ONUNCU RİSÂLE
KOMÜNİSTLİK VE KOMÜNİSTLERDE
DİN DÜŞMANLIĞI

Sosyal adâlet, çok eskiden beri düşünülen ve bütün dinler, rejimler, ictimâ’î mezheblerce ileri sürülen ve gerçekleşdirilmesi va’d edilen bir hususdur. Bir topluluğun düzenli ve âhenkli olması ve ferdler, zümreler arasında nefret ve düşmanlık bulunmaması, ancak sosyal adâletin varlığı ile mümkindir.

(Sosyal adâlet), herkesin, çalışması, bilgi ve kâbiliyyeti ve gördüğü iş nisbetinde ve derecesinde hakkını alması; hiç kimsenin ezilip sömürülmemesi demekdir. Sosyal adâlet, en küçük bir iş görene de, hayât hakkı tanımakdadır. Çalışan herkesin asgarî bir geçim şartına erişmesi, sosyal adâletin ilk şartıdır.

Sosyal adâlet, sosyal eşitlik demek değildir. Herkesin aynı gelire sâhib olması adâlet değil, adâletsizlik olur. Bir sınıfda, çalışan çalışmayan, bilen bilmeyen bütün öğrencilerin sınıf geçmesi gibi. Mutlak eşitlik, ne tabiatda, ne toplulukda, hiçbir yerde yokdur.

Hukukdaki eşitlik, aynı durum ve şartlar içinde bulunan herkesin aynı muâmeleye tâbi’ tutulması ma’nâsındadır. Sosyal bakımdan, ya’nî iktisad cihetinden tam bir eşitlik aramak ve istemek, hem gereksiz, hem imkânsızdır. Çünki, adâlet kavramı ile bağdaşdırılamaz. Mes’ele, çalışmak ve kazanmak imkânını herkese aynı şeklde vermekdir. Mevcûdu kelle hesâbı, eşit şeklde paylaşdırmak demek değildir. Herkesin çalışmasının karşılığını görmesi, hakkını elde edebilmesi da’vâsıdır.

Sosyal adâlet, millî gelirin en uygun şeklde taksîmini sağlar, istismârı, sömürücülüğü ortadan kaldırır. Sermâyenin çok küçük ve belirli bir zümre elinde toplanmasını önler. Herkese kendi ölçüsünde hayât hakkı verir. Sınıf ve zümreleri arasında düşmanlık bulunmıyan bir topluluk meydâna getirir. Böyle bir toplulukda vatandaşlar, hâl ve istikbâl bakımından kendilerini emniyyetde hissederler.

-385-

Sosyal adâlet, milliyetçi görüşle ve liberalist tarafı biraz dahâ fazla olan karma bir ekonomi ile gerçekleşdirilebilir.

(Milliyetcilik), bir milleti yükseltmek arzûsudur. Milliyetcilik demek, mensûb olduğu milleti sevmek, onun ilerlemesi için, çalışmak, millî değerleri, kurumları, dîni ve gelenekleri korumak ve devâm etdirmek demekdir. Sosyal adâleti en iyi, en verimli olarak sağlayan kuvvet, islâm dînidir. Müslimânlar birbirlerinin kardeş olduklarına inanırlar. Kardeş gibi sevişirler. Müslimân olmayanların dahî mallarına, canlarına, ırzlarına saldırmazlar. İslâm dîni, insanların sevişmelerini, yardımlaşmalarını sağlar. Bölücülüğü önler. Çalışmağı, halâl para kazanmağı emr eder. Her çalışan insana hakkını verir. Herkesin mülkünü korur. Her müslimân, kazancına râzı olmakda, râhat ve huzûr ile yaşamakdadır. Kimse kimsenin malına, mülküne dokunmaz. Sosyal adâleti anlıyanların ve bu da’vâlarında samîmî olanların, islâm dînine saygı göstermeleri ve yardım etmeleri îcâb eder.

(Sosyalizm), sosyal adâlet demek değildir. İsmleri benziyorsada, birbirinden başka, büsbütün ayrıdırlar. Îmân ile küfr gibidirler. Ya’nî, birinin bulunduğu yerde, öteki bulunamaz.

(Sosyalizm), ferdî mülkiyyet düşmanlığı, bütün istihsâl vâsıtalarının ve ticâretin devletleşdirilmesi, diktatör idârenin kurulması, din düşmanlığı, bütün çalışanların işçi, ırgad hâline sokulması, din, târîh, millet, vatan ve devlet düşüncelerinin yok edilmesidir. Ferdin ölmiyecek kadar kabûl edilen, çok az yiyecek, giyecek ve ev eşyâsından ve bir iki odadan başka, bütün gelir ve kazançları elinden alınır. Böylece, insanlar, her çeşid teşebbüs, rekâbet, buluş, inanış ve inkişafdan mahrûm bırakılır. Bütün kâbiliyyetleri ve şahsiyyetleri söndürülür. Zâlim, merhametsiz olan tek bir merkezden, sıkı bir baskı ve işkence ile idâre edilen bir esîr, bir robot hâlinde, gücü gidinceye kadar çalışdırılır.

Sosyalizm, kızıl (Rus) ve sarı (Çin) emperyalizminin diktatörlüklerine maske ve âlet olmuşdur. Sosyalizmi belirten yukarıdaki işlerden bir veyâ birkaçı gevşek yapılır veyâ hiç yapılmazsa, buna (Nasyonal sosyalizm) denir. Hepsi, işkence ile, kıyasıya yapılınca (İhtilâlci sosyalizm) veyâ (Komünizm) denir. Sosyalizm ve komünizm kelimeleri, inkâr felsefesinin adı ve soy adı gibidirler. Her ikisi de, insanı madde ile nefsin arzûlarına tapdırmakdadır. Allahü teâlâdan ve kendi rûhlarından, vicdanlarından habersiz bırakarak, hayvan gibi boğaz tokluğuna yaşatmakdadır. İdâreci, diktacı azınlık ise, kudurmuş köpekler gibi, millete ve birbirlerine saldırmakda, kendilerini ve milleti sinsice, kahbece öldürmekdedirler. Rusyada ve Çinde, milyonlarca insan öldürdüler.

-386-

Komünizm gaddar ve barbar olduğu kadar, sinsi, aldatıcı ve bulaşıcıdır. Kurnaz metodlarla usanmadan, yılmadan şeytân inâdı ile çalışır. Muhtelif kılıklara büründüğü gibi, hedef tutduğu muhîtinde, za’îf ve kopması kolay olan cihetlerinden de istifâde etmesini bilir. Izdırab ve sefâletleri istismar ederek, kışkırtıcı üslûbu ile ictimâ’î nizâmı bozarak sınıf kavgasına yol açar. Örümcek ağı gibi câsûsluk ve propaganda şebekeleri kurar. Aşağı karakterli, düşük kaliteli soysuz insanları para ile kolayca kızıl ağına düşürür. Sonra, ölüm ile tehdîd ederek bunlara her kötülüğü yapdırır. Onlardan son derece istifâde etmesiyle, hedefini içinden çürütüp, yıkmakda şeytânî ince san’ata vâkıfdır.

Bir kerre onun korkunç pençesinin altına düşmüş bir memleket için kurtuluş çâresi yokdur. Kanser hastalığı ferd hayâtı için ne kadar korkunç ve tehlükeli ise, komünizm de, bir memleket, bir millet için, o kadar tehlükeli siyâsî bir felâketdir.

Komünizmi, hürriyyet çatısı altında demokrasi temeline dayanan, istikbâli ve mukadderâtı temâmen halk irâdesine bağlı, onun reyi ile iş başına gelip giden, hür dünyâca alışılmış, ehlî ve humaniter istikâmetli, siyâsî partiler gibi zan edip aldanmamalıdır. Güzel ve parlak sözlerine kanıp, kocaman yılanın zehrli dişlerine kendisini kapdırmış, zavallı bir kurbağanın âkıbetine düşmemelidir.

Saf zümreye “Cennet Bağçesi” olarak uzakdan parlak göstermek istedikleri şey, propaganda kılıfı ile örtülmüş, milyonlarca ma’sûm insanların kemikleriyle dolu, cinâyet kuyusudur.

Hür dünyâ sathında kızıl sihirbazların dökmekde oldukları, propaganda esrâr dozlarını tadayım derken, fazla kaçırıp serhoş olanlar ve serhoşluk illüzyonunun, hayâllerinin te’sîri altında, komünizme aşk i’lân edenler, ayıldıkdan sonra, nedâmet ve pişmânlıkla geri dönmüşlerdir.

1952 yılında tanınmış İtalyan komünist liderlerinden Masentso, yıkıcı fe’âliyyetinden dolayı İtalyan mahkemeleri tarafından üç yıl ağır habs cezâsına mahkûm edilmişdi. Masentso mevkûf bulunduğu habshânesinden “komünizm Cenneti”ne kavuşmuş olan Çekoslovakyaya kaçmağa muvaffak olmuşdu. Kısa bir zemân oralarda kaldıkdan sonra, Masentso, içerisinde bulunduğu rü’yâsının ortasında çabucak ayılıverdi. Acı ve sert hakîkatleri, bütün çıplaklığı ile farketdi. Bundan duymuş olduğu nedâmet ve pişmânlığını bir müddet saklamak istemiş ise de, hür Avusturyaya kaçıp oradan da, haklı olarak çarpdırılmış olduğu üç yıl ağır habs cezâsını çekebilmek için, İtalyaya gönderilmesini istemiş ve demişdir ki, Cennet zan etdiğimiz komünist memleketlerde yaşamakdan

-387-

ise, İtalyan habshâneleri dahâ râhat, dahâ iyidir. Buna benzer, aynı nedâmet ve pişmânlık ile o kızıl cinâyet kuyusundan kaçan, hür dünyâda ismleri tanınmış Kravçenkolar, Zaharovlar, Kasyanovaların sayısı çokdur. İkinci cihan harbinin yırtıp açmış olduğu demir perde kısmından istifâde ederek batıya kaçan ve muhtelif hür memleketlere sığınan, ekseriyyeti köylü ve işçi zevallıların sayısı birbuçuk milyona yakın olduğu, bilinen bir hakîkatdir. O zemân ki solcular, “Cennet” olarak göstermek istedikleri kızıl diyârından kaçan bu bahtsız insanların inlemelerini îzâh edemediler.

Yutmağa hedef tutduğu memleketlerin, işçilerine fabrikalar ve diğer sanâyı’ işletmeleri, köylüye bol bol arâzî, memleketde ise, sulh, hürriyyet ve refâh va’d eden maskeli koca kızıl yılan, bakın Rus halkına, Kafkasyaya, Türkistâna, Ukraynaya, Letonyaya, Litvanyaya, Estonyaya ve diğer peyklerine neler bahş etmişdi? İşçilere ve köylülere va’d edilen fabrikaların, arâzînin yerine, devâmlı karlar ile örtülü, sıfırın altında elli derece soğuğu ile süslenmiş bütün boş Sibiryayı, alışılmamış bu derece soğuğun altında aç karnı ile oradaki vahşî ormanlarda ağaç keserek serbest ölme şansını, va’d edilen hürriyyetlerin yerine de, elleri kelepçeli, ağızları mühürlü esâret; refâhın yerine ise, ağlıyan sefâlet, perişânlık ve açlık. Memleketleri ise, utanç dıvârları ile çevrilmiş, demir perdeler ile kapatılmış birer esâret kampı yapmışdı. 1927 yılından 1939 yılına kadar, hürriyyet, sulh ve refâhlar va’d edilen, sâdece Rusyada onyedi milyon ma’sûm insan yok edilmişdir. Bunlar hikâye değildir. Hakîkatın tâ kendisidir.

İhtilâl ve iç harb başlamadan önce, RUSYA’da hemen hemen ânî denecek şeklde bir sürü Sosyalist parti peydâ oldu. İşçi Demokrat, Köylü Demokrat, Bolşevik, Menşevik, Sağ ve Sol Liberaller, Kadet Partisi bu meyandaydı. Her biri ayrı ayrı fikrler ile propagandaları ile ortaya çıkmışlardı. Küçük, büyük topluluklardan faydalanarak, konuşuyorlar, nutklar çekiyorlardı. Köylerde, fabrikalarda, küçük tezgâhlarda, meydânlarda, hattâ sokaklarda, bu fe’âliyyet eksik olmuyordu. Bu partiler, binbir va’d ile süsledikleri programlarını, parlak sözlerle halka sunuyorlar, işsiz insanlarla berâber, hâlleri iyi olanları da kandırıp peşlerine takıyorlardı. Bu kaynaşma aylarca devâm etdi. Devâmlı yapılan konuşmalar ve gürültü, halkı şaşırtmışdı. İnsanların kafaları, eğriyi doğruyu anlıyamaz hâle geldi. Âdetâ, halk şu’ûrsuz, serhoş olmuşdu.

Partilerin en kuvvetlisi, en çok va’dde bulunanı, Bolşevik Komünist Partisi idi. Bunlar yalnız işçilere ve köylülere hitâb edi-

-388-

yorlardı. Çalışdıkları yerlerin sâhiblerinin yerlerine geçeceklerini, işletmelere, topraklara müsâvî şartlarla hissedar olacaklarını, zenginlere kul olmanın kalkacağını, zenginlerin oturdukları apartmanlarda oturacaklarını, caddeleri o zenginlerin süpürüp temizliyeceklerini, köylülerin toprak sâhibi yapılacağını, çiftlik sâhiblerinin topraklarının ırgad köylüye dağıtılacağını söylüyorlardı.

Bolşevik ve işçi partilerinin müşterek olan propagandaları, zenginlere kul olmanın, hizmet etmenin kalkacağı şeklindeki konuşmalardı. Kurtuluş gününün gelmekde olduğu haber veriliyordu.

Bu sosyalist, komünist partiler, işçi ve köylünün hakkını korumak, onları yüksek hayâta ulaşdırmak için çalışdıklarını durmadan tekrarlıyorlardı. Eğer işçi ve köylüler peşlerinden gelirlerse, kurtarıcı olmanın şerefini paylaşacaklardı.

