların elinde
bulunan İncîllerin
tek bir İncîl
olmadığını söyleyelim.
Bir katolik ile İncîl
hakkında
konuşmak isterseniz, size (Hangi İncîl?) diye sorar. Çünki, katoliklerin,
protestanların ve
ortodoksların
muhtelif İncîlleri
vardır.
Siz (Nasıl
oluyor da, Allah kelâmı olan
İncîlin
birçok cinsleri var?) diye sorarsanız, onlar biraz tereddüd etdikden sonra, (Efendim,
esâsda İncîl
birdir. Fekat tefsîrlerinde farklar olabilir) diye soru ile alâkası olmıyan garîb bir
cevâb verirler. Eğer
târîhi tedkîk edersek görürüz ki, ilk Romen Katolik İncîli,
Jeromeun latin İncîli,
Vulgatanın
tercemesi ile 990 [m. 1582] senesinde Reimsde meydâna çıkmış, 1609
senesinde Douayde tekrar basılmışdır. Bugün de İngilizce
olarak RCV (Roman Catholic Version = Romen Katolik İfâdesi) ismi
altında
mevcûddur. Fekat bugün İngilizlerin
elinde bulunan İncîl, bu eski İncîlin çok değişmiş bir şeklidir. Çünki 1600 senesinden bugüne
kadar İncîl
birçok tebeddüllerden geçmiş, içindeki ba’zı kısmlar (apocrypha), ya’nî
(doğruluğundan
şübhelenilen kısmlar)
olarak çıkarılmış, ba’zı kısmları, meselâ
Jüdit, Tobias, Bâruh, Ester v.s. büsbütün kaldırılmışdır. Nihâyet AV (Authorised Version = Resmen kabûl edilmiş
ifâde) ismi ile (son ve doğru İncîl)
olarak neşr olunmuşdur. Fekat birçok ilm adamları, hattâ meşhûr başvekîl Churchill
bile, (Bu İncîlin
ifâdesi son derecede bozukdur) dedikleri için, bir müddet, 1611 senesinden
kalan ve KJV (Kral James İfâdesi)
ismi altında
meşhûr olan eski İncîle
dönülmüşdür. Nihâyet 1952 senesinde İncîl yeniden düzeltilmiş ve RSV (düzeltilmiş ve
gözden geçirilmiş ifâde) isminde yeni bir İncîl hâzırlanmış, fekat bu da kâfî derecede düzeltilmemiş kabûl
edildiğinden,
bundan kısa
bir zemân sonra 1391 [m. 1971]de (Çifte tashîhli İncîl) ortaya konulmuşdur.
Katoliklerin İncîli de pek
çok tahrîfâta [değişikliklere]
uğramışdır. Şöyle ki, İbrânîceden
yunancaya ve ondan da latinceye çevrilen İncîl, 325 senesinde Büyük Konstantinin emri ile
toplanan İznik
meclisi, 364 senesinde Ludicia meclisi, 381 de İstanbul meclisi, 397 senesinde
Kartaca ruhban meclisi, 431 de Efesus [Efes] meclisi, 451 de Kadıköy meclisi
ve dahâ birçok meclisler tarafından tedkîk edilip, her def’asında yeniden
tertîb edilmiş, her def’asında ba’zı kısmlar
tebdîl edilmiş, Ahd-i Atîkde bulunan ba’zı kitâblar çıkarılmış, ba’zı meclislerde red edilen ba’zı kitâblar ise
kabûl edilmişdir. Fekat 930 [m. 1524] senesinde Protestanlık meydâna çıkınca, bu
kitâblar tekrâr incelenmiş, yine değişiklikler yapılmışdır.
Bütün bu müddet zarfında, pek çok
hıristiyan
din adamı, yapılan terceme
ve değişikliklere
i’tirâz etmiş, kitâb-ı
mukaddesin ba’zı kısmlarının ilâve
edildiğini
ileri sürmüşlerdir.
Yukarıda da bahs etdiğimiz gibi, İncîlin en
eski şekli olan, İbrânîce
nüshasından
yanlış
terceme edildiğini
iddi’â edenler çok haklıdırlar. Zîrâ İbrânîcede (Baba) kelimesi, yalnız bir çocuğun kendi
babası değil, aynı zemânda
(Hürmete lâyık
büyük bir şahsiyyet) ma’nâsına da gelmekdedir. Bunun içindir ki, Kur’ân-ı kerîmde, İbrâhîm
aleyhisselâmın
amcası olan
Âzere (Âzer denilen babası)
denilmekdedir. Çünki, asl babası olan Târuh ölmüşdü. Amcası Âzerin yanında yetişmiş
ve o zemânki âdete uyarak, ona baba demişdi. Türkistânda, hürmet edilen,
merhamet edilen kimselere de (baba) denildiğini, (Reşehât) kitâbındaki
konuşmalar göstermekdedir. Biz türkçede de, (Ne baba adam!) diye bir kim-
seye duyduğumuz hayrânlığı ifâde ederiz.
(Oğul) kelimesi de İbrânîcede çok kerreler, bir şahsın rütbece
veyâ yaşça kendisinden dahâ küçük olan, fekat kendisine son derece bir sevgi
ile bağlı bulunduğu bir şahsı tasvîr etmek
için kullanılmakdadır. Matta İncîlinin
beşinci bâbı,
dokuzuncu âyetinde, (Ne mutlu sulh edicilere! Zîrâ onlara Allahın OĞLU
denecekdir) denilmekdedir. Görülüyor ki, burada (Oğul) kelimesi,
(Allahın
sevgili kulu) ma’nâsına
kullanılmakdadır. O hâlde,
hakîkî İncîlde
(Baba), mübârek bir mevcûd ve (oğul) da sevgili bir kul olarak beyân olunmuşdur.
Ya’nî maksad, üç tanrı değildir. (Baba)
ve (Oğul)
kelimelerinin kullanıldığı yerlerden çıkan ma’nâ,
her şeyin hâkimive mâliki Allahü teâlânın, Îsâ aleyhisselâm gibi sevgili bir kulunu
insanlara peygamber olarak gönderdiğidir. Aklları ancak bu günlerde başlarına gelen hıristiyanların büyük kısmı, (Hepimiz
Allahın
kulu, çocuğuyuz.
Allah hepimizin rabbi, babasıdır. İncîllerdeki
(Baba) ve (Oğul)
kelimelerini böyle anlamak lâzımdır)
demekdedirler.
İbrânîce olan en eski İncîl nüshalarından birçok
kelimelerin de yanlış
terceme edildiği,
aşağıdaki
misâllerden anlaşılmakdadır.
Şöyle ki:
1) Ahd-i atîkin ilk kitâbı Tekvînin İbrânîce aslında Cenâb-ı Hakdan
(ALLAH) ya’nî bir (L) harfi eksik olarak (ALAH) diye bahs olunmakdadır. Hâlbuki
ikide birde tashîh edilen, değişdirilen İncîlde, bu kelime çıkarılmışdır. Ya’nî hıristiyanlar Müslimânların Allahına yakın olmakdan
korkmuşlardır.
2) Ahd-i atîkin İbrânîce aslında (bâkire =
kız)
kelimesi yokdur.Îsâ aleyhisselâmın doğumu hakkında eski İbrânîce nüshalarının, İşâyâ kitâbı, 7. ci bâbı 14. cü âyetinde, (Rab, size bir alâmet verecek,
işte kız
gebe kalacak ve bir oğlu
olacak ve onun adını İmmanuel
koyacak) demekdedir. Burada İbrânîce (Kız) ma’nâsına (ALMAH) kelimesi kullanılmışdır. Hâlbuki, İbrânîce
(Bâkire) BETHULAH kelimesi ile ifâde edilir. Bâkire kız kelimesi hıristiyanların dahâ işine
geldiğinden
(Kız)
yerine (Bâkire kız)
kelimesi kullanılmış ve hıristiyanlık âlemine
(Kudsî Bâkire) ma’nâsı
aşılanmışdır.
3) Koyu müte’assıb İngiliz
papazları,
dahâ ileriye giderek, Yuhannâ İncîlinin 3. cü bâbının 16. cı âyetindeki, (Zîrâ Allah dünyâyı o kadar
sevdi ki, biricik oğlunu
[ya’nî çok sevdiği
kimseyi] verdi [ya’nî oraya gönderdi], tâ ki ona îmân eden her adam helâk olmasın, ancak
ebedî [sonsuz] hayâtı
olsun) cümlesini, (Zîrâ, Allah dünyâyı o kadar sevdi ki, (Kendisinin
doğurmuş olduğu) biricik
oğlunu
verdi, tâ ki ona îmân eden herkes helâk olmasın, ancak ebedî hayâtı olsun)
şekline sokmak bedbahtlığında
bulunmuşlardır.
Burada, İngilizce
(begotten) kelimesini kullanmışlardır ki, bu kelime doğrudan doğruya (doğurmuş) ma’nâsına gelir. Hâlbuki, bugünkü Kitâb-ı mukaddesin
birçok yerlerinde Allahü teâlânın BİR
olduğu,
Îsâ aleyhisselâmın
ise, (Peygamber) olarak gönderildiği yazılıdır.
Bunların bir
kısmını aşağıda zikr
ediyoruz:
(Dinle ey İsrâîl! Allahımız Rab bir
olan Rabdir) [Markos, 12:29]
(Allah birdir. Ondan gayrı yokdur.)
[Markos, 12:32]
Tesniyenin 4. cü bâbının 39. cu
âyetinde, (Ve bugün bil ve yüreğine koy ki, yukarıda göklerde ve aşağıda yerde
RAB O ALLAH’dır,
başkası
yokdur) demekdedir.
Tesniyenin 6. cı bâbının 4. cü ve 5. ci âyetlerinde ise,
(RAB, BİR OLAN RABDİR ve ALLAH’ın olan RABBİ bütün kalbinle ve bütün cânınla ve
bütün kuvvetinle seveceksin) demekdedir.
Yine Tesniyenin 32. ci bâbının 39. cu âyetinde de, (Şimdi
görün ki, BEN, BEN Oyum ve nezdimde [başka] ilâh yokdur) demekdedir.
İşâyânın 40. cı bâbının 25 ve 26. cı âyetlerinde, (Beni
kime benzeteceksiniz ki, BEN Ona müsâvî olayım? Kuddûs [olan Allah] diyor.
Gözlerinizi yukarı kaldırın ve görün, bunları [gökleri] kim yaratdı) demekdedir.
Yine İşâyânın 43. cü bâbının 10. cu ve devâmındaki
âyetlerinde, (RAB diyor: Siz şâhidlerim ve seçdiğim kulumsunuz, tâ ki, bilip
bana inanasınız ve benim O olduğumu anlıyasınız. BENDEN ÖNCE
(ALLAH) OLMADI ve BENDEN SONRA OLMIYACAK. Ben, ben Rabbim ve Benden başka
kurtarıcı yokdur. RAB
diyor ve BEN ALLAHIM) demekdedir.
Yine İşâyânın 44. cü bâbının 6. cı âyetinde,
(Rab diyor, ilk benim ve son benim ve benden başka ALLAH yokdur) demekdedir.
Yine İşâyânın 45. ci bâbının 5. ci
âyetinde, (RAB benim ve başkası yokdur. BENDEN BAŞKA ALLAH YOKDUR) demekdedir.
Yine İşâyânın 45. ci bâbının 18. ci
âyetinde, (Çünki gökleri yaratan RAB, dünyâya şekl veren ve onu yaratan, onu
pekişdiren ve onu boşuna yaratmayan, üzerinde oturulsun diye ona şekl veren
ALLAH şöyle diyor: RAB benim ve başkası yokdur) demekdedir.
Aynı bâbın 21 ve 22. ci âyetlerinde ise, (Ben
RAB değil
miyim? Ve benden başka ALLAH yokdur. Benden başka hak ALLAH ve kurtarıcı yokdur. Ey
yeryüzünde olanlar, hepiniz bana dönünüz de kurtulun. Çünki ALLAH benim ve
başkası
yokdur) demekdedir.
Yine İşâyânın 46. cı bâbının 9. cu âyetinde ise, (ALLAH benim, başkası yokdur. Ben
ALLAH’ım ve
benim gibisi yokdur) demekdedir.
Îsâ aleyhisselâmın peygamber olduğuna dâir İncîllerden beyânlar:
Matta İncîlinin 21. ci bâbının 10. cu ve
11. ci âyetlerinde, (Îsâ Yeruşalime [Kudüse] vardığı zemân bütün şehir, bu kimdir?
diyerek sarsıldı. Ve kalabalıklar,
Galilenin Nâsıra
şehrinden ÎSÂ PEYGAMBER budur dediler) demekdedir.
Yuhannâ İncîlinin 5.
ci bâbının 30. cu
âyetinde, (Îsâ dedi ki, ben kendiliğimden bir şey yapamam, işitdiğime [ya’nî
bana verilen vahye] göre hükm ederim. Kendi irâdemi [bir şeyi yapdırmak arzûsu]
değil,
ancak beni gönderenin [ya’nî Allahın] irâdesini ararım) demekdedir.
Matta İncîlinin 13. cü bâbının 57. ci
âyetinde Îsâ aleyhisselâm onlara, (Bir Peygamber, kendi
vatanından
ve evinden gayrı
yerlerde de i’tibârsız değildir dedi)
demekdedir.
Yuhannâ İncîlinin 8.
ci bâbının 26. cı âyetinde,
(Beni irsâl eden [gönderen] Allahdır. Ben dünyâya ancak Ondan işitdiklerimi
söylerim) demekdedir.
Yuhannâ İncîlinin 14.
cü bâbının 24. cü
âyetinde, (İşitdiğiniz sözler
benim değil,
ancak beni gönderen babanındır [ya’nî
büyük bir varlık
olan Allahındır])
demekdedir.
Yuhannâ İncîlinin 17.
ci bâbının 3. cü
âyetinde, (Ey Baba, ebedî hayat [Cennet hayâtı, hakîkî bir ALLAH olan] Seni ve
gönderdiğin
Îsâ Mesîhi bilmekdir) demekdedir.
Yuhannâ İncîlinin 14.
cü bâbının 28. ci
âyetinde Îsâ aleyhisselâmın,
(Baba benden büyükdür) dediği yazılıdır.
Resûllerin işlerinin 2. ci bâbının 22. ci
âyetinde, (Ey İsrâîl
erleri, bu sözleri dinleyin: Nâsıralı Îsâyı ve onun tarafından tasdîk edilmiş olan adamı, siz
kendiniz de bilirsiniz) demekdedir.
3. cü bâbının 26. cı âyetinde
ise, (Allah her birinizi kötülüklerinden döndürmekle mübârek kılsın diye,
kulunu kıyâm
etdirip, önce size gönderdi) demekdedir.
4. cü bâbının 30. cu
âyetinde de, (Mukaddes kulun Îsânın ismi ile alâmetler ve hârikalar olsun diye..)
demekdedir. Bu âyetlerde,Îsâ aleyhisselâmın peygamberliği ve Allahü teâlânın vahy etmesi ile konuşmuş olduğu, açıkca
bildirilmekdedir.
Bütün bu cümleler bugün hıristiyanların elinde
bulunan Kitâb-ı
mukaddesden alınmışdır. Ya’nî ne
kadar değişdirilirse
değişdirilsin,
hâlâ bugünkü Tevrât ve İncîllerde
muhakkak hakîkî İncîlden
kalma doğru
sözler bulunmakdadır.
Allahü teâlânın, Îsâ
aleyhisselâmı
Allahın oğlu olarak
göstermek isteyenlere, hattâ bu maksad ile Tevrât ve İncîldeki
cümleleri değişdirmek
küstahlığında
bulunanlara karşı ne kadar gazaba geldiği, Kur’ân-ı kerîmde Meryem
sûresinin 88-93. cü âyetlerinde meâlen şöyle beyân buyurulmuşdur:
([Yehûdîler ve
Hıristiyanlar],
Rahmân çocuk edindi dediler. [Ey Resûlüm sen onlara de ki,] ortaya büyük bir yalan atdınız. İsnâd etdikleri o sözden, nerede ise, gökler paralanacak, yer yarılacak, dağlar dağılacakdı. Hâlbuki Rahmânın çocuk edinmesi, Onun azametine lâyık değildir. Çünki göklerde ve yerlerde
hiçbir kimse yokdur ki, Rahmâna kul olarak gelici olmasın.) Kur’ân-ı kerîmin İhlâs sûresinin üçüncü âyetinde Allahü teâlâ meâlen
buyuruyor: (Allah doğmamış ve doğurmamışdır.) Nisâ
sûresinin yüzyetmişbirinci âyetinde meâlen, (Ey ehl-i kitâb [Yehûdîler
ve Hıristiyanlar]! Dîninizde taşkınlık etmeyin. Allahü teâlâ hakkında doğruyu söyleyin [Ona iftirâ ederek Îsâ “aleyhisselâm” Allahın oğludur
demeyin], Meryem oğlu Îsâ, Allahü teâlânın
resûlüdür. Ol emri ile yaratılmış mahlûkudur. Onu Meryeme ilkâ etdi.
[Ey hıristiyanlar] Allahü teâlâya
ve resûlüne îmân edin, ilah üçdür ve Allahü teâlâ üçüncüsüdür demeyin. Bundan
sakınmanız sizin için hayrlıdır. Allah ancak bir TEK ma’bûddur. Çocuğu olmakdan münezzehdir) buyurulmuşdur.
Allahü teâlâ Kur’ân-ı kerîmde, İncîli değişdirenlere
karşı, Bekara sûresinin onuncu âyetinde meâlen
şöyle hitâb etmekdedir: (Kalblerinde [şek ve nifak] hastalığı vardır. Allahü teâlâ hastalıklarını
artdırmışdır. Yalancılıklarından dolayı elem verici azâba uğrıyacaklardır).
Bekara sûresi 79. cu âyetinde meâlen, (Vay, [tahrîf olunmuş] kitâbı
kendi elleri ile yazıp da, onu birkaç kuruşa satmak için, Allah tarafındandır
diyenlere! Vay, ellerinin yazdıklarına! Vay kazandıklarına!) buyurularak, onların elîm bir azâba uğrayacağını
haber vermişdir.