DOKUZUNCU RİSÂLE
BİR DİN CÂHİLİNE CEVÂB

Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem” buyuruyor ki, (Her çocuk, dünyâya, müslimân olacak şeklde temiz rûhlu gelir. Sonra, bunları anaları, babaları dinsiz yapar). Bundan anlaşılıyor ki, çocuklara müslimânlığı öğretmek lâzımdır. Onların temiz rûhları müslimânlığa elverişlidir. Müslimânlığı öğrenmiyen çocuk, din düşmanlarının yalanlarına, iftirâlarına aldanarak, müslimânlığı yanlış anlar. Onu gericilik, kötülük sanır. Hiç din bilgisi almamış, müslimânlığı anlamamış bir din câhili, islâm düşmanlarının tuzaklarına düşerse, İslâmiyyeti bambaşka, büsbütün tersine birşey olarak öğrenir. Aldığı zehrli aşıların, küstâhca uydurulan yalanlarınkurbanı olur. Dünyâda huzûra kavuşamaz. Âhıretde de, sonsuz felâketlere, azâblara yakalanır.

İslâm düşmanlarının, gençleri aldatmak için, ne kadar âdî, ne kadar alçak iftirâlar uydurduklarını, her müslimânın, hattâ her insanın bilmesi lâzımdır. Bu yalanlara aldanıp, felâkete sürüklenmemek için de, islâmiyyetin üstünlüğünü, ilme, fenne, ahlâka, sıhhate hizmet etdiğini, çalışmağı, ilerlemeği, birleşmeği, sevişmeği emr eylediğini anlamak lâzımdır. İslâmiyyeti doğru ve iyi anlamış olan akllı, uyanık, kültürlü bir kimse, islâm düşmanlarının yalanlarına aldanmaz. Onların, din câhili, bilgisiz, aldatılmış bir zevâllı kimse olduklarını görerek, kendilerine acır. Onların, bu felâketden kurtulmalarını, doğru yola gelmelerini diler. [(İngiliz Câsûsunun İ’tirâfları) kitâbımızı okuyunuz!]

Böyle aldatılmış bir din câhilinin, almış olduğu zehrli iftirâları etrafına saçmak, kendini sonsuz felâkete sürükliyen rûh hastalığını, sağlam rûhlara da aşılayarak, iyi insanları bozmak, dejenere etmek için, hayâsızca karaladığı birkaç yaprak elimize geçdi. Doğruyu, iyiliği, fazîleti kötüliyen bu yazıları görenler, yazarının etiketine aldanarak, bunların bir incelemeye, bir bilgiye dayandığını, bir değer taşıdığını sanabilir. Bu düşüncenin üzüntüsünü gidermek için, o iğrenç iftirâlardan birkaçını alıp karşısına doğrusunu yazmak uygun görüldü. Aşağıda oniki maddede yazılı

-370-

alçakça düzülmüş iftirâları ve bunların doğrusunu okuyan temiz rûhlu gençler, islâm düşmanlarının taktiklerini, oyunlarını açıkca anlıyacak, kendilerine ilerici diyen, o kara kafalı, habîs rûhlu kâfirleri yakından tanıyacakdır:

1- (Cem’iyyet hayâtına karışmış dînî düşünce ve metod, cem’iyyetin gelişmesini önliyen zincir gibi imiş.)

Cevâb: Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem”, (Hiç ölmiyecekmiş gibi dünyâ işlerinize çalışınız!) buyuruyor. İmâm-ı Münâvînin bildirdiği Hadîs-i şerîfde, (Elhikmetü dâlletül-mü’min) buyuruyor. Ya’nî, (Hikmet, fen bilgileri, mü’minin gayb etdiği malıdır. Nerde bulursa alsın!) buyuruyor. İslâm dîninin, cem’iyyetlerin kalkınmasını desteklediğini, medeniyyete ışık tutduğunu, dost düşman bütün ilm adamları, sözbirliği ile söylemekdedir. Meselâ, İngiliz lordlarından Lord Davenport, Londrada basılan, İngilizce (Hazret-i Muhammed ve Kur’ân-ı kerîm) ismindeki kitâbında, ikinci kısmı ikinci faslı, birinci sahîfesinde, (İlme ve irfâna, müslimânlardan dahâ derin saygı gösteren bir millet gelmemişdir) sözü ile başlıyarak, islâmiyyetin cem’iyyetlerin ilerlemesine, yükselmesine önderlik etdiğini, misâllerle, vesîkalarla uzun anlatmakdadır.

