-6-
Etrâfımızdaki varlıkları his organlarımız ile tanımakdayız. Duygu organlarımıza te’sîr eden şeylere (Varlık) [mevcûd] denir. Varlıkların beş duygu organımıza yapdıkları etkilere, te’sîrlere (Özellik)
veyâ (Sıfat) denir. Varlıklar, birbirlerinden, özellikleri ile ayırd
edilmekdedir. Zıyâ,
ses, su, hava, cam, birer varlık ya’nî (Mevcûd)dur.
Vezni, ya’nî ağırlığı ve hacmi
olan, ya’nî boşlukda yer kaplıyan varlıklara (Cevher) veyâ
(Madde) denir. Maddeler birbirlerinden,
sıfatları, hâssaları ile ayırd edilirler.
Hava, su, taş, cam, ayrı
birer maddedir. Zıyâ,
ses ise, madde değildir.
Çünki, ışık ve
ses, yer kaplamaz ve ağırlıkları yokdur. Her
varlık, (Enerji) ya’nî (Kudret)
taşımakdadır.
Ya’nî, iş yapabilir. Her madde, sulb, ya’nî katı ve mâyi’ ya’nî sıvı ve gaz olmak
üzere üç hâlde bulunabilir. Katı maddelerin şekli vardır. Sıvı ve gaz hâlindeki maddelerin, kendilerine mahsûs belli
şeklleri yokdur. Bunlar, bulundukları kabın şeklini alırlar. Maddenin şekl almış hâline (Cism) denir. Maddeler hep cism hâlinde bulunur.
Meselâ, anahtar, iğne,
maşa, kürek, çivi, başka başka cismlerdir. Ya’nî şeklleri başka başkadır. Fekat,
hepsi demir maddesinden yapılmışdır. Cismler
ikiye ayrılır: Basît
cism, Bileşik cism.
(Âlem mütegayyirdir) ya’nî,
her cismde dâimâ değişiklik
olmakdadır.
Meselâ hareket ederek yer değişdirir. Büyür, küçülür. Rengi değişir. Canlı ise, hasta
olur, ölür. Bu değişmelere
(Olay) veyâ (Hâdise)
denir. Dışarıdan bir
te’sîr olmadan, maddede hiçbir değişiklik meydâna gelmez. Bir hâdise meydâna geldiği zemân,
maddenin yapısı bozulmaz ve
özü değişmezse,
buna (Fizik olayı) denir. Kâğıdın yırtılması, bir fizik
olayıdır. Bir
maddede fizik olayı
meydâna gelmesi için, bu maddeye bir kuvvetin te’sîr etmesi lâzımdır. Maddenin
yapısını bozan, özünü
değişdiren
olaylara (Kimyâ olayı) denir. Kâğıdın yanıp kül olması kimyâ olayıdır. Bir cismde
kimyâ olayı
meydâna gelmesi için, buna başka bir maddenin te’sîr etmesi lâzımdır. İki veyâ dahâ
çok maddenin birbirlerine te’sîr ederek, her birinde kimyâ olayı meydâna
gelmesi işine
(Kimyâsal tepkime) veyâ (Kimyâ reaksiyonu) denir.
Maddelerin kimyâ reaksiyonuna
girmeleri, ya’nî birbirine te’sîr etmeleri, en küçük parçaları ile olur.
Maddelerin bu en küçük parçalarına (Cevher-ül-ferd) veyâ
(Atom) denir. Her cism atomlardan yapılmışdır. Ya’nî,
atom yığınıdır. Atomların yapısı birbirine
benzer ise de, büyüklükleri ve ağırlıkları farklıdır. Bundan dolayı, bugün yüzbeş dürlü atom biliyoruz. En büyük
atom bile, en kuvvetli mikroskopla görülemiyecek kadar pek küçükdür.
Birbirlerine benziyen atomların biraraya gelmesinden (Basît
cism) veyâ (Element) hâsıl olur.
Yüzbeş dürlü atom olduğu
için, yüzbeş dürlü basît cism vardır. Demir, kükürt, cıva, oksijen gazı, kömür birer
elementdir. Başka başka atomların biraraya gelmesinden (Bileşik
cism) veyâ (Mürekkeb cism) hâsıl olur.
Yüzbinlerce bileşik cism vardır. Su, ispirto, tuz, kireç, mürekkeb cismlerdir. Mürekkeb
cismler, iki veyâ dahâ çok basît cismin birbirleri ile birleşmesinden hâsıl olmakdadır. Basît
cismlerin birleşmeleri, atomlarının
birbirleri ile birleşmelerinden hâsıl olur.
Bütün cismler, meselâ dağlar,
denizler, her dürlü bitki ve hayvanlar, hep yüzbeş elementden meydâna
gelmekdedir. Canlı, cansız
her cismin yapı
taşı, hep bu yüzbeş elementdir. Bütün cismler, bu yüzbeş elementden birinin
veyâ birkaçının atomlarının biraraya
gelmesinden hâsıl
olmakdadır.
Hava, toprak, su, ısı, ışık, elektrik
ve mikroblar, bileşik cismlerin parçalanmalarına veyâ cismlerin birleşmelerine sebeb
oluyorlar. (Sebebsiz hiçbir değişiklik olmaz.) Bu değişmelerde, elementler, ya’nî bu varlıkların yapı taşları, cismden
cisme yer değişdiriyor
veyâ bir cismden ayrılarak
serbest hâle geçiyorlar. Cismlerin yok olduklarını görüyoruz.Gördüğümüze göre hükm ederek aldanıyoruz. Çünki,
yok oluyor ve var oluyor dediğimiz bu görünüş, maddelerin değişmelerinden
başka bir şey değildir.
Bir cismin, meselâ mezârdaki ölünün yok olması yeni cismlerin, meselâ suyun, gazların ve toprak
maddelerinin var olmaları
şeklinde oluyor. Bir değişmede,
var olan yeni maddeler, duygu organlarımıza te’sîr etmezlerse, bunların meydâna
geldiklerini anlıyamıyoruz. Bunun
için, değişikliğe uğrıyan birinci
maddeye yok oldu diyoruz.
Yüzbeş elementden herbirinin
şekllerinin değişdiğini, her
elementde fizik ve kimyâ olayı olduğunu da görüyoruz. Bir element, bir bileşiğin yapısına katılınca, iyon
hâline geçer. Ya’nî, atomları elektron verir veyâ alır. Böylece bu elementin çeşidli fizik
ve kimyâ özellikleri değişir.
Her elementin atomları, bir
çekirdekle, (Elektron) denilen çeşidli
mikdârlarda, dahâ küçük parçalardan yapılmışdır. Çekirdek, atomun ortasındadır. Hidrojenden başka,
bütün atomların çekirdekleri (Proton)
ve (Nötron) denilen
dâneciklerden yapılmışdır. Protonlar,
pozitif elektrik yüklüdür. Nötronlar, elektrik yükü taşımaz. Elektronlar, eksi
elektrik dânecikleridirler ve çekirdek etrâfında dönerler. Elektronlar, her ân yörüngelerinde
döndükleri gibi, yörüngelerini de değişdirmekdedirler.
Atomların çekirdeklerinde de, değişmeler, parçalanmalar
olduğu, (Radyoaktif) denilen elementlerden anlaşılmakdadır.
Çekirdeklerin bu parçalanmasında, bir elementin başka elemente döndüğü, maddelerin
yok olarak, enerji (Kudret) hâline döndüğü de anlaşılmış, bu değişme (Aynştayn)[1] tarafından hesâb bile
edilmişdir. Demek ki, bileşik cismlerde olduğu gibi, elementler de, hep değişmekde, bir
hâlden başka hâle dönmekdedir. (Canlı cansız her madde değişmekde, ya’nî eskisi yok olup,yenisi var
olmakdadır.)
Bugün, var olan her canlı,
(her bitki, her hayvan) önce yok idi. Başka canlılar vardı. Bir zemân
sonra da, şimdiki canlılardan
hiçbiri kalmıyacak,
başka canlılar
var olacakdır.
Cansız
varlıkların hepsi de
böyledir. Canlı cansız her varlık, meselâ bir
element olan demir veyâ birkaç cism karışımı olan taş, kemik, bütün maddeler, bütün zerreler
hep değişmekdedirler.
Ya’nî eskileri yok olmakda ve başkaları var olmakdadır. Var olan madde ile, yok olan maddenin
özellikleri birbirine benziyorsa, insan bu değişikliği anlamıyor, maddeyi hep var sanıyor.
Sinemada, hareket eden film şeridinde, objektif önüne, her ân başka resmler
gelip gitmekde iken, seyrciler bunu anlamayıp, aynı resm perdede hareket ediyor sanmaları gibidir. Kâğıd yanıp kül olunca
bu değişikliği anladığımız için, kâğıd yok oldu,
kül var oldu diyoruz. Buz eriyince, buz yok oldu, su var oldu diyoruz. Modern
madde bilgisi, (Se’âdet-i ebediyye) kitâbında, 546, 971
ve 1041.ci sahîfelerde de geniş yazılıdır.
Lütfen oralardan da okuyunuz!
(Şerh-i akâid) kitâbının başında
diyor ki, (Bütün varlıklar,
Allahü teâlânın
varlığına
alâmet olduğu,
Onun varlığını gösterdiği için,
mahlûkların
hepsine (Âlem) denir. Varlıkların bir cinsden
olanlarına da
birer âlem denir. Meselâ, insanlar âlemi, melekler âlemi, hayvanlar âlemi, cansız maddeler
âlemi denir. Yâhud, her bir cism, bir âlemdir.
(Şerh-i mevâkıf)[2] kitâbının dörtyüzkırkbirinci
sahîfesinde diyor ki, Âlem, ya’nî herşey, hâdisdir, ya’nî mahlûkdurlar. Ya’nî
yok iken, sonradan var olmuşdurlar. [Her zemân, birbirlerinden de var
----------------------------
[1] Einstein yehûdî
fizikcisi, 1375 [m. 1955] de öldü.
[2] (Şerh-i mevâkıf) müellifi Seyyid Şerîf Alî Cürcânî, 816 [m.
1413] de Şirâzda vefât etdi.
olduklarını
yukarıda
bildirdik.] Cismlerin maddesi de, sıfatları da, hâdisdir. Burada dört şey düşünülebilir:
1 - Müslimânlara, yehûdîlere ve
nasârâya ve mecûsîlere göre, cismlerin maddeleri de, sıfatları da hâdisdir.
2 - Aristoya ve onun yolunda olan
felsefecilere göre, cismlerin maddeleri de, sıfatları da kadîmdir. Ya’nî ezelîdir, hep
vardır
derler. Bu sözün yanlış olduğunu, modern
kimyâ bilgisi kesin olarak bildirmekdedir. Böyle inanan ve söyliyen, müslimânlıkdan çıkar. Kâfir
olur. İbni
Sînâ[1] ile Fârâbî[2] de kadîm demekdedir.
3 - Aristodan önce olan felesoflara
göre, maddeleri kadîm olup, sıfatları hâdisdir derler. Bugün, fen adamlarının çoğu da böyle
yanlış
düşünmekdedir.
4 - Maddenin hâdis, sıfatların kadîm olduğunu söyliyen
olmamışdır. Calinos bu
dördünden hiçbirine karar verememişdir).
Müslimânlar, maddelerin ve sıfatlarının hâdis olduğunu birkaç
yoldan isbât etmekdedir. Birinci yol, maddeler ve bütün zerreleri hep değişmekdedir.
