Allahü teâlâ, insanı yaratınca, ona (Akl) ve (Düşünme kudreti)ni verdi. İslâm
âlimlerinin “rahime-hümullahü teâlâ” insana (Hayvân-ı nâtık) ya’nî
düşünen mahlûk demeleri ve Descartesin (Düşünüyorum, o hâlde varım) felsefesi,
bunun açık bir
ifâdesidir.
Diğer mahlûklardan en büyük farkı, insanın (beden)i
yanında
(rûh)u bulunması,
düşünebilmesi, bütün olayları aklı ile muhâkeme edebilmesi, aklı ile karâr
vermesi ve bu karârı
uygulayabilmesi, iyilik ve fenâlığı ayırabilmesi, hatâ işlediğini anlıyabilmesi ve
bunun için pişmanlık
duyması ve
benzeri gibi üstünlükleridir. Fekat, acabâ insan, kendisine verilen bu çok
yüksek hâssayı,
kendi başına ve hiç bir rehber [yol gösterici] olmadan kullanabilir mi? Kendi
başına doğru
yolu bulabilir ve Allahü teâlâyı tanıyabilir mi?
Târîhi inceleyecek olursak, insanların önlerinde,
Allahü teâlânın
gönderdiği bir
rehber olmadan kendi başlarına gitdiklerinde, hep yanlış yollara sapdıklarını görürüz. İnsan,
kendisini yaratan büyük kudret sâhibinin var olduğunu, aklı sâyesinde
anladı. Fekat,
ona giden yolu bulamadı.
Peygamberleri işitmiyenler, hâlıkı
evvelâ etrâflarında
aradı.
Kendilerine en büyük fâidesi olan güneşi, yaratıcı sandılar ve ona tapmağa başladılar. Sonra,
büyük tabî’at güçlerini, fırtınayı, ateşi,
kabaran denizi, yanar dağları ve
benzerlerini gördükçe bunları yaratıcının muâvinleri
zan etdiler. Her biri için bir (Sûret, alâmet) yapmağa kalkdılar. Bundan
da
putlar doğdu. Böylece, çeşidli putlar zuhûr etdi. Bunların gazabından
korkdular ve onlara kurbanlar kesdiler. Hattâ, insanları bile bu
putlara kurban etdiler. Her yeni hâdise karşısında, putların mikdârı da artdı. İslâmiyyet
zuhûr etdiği
zemân Kâ’be-i muazzamada 360 put vardı. Kısacası, insan, (BİR), ezelî ve ebedî olan Allahü teâlâyı kendi başına
bir dürlü tanıyamadı. Bugün bile
güneşe ve ateşe tapanlar vardır. Bunlara şaşmamalıdır. Çünki, rehbersiz, karanlıkda doğru yol bulunamaz. Kur’ân-ı kerîmde, İsrâ
sûresinin onbeşinci âyetinde meâlen, (Biz, Peygamber göndererek bildirmeden önce azâb yapıcı değiliz) buyurulmakdadır.
Allahü teâlâ, kullarına verdiği akl ve
düşünme kuvvetinin nasıl
kullanılacağını onlara öğretmek ve
kendi birliğini
onlara tanıtmak
ve iyi işleri fenâ, zararlı işlerden ayırmak için, dünyâya Peygamberler “aleyhimüsselâm”
gönderdi. Peygamberler beşerî sıfatlarda bizim gibi insandır. Onlar da yir, içer, uyur ve
yorulur. Bizden farkları,
zekâ ve muhâkeme kuvvetlerinin çok üstün olması, tertemiz ahlâklı ve Allahü
teâlânın
emrlerini bize teblîg edecek bir güçde bulunmalarıdır. Allahü teâlânın emrlerine ve yasaklarına (Din) denir. Muhammed aleyhisselâmın bildirdiği dîne (İslâmiyyet) denir.
Peygamberler, en büyük rehberlerdir. İslâm dînini teblîg eden, en son ve en üstün
peygamber, Muhammed aleyhisselâmdır. Allahü teâlânın gönderdiği kitâbı da (Kur’ân-ı kerîm)dir.
Aşağıda
islâm dîninden bahs edilirken, bu husûsda dahâ fazla bilgi verilecekdir.
Muhammed aleyhisselâmın
irşâd edici mübârek sözlerine (Hadîs-i şerîf) denir.
Bunlar çeşidli kıymetli
kitâblarda bildirilmişdir. Kur’ân-ı kerîm ve hadîs-i şerîfleri bize açıklayan büyük
din âlimleri de vardır.
(Böyle âlimlere lüzûm var mı? İnsan
iyi bir müslimân olmak için islâm dîninin kitâbı olan Kur’ân-ı kerîmi
okuyarak ve hadîs-i şerîfleri inceleyerek doğru yolu bulamaz mı?) diyenler ve bu din rehberlerine kıymet ve
ehemmiyyet vermiyenler de vardır. Hâlbuki bu, çok yanlışdır. Zîrâ, din esâsları hakkında hiç bir
ma’lûmâtı olmıyan bir
insan, bir rehber olmadan Kur’ân-ı kerîmin ve hadîs-i şerîflerin derin ma’nâsını anlıyamaz. En
mükemmel bir sporcu bile, yüksek bir dağa çıkarken kendisine bir rehber arar. Bir büyük
fabrikada mühendislerin yanında ustabaşılar ve ustalar vardır. Böyle bir
fabrikaya ilk giren işçi, evvelâ ustalarından, sonra ustabaşılarından işinin
inceliğini öğrenir. Bunları öğrenmeden
önce, yüksek mühendis ile temâs ederse, onun sözlerinden, hesâblarından hiç bir
şey anlamaz. Çok iyi silâh kullanan bir kimse bile, kendisine verilen yeni bir
silâhın nasıl kullanılacağı kendine öğretilmeden,
onu doğru
kullanamaz. Bunun içindir ki, din ve îmân işlerinde, Kur’ân-ı kerîmin ve
hadîs-i şerîflerin ma’nâlarını anlıyabil-
mek için, kendilerine (Mürşid-i
kâmil) ismini verdiğimiz büyük din âlimlerinin eserlerinden fâidelenmemiz
gerekmekdedir. İslâm
dînindeki Mürşid-i kâmillerin en üstünleri, dört mezheb imâmlarıdır. Bunlar,
imâm-ı
a’zam Ebû Hanîfe, imâm-ı
Şâfi’î, imâm-ı
Mâlik[1] ve imâm-ı Ahmed bin Hanbeldir “rahmetullahi aleyhim ecma’în”. Bu
dört imâm, İslâm
dîninin dört temel direkleridir. Kur’ân-ı kerîmin ve hadîs-i şerîflerin ma’nâlarını doğru olarak öğrenmek için,
bunlardan birinin kitâblarını
okumak lâzımdır. Bunların herbirinin
kitâblarını açıklıyan binlerce
âlim gelmişdir. Bu açıklamaları okuyan,
islâm dînini doğru
olarak öğrenir.
Bu kitâbların
hepsindeki îmân bilgileri aynıdır. Bu
doğru
îmâna (Ehl-i Sünnet) i’tikâdı [inancı] denir.
Sonradan uydurulan, bunlara uymayan bozuk, sapık inanç yollarına (Bid’at) ve (Dalâlet)
yolları
denir. Âdem aleyhisselâmdan beri, bütün peygamberlerin teblîg etdiği dinlerde
bir olan esâs, îmân esâslarıdır.
Allahü teâlâ, îmân bilgilerinde ayrılık istememişdir. Kur’ân-ı kerîmde, Enâm
sûresinin yüzelli dokuzuncu âyetinde sevgili Peygamberine “sallallahü
teâlâ aleyhi ve sellem” meâlen, (Dinde fırka fırka ayrılanlarla senin hiçbir ilgin olamaz. Onların cezâlarını
Allahü teâlâ verecekdir) buyurulmakdadır.
Gözü ağrıyan, kime baş vurur? Bekçiye mi, avukata mı, matematik öğretmenine mi,
yoksa göz mütehassısı olan doktora
mı? Elbet,
mütehassısa
gidip, çâresini öğrenir.
Dînini, îmânını kurtarmak
için çâre arayanın da,
avukata, matematikçiye, gazeteye, sinemaya değil, din mütehassısına başvurması lâzımdır.
Din âlimi olmak için, zemânın fen
bilgilerini iyi bilmek, fen ve edebiyyat fakültelerinden diploma alıp, ayrıca doktorası, ihtisâsı olmak,
Kur’ân-ı
kerîmi ve ma’nâlarını ezberden
bilmek, binlerce hadîs-i şerîfi ve ma’nâlarını ezbere bilmek, islâmın yirmi ana ilminde mütehassıs olmak ve
bunların
kolları olan
seksen ilmi iyi bilmek, bu ilmlerde ictihâd derecesine yükselmek, dört mezhebin
inceliklerini kavramış
olmak, tesavvufun en yüksek derecesi olan (Vilâyet-i
hassa-i Muhammediyye) denilen olgunluğa erişmiş olmak lâzımdır.
Kendi hastalığını ve
kalbindeki hastalığın
ilâcını bilmiyen
câhillerin hadîs-i şerîflerden kendine uygun olanları seçip alması imkânsız gibidir. İslâm
âlimleri, kalb, rûh mütehassısları olup, herkesin bünyesine uygun rûh ilâclarını, hadîs-i
şerîflerden seçerek söylemişler ve yazmışlardır. Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem”,
dünyâ eczâhânesine yüzbinlerce ilâc hâzırlıyan baş tabîb olup, Evliyâ ve âlimler de, bu hâzır ilâcları, hastaların derdlerine
----------------------------
[1] Mâlik bin Enes, 179
[m. 795] de Medînede vefât etdi.
göre dağıtan, emrindeki yardımcı tabîbler gibidir. Hastalığımızı bilmediğimiz, ilâcları tanımadığımız için,
yüzbinlerce hadîs-i şerîf içinden, kendimize ilâc aramağa kalkarsak (Allergie) = aksi te’sîr hâsıl olarak,
câhilliğimizin
cezâsını çeker, fâide
yerine zarar görürüz. Bunun için hadîs-i şerîfde,
(Kur’ân-ı kerîmden kendi aklı ile kendi düşüncesi ve
bilgisi ile ma’nâ çıkaran [din
büyüklerinin, Peygamberimizden “sallallahü aleyhi ve sellem” ve Eshâb-ı kirâmdan
“radıyallahü
teâlâ anhüm ecma’în” alarak yapdıkları tefsîrlere aykırı uydurma tefsîr yazan] kâfir olur) buyuruldu. Mezhebsizler, bu inceliği anlıyamadıkları için, (Herkes
Kur’ân ve hadîs okumalı, dînini bunlardan kendi anlamalı, mezheb
kitâblarını okumamalıdır)
diyerek, Ehl-i sünnet âlimlerinin
“rahime-hümullahü teâlâ” kitâblarının okunmasını
yasak ediyorlar. Bu kitâblardaki bilgilere, Allahü teâlâya inanmamakdır, Ona ortak
koşmakdır,
diyecek kadar sapıtıyorlar.
Böylece insanların
islâm dîninin tâm esâsını öğrenmelerine
mâni’ oluyor ve fâide yerine zarar veriyorlar.
Şimdi dinlerden bahs edelim. Bugün
dünyâ yüzünde Allahü teâlânın varlığını
bildiren üç semâvî din vardır:
1 - YEHÛDÎ DÎNİ: Yehûdî dîni, İslâm dîninin gelmesiyle nesh edilmiş olan ve İsrâîl oğullarından Mûsâ
aleyhisselâma îmân edenlerin ve bunlardan çoğalarak zemânımıza kadar uzanan insanların dînidir. İbrâhîm
“aleyhisselâm”ın oğlu İshak
“aleyhisselâm”, bunun oğlu da
Ya’kûb “aleyhisselâm”dır.
Hazret-i Ya’kûbun bir ismi de İsrâîldir. İsrâîl, Abdüllah demekdir. Allahın kulu ma’nâsınadır. Bunun için
Ya’kûb aleyhisselâmın
oniki oğlundan
çoğalan
insanlara (Benî İsrâîl) (İsrâîl
oğulları) denir. Mûsâ
“aleyhisselâm”, büyük bir Peygamber idi. Benî İsrâîle gönderilmişdir. Benî İsrâîl Mısrda çoğaldı. Dinlerine
sarılıp, ibâdet
ederlerdi. Fekat, [Fir’avnlardan] zulm ve hakâret görürlerdi. Bir rivâyete göre
Îsâ aleyhisselâmdan 1705 sene önce, Mûsâ aleyhisselâm Mısrda tevellüd
etdi. Kırk
yaşına kadar Fir’avnın
serâyında
yaşadı.
Dahâ sonra akrabâları ile
buluşdu. Medyene gitdi. Şu’ayb aleyhisselâmın kızı ile evlendi. Mısra dönmek için yola çıkdı. Yolda, Tûr
dağında
Allahü teâlâ ile konuşdu. Allahü teâlâ Ona (On emr)i verdi. Mûsâ aleyhisselâm,
(Evâmir-i Aşere) On Emri teblîg etdi. Mûsâ aleyhisselâm Benî İsrâîli Mısrdan çıkardı. Tûr dağında Allahü
teâlâ ile tekrar konuşdu. Onlara tek bir Allaha îmânın lâzım olduğunu bildirdi.
Allahü teâlânın
gönderdiği (Tevrât) adlı kitâbı onlara getirdi. Fekat onları, kendilerine
va’d olunmuş topraklara götüremedi. Mîlâddan evvel 1625 senesinde vefât etdiği tahmîn
ediliyor. Benî İsrâîl,
Onun bu ilâhî telkinlerini bir dürlü kavrayamadı.
Mîlâddan evvel Âsûrî devleti iki
def’a ve Mîlâdın 135
senesinde Roma imperatoru Andiriyan Kudüsü alarak yehûdîlerin çoğunu kılıncdan
geçirdiler. Tevrâtları yakdılar. Tevrât
unutuldu. Yehûdîler, zemânla bozuldular. Yetmişbir fırkaya ayrıldılar. Tevrâtı değişdirdiler. (Talmûd) denilen din kitâbı yazdılar ki, (Mişnâ) ve (Gamârâ) diye
iki kısmdır. (Mîzân-ül-mevâzîn) kitâbı, yehûdîlerin
ve hıristiyanların ellerindeki
Tevrât ve İncîl
dedikleri kitâbların
Allah kelâmı
olmadıklarını isbât
etmekdedir. Kitâb fârisîdir. İkiyüzelliyedinci sahîfesinde diyor ki, (Yehûdî i’tikâdına göre,
Allahü teâlâ, Mûsâ aleyhisselâma, Tûr dağında Tevrât kitâbını verdiği gibi, ba’zı ilmleri de ilhâm eylemiş. Mûsâ, bu ilmleri
Hârûna, Yûşa’a ve Eliâzâra bildirmiş. Bunlar da, sonra gelen Peygamberlere ve
nihâyet mukaddes Yehûdâya bildirmişler. Bu da, mîlâdın ikinci asrında, bu
ilmleri, kırk
senede bir kitâb hâline getirmiş. Bu kitâba (Mişnâ)
denilmiş. Mîlâdın üçüncü asrında Kudüsde ve altıncı asrında, Bâbilde Mişnâya birer şerh yazılmış. Bu şerhlere
(Gamârâ) denilmiş. Mişnâ ile iki
Gamârâdan birini, bir kitâb hâline getirip, bu kitâba (Talmûd) demişlerdir. Kudüs Gamârâsından meydâna
gelen Talmûda (Kudüs Talmûdu), Bâbil
Gamârâsından
meydâna gelene (Bâbil Talmûdu) demişlerdir.
Hıristiyanlar
bu üç kitâba düşmandır.
Budüşmanlıklarının
sebeblerinden birisi, Îsâ aleyhisselâmı asmak için hâzırladıkları çarmıhı taşıyan ve çarmıha gerilme hâdisesinde bulunan
Şem’un, Mişnâyı
rivâyet edenler arasındadır derler.
Talmûdda müslimânların
inandığı
şeyler de bulunduğu
için, hıristiyanlar,
müslimânları bu
bakımdan
da inkâr ediyorlar). Yehûdîler kendi din adamlarına (Haham) derler. Talmûdu, Tevrât
gibi okumakdadırlar.
Eli-âzâr, Şu’ayb aleyhisselâmın oğludur.
2 - HIRİSTİYANLIK DÎNİ: Îsâ aleyhisselâm, hazret-i Meryem isminde bâkire bir kızdan doğmuş, bizim
gibi bir insandır.
Kur’ân-ı
kerîmde bu husûs açıkca bildirilmiş
ve Rûhul-Kudüsden bahs edilmişdir. Fekat, bunun ma’nâsı, hıristiyanların zan etdiği gibi Îsâ
aleyhisselâmın
Allahın oğlu olduğu demek değildir.
Rûhul-Kudüs ta’bîri, Allahü teâlânın Îsâ aleyhisselâma (Yüksek kurtarıcı kudretinden)
verdiğine
alâmetdir. Îsâ aleyhisselâm, yehûdîlere dalâletde (sapıklıkda) olduklarını, doğru yolun,
kendisinin gösterdiği yol
olduğunu
bildirmeğe çalışdı. Hâlbuki
yehûdîler, bekledikleri kurtarıcının çok
şiddetli, sert, kavgacı,
tutduğunu
koparan, yehûdîleri diğer
milletlerin esâretinden kurtaracak olan bir şahsiyyet olmasını bekliyorlardı. Îsâ
aleyhisselâma inanmadılar.
Onu yalancı
Peygamber sanarak, Romalılara
ihbâr etdiler ve karşı çıkdılar. Kendi
inançlarına
göre, onu haça gerdirdiler. [İslâm dîni,asl haça gerilen kimsenin Îsâ aleyhisselâm
olmadığını, bil’aks onu
az bir para mukâbili Romalılara satan Esharyut Yehûdâ (Judas)nın haça
gerildiğini
bildirmekdedir.] Bugün hıristiyan
târîhcilerin yapdığı
araşdırmalar,
Îsâ aleyhisselâmın
haçda ölmediğini
meydâna çıkarmakdadır. John Reban
isminde bir zât da, bunun hakkında 1978 senesinde pek çok satılan bir eser
neşr etmişdir. Bu araştırmaların nasıl bir netîce
vereceği
ma’lûm değildir.
Fekat dahâ şimdiden hıristiyanların Îsâ
aleyhisselâmın
(Haçda can verdiği ve
tanrı Babanın kendi
biricik oğlunu
günâhkârlar için fedâ etdiği) efsânesini kökünden yıkmakdadır. Böylece hıristiyan
târîhciler bu gün kiliselere büyük bir darbe indirmekdedirler. Yehûdîler, kısa zemânda
hakîkî Mesîhin geleceğini
bekliyorlardı.
Fekat bugün tanınmış Mûsevî
târîhcilerinden biri, (2000 sene beklediğimiz hâlde,hâlâ bir kurtarıcı gelmedi.
Gâliba Îsâ aleyhisselâm hakîkaten mesîhdi. Biz Onun kadrini, kıymetini
bilmedik ve bize kurtarıcı olarak gelen
bu büyük Peygamberi haça gerdirdik) demişdir.
Îsâ aleyhisselâma (İncîl) isminde
bir kitâb nâzil oldu. Fekat, yehûdîler bu kitâbı, seksen sene içinde yok etdiler.
Sonradan ortaya çıkarılan, hıristiyanların Allahü
teâlâ tarafından
gönderildiğine
inandıkları (Kitâb-ı Mukaddes) iki kısmdır: Birincisi, (Ahd-i
Atîk), Eski Ahd (Old Testament), o
zemâna kadar gelen Peygamberlerin ve bilhâssa Mûsâ aleyhisselâmın teblîgâtını ihtivâ etdiğine inanılır. İkincisi, (Ahd-i Cedîd), Yeni Ahd (New Testament), Îsâ aleyhisselâma inananlardan
Matta (Matthew), Markos (Mark), Luka (Luke) ve
havârî Yuhannâ (Jahn)nın yazdıkları
kitâblarolup, Îsâ aleyhisselâmın hayâtı, yapdığı işler ve verdiği nasîhatları ihtivâ eder. İncîlin hâzırlanmasında, Kur’ân-ı kerîmin zabt olunmasında
gösterilen büyük hassâsiyyet gösterilmemişdir. Hakîkî bilgilere birçok yanlış düşünceler,
efsâneler ve hurâfeler eklenmişdir. 1303 [m. 1885] de vefât eden Manastırlı müderris hâcı Abdüllah
Abdi beğin
arabî (Risâle-i samsâmiyye) ve türkçe (İzâh-ul-merâm) matbû’
kitâblarında, İncîller
üzerinde geniş bilgi vardır.
Hâlbuki, hakîkî İncîle
çok yakın
olan İncîllerin
de mevcûdiyeti bugün biliniyor.
Bunlardan en önemlisi BARNABAS İncîlidir.
Barnabas Kıbrısda doğmuş bir
yehûdî olup, asl ismi JOSEPH idi. Kendisi, Îsâ aleyhisselâma inananların başında
gelmekde ve havârîlerin arasında mühim bir mevkı’i bulunmakdadır. Kendisine verilen BARNABAS lakabı, nasîhat
verici, iyiliğe
teşvîk edici ma’nâsına
gelmekdedir. Hıristiyanlık âlemi,
Barnabası,
Pavlos (Saint Paul, Bolüs)ile birlikde hıristiyanlığı yaymaya giden büyük bir azîz olarak
tanımakda
ve her senenin onbir Hazîranında onun yortusunu yapmakdadırlar.
Barnabas, Îsâ aleyhisselâmdan duyduğu ve öğrendi-
ği
husûsları hiç
bir değişdirme
yapmadan kayd etmişdir. Bu İncîl, hıristiyanlığın ilk üçyüz senesinde diğer İncîllerle birlikde elden ele dolaşmış ve
okunmuşdur. 325 senesinde İznik (Nicene) rûhânî
meclisi, İbrânîce
yazılı bütün İncîllerin
ortadan kaldırılmasına karar
verince, Barnabas İncîli
de yok edilmişdir. Çünki, dört İncîlin dışında İncîl okuyan ve bulunduranların öldürüleceğine dâir emr
çıkarılmışdır. Diğer İncîller
latinceye terceme edilmiş, fekat Barnabas İncîli birdenbire ortadan kaybolmuşdur. Yalnız 383
senesinde, Papa Damasus, tesâdüfen eline geçen Barnabas İncîlinden
arta kalan bir nüshayı
Papalık
kütübhânesinde saklamışdır. 993 [m.
1585] senesine kadar burada kalan Barnabas İncîlini Papa Sextusun dostu olan Fra Marino (Fra,
İtalyanca
erkek kardeş ve râhip ma’nâsına gelir) kütübhânede bulmuş ve onunla çok ilgilenmişdir.
Çünki tanınmış hıristiyan din
adamlarından
IRANEUS (130-200)tahmînen 160 senesinde, (bir tek Allah olduğunu, Îsânın Allahın oğlu olmadığını) ileri
sürerek, (Pavlos, Romalıların birçok tanrıya tapmak alışkanlığından mülhem
olarak teslîsi, ya’nî üç Allaha tapmak yanlış i’tikâdını hıristiyan
akîdeleri arasına sokmak
istemişdir) diyor ve Pavlosu tenkid ederken, Allahü teâlânın bir olduğunu belirten
Barnabas İncîlini
şâhid olarak gösteriyordu. Bunu bilen Fra Marino, Barnabas İncîlini büyük
bir dikkatle okumuş ve tahmînen 1585-1590 seneleri arasında İtalyancaya
çevirmişdir. Bu İtalyanca
el yazısı, birçok
sâhib değişdirdikden
sonra, Prusya Kralı müşâvirlerinden CRAMER’in eline geçmiş ve Cramer, 1120 [m.
1713] senesinde bu kıymetli
el yazısını, Türkleri
Zentada yendiği ve
onların
elinden Macaristan ile Belgrad kalesini geri aldığı için,Avrupada büyük bir şöhret
kazanmış olan
Prens Öjene (Eugénede Savoie) (1663-1736) hediyye etmişdir. Prens Öjen öldükden
sonra Barnabas İncîli,
onun özel kütübhânesi ile birlikde, 1738 de Viyanadaki Kraliyet kütübhânesine
(Hofbibliothek) nakledilmişdir.
İlk def’a olarak bu kütübhânede Barnabas İncîlinin İtalyanca
tercemesini bulan iki İngiliz,
Bay ve Bayan RAGG, bunu İngilizceye
çevirmişler ve bu ingilizce terceme, 1325 [m. 1907] târîhinde Oxfordda basılmışdır. Fekat bu
terceme de esrarlı bir
tarzda ortadan kaybolmuşdur. Bu tercemeden yalnız bir dânesi, British Museum ve bir
dânesi de Vaşingtonda Amerikan Kongresi Kütübhânesinde bulunmakdadır. Pâkistân
Kur’ân-ı
kerîm cem’iyyeti (Qoran Council) büyük
bir himmetle İngilizce
nüshasını 1973 yılında tekrar
basmaya muvaffak olmuşdur. Aşağıdaki parçalar bu kitâbdan alınmışdır.
Barnabas İncîlinin 70. bâbından; (Îsâ,
kendisine, ‘Sen Allahın
Oğlusun’
diyen Petrusa çok kızdı. Onu azarladı. Ona, “Def
ol” benden uzaklaş! Sen şeytânsın ve bana fenâlık yapmak istiyorsun dedi. Ondan sonra
havârîlerine dönerek, bana böyle söyliyenlere yazıklar olsun! Çünki, Allah bana,
bunlara la’net etmek emrini verdi, dedi.)
Yetmişbirinci bâbında, (Ben
kimsenin günâhını afv edemem.
Ancak Allah günâhları afv
eder.)
Yetmişikinci bâbında ise, (Ben
bu dünyâya, cenâb-ı Hakkın dünyâya
selâmet getirecek olan Resûlünün yolunu hâzırlamak için geldim. Fekat sizler dikkat ediniz! O
gelinciye kadar sakın
aldatılmayasınız. Çünki
benim sözlerimi alıp
benim İncîlimi
bozacak birçok yalancı
peygamberler zuhûr edecekdir), dedi. O zemân Andreasın, geleceğini söylediğin bu Resûl
hakkında
bize ba’zı
işâretler söyle ki Onu bilelim süâline karşı, (Bu Resûl sizin zemânınızda
gelmeyecekdir. Sizden birkaç yıl sonra, benim İncîlim tahrîf edilmiş olacağı ve hakîkî
inananların 30
kişi kadar kalacağı bir
zemânda gelecekdir. İşte o
zemân, cenâb-ı Hak
insanlara acıyarak,
elçisini gönderecekdir. Onun başının üzerinde dâimâ beyâz bir bulut bulunacakdır. O çok
kudretli olacak, putları kıracak, puta
tapanları
cezâlandıracakdır. Onun
sâyesinde, insanlar Allahı tanıyacak ve Onu
ta’zîz edecek ve ben de hakîkî olarak tanınacağım. Benim insandan başka bir şey olduğumu
söyliyenlerden intikam alacakdır) demekdedir.
Doksanaltıncı bâbında ise,
(Rûhumun huzûrunda bulunduğu Allah hayydir, diridir. Allahü teâlâ babamız İbrâhîme,
senin neslinden bütün insanları ni’metlendireceğim diye va’d etmiş ise de, O Mesîh [Resûl] ben değilim. Allahü
teâlâ beni dünyâdan çekip aldığı zemân, şeytân herkesi benim Allah veyâ Allahın oğlu olduğuma inandıracak. Bu
la’netli fitneyi yeniden diriltecek. Sözlerim ve akîdem öylesine tahrîf
edilecek ki, otuz kadar mü’min ya kalacak, ya kalmıyacak. Bunun
üzerine Allahü teâlâ insanlara merhamet ederek, her şeyi Onun için yaratmış olduğu Resûlünü
gönderecekdir. Bu Resûl güneyden gelecekdir. Büyük kudret sâhibi olacakdır. Putları kıracak, puta
tapanları ortadan
kaldıracak,
şeytânın
insanlar üzerindeki hâkimiyyetine son verecekdir. Kendisi ile birlikde, Allahü
teâlânın
selâmeti de inanan insanlara ulaşacak ve kendisinin sözlerine inananlar, Allahü
teâlânın
dürlü dürlü ni’metlerine nâil olacaklardır) demekdedir.
Doksanyedinci bâbında ise,
(Söylediğin
Mesîhin ismi nedir ve Onun gelişinin alâmetleri nelerdir? diye soran kâhine Îsâ
şöyle dedi: Mesîhin (Resûlün) adı hayran olmağa değer güzellikdedir.
Allahü teâlâ Onun rûhunu yaratdığı zemân, Ona
bu ismi verdi ve Onu semâvî ihtişâmı içine koydu ve bekle ey Ahmed! Senin hâtırın için ben
Cenneti, dünyâyı ve
birçok mahlûku yaratdım.
Bunları sana
hediyye ediyorum. Sana kıymet
veren, benden kıymet
bulacak. Sana la’net eden [küfreden], tarafımdan la’net olunacakdır. Ben seni
dünyâya, kurtarıcı Resûlüm
olarak göndereceğim.
Senin sözün sırf
hakîkat olacakdır.
Yer ve gök ortadan kalkabilir. Fekat, senin yolun dâimâ sonsuz olacakdır, dedi. Onun
mukaddes ismi Ahmeddir. Bunun üzerine Îsânın etrafında toplanmış olan halk, seslerini yükselterek, Ey Ahmed!
Dünyâyı
kurtarmak için çabuk gel! diye bağırdılar) demekdedir.
Yüzyirmisekizinci bâbında ise,
(Kardeşlerim! Ben toprakdan yaratılmış bir insanım. Sizin gibi toprak üzerinde yürüyorum. Günâhlarınızı bilin ve
tevbe edin! Kardeşlerim! Şeytân, Romalı askerlerin yardımı ile, size benim Allah olduğumu
söyliyerek sizi aldatacak. Onların, sahte ve yalancı ilahlara kulluk ederek Allahın la’netine uğrayacaklarını görerek,
onlara inanmayınız)
demekdedir.
Yüzotuzaltıncı bâbında, Cehennem
hakkında
izâhat verildikden sonra, Muhammed aleyhisselâmın kendi ümmetini Cehennemden nasıl kurtaracağı anlatılmakdadır.
Yüzaltmışüçüncü bâbında ise,
(Havârîlerin, geleceğini
söylediğin
zât, kim olacak? süâline karşı, Îsâ aleyhisselâm, kalbinin bütün sevinci ile,
Onun ismi Ahmeddir. O geldiği zemân, uzun müddet yağmur yağmasa bile, toprakda meyve ağaçları
yetişecekdir. Onun getirdiği, Allahın rahmeti sâyesinde, insanlar Onun zemânında iyi
şeyler yapmak fırsatını bulacaklar.
Allahın
rahmeti insanlar üzerine yağmur gibi yağacakdır, dedi) demekdedir.
Îsâ aleyhisselâmın son günleri
hakkında
Barnabas İncîli
şu ma’lûmatı
vermekdedir: [Bâb 215-222] (Roma askerleri, Îsâ aleyhisselâmı yakalamak
için evden içeri girdikleri zemân dört büyük melek Cebrâîl, İsrâfîl,
Mikâîl ve Azrâîl, Allahü teâlânın emri ile Onu kucaklayıp pencereden çıkararak göğe kaldırdılar. Romalı askerler
kendilerine kılavuzluk
eden Yehûdâyı (Judas), sen Îsâsın! diye yakaladılar. Bütün inkârına, bağırıp çağırmasına, yalvarmasına rağmen sürükleye sürükleye hâzırlanmış olan çarmığa götürüp asdılar. Sonra
Îsâ aleyhisselâm, annesi Meryeme ve Havârilerine göründü. Meryeme, anne,
görüyorsun ki, ben asılmadım. Benim
yerime hâin Yehûdâ haça gerildi ve öldü. Şeytândan sakının! Çünkü o,
dünyâyı yanlış bilgi ile
aldatmak için her şeyi yapacakdır. Gördüğünüz ve duyduğunuz şeyler için sizi şâhid yapıyorum
dedi. Ondan sonra inananları koruması ve
günâhkârların
nedâmet getirmesi için Allahü teâlâya düâ etdi. Şâkirdlerine dönerek, Allahü
teâlânın
ni’meti ve rahmeti sizinle olsun dedi. Bundan sonra dört büyük melek onu
şâkirdlerinin ve anasının gözü önünde
tekrar semâya kaldırdılar.)
Görülüyor ki, Barnabas İncîli son
Peygamber Muhammed aleyhisselâmın geleceğini, ondan 600 veyâ 1000 sene evvel bildirmekdedir.
Allahü teâlânın bir
olduğundan
bahs etmekde ve teslîsi yalanlamakdadır.
Avrupa ansiklopedilerinde Barnabas İncîli hakkında şu bilgi
vardır:
(Barnabas İncîli
denilen bir el yazısı, onbeşinci
yüzyılda İslâmiyyeti
kabûl etmiş bir İtalyan
tarafından
yazılmış, uydurma bir
kitâbdır).
Bu açıklama tamâmiyle yanlışdır. Barnabas İncîli dahâ
üçüncü yüzyılda,
ya’nî Muhammed aleyhisselâmın gelmesinden 300 [doğrusu 700] sene evvel aforoz edilerek ortadan kaldırılmışdır. Demek ki,
dahâ o zemân da, içinde fanatik hıristiyanların işine gelmeyen, ya’nî Allahü teâlânın BİR olduğunu, Îsâ
aleyhisselâmdan sonra başka bir Peygamberin geleceğini bildiren
bahsler vardı.
Bunun için, dahâ islâmiyyet başlamadan evvel müslimân olması mümkin olmıyan bir kimse
tarafından
yazılmasına imkân
yokdur. İtalyancaya
çeviren Fra Marino ise, bir katolik papazı olup, müslimânlığı kabûl etdiğine dâir
elimizde hiçbir vesîka yokdur. Tercemeyi değişdirmesi için bir sebeb yokdur. Unutmamak
gerekir ki, çok zemân evvel, ya’nî mîlâddan sonra 300 ile 325 seneleri arasında birçok
önemli hıristiyan
din adamları, Îsâ
aleyhisselâmın
Allahın oğlu olduğunu kabûl
etmemiş ve Onun bizim gibi bir insan olduğunu isbât etmek için Barnabas İncîlini öne
sürmüşlerdir. Bunlardan en mühimi, Antakya piskoposu olan Luçiandir. Fekat
bundan da meşhûru, onun şâkirdi olan ARİUS (270-336) dur. Arius, İskenderiyye
piskoposu, dahâ sonra İstanbul
Patriki olan ALEKSANDRUS tarafından aforoz edilmişdir. Bunun üzerine Arius, arkadaşı İzmit
piskoposu Eusbiusun yanına
gitdi. Arius etrâfında o
kadar fazla tarafdar toplamışdır ki,
Bizans İmperatörü
Kostantin ile, kız
kardeşi bile onun kurduğu
Arianlar mezhebine girmişlerdi. Bundan sonra, Muhammed aleyhisselâm zemânında Papaolan
HONORİUS,
Îsâ aleyhisselâmın
yalnızca
insan olduğunu
ve üç Allaha inanmanın doğru olmadığını ileri
sürmüşdür. [630 da ölen Papa Honorius, ölümünden 48 sene sonra 678 senesinde İstanbulda
toplanan Rûhânî Meclis tarafından resmen la’netlenmişdir.] (Anathematised),
1547 senesinde sicilyalı bir râhib CAMİLLO'nun te’sîri altında kalan L.F.M. SOZZINI, hıristiyanların en
büyük din adamlarından ve Calvinizmin kurucusu olan Fransız Jean CALVİN
(1509-1564)e mürace’ât ederek, (Ben teslîse “üçlü tanrıya” inanmıyorum) diye
meydân okumuş, Ariusun mezhebini tercîh etdiğini bildirmiş ve mühim bir hıristiyan
akîdesi olan (Âdem aleyhisselâmın büyük günâhı ve Îsâ aleyhisselâmın bunun
keffâreti için dünyâya geldiği) i’tikâdını red etmişdir. Bu zâtın yeğeni olan F.P. SOZZINI, 1562 de bir kitâb neşr
ederek Îsâ aleyhisselâmın
ilahlığını kesin olarak
inkâr etmişdir. 1577 de SOZZINI, Transilvanyada Klausenburg şehrine gitmişdi.
Çünki bu memleketin başında bulunan SİGİSMUND, teslîsi kabûl etmiyordu. Yine burada Piskopos
Francis David (1510-1579) teslîsin temâmiyle karşısında idi ve
teslîsi reddeden bir mezheb kurmuşdu. Bu mezheb Polonyada RAKOV şehrinde
kurulduğu
için, sâlikleri (Rakoviyanlar) ismini
almışlardı. Bunların hepsi (Arius)un
mezhebine inanıyorlardı. Bu küçük
kitâbımızın içine bütün
bu târîhî bilgileri koymakdan maksadımız, kitâbımızı okuyanlara,
aklı
başında olan birçok hıristiyan
din adamının, ellerinde
bulunan İncîllere
inanmadıklarını ve doğru İncîlin
BARNABAS İncîli
olduğunu
kabûl etdiklerini belirtmek içindir. Bu isyânı gören Papalar ve onların avânesi,
Barnabas İncîlini
ortadan kaldırmak
için ellerinden gelen her şeyi yapmışlardır.