- Ey işçiler ve köylüler! Burjuvaların, kapitalistlerin, ağaların, bütün sömürücülerin pençelerinden kurtulmak istiyorsanız, oylarınızı komünist partisine veriniz ve onun etrâfında toplanınız, diyorlardı.

Bilhâssa, câhil köylü ve işçiler, kendileri için iyi ve kötü olan tarafları seçemiyorlar. Dahâ ziyâde yalanlara kapılıyorlardı. Komünist yönetim zemânındaki Rus emekçisinin sefâlet ve felâketi, maalesef, o devredeki gafletin, aklsızlığın netîcesi olmuşdur.

İhtilâlin başlangıcında, komünist idârecileri, bir kısm karaktersiz insanları, kudurmuş köpek gibi etrâfa saldırtarak, herşeyi kırıp yıkdırdı. Suçsuz insanları, sorgusuz süâlsiz boğazlatdı. Komünistlerin başındakilerin ekserîsi yehûdî idi. Bunlar, intikam hırsı ile RUS halkını birbirine düşürmekde büyük gayret gösterdiler. LENİN (1342 [m. 1924] de öldü) ve Trocki, (Stalin tarafından kovuldu. 1358 [m. 1940] de Meksikada öldürüldü), Karl Marxın (1300 [m. 1883] de öldü) izinde, komünizm ideâlinin bayrağı altında, katliâm politikasını yürütdüler. Yapdıkları cinâyetler, vicdanlı insanların kabûl edemiyeceği, hattâ inanamıyacağı müdhiş bir manzara gösteriyordu. Önce, sınıflar birbirlerine düşman yapıldı. Sonra, Rusyanın her tarafında dost-düşman karışdı. Kimin kiminle olduğu anlaşılmaz hâle geldi. Bu sûretle, kardeş kavgası ve iç harb başladı. Bu harb, babayı oğula, kardeşi kardeşe karşı savaşdırdı. Rusyanın her tarafı, kana bulandı. İç harb, senelerce devâm etdi. Milyonlarca insan öldü. Memleketin her tarafı yakılıp yıkıldı. Bütün işler durdu. İşsizlik, sefâlet, hastalık, mille-ti kırıp geçirdi.

-389-

Hâlbuki ihtilâlden önce, komünistler bütün Rusyanın patronu olmak, zâlim idâreyi kurmak, diktatörlüğü yerleşdirmek maksadı ile köylüye ve işçilere o kadar çok şey va’d etdiler ki, onlar câhil kafalarıyla Cennet hayâtına kavuşacaklarını sanmışlardı. Seneler geçdikden sonra, işçi ve köylüler, hiçbir şey elde edemediklerini, aldatıldıklarını, tuzağa düşdüklerini, tepeden tırnağa kadar soyulduklarını anlamakda gecikmediler. Fekat, iş işden geçmişdi. Artık diktatör idâre, bunları birbirleriyle derdleşmekden bile men’ etdi. Arada bir kitleler hâlinde katliâmlar tertib etdiler.

Sovyet Rusya Cumhurbaşkanı K.Vocoshilov, 1934 de Rusyada verilen bir ziyâfetde Amerikan Sefiri William C. Bulitte şu hâdiseyi anlatmışdı: (1919 yılında, teslîm oldukları takdîrde hiçbir zarar vermemeği va’d ederek, Kievde on bin Çar subayını eşleri ile birlikde teslîm olmağa iknâ etmişdim. Sözüme inanarak teslîm oldular. On bin subayın hepsini erkek çocuklarıyla birlikde i’dâm etdirdim. Karıları ile kızlarını ise, Rus ordusu tarafından kullanılmak üzere, umûmhânelere gönderdim). Sonra da, zevallı kadınların, ma’rûz kaldıkları korkunç muâmeleye üç aydan fazla dayanamıyarak can verdiklerini sözlerine ilâve etmişdir.

1335 [m. 1917] ihtilâlinin hemen akabinde, Çar Nikola ve beşikdeki çocukları ile berâber, bütün âile efrâdı, Bracki Ormanlarında katledilmişlerdir. 1917 yılından 1947 yılına kadar komünist Rusyada hükm süren kanlı ihtilâlin netîcesi katl edilen, açlıkdan ve sefâletden ölen insanların sayısı 63 milyon 301 bin kişidir. Aşağıda buna dâir vereceğimiz rakamlar, vesîkalar, kan ve kemik üzerine kurulan dinsiz bir rejimin girdiği ülkelere neler getirebileceğini açıkça ortaya koymakdadır. Bu vesîkalar, çok esaslı kaynaklardandır. Veyl uyanmıyanlara....