Değişmekde
olan şey, kadîm olamaz. Hâdis olması lâzımdır. Çünki, her maddenin, kendinden öncekinden
meydâna gelmesi işi, sonsuz öncelere kadar gidemez. Bu değişmelerin bir
başlangıcı olması, ya’nî ilk
maddelerin, yokdan var edilmiş olmaları lâzımdır. Yokdan var edilmiş olan ilk maddeler
bulunmasaydı,
ya’nî sonraki maddenin kendinden önceki maddeden hâsıl olması işi sonsuz
öncelere gitseydi, maddelerin birbirlerinden meydâna gelmelerinin bir başlangıcı olmazdı ve bugün
hiçbir maddenin var olmaması lâzım gelirdi. Maddelerin var olmaları ve
birbirlerinden hâsıl
olmaları,
yokdan var edilmiş ilk maddelerden üremiş olduklarını
göstermekdedir.
Ayrıca deriz ki, gökden düşen bir taşa, sonsuzdan
geldi denemez. Çünki sonsuz, başlangıcı, ucu yok demekdir. Sonsuzdan gelmek, yokdan gelmek olur.
Sonsuzdan geldiği
düşünülen şeyin, gelmemesi lâzım olur. Gelen birşeye, sonsuzdan geldi demek, akla, fenne
uymıyan
ve câhilce bir söz olur. Bunun gibi, insanların birbirlerinden hâsıl olmaları, sonsuz
öncelerden gelemez. Yokdan yaratılmış olan bir ilk insandan başlıyarak
üremeleri lâzımdır. Yokdan var
edilmiş olan ilk insan olmayıp, insanların birbirlerinden hâsıl olmaları, sonsuz
öncelerden gelmekdedir denirse, hiçbir insanın var olmaması lâzım olur. Her varlık için de böyledir. Maddelerin,
cismlerin birbirlerinden hâsıl olmaları için, (Böyle gelmiş
----------------------------
[1] İbni
Sînâ Hüseyn, 428 [m. 1037] de vefât etdi.
[2] Muhammed Fârâbî, 339
[m. 950] de Şâmda vefât etdi.
böyle gider. Yokdan var edilmiş ilk maddeler yokdur)
demek, akla ve fenne uymıyan,
câhilce sözdür. Değişmek,
sonsuz olmağı değil, yokdan
yaratılmış olmağı, ya’nî (Vâcib-ül-vücûd) olmağı değil, (Mümkin-ül-vücûd) olmağı
göstermekdedir.
Süâl: Bu
âlemi yaratanın
kendisi ve sıfatları kadîmdir,
ezelîdir. Bu âlemin de kadîm olması lâzım gelmez mi?
Cevâb: Kadîm
olan yaratıcının, maddeleri,
zerreleri, çeşidli sebeblerle değişdirdiğini, ya’nî yok edip, bunların yerine
başkalarını yaratmakda
olduğunu,
her zemân görüyoruz. Kadîm olan yaratıcı, irâde etdiği, dilediği zemân, ya’nî her zemân maddeleri birbirlerinden
yaratmakdadır.
Âlemleri, her maddeyi, her zerreyi sebeblerle yaratdığı gibi, irâde
etdiği
zemân, sebebsiz, vâsıtasız olarak,
yokdan da yaratır.
Âlemlerin hâdis olduğuna inanan,
fânî olduklarına,
ya’nî, tekrâr yok olacaklarına da inanır. Yok iken sonradan yaratılmış olan varlıkların yine yok
olabilecekleri meydândadır.
Birçok varlıkların yok
olduklarını, şimdi de
görüyoruz.
Müslimân olmak için, maddelerin ve
cismlerin, ya’nî her varlığın,
yokdan var edilmiş olduklarına ve tekrâr yok olacaklarına inanmak lâzımdır. Cismlerin
yok iken sonradan var olduklarını ve
tekrâr yok olduklarını, ya’nî
şekllerinin ve özelliklerinin kalmadığını görüyoruz. Cismler yok olunca, maddeleri kalıyor ise de,
bu maddelerin de ezelî olmadıklarını, çok
öncelerde, Allahü teâlâ tarafından yaratılmış olduklarını ve Kıyâmet gününde hepsini tekrâr yok edeceğini yukarıda bildirdik.
Zemânımızın fen bilgileri,
buna inanmağa
mâni’ değildir.
İnanmamak,
fenne iftirâ etmek ve islâm düşmanı olmak demekdir. İslâmiyyet, fen bilgilerini red
etmiyor. Din bilgilerini öğrenmemeği ve ibâdet vazîfelerini yapmamağı red ediyor.
Fen bilgileri de, islâmiyyeti inkâr etmemekdedir. Hattâ, onu te’yîd ve tasdîk
etmekdedir.
Âlem hâdis olunca, bunu yokdan bir
yaratan vardır.
Çünki, hiçbir olayın
kendiliğinden
olamıyacağını yukarıda bildirdik.
Bugün fabrikalarda binlerce ilâc, ev eşyâsı, sanâyı’ ve ticâret maddeleri, elektronik âletler, harb
vâsıtaları yapılıyor. Bunların çoğu, ince
hesâblardan, yüzlerce tecribeden sonra elde ediliyor. Bunlardan birine dahî,
kendi kendine var oldu diyorlar mı? Bunların, bilerek ve istiyerek yapıldıklarını söyliyorlar
ve hepsinin bir yapıcısının bulunması lâzımdır diyorlar
da, canlılarda,
cansızlarda
görülen ve her asrda, dahâ yenileri, dahâ inceleri keşf edilen ve çoğunun yapısı henüz
anlaşılamayan milyonlarca maddenin ve hâdisenin kendi kendilerine tesâdüfen var
olduklarını söyliyorlar.
Bu iki
yüzlülük, koyu bir inâddan veyâ açık bir ahmaklıkdan başka ne
olabilir? Görülüyor ki, her maddeyi, her hareketi var eden tek bir yaratıcı vardır. Bu yaratıcı (Vâcib-ül-vücûd)dur.
Ya’nî, yok iken sonradan var olmuş değildir. Hep var olması lâzımdır. Var olması için
hiçbirşeye muhtâc değildir.
Hep var olması lâzım olmaz ise, (Mümkin-ül-vücûd) olurdu. Âlemler gibi hâdis,
ya’nî mahlûk olurdu. Mahlûk, başka bir mahlûkun değişmesinden
veyâ yokdan var edilir. Onu da yaratan lâzım olur. Böylece sonsuz yaratanlar lâzım olur.
Mahlûklardaki değişmelerin
sonsuz olamıyacağını yukarıda bildirdiğimiz gibi
düşünürsek, yaratıcıların da sonsuz
olamıyacağı, yaratmanın birinci bir
yaratıcıdan başlıyacağı anlaşılır. Çünki,
yaratıcıların
biribirlerini yaratmaları
sonsuz olarak gider denince, hiçbir yaratıcının
bulunmaması lâzım olur. İşte, yaratılmış olmıyan birinci
ilk yaratıcı, mahlûkların tek yaratıcısıdır. Ondan önce
ve sonra, başka bir yaratıcı yokdur.
Yaratıcı yaratılmaz. O, hep
vardır.
Bir ân yok olsa, her şey yok olur. Vâcib-ül-vücûd, hiçbir bakımdan hiçbir
şeye muhtâc değildir.
Yerleri, gökleri, atomları,
canlıları, düzenli,
hesâblı
yaratanın
kudretinin, kuvvetinin sonsuz olması, âlim olması, dilediğini hemen yapması, bir olması, onda hiç değişiklik
olmaması, lâzımdır. Kuvveti
sonsuz olmasa ve âlim olmasa, böyle düzenli, hesâblı mahlûkları yaratamaz.
Bu yaratıcı birden çok
olursa, birşeyin yaratılmasında,
istekleri uymayınca,
istediği yapılmıyanlar yaratıcı olamazlar ve
yaratılan
şeyler karma-karışık
olur. Dahâ çok bilgi almak için Alî Ûşînin[1] yazdığı (Emâlî
Kasîdesi)nin arabî ve türkçe şerhlerini lütfen okuyunuz!
Yaratıcıda hiç değişiklik olmaz. Şimdi nasılsa, âlemi
yaratmadan önce de öyle idi. Herşeyi yokdan yaratmış olduğu gibi, her
zemân da, şimdi de, herşeyi yaratmakdadır. Çünki değişmek, mahlûk olmağı, yokdan yaratılmış olmağı gösterir.
Onun hep var olduğunu,
yok olmıyacağını yukarıda bildirdik.
Bunun için, Onda hiç değişiklik
olmaz. Mahlûklar ilk yaratılmalarında Ona muhtâc oldukları gibi, her ân da muhtâcdırlar. Herşeyi
yaratan, her değişikliği yapan yalnız Odur.
Düzenli olmaları için
ve insanların
yaşıyabilmeleri ve medenî olabilmeleri için, herşeyi sebeblerle yaratmakdadır. Sebebleri
O yaratdığı
gibi, sebeblerin te’sîr etmelerini, iş yapabilmelerini de, O yaratmakdadır. İnsanlar
sebeblerin maddelere te’sîr etmelerine vâsıta olmakdadır.
Aç olunca, birşey yimek, hasta olunca
ilâc almak, mum yakmak için kibriti çakmak, hidrojen elde etmek için çinko
üzerine
----------------------------
[1] Alî Ûşî, 575 [m. 1180]
de vefât etdi.
bir asid dökmek, çimento yapmak için kireç taşı ile kil
karışdırıp ısıtmak, süt
elde etmek için ineği
beslemek, elektrik elde etmek için hidro-elektrik santralı kurmak, her
çeşid fabrika yapmak, sebebleri kullanarak, yeni şeyler yaratmasına vâsıta olmakdır. İnsanın, irâdesi ve
kuvveti de, Allahü teâlânın
yaratdığı
birer sebebdir. İnsanlar
da, Allahü teâlânın
yaratmasına
vâsıta
olmakdadır.
Allahü teâlâ, böyle yaratmak istiyor. Görüliyor ki, insan birşey yaratdı demek, akla
ve dîne uymıyan,
câhilce bir sözdür.
İnsanların, kendilerini yaratan, yaşatan, muhtâc oldukları şeyleri
yaratıp
gönderen bu bir yaratıcıyı sevmeleri,
Ona kul, köle olmaları lâzımdır. Ya’nî,
mahlûkların Ona
ibâdet etmesi, tapınmaları, itâ’at
etmeleri, saygılı olmaları lâzımdır. Böyle olduğu yedinci
sahîfe başındaki, üçüncü cild, onyedinci mektûbda uzun yazılıdır.
Vâcib-ül-vücûd, bir olan bu ilah, bu tanrı, isminin (Allah) olduğunu kendisi
bildirmişdir. Kulların,
Onun bildirdiği
ismini değişdirmeğe hakları yokdur. Haksız yapılan iş, zulm
olur, pek çirkin birşey olur.
Hıristiyanlar, papazlar, yaratıcının üç olduğuna inanıyorlar. Yukarıdaki yazılarımız, yaratıcının bir olduğunu, hıristiyanlığın, papazların sözlerinin
yanlış ve
bozuk olduğunu
isbât etmekdedir.
İlm olmazsa, din, sıyrılıp kalkar aradan,
öyleyse, cehâlet denilen, yüz karasından,
kurtulmaya çalışmalı, başdan başa millet,
kâfi değil mi yoksa, bu son dersi felâket?
Bu felâket dersi, neye mal oldu, düşünsen,
beynin eriyip, yaş gibi, damlardı gözünden.
Son olaylar, ne demekdir, bilsen ne demekdir:
Gelmezse eğer, kendine millet, gidecekdir.
Zîrâ, yeni bir sarsıntıya pek dayanılmaz,
zîrâ, bu sefer, uyku ölümdür uyanılmaz.
Ahlâkı düzeltip, fenne çok çalışmak lâzım,
dîne bağlı, atomla silâhlı er olmak lâzım!
Din bilgisi, harb gücü, ileri olmak gerek,
ikisidir ancak, millete huzûr verecek.