Bugün hıristiyanların ellerinde
bulunan İncîllerde
ve Ahd-iatîkde de, bütün tahrîflere rağmen, Îsâ aleyhisselâmdan sonra bir Peygamber
“aleyhissalâtü vesselâm” geleceği yazılıdır. Yuhannâ İncîlinin 16.
bâbının 12 ve 13.
âyetlerinde şöyle denilmekdedir: (Benim söyliyeceğim dahâ birçok şeyler var. Fekat siz
henüz bunlara tehammül edemezsiniz. Fekat O geldiği zemân sizi her hakîkate ulaşdıracakdır). Yuhannâ İncîlinin bu
yazısı, İngiliz ve
Amerikan İncîl
şirketleri tarafından
1303 [m. 1886] senesinde İstanbulda
Boyacıyan
Agob matba’asında
basdırılmış olan (Kitâb-ı Mukaddes)in
ibrânî dilinden türkçeye tercemesinin 885. sahîfesinde (Benim gitmem size hayrlıdır. Zîrâ ben
gitmeyince, size tesellî edici gelmez. O geldiğinde dünyâyı günâh ve
salâh ve hükm husûslarında
ilzâm edecekdir. Size söyliyeceğim dahâ çok şeyler var. Lâkin şimdi tehammül edemezsiniz.
Ama, o hakîkat rûhu geldiği
zemân, sizi cümle hakîkate irşâd edecekdir. Zîrâ kendiliğinden
söylemeyip, işitdiği
şeylerin cümlesini söyliyecek ve vuku’ bulacak şeyleri size haber verecekdir. O
beni ta’zîz edecek, çünki, benimkinden alıp size ihbâr edecekdir) şeklinde yazılıdır. Buradaki
“O” kelimesi İncîl
terceme ve tefsîrlerinde (Rûh) veyâ (Rûh-ul-kuds) olarak gösterilmekdedir.
Hâlbuki, Lâtince aslında,
(PARACLET) diye yazılıdır ki, bu
kelime, “tesellî edici” ma’nâsına gelir. Demek
oluyor ki, papazlar bütün gayretlerine rağmen İncîlden
(benden sonra bir tesellî edici gelecekdir) ibâresini kaldıramamışlardır. Bundan
başka PAVLOSun yazdığı ve hıristiyanların (Kitâb-ı mukaddes)in bir
kısmı olarak kabûl
etdikleri mektûblardan “Korintoslulara birinci mektûb”un, onüçüncü bâbının sekizinci
âyeti ve devâmında,
(Sevgi sona ermez. Fekat Peygamberler sona erecekdir. Diller de kaybolacakdır. [Latince
ve eski Yunanca gibi.] İlm de
iptâl olunacakdır.
[Ortaçağ ilmi
gibi.] Zîrâ biz bunların
ancak çok az bir parçasını biliyoruz.
Fekat, O KÂMİL
olan geldiği
zemân, cüz’î olan ya’nî bütün yarım kalan ve kusûrlu olan bilgiler ortadan
kalkacakdır)
denilmekdedir. Bu yazı,
türkçe (Kitâb-ı mukaddes)in 944. cü sahîfesinde aynen mevcûddur. O hâlde hıristiyanlar,
bugün ellerinde bulunan ve doğru olarak kabûl etdikleri İncîlde de, bir son Peygamber
“aleyhissalâtü vesselâm” geleceğini bildiren kısmlar olduğuna inanmak mecbûriyyetindedirler.
(Barnabas) İncîlinin İngilizce
tercemesi, aşağıda
yazılı on yerde satılmakdadır. Okumak
istiyen, bu adreslerin birinden istiyebilir:
1) Islamic Book Centre, 120,
Drummond Street, London NW 1 2h., England. Tel: 01-388 07 10.
2) Muslim Book Service, Fosis, 38,
Mapesbury Road, London NW2 4JD, England. Tel: 01-452 44 93.
3) Muslim Information Service,
233, Seven Sisters Road, London N4 2DA, England. Tel: 01-272 51 70; 263 30 71.
4) Islamic Book Centre, 19A,
Carrington Street, Glasgow G4 9AJ, Scotland, Great Britain. Tel: 041-331 11 19.
5) The Islamic Cultural Centre
Book Service, 146, Park Road, London NW8 7RG, England. Tel: 01-724 33 63/7.
6) Al-Hoda, Publishers And
Distributers, 76-78, Charing Cross Road, London WC2, England. Tel:
01-240 83 81.
7) A.H. Abdulla, P.O. Box. 81171,
Mombese. (Kenya).
8) Islamic Propagation Centre 47-48
Madrasa Arcade. Durban-Natal (South Africa).
9) Muslim Students Association, of
U.S.A & Canada H.Q. 2501 Directors Row. Indiana Polis Indiana 46241,
(U.S.A.).
10) Begum, Aisha Bawany Wakf, 3rd
Floor, Bank House No. 1, Habib Square, M. A. Jinnah Road, Karachi, PAKİSTAN.
İncîl, İbrânîce idi. Orta Çağda İTALA adı altında
Latinceye çevrildi. Nasrânîlik yayılmağa başlayınca, putperestler ve yehûdîler
onun karşısına çıkdılar. Nasrânîler dinlerini gizli gizli sürdürmeye mecbûr
kaldılar. Yer altında, kaya kovuklarında ve gizli yerlerde kurdukları
ma’bedlerde ibâdet etdiler. Yehûdîler, bütün işkence ve eziyyetlerine rağmen,
nasrânîliğin yayılmasına mâni’ olamıyorlardı. Yehûdîlerin ileri gelenlerinden
ve Îsevîlerin en büyük düşmanlarından olan (Saul), Îsevîliği
kabûl etdiğini, Îsâ aleyhisselâmın kendisini, yehûdî olmıyan milletleri,
Îsevîliğe da’vet için şâkird ta’yin etdiği, yalanını uydurdu. [Kitâb-ı
mukaddes, Resûllerinişleri, bâb dokuz.] İsmini Pavlos olarak değişdirdi. Çok
iyi bir Îsevî görünerek, Îsâ aleyhiselâmın dînini bozdu. Tevhîdi teslîse,
Îsevîliği hıristiyanlığa çevirdi. İncîli tahrîf etdi. Îsâ, Allahın oğludur,
dedi. Şerâb içmeği ve domuz eti yimeği, Îsevîlere halâl etdi. Kıblelerini
şarka, güneşin doğduğu tarafa çevirdi. Îsâ aleyhisselâmın teblîg etdiği dinde
olmıyan pek çok bâtıl şeyleri, Îsevîliğe sokdu. Bozuk fikrleri Îsevîler
arasında yayılmağa başladı. Fırkalara ayrıldılar. Îsâ aleyhisselâmın doğru
yolundan uzaklaşdılar. Dürlü dürlüefsâneler uydurdular. Îsâ aleyhisselâmın
uydurma resm ve heykellerini yapdılar. Haç işâretlerini kabûl etdiler ve bunu
bir sembol addetdiler. Heykellere ve haça tapmağa başladılar. Ya’nî
yenidenputperestliğe döndüler. Îsâ aleyhisselâmı Allahın oğlu olarak kabûl
etdiler. Hâlbuki, Îsâ aleyhisselâm onlara kat’iyyen böyle bir şey söylememiş,
onlara ancak Rûh-ül-Kudsden, ya’nî Allahü teâlânın kendisine bahşetdiği
kudretden bahsetmişdi. Hıristiyanlar,hem Allaha, hem de Onun oğlu kabûl
etdikleri Îsâya, bir de Rûhül-Kudse inanmak zorunda kalınca, bütün hak dinlerin
esâsı olan, “ALLAHÜ TEÂLÂ birdir ve değişmez yaratıcıdır” inancından
uzaklaşarak üç tanrıya birden tapmak gülünçlüğüne düşdüler. (Buna “teslîs” adı
verilir).
Zemânla hıristiyanlık, büyük devletlerin resmî dîni hâline
gelince, Orta çağda korkunç bir zulm devri başladı. Îsâ aleyhisselâmın telkîn
etdiği insanlık, merhamet, şefkat esâsları temâmen unutuldu. Bunun yerine hıristiyanlar,
te’assubu, kin ve nefreti, düşmanlığı ve zulmü ele aldılar. Hıristiyanlık adı
altında, akla sığmaz zulmler yapdılar. Eski Yunan ve Roma medeniyyetlerinin
bütün eserlerini yok etmeğe çalışdılar. İlmin ve fennin karşısına çıkdılar.
Galile (Galileo)[1] gibi, islâm âlimlerinin kitâblarından okuyarak,
dünyânın döndüğünü bildiren bir kimseyi, dinsizlikle ithâm ederek sözünü geri
almazsa, öldürmekle tehdîd etdiler. Vatanı için
----------------------------
[1] Galile, 1051 [m. 1642] de öldü.
mücâdele
eden Jandark (Jeanne d’Arc) (John of Arc)ı,
sihirbazlıkla ithâm ederek, diri diri yakdılar. İspanyol doktoru ve
teologuMichel Servénin de, teslîsi ve Îsâ aleyhisselâmın ulûhiyyetini red ve
Onun bir Peygamber ve kul olduğunu bildirmek için kitâb yazdığı, protestanlığın
kurucularından olan Calvinin teşvîki ile 1553 de Genevede diri olarak yakıldığı
(Kâmûs-ul-a’lâm) ve (Larousse)da yazılıdır. İnsanın tüylerini
ürperten Engizisyon (İnquisition) mahkemeleri
kurarak, yüzbinlerce insanı haksız yere ve çok kerreler sırf servetlerini ele
geçirmek için, “dinsiz” ilân edip, dürlü dürlü işkenceler yaparak öldürdüler.
Ancak Allahü teâlâya mahsûs olan (Günâh afv etmek) kudretini,
papazlara verdiler. Bunlar da, çeşidli menfe’atler karşılığı günâhları afv
etdiler. Hattâ, Cennetden yerler satdılar. En yüksek dînî liderleri Papalar
ise, âdetâ dünyâya hâkim oldular. Dürlü behânelerle kralları bile aforoz
ederek, (Excommunication), ya’nî dinsiz
i’lân ederek bunları afv talep etmek için ayaklarına kadar gelmeye zorladılar.
Mîlâdın 1077. nci senesinde papa Gregordan aforozunu kaldırması için Canossaya
gelen Alman kralı dördüncü Hanri (Henry)[1], kış günü çıplak ayakla papanın serâyı
önünde günlerce bekledi. Papaların arasında çok korkunç cânîler çıkdı.
Bunlardan biri olan Borjiya (Borgia), düşmanlarını
ve bunların arasında bulunan din adamlarını dürlü dürlü zehrlerle öldürdü ve
mallarını gasb etdi. Her dürlü rezâleti işledi. Kız kardeşi ile birlikde karı
koca hayâtı yaşadı. Fekat mukaddes ve günâhsız papa sayıldı. Hıristiyanlık
dînine,papazların evlenmemesi, evlenmiş olan kimselerin kat’iyyen boşanmaması,
günâh çıkarmak mecbûriyyeti gibi, mantık dışı kâideler konuldu. Dünyâda yaşamak
âdetâ günâh sayıldı.
Yedinci asrda zuhûr eden İslâm dîni, bu karanlık arasında
bir nûr gibi parladı. Aşağıda, islâm dîninden bahs ederken göreceğimiz gibi,
temâmiyle en mükemmel ve en mantıkî ve insânî esâslar üzerine kurulmuş olan bu
yüce din, putperestlik karşısında olduğu gibi, esâsı bozulmuş olan hıristiyanlık
karşısında da derhal kolayca yayıldı. Aklı başında olan
herkes, bu yeni dîne iki elle sarıldı. İlme ve fenne ve güzel ahlâka derin bir saygı ile bağlı olan
müslimânlar, Allahü teâlânın ve Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” emrine uyarak çok
çalışdılar. Her
dürlü ilmde, pek çok yeni keşfler yapdılar, pek çok dâhîler yetişdirdiler. Bugün kullanılanKİMYÂ ve CEBİR kelimeleri
arabîden alınmışdır. Bu ve dahâ
pek çok misâller müslimânların ilme yapdıkları hizmetleri açıkca göstermekdedir. Müslimânlar kısa zemânda
büyük ilm merkezle-
----------------------------
[1] Hanri, 498 [m. 1106]
de öldü.
ri, medreseler kurdular. Bütün dünyâya, ilm, fen, insâf,
temizlik, güzel ahlâk ve medeniyyeti yaydılar. Yunan felsefecilerinin eserlerini ortaya çıkararak,
arabîye terceme etdiler. Bunların bozukluklarını isbât etdiler. Dünyâca tanınmış feylesoflardan Hrischfeld, (Hiçbir millet,
Arabların
islâmiyyeti kabûl etmeleri sebebi ile medenîleşdikleri gibi hızla
medenîleşmemişdir) demekdedir. Ortaçağda, hıristiyanlık âlemi, kapkara bir zindân içinde iken ve
papazlar dünyâda yaşamayı
insanlara zehr ederken, müslimânlar ve müslimânların emri altındaki diğer insanlar
râhat, ferâh ve huzûr içinde yaşıyorlardı. Hıristiyanlar, islâm memleketlerindeki zenginliğe kavuşmak,
malları,
paraları gasb
etmek için müslimânlara saldırdılar. Müslimânların elinde bulunan ve kendileri için
mukaddes sayılan
Kudüsü ele geçirmek behânesi ile Haçlı seferleri tertîb etdiler (1096-1270).
Haçlı seferlerinde, haksız yere, çok
müslimânın kanını akıtdılar. Kudüse
girdikleri zemân, kendilerinin de i’tirâf etdiği gibi, câmi’lerde öldürülen
müslimânların kanı, atlarının karınlarına kadar
yükseldi. Hâlbuki, sonra Kudüsü onların ellerinden geri alan Selâhuddîn-i Eyyûbî[1], hıristiyanlara karşı büyük bir âlicenablık gösterdi ve
esîr aldığı İngiliz
kralı
Arslan Yürekli Rişarı
(Richard, Coeur de Lion) serbest bırakdı. Gözü dönmüş
ba’zı
müteassıb hıristiyanlar,
Osmânlı İmperatörlüğüne karşı
sonradan yapılan
seferleri bile, müslimânlara karşı yapılan haçlı seferleri saydılar. 1912/13 deki Balkan harbini, bir
Fransız
târîhçisi “en büyük haçlı
seferi” olarakgösterme küstâhlığında bulunmuşdur. ENDÜLÜS müslimân devleti 897 [m. 1492]
de İspanyollar
tarafından
istîla edildiği
zemân, İspanyollar
oradaki bütün müslimânları yâ kılıçdan geçirmiş
veyâ zorla hıristiyan
yapmışdır. Aynı vahşeti
Amerikanın
yerli ehâlisi İnkalara
karşı da, tatbik etdiler. İspanyollar bu zevallı kibar milleti yok etdi.
Hıristiyanların İslâm dînine ve onun yüce Peygamberine karşı yapdıkları korkunç
iftirâ ve yalanlar, şimdi de, bütün alçaklığı ile devâm etmekdedir. Hindli
Rahmetullah efendi “rahime-hullahü teâlâ” 1270 [m. 1854] senesinde Delhîde ve
sonra İstanbulda
İngiliz
protestan papazları ile
yapdığı
çeşidli münâzaralarda, hepsini cevâb veremez bir hâlde bırakmış ve papazlar
kaçmışlardır. Bu islâm
âliminin papazlara karşı kazandığı büyük zaferi ve onlara vermiş olduğu cevâbları kendisi İstanbulda
yazmışdır. Bu kitâb, (İzhâr-ül-hak) ismi
ile, arabî iki cild hâlinde 1280 [m. 1864] senesinde basılmış, son
zemânlarda Mısrda
tekrar basdırılmışdır. Birinci
cil-
----------------------------
[1] Selâhuddîn-i Eyyûbî,
585 [m. 1189] de Şâmda vefât etdi.
dinin türkçe tercemesi, aynı ism ile İstanbulda,
ikinci cildinin türkçe tercemesi de, (İbrâz-ül-Hak) ismi ile 1293 [m. 1877] de Bosnada basdırılmışdır. İngilizce,
fransızca,
gücerat, urdu ve fârisî tercemeleri de basılmışdır. Tahrîf edilen (Tevrât) ve
(İncîl) kitâblarındaki yalan
ve iftirâlara vesîkalar ile cevâb veren kıymetli islâm kitâblarından,
Abdüllah-ı
Tercümânın
arabî (Tuhfet-ül-erîb) kitâbı ve Necef
Alînin 1288 [m. 1871] de İstanbulda
yazdığı
fârisî (Mîzân-ülmevâzîn) kitâbı ve İmâm-ı Gazâlînin
“rahmetullahi aleyh” (Erredd-ül-cemîl) kitâbı ve İbrâhîm Fasîh
Hayderînin[1] (Es-sırât-ülmüstekîm) kitâbı, Hakîkat
Kitâbevi tarafından
ofset yolu ile basdırılmışdır.
Muhammed aleyhisselâmın peygamber
olduğu
kendisine bildirilmeden evvel ve sonra hiç yalan söylemediği, bunun için
de, düşmanları arasında bile, (Muhammed-ül-emîn) adı ile meşhûr
olduğu,
güneş gibi meydândadır. İslâm
düşmanlarının taşkınlıkları, gözlerini
kör etmiş ve kalblerini o kadar karartmışdır ki, bu açık hakîkati insanlardan saklıyacak kadar
alçalmışlardır. Gençleri İslâm düşmanı yetişdirmek
için, İslâm
dîninde ve Peygamberimizde “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hiçbir kusûr
bulamadıklarından, alçakca
yalan ve iftirâlar ile, İslâmiyyeti
lekelemeğe
yeltenmişlerdir. İyi
huylarla bezenmeği,
kötü huylardan sakınmağı emr eden ve
her çeşid insana ve ölülere, hayvanlara işkence, zarar yapılmasını şiddetle
men’ eden, insan hakları
üzerinde titizlikle durmuş olan yüce bir Peygambere karşı böyle alçak
iftirâlar, insanlık
için ve hür dünyâ milletleri için yüz kızartıcı, çirkin bir lekedir.
Hıristiyanlar içinde de, papazların zulmlerine,
akl ve mantıkdan
uzak akîdelerine isyan edenler çıkdı. 923 [m. 1517] de Luther ismindeki papaz, papaya
isyân etdi. İncîli
Almancaya terceme etdi ve İncîlde bulunmıyan (Papazların evlenmemesi), (Evlenenlerin bir dahâ ayrılmaması), (Günâh çıkarmak) ve
(haça tapmak) gibi husûsları hıristiyan
dîninden çıkartdı. Böylece 931
[m. 1524] de (Protestan) denilen başka
bir hıristiyan
mezhebi kurdu. Fekat teslîsi ya’nî (Baba, Oğul ve Rûh-ül-Kuds) esâsını aynen kabûl
etdi.
1534 de İngiliz kralı sekizinci
Henry de papaya isyân etdi ve onun teşvîki ve zoru ile Anglo-American kilisesi
kuruldu. Meşhûr Fransız
edibi Voltaire (1694-1778) 1172 [m. 1759] da yazdığı (Candide) adlı eserinde,
papazları ve
onların
yanlış telkîn
etdiği ve
fen düşmanlığı
aşıladığı din
akîdelerini ve yapdıkları dürlü
hîlekârlıkları dile
getirerek onları
maskara etmişdi. Bundan sonra böyle
----------------------------
[1] İbrâhîm
Hayderî, 1299 [m. 1881] de vefât etdi.
eserler yazan muharrirler, Fransız 1203 [m.
1789] ihtilâlinin yapılmasında büyük rol
oynamışlardır. Bu
ihtilâlden sonra, papazlar gözden düşmüşlerdir. Ne yazık ki, islâmın büyük
düşmanı olan
ingilizler, müslimânlar arasında vehhâbî isminde, sapık kimseleri meydâna çıkararak, islâmiyyeti
kötü tanıtdıkları için, hıristiyanlar
islâmiyyeti kabûl etmek yerine, dinsizliğe sapmışlardır. 1917 de Rusyadaki bolşevik ihtilâli de, dîni
ortadan kaldırmağa
yeltenmişdir. Fekat zemân geçip ihtilâlin te’sîri azalınca, insanlar
yine kendilerine tapacak bir büyük kudret aramağa başlamışlardır. Tanınmış ve Nobel
Edebiyyat mükâfâtı
kazanmış olan
Rus edîbi Solzhenitsyn, (İlk Çember) adlı eserinde, (İkinci Cihan Harbinde komünistlerin reîsi olan
Stalin[1] bile Allaha inanmış ve yerlere
kapanarak Ondan yardım
dilemişdi) demekdedir.
Bugün, hıristiyanlık oldukça
tasfiye edilmiş olmasına ve
papazların
eski nüfûzları
kalmamasına rağmen, hıristiyanlar
karanlıkdan
kurtulmuş değildirler.
Artık
teslîse inanan hıristiyan
az kalmışdır.
Bugün elimize aldığımız batı dilinde yazılı bir
ansiklopedide, meselâ Almanların meşhûr BROCKHAUS ansiklopedisinin Îsâ(JESUS) maddesinde
(Îsâ çok kerreler kendisinden “Ben bir insan oğluyum” diye bahsetmişdir) diye yazılıdır ki, bu da,
okumuş birhıristiyanın, artık Îsâ
aleyhisselâmı
Allahın oğlu olarak
kabûl etmediğini
ortaya koymakdadır.
Böyle olan kimselerden islâm dînini incelemek imkânını bulanlar,
dalâletden kurtulmakda ve Allahü teâlânın hakîkî dînine kavuşarak, Onun büyük lutflarına nâil
olmakdadırlar.
İslâmiyyeti
incelemek imkânını bulamıyanlar ise,
temâmen dinsizleşip ateist olmakda ve dalâlete düşmekdedirler. Bu husûsda
müslimânlar arasında,
şimdi büyük âlim yetişmemesinin de te’sîri çokdur. Yeni yetişen din adamları, sapık fırkaların te’sîrleri
altında
kalarak o güzel dinlerinde yükselememekle İslâmiyyeti lâyık olduğu şeklde tanımamakdadırlar. İnsanı, Allahü teâlâya yaklaşdıran, dünyâda
râhat ve huzûr ile yaşamasını ve
âhiretde de Onun magfiretine kavuşmasını te’mîn eden dînin, islâm dîni olduğu muhakkakdır.
----------------------------
[1] Rusyanın zâlimi Stalin, 1371 [m. 1952] de öldü.