Bütün âlemleri, her ân varlıkda durduran
ve her ân hâzır ve
nâzır
olan ve bütün iyiliklerin ve ni’metlerin vericisi olan Allahü teâlânın yardımı ile şimdi,
Peygamberimizin “sallallahü aleyhi ve sellem” mübârek sözünü açıklamağa başlıyoruz.
Müslimânların kahraman
imâmı,
Eshâb-ı
kirâmın
yükseklerinden, hep doğru
söyleyici olmakla meşhûr, sevgili büyüğümüz,Ömer bin Hattâb “radıyallahü anh”
buyuruyor ki:
(Öyle birgün idi ki, Eshâb-ı kirâmdan
birkaçımız Resûlullah
“sallallahü aleyhi ve sellem” efendimizin huzûrunda ve hizmetinde
bulunuyorduk). O gün, o sâat, öyle şerefli, öyle kıymetli ve hiç
ele geçmez bir gün idi. O gün, Resûlullahın sohbetinde, yanında bulunmakla şereflenmek, rûhlara gıdâ olan,
canlara zevk ve safâ veren mübârek cemâlini görmek nasîb olmuşdu. Bu günün
şerefini, kıymetini
anlatabilmek için, (Öyle birgün idi ki...) buyurdu. Cebrâîl aleyhisselâmı insan
şeklinde görmek, onun sesini işitmek, kulların muhtâc olduğu bilgiyi, gâyet güzel ve açık olarak,
Resûlullahın
“sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” mübârek ağzından işitmek nasîb olan bir gün gibi, şerefli ve
kıymetli
bir vakt bulunabilir mi?
(O vakt, ay doğar gibi, bir
zât yanımıza geldi.
Elbisesi çok beyâz,saçları da
pek siyâh idi. Üzerinde toz toprak, ter gibi yolculuk alâmetleri görünmüyordu.
Resûlullahın
“sallallahü aleyhi ve sellem” Eshâbı olan bizlerden hiçbirimiz onu tanımıyorduk.
Ya’nî, görüp bildiğimiz
kimselerden değildi.
Resûlullahın
“sallallahü aleyhi ve sellem” huzûrunda oturdu. Dizlerini, mübârek dizlerine
yanaşdırdı). Bu gelen,
Cebrâîl ismindeki melek idi. İnsan şekline girmişdi. Cebrâîl aleyhisselâmın böyle
oturması,
edebe uymuyor gibi görünüyor ise de, bu hâli, mühim birşeyi bildirmekdedir.
Ya’nî, din bilgisi
öğrenmek
için utanmak doğru
olmadığını ve üstâda
gurûr, kibr yakışmıyacağını
göstermekdedir. Herkesin, dinde öğrenmek istediklerini, mu’allimlere serbestçe ve sıkılmadan sorması lâzım geldiğini Cebrâîl
aleyhisselâm, Eshâb-ı
kirâma, bu hâli ile, anlatmakdadır. Çünki, din öğrenmekde utanmak ve Allahü teâlânın hakkını ödemekde ve
öğretmekde
ve öğrenmekde
sıkılmak doğru olmaz.
(O zât-ı şerîf, ellerini Resûl-i ekrem
“sallallahü aleyhi ve sellem” efendimizin mübârek dizleri üzerine koydu.
Resûlullaha sorarak, yâ Resûlallah! Bana
islâmiyyeti, müslimânlığı
anlat dedi).
(İslâm) demek, lügatda, boyun bükerek teslîm olmak demekdir.
Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem”, islâm kelimesinin, islâmiyyetde beş
temel direğin
ismi olduğunu
şöyle beyân buyurdu:
Resûl-i ekrem
“sallallahü aleyhi ve sellem” buyurdu ki:
1 -İslâmın şartlarından
birincisi (Kelime-i şehâdet getirmekdir). Kelime-i
şehâdet getirmek demek, (Eşhedü en lâ ilâhe
illallah ve eşhedü enne Muhammeden abdühü ve resûlüh) söylemekdir.
Ya’nî, âkıl ve
bâlig olan ve konuşabilen kimsenin, (Yerde ve
gökde, Ondan başka, ibâdet edilmeğe
hakkı olan ve tapılmağa lâyık olan hiçbir şey ve hiçbir kimse yokdur.
Hakîkî ma’bûd ancak, Allahü teâlâdır). O,
vâcib-ül-vücûddür. Her üstünlük Ondadır. Onda hiçbir kusûr yokdur. Onun ismi (Allah)dır, demesi ve buna kalb ile kesin olarak inanmasıdır. Ve yine, O
gül renkli, beyâz kırmızı, parlak,
sevimli yüzlü ve kara kaşlı ve kara gözlü, mübârek alnı açık, güzel
huylu, gölgesi yere düşmez ve tatlı sözlü, Arabistânda Mekkede doğduğu için Arab
denilen, Hâşimî evlâdından (Abdüllahın oğlu Muhammed adındaki zât-i âlî, Allahü teâlânın kulu ve resûlüdür, ya’nî Peygamberidir). Vehebin kızı olan
hazret-i Âminenin oğludur.
[Mîlâdın
571. ci senesi, Nisan ayının 20. ci
pazartesi sabâhı,
fecr ağarırken] Mekke
şehrinde dünyâya teşrîf etdi. Kırk yaşında iken Peygamber olduğu kendisine
bildirildi. Bu seneye (Bi’set senesi) denir.
Bundan sonra, onüç sene Mekkede, insanları İslâm dînine da’vet etdi. Allahü
teâlânın
emri ile, Medîne şehrine hicret eyledi. Burada islâmiyyeti her tarafa yaydı. Hicretden
on sene sonra, ya’nî mîlâdın 632 senesi Hazîranında, Rebî’ul-evvelin on ikinci pazartesi günü
Medînede vefât eyledi. [Târîhcilere göre, Mekke-i mükerremeden Medîne-i
münevvere şehrine hicretinde, mîlâdın 622. ci senesinde, Safer ayının
yirmiyedinci Perşembe günü akşama yakın Sevr dağındaki mağaraya girdi. Pazartesi gecesi mağaradan çıkıp, efrencî
Eylül ayının yirminci ve
rûmî Eylül ayının yedinci ve
Rebî’ul-evvelin sekizinci Pazartesi günü Medîne şehrinin Kubâ köyüne ayak basdı. Bu mes’ûd
gün, müslimânların (Hicrî şemsî) sene başı oldu. Şî’îlerin hicrî
şemsî se-
ne başlangıcı, bundan altı ay evveldir. Ya’nî, ateşe tapan mecûsî
kâfirlerin Nevruz bayramları olan Martın 20. ci günü başlamakdadır. Gece ile
gündüzün müsâvî olduğu
perşembe günü de Kubâda kalıp, Cum’a günü ayrıldı. O gün Medîneye girdi. O senenin Muharrem ayının birinci
günü de, (Hicrî kamerî) sene başı kabûl
edildi. Bu kamerî sene başı, Temmuz ayının onaltıncı
Cum’a günü idi. Herhangi bir mîlâdî sene başının rastladığı hicrî şemsî
sene, bu mîlâdî yeni seneden 622 noksandır. Herhangi bir hicrî şemsî sene başının rastladığı mîlâdî sene,
bu yeni şemsî seneden 621 fazladır.]
2 -İslâmın beş şartından
ikincisi, şartlarına ve
farzlarına
uygun olarak, hergün beş kerre (Vakti gelince,
nemâz kılmakdır). Her müslimânın, her gün, vaktleri gelince, beş kerre nemâz kılması ve
herbirisini vaktinde kıldığını bilmesi
farzdır.
Câhillerin, mezhebsizlerin hâzırladıkları yanlış takvîmlere uyarak, vaktinden evvel kılmak büyük
günâh olur ve bu nemâz sahîh olmaz. Hem de, öğlenin ilk sünnetinin ve akşamın farzının kerâhet
vaktinde kılınmasına sebeb
olmakdadır.
[Nemâz vaktinin geldiği,
müezzinin ezân okuması ile
anlaşılır.
Kâfirlerin, bid’at ehlinin okuduğu ve ho-parlör gibi çalgıların seslerine (Ezân-ı Muhammedî) denmez.]
Nemâzları;
farzlarına,
vâciblerine, sünnetlerine dikkat ederek ve gönlünü Allahü teâlâya vererek,
vaktleri geçmeden kılmalıdır. Kur’ân-ı kerîmde,
nemâza (Salât) buyuruluyor. Salât;
lügatde insanın düâ
etmesi, meleklerin istigfâr etmesi, Allahü teâlânın merhamet etmesi, acıması demekdir. İslâmiyyetde (Salât) demek; ilmihâl kitâblarında bildirildiği şeklde,
belli hareketleri yapmak ve belli şeyleri okumak demekdir. Nemâz kılmağa (İftitâh tekbîri) ile
başlanır.
Ya’nî erkeklerin ellerini kulaklarına kaldırıp göbek altına ve kadınların ellerini omuz hizâsına kaldırıp, göğüs üstüne
indirirken, (Allahü ekber) demeleri ile
başlanır.
Son oturuşda, başı sağ ve
sol omuzlara döndürüp, selâm verilerek bitirilir.
3 -İslâmın beş şartından
üçüncüsü, (Malının zekâtını vermekdir). Zekâtın lügat
ma’nâsı,
temizlik ve övmek ve iyi, güzel hâle gelmek demekdir. İslâmiyyetde
zekât demek; ihtiyâcından
fazla ve (Nisâb) denilen belli bir sınır mikdârında (Zekât malı) olan
kimsenin, malının belli
mikdârını ayırıp, Kur’ân-ı kerîmde
bildirilen müslimânlara, başa kakmadan vermesi demekdir. Zekât, yedi sınıf insana
verilir. Dört mezhebde de, dört dürlü zekât malı vardır: Altın ve gümüş zekâtı, ticâret malı zekâtı, senenin yarıdan fazlasında çayırda otlıyan dört
ayaklı
kasab hayvanları
zekâtı ve
toprak mahsûlleri zekâtıdır. Bu
dördüncü zekâta (Uşr) denir. Yerden
mahsûl alınır alınmaz uşr
verilir. Diğer üç
zekât, nisâb mikdârı
oldukdan bir sene sonra verilir.
4 -İslâmın beş şartından
dördüncüsü, (Ramezân-ı şerîf ayında, hergün oruc tutmakdır). Oruc tutmağa (Savm) denir.
Savm, lügatde, birşeyi birşeyden korumak demekdir. İslâmiyyetde,
şartlarını gözeterek,
Ramezân ayında,
Allahü teâlâ emr etdiği
için, hergün üç şeyden kendini korumak demekdir. Bu üç şey; yimek, içmek ve
cimâ’dır.
Ramezân ayı,
gökde hilâli [yeni ayı]
görmekle başlar. Takvîmle önceden hesâb etmekle başlamaz.
5 -İslâmın beş şartından
beşincisi, (Gücü yetenin, ömründe bir kerre hac
etmesidir). Yol emîn ve beden sağlam olarak, Mekke-i mükerreme şehrine gidip
gelinceye kadar, geride bırakdığı çolukçocuğunu
geçindirmeğe
yetişecek maldan fazla kalan para ile oraya gidip gelebilecek kimsenin, ömründe
bir kerre, Kâ’be-i mu’azzamayı tavâf etmesi ve Arafât meydânında durması farzdır.
O zât Resûlullahdan bu cevâbları işitince, (Doğru söyledin yâ
Resûlallah) dedi. Eshâb-ı kirâmdan, orada bulunanların, o zâtın bu hâline
şaşdıklarını, Ömer “radıyallahü anh”
haber veriyor. Çünki, hem soruyor, hem de verilen cevâbın doğru olduğunu tasdîk
ediyor. Birşeyi sormak, bilmediğini öğrenmeği istemek demekdir. Doğru söyledin demek ise, bunları bildiğini gösterir.
Yukarıda bildirilen, islâmın beş şartından en
üstünü, (Kelime-i şehâdet) söylemek ve
ma’nâsına
inanmakdır.
Bundan sonra üstünü, nemâz kılmakdır. Dahâ sonra, oruc tutmak, dahâ sonra, hac etmekdir. En
sonra, zekât vermekdir. Kelime-i şehâdetin en üstün olduğu, sözbirliği ile bellidir.
Geri kalan dördünün üstünlük sırasında,
âlimlerin çoğunun
sözü, yukarıda
bildirdiğimiz
gibidir. Kelime-i şehâdet, müslimânlığın başlangıcında ve ilk
olarak farz oldu. Beş vakt nemâz, bi’setin onikinci senesinde ve hicretden bir
sene ve birkaç ay önce mi’râc gecesinde farz oldu. Ramezân-ı şerîf orucu,
hicretin ikinci senesinde, Şa’bân ayında farz oldu. Zekât vermek, orucun farz olduğu sene,
Ramezân ayı
içinde farz oldu. Hac ise, hicretin dokuzuncu senesinde farz oldu.
Bir kimse, islâmın bu beş şartından birini
inkâr ederse, ya’nî inanmaz, kabûl etmezse, yâhud alay eder, saygı göstermezse,
ne’ûzübillah, kâfir olur. Bunlar gibi, halâl ve harâm olduğu, açık olarak ve
sözbirliği ile
bildirilmiş olan başka şeylerden birini de kabûl etmiyen, ya’nî halâle harâm
diyen veyâ harâma halâl diyen de kâfir olur. Dinde zarûrî ma’lûm olan, ya’nî,
islâm memleketinde yaşıyan câhillerin bile işitdiği, bildiği, din
bilgilerinden birini inkâr eden, beğenmiyen, kâfir olur.
[Meselâ, domuz eti yimek, alkollü
içki içmek, kumar oynamak ve kadınların, kızların başları, saçları, kolları, bacakları açık, erkeklerin de dizleri ile göbek arası açık olarak
başkasının yanına çıkma-
ları harâmdır. Ya’nî, Allahü teâlâ, bunları yasak
etmişdir. Allahü teâlânın
emrlerini ve yasaklarını bildiren
dört hak mezheb, erkeklerin avret yerlerini, ya’nî bakması ve başkasına göstermesi
yasak edilmiş olan uzvlarını farklı olarak
bildirmişlerdir. Her müslimânın, bulunduğu mezhebin bildirdiği avret yerini örtmesi farzdır. Buraları açık olanlara,
başkalarının bakmaları harâmdır. (Kimyâ-i se’âdet)de diyor ki, (Kadınların, kızların, başı, saçı, kolları, bacakları açık sokağa çıkmaları harâm olduğu gibi, ince,
süslü, dar, hoş kokulu elbise ile çıkmaları da harâmdır. Böyle çıkmalarına izn veren, râzı olan, beğenen anası, babası, zevci ve
kardeşi de, onun günâhına ve
azâbına
ortak olurlar). Ya’nî, Cehennemde birlikde yanacaklardır. Eğer, tevbe
ederlerse, afv olunur, yakılmazlar. Allahü teâlâ, tevbe edenlerisever. Âkıl, bâlig olan
kızların ve kadınların, yabancı erkeklere
görünmemeleri, hicretin üçüncü senesinde emr olundu. İngiliz
câsûslarının ve bunların tuzaklarına düşmüş
olan câhillerin, hicâb âyeti gelmeden evvel olan örtünmemeği ileri
sürerek, örtünmeği
sonradan fıkhcılar uydurdu
demelerine aldanmamalıdır.
Müslimân olduğunu söyliyen
bir kimsenin, yapacağı her
işin, islâmiyyete uygun olup olmadığını bilmesi lâzımdır. Bilmiyorsa, bir Ehl-i sünnet âliminden sorarak
veyâ bu âlimlerin kitâblarından okuyarak öğrenmesi lâzımdır. İş, islâmiyyete uygun değil ise, günâh
veyâ küfrden kurtulamaz. Hergün hakîkî tevbe etmesi lâzımdır. Tevbe
edilen günâh ve küfr, muhakkak afv olur. Tevbe etmezse, dünyâda ve Cehennemde,
azâbını, ya’nî cezâsını çeker. Bu
cezâlar, kitâbımızın muhtelif
yerlerinde yazılıdır. Büyük
günâh işliyen müslimân, günâhı kadar yandıkdan sonra, Cehennemden çıkarılacakdır. Allahü
teâlâya inanmıyan
ve islâmiyyetin yok olması için
çalışan
kâfir, zındık, Cehennemde
sonsuz yanacakdır.
Erkeklerin ve kadınların nemâzda ve
heryerde örtmesi lâzım
olan yerlerine (Avret mahalli) denir.
Avret mahallini açmak ve başkasının
avret mahalline bakmak harâmdır. İslâmiyyetde
avret mahalli yokdur diyen, kâfir olur. İcmâ’ ile, ya’nî dört mezhebde de avret olan bir
yerini açmağa ve
başkalarının böyle avret
mahalline bakmağa halâl
diyen, ehemmiyyet vermiyen, ya’nî azâbından korkmıyan kâfir olur. Kadınların avret yerini açmaları ve erkekler
yanında
şarkı
söylemeleri ve mevlid okumaları böyledir. Erkeklerin diz ile kasıkları arası, Hanbelî
mezhebinde avret değildir.
(Ben müslimânım) diyen
kimsenin, îmânın ve
islâmın
şartlarını ve dört
mezhebin icmâ’ı,
ya’nî söz birliği ile
bildirdiği
farzları ve
harâmları öğrenmesi ve
ehemmiyyet vermesi lâzımdır. Bilmemesi
özr değildir.
Ya’nî, bilip de inanmamak gibidir. Kadınların yüzlerinden ve ellerinden başka yerleri, dört
mezhebde de avretdir. İc-
mâ’ ile olmıyan, ya’nî diğer üç mezhebden birine göre avret olmıyan bir
yerini, ehemmiyyet vermiyerek açan kâfir olmaz ise de, kendi mezhebine göre,
büyük günâh olur. Erkeklerin diz ile kasık arasını, ya’nî uyluğunu açmaları böyledir. Bilmediğini öğrenmesifarzdır. Öğrenince hemen
tevbe etmeli ve örtmelidir.
Yalan söylemek, dedikodu, gîbet, iftirâ, hırsızlık, hiyle, hiyânet, kalb kırmak, fitne çıkarmak, başkasının malını ondan iznsiz kullanmak, işçinin, taşıyıcının ücretlerini vermemek, devlete isyân etmek, ya’nî kanûnlarına, hükûmetin emrlerine karşı gelmek, vergileri ödememek de günâhdır. Bunları kâfirlere karşı da, kâfir memleketlerinde de yapmak harâmdır. Câhillerin bilemiyeceği kadar meşhûr ve zarûrî olmıyan şeyleri câhillerin bilmemesi küfr olmaz. Fısk, ya’nî günâh olur.] 475. ci sahîfeye bakınız!