Amerikada, Teksas Teknik Üniversitesi profesörlerinden, Amerikan târîhcisi Dr. Kiris Traglor, [m. 1972] senesinde büyük bir topluluğa yapdığı konuşmasında, Avrupa rönesansının ilhâm ve gelişme kaynağının islâmiyyet olduğunu, müslimânların, İspanyaya ve Sicilyaya gelerek, bugünkü modern teknik ve gelişmenin temellerini atdıklarını söylemiş ve fende ilerlemenin, kimyâda, tıbda, astronomide, denizcilikde, coğrafyada, kartografya ve matematikde terakkî etmekle mümkin olduğunu ve bu bilgileri, Avrupaya, Kuzey Afrika ve İspanya yolu ile, müslimânların getirdiklerini bildirmişdir. Eğer müslimânlar, bilgilerini kıymetli tirşe kâğıdlara ve papirüslere yazmasalardı, bugünkü modern basın nasıl meydâna gelirdi ve fâideli olabilirdi, demişdir. Yukarıdaki yazıyı, Pâkistânda çıkan, haftalık (İslâm dünyâsı) gazetesinin, 26 Ağustos 1972 sayısından aldık. İlmde, kuru bir etiketden başka nasîbi olmıyan bir ahlâksızın, câhil bir islâm düşmanının yalanları, bu hakîkati elbette örtemez. Güneş balçıkla sıvanamaz.

2- (Devleti din zincirinden, din kösteğinden kurtarmak gerekmiş. Muâsır batı medeniyyetine ulaşabilmek için, gerçek bir la-yıklık sistemine kavuşmak lâzımmış.)

Cevâb: İslâmiyyetde, ilm, ahlâk, doğruluk, adâlet üzerine dayanan ve tam liberal olan demokratik devletler kurulmuşdur. Devleti, siyâset canbazlarının elinde oyuncak olmakdan korumakdadır. Kapitalistler, diktatörler ve komünist uşakları, böyle bir serbest

-371-

sistemi, kendi zulm, işkence ve ahlâksızlıkları için, bir zincir, bir köstek gibi görürler. Kâtiller, hırsızlar, nâmûssuzlar, adâleti, cezâ kanûnlarını, kendileri için bir zincir olarak görür. Layıklığı din düşmanlığı olarak kullanan ve bu kelimenin gölgesi altında islâmiyyeti yıkmağa çalışan bir kâfirin, câhilliğini, ahmaklığını anlatmağa lüzûm yokdur. Bu adam, din ile devleti birbirinden ayırmağı değil, dîni yok etmeği istemekdedir. Devletin, milletin, gelişmesini, ilmden, fenden, çalışmakdan, ahlâkdan beklemeyip de, bütün bu fazîletleri temsîl eden islâmiyyeti yok etmekde arayan ve batının ahlâksızlığına, pisliğine ve egoistliğine imrenen bir kara kafada, akl ve ilm bulunmadığı gibi, ahlâk yoksunu olduğu da anlaşılmakdadır.

3- (Halkı, hâlâ, islâmın kanâ’atkârlık felsefesi ile uyutup, ferdleri, haklarını istemez hâle getirmekden ümmîdleniyorlar. Bunlar, komünizmi önlemek behânesi ile, milletdeki kölelik ve âhıret fikrini savunuyorlar. Kanâ’atkârlık ise, bir istismâr bezirgânlığının ifâdesidir. İslâmcılar bu bezirgânlığın propagandasını yapıyorlar), diyor.

Cevâb: (İslâmın kanâ’atkârlık felsefesi) demek gibi saçma söz az bulunur. Felsefenin ne demek olduğunu (Herkese Lâzım OlanÎmân) kitâbının (İslâm dîni ve diğer dinler) kısmında anlatmışdık. İslâmiyyetde felsefe olamıyacağını açıklamışdık. Böyle yanlış sözler, sâhibinin, islâmiyyetden ve felsefeden haberi olmadığını, kelime kalıblarını ezberleyip, islâmiyyete karşı olan düşmanlığını yaymak için, ma’nâlarından gâfil olduğu kelimelerin yığınını yapdığını göstermekdedir. İslâm düşmanları, asrlardan beri, din adamı şekline girip, tahrîbâtını din adamı maskesi altında yapıyorlardı. Bugün ise, meslek, san’at adı verilen kılıklara giriyorlar, geçer akça olan bir etiket elde ederek saldırıyorlar. Müslimânları aldatmak için, fen adamı şekline girerek, fenne uymıyan sözlerini, fen bilgisi olarak söyliyen yalancılara (Fen yobazı) denir. Kanâ’atkârlığı, yalnız İslâmiyyet değil, her milletin ahlâk kitâbları övmekdedir. Kanâ’at demek, bu fen yobazının uydurduğu gibi, hakkından vaz geçmek, uyuşuk olmak değildir. Kanâ’at, hakkına, kazandığına râzı olup, başkasının hakkına saldırmamak demekdir. Bu ise, