- III -

KUR’ÂN-I KERÎM VE BUGÜNKÜ
TEVRÂT VE İNCÎLLER

MUKADDEME

Bugün dünyâda bulunan üç büyük dînin, ya’nî müslimânlık ve yehûdîlik ve hıristiyanlığın mensûbları elinde, kendileri tarafından (Allah kelâmı) kabûl edilen, birer kitâb vardır. Yehûdîliğin [Mûsevîliğin] kitâbı (Tevrât)dır. Hıristiyanlığın [Îsevîliğin] kudsî kitâbı (Bible = Kitâb-ı mukaddes)dir. Bu kitâb, (Ahd-i Atîk) ya’nî Tevrât ve (Ahd-i Cedîd) ya’nî İncîller ve bunlara mülhak risâleler olmak üzere iki kısmdan müteşekkildir. Müslimânların mukaddes kitâbı ise (Kur’ân-ı kerîm)dir.

Hıristiyanların tanrılaşdırdıkları Îsâ aleyhisselâmı, biz müslimânlar Peygamber olarak tanırız. Peygamber olduğu için, Allahü teâlânın Ona bir kitâb vermesi tabî’îdir. Bunun içindir ki, Îsâ aleyhisselâmın kitâbı olan hakîkî İncîl hiç şübhesiz (Allah kelâmı)dır. Ama bugün, bu hakîkî İncîl mevcûd değildir. Bugün hıristiyanların elinde bulunan İncîllerde, eski hakîkî İncîlden kalmış pek az parça vardır. Hakîkî İncîl, İbrânî dilinde idi. Bu hakîkî İncîl, kısa zemânda, yehûdîlerin düşmanlıkları sebebi ile gayb oldu. Hurâfeler bulunan muhtelif İncîller ortaya çıkdı. Bu kitâblar sonradan Yunancaya ve Latinceye yanlış, hatâlı olarak terceme edilmiş, zemânla bir çok parçalar ilâve edilmiş, mütemâdiyen değişdirilmiş, böylece pekçok İncîller yazılmışdır. Bunların çoğu çeşidli rûhban meclislerinde red edilmiş ve nihâyet bugünkü dört İncîl kalmışdır.

Bunun isbâtı, ilerdeki sahîfelerde görülecekdir. Fekat hâlâ değişdirmeler, tashîhler, açıklamalar devâm etmekdedir. Buna mukâbil Kur’ân-ı kerîm, Peygamberimize “sallallahü aleyhi ve sellem” vahy olunduğu günden bugüne kadar, bir harfi bile değişmeden aynen kalmışdır.

Buraya kadar söylediklerimiz, yalnız müslimânların i’tikâdı değildir. Bil’âks garb ilm adamları, teologlar [din adamları], bu-

-267-

günkü Tevrât ve İncîlleri yeniden tedkîk etmeğe koyulmuşlar, onların (Allah kelâmı) olmadığını isbât etmişlerdir. Unutmıyalım ki, yirmibirinci asra girdik. Dünyâda ilmin ve fennin son derecede inkişâf etdiği ve en câhil milletlerin bile, üniversiteler kurduğu bir devrde, insanların herhangi bir i’tikâdı (babamdan böyle duydum), (sebebini bilmiyorum ama, hocam böyle söyledi) diye gözü kapalı kabûl etmesine imkân yokdur. Bugünkü gençlik, her şeyin esâsını, sebebini araşdırmakda, aklının kabûl etmediği bir şeyi derhal red etmekdedir. Türkiyede, her sene birmilyondan ziyâde genç üniversite duhûl [giriş] imtihânlarına iştirâk ediyor. Yeni ilmlerle yetişmiş olan bu gençlerin, din husûsunda da söylenilen, öğretilen şeyleri akl ve mantık süzgecinden geçireceğine de şübhe yokdur. İşte, bu sebebden, bugün batılı din adamları da, ellerindeki Tevrât ve İncîllerin kusûrlarını ortaya koymakdadırlar. Biz de, onların neşriyyâtlarından fâidelenerek, bugünkü Tevrât ve İncîller ile Kur’ân-ı kerîm arasındaki büyük farkı müslimân kardeşlerimize bir kerre dahâ bildirmek istedik. Bu kısmı hâzırlarken, Amerikalı dînî eserler müellifi Houserden de fâidelendik. Bundan başka, Anselmo Turmeda, meşhûr İspanyol papazı idi. 823 [m. 1420] senesinde islâm dînini kabûl etdi. Abdüllah-ı Tercümân ismini alan bu âlimin İncîlde bulduğu hatâları bildiren (Tuhfet-ülerîb) kitâbını ve Pâkistânlı S.Merran Muhyiddîn sâhib İkbâlin (Pearls of Bible = İncîlden İnciler) ismindeki eserini ve 1309 [m. 1891] da vefât etmiş olan, müderrisîn-i kirâmdan ve meclîs-i meârif a’zâsından Harputlu İshak Efendinin (Diyâ-ül-kulûb) ismindeki, 1295 [m. 1878] de neşr edilmiş olan türkçe eserinde Tevrât ve İncîller üzerinde yapdığı îzâhları tedkîk etdik. Bu kitâb, 1407 [m. 1987] senesinde, İstanbulda Hakîkat Kitâbevi tarafından (Cevâb Veremedi) ismi altında, latin harfleri ile basdırılmışdır. Yine hâce İshak efendinin, İstanbulda Süleymâniyye umûmî kütübhânesi, Düğümlü baba kısmında 204 numarada kaydlı olan 1278 [m. 1861] tab’lı türkçe (Şems-ül-hakîka) kitâbı da, 290 sahîfe olup, Kur’ân-ı kerîmin Allah kelâmı olduğunu ve hıristiyanların İncîl dedikleri kitâblarının sonradan yazılmış bir târîh kitâbı olduğunu, kuvvetli vesîkalarla isbât etmekdedir. Bunlardan başka, Bosnalı hâcı Abdüllah bin Destan Mustafâ efendinin[1] yazdığı türkçe(Îzâh-ul-merâm) kitâbı, 1288 [m. 1871] de, İstanbulda, Edirnekapı hâricinde Mustafâ pâşa tekkesi şeyhi Yahyâ efendinin matba’asında basılmış olup, Süleymâniyye kütübhânesi, Nâfiz pâşa kısmında, 771 rakamı ile kaydlıdır. Hıristiyan dîninin temâmen

----------------------------

[1] Abdüllah bin Destan, 1303 [m. 1885] de vefât etdi.

-268-

bâtıl, bozuk olduğunu muhtelif delîller ile isbât etmekdedir. Hıristiyanlığa en büyük darbeyi vuran ve aslı, esâsı olmadığını ortaya koyan, Hindli Rahmetullah efendinin (İzhâr-ül-hak) kitâbından da istifâde etdik.

Fârisî (Makâmât-i ahyâr) kitâbının üçyüzdoksanıncı sahîfesinde diyor ki, (Protestan papazı Fander, hıristiyanlar arasında çok meşhûr idi. Protestan misyoner teşkilâtı, seçdikleri papazlar ile Fanderi Hindistâna gönderdi. Hıristiyanlığı yaymak için çalışacaklardı. 1270 [m. 1854] senesinin Rebî’ul-âhır ayında ve Recebin onbirinci günü, bu misyoner hey’eti, âlimler ve seçilmiş zâtlar arasında, Delhînin büyük islâm âlimi Rahmetullah efendi ile münâzara, ilmî mücâdele yapdılar. Uzun münâkaşalar netîcesinde, Fander ve yardımcıları cevâb veremez hâle geldiler. Dört sene sonra, ingiliz hükûmeti Hindistânı işgal edince [ve müslimânlara ve bilhâssa sultâna ve din adamlarına korkunç işkenceler yapınca] Rahmetullah efendi, Mekke-i mükerremeye hicret eyledi. 1295 [m. 1878] senesinde, bu misyoner hey’eti İstanbula gelerek, hıristiyanlık propagandasına başladı. Sadr-ı a’zam Hayreddîn pâşa, Rahmetullah efendiyi İstanbula da’vet etdi. Misyonerler, karşılarında Rahmetullah efendiyi görünce çok korkdular. Süâllere cevâb veremiyerek, firâr etmekden başka çâre bulamadılar. Pâşa, bu büyük islâm âlimine çok ihsânda bulundu. Hıristiyanları nasıl red ve perîşan etdiğini yazmasını ricâ etdi. Bu da, Recebin onaltıncı gününden Zilhicce sonuna kadar, arabî (İzhâr-ul-hak) kitâbını yazdı ve Mekkeye gitdi. Hayreddîn pâşa, bunu türkçeye terceme etdirip, ikisini de basdırdı. Avrupa dillerine de, terceme ve tab’ ve her memlekete neşr edildi. İngiliz gazeteleri, (Eğer bu kitâb yayılırsa, hıristiyanlık çok zarar görecekdir) şeklinde neşriyyât yapdılar. Bütün müslimânların halîfesi olan sultân ikinci Abdülhamîd hân “rahmetullahi aleyh”[1], 1304 Ramezân ayında tekrâr da’vet edip, serâyında çok hurmet ve ikrâm yapdı. Rahmetullah efendi 1308 [m. 1890] Ramezân ayında Mekke-i mükerremede vefât etdi.

Bütün bu eserlerden başka Kur’ân-ı kerîm hakkında, bundan 100 sene evvel yazılmış ba’zı garblıların eserlerini de tedkîk etdik. O zemân şu kanâate vardık ki, bu iki mukaddes kitâb temâmen tarafsız olarak tedkîk edilecek olursa, hangisinin (Allah kelâmı) olduğu [en inâdcı bir insanın bile], hangi dinden olursa olsun âşikâr olarak kabûl etmeğe mecbûr olacağı bir tarzda meydâna çıkmakdadır.

----------------------------

[1] Abdülhamîd hân, 1336 [m. 1918] de vefât etdi.

-269-

Bu bölümü iki kısm olarak tertîb etdik. Birinci kısmda, yukarıda ifâde etdiğimiz gibi Kur’ân-ı kerîm ve şimdi elde bulunan Tevrât ve İncîller ve Kur’ân-ı kerîm üzerindeki ilmî tedkîkleri bildirdik.

İkinci kısmda, Peygamberimiz Muhammed aleyhisselâmın mu’cîzeleri, fazîletleri ve güzel ahlâkı yazılıdır. Bunların hepsini, Osmânlı devletinde yetişmiş islâm âlimlerinin meşhûrlarından Nişancı zâde Muhammed efendinin “rahime-hullahü teâlâ” (Mir’ât-ı Kâinât) ismindeki türkçe târîh kitâbından intihâb etdik. Kendisi 1031 [m. 1622] de vefât etmişdir. Kitâbı, 1269 [m. 1853] de İstanbulda basılmışdır.

Sevgili okuyucularımızın, kitâbımızın bu kısmını da büyük alâka ile okuyacaklarını ve verilen ma’lûmâtdan fâideleneceklerini ümmîd ederiz. Allahü teâlâ hepimize hidâyet versin. Cümlemizidoğru yolda bulundursun. Âmîn!

Kış günleri gidip, behâr gelince,

açılır gafletden, gözü dağların.

Donanır, süslenir, gonca güllerle,

geçmez bülbüllere, nazı dağların.

 

Gece gündüz, tesbîhledir işleri,

Allah, Allah söyler, dâim kuşları.

Göklere uzanmış, sanki başları,

düâ kıblesine, yüzü dağların.

 

Kudretden, hepsine, hulle biçilir,

Hak rahmeti, üstlerine saçılır.

Dürlü dürlü, çiçekleri açılır,

Cennet-i a’lâdır, yazı dağların.

 

Bakıp doyulmaz, yeşil alanlara,

hidâyetler olur, Hakdan anlara.

Esen yeli, safâ verir canlara,

miskü anber kokar, tozu dağların.

 

Bir yanda, zanbaklar, bir yanda lâle,

ırmakları benzer, âb-ı zülâle.

(Sebbeha) ma’nâsı, geliyor dile,

şükür Hakka, dâim sözü dağların.

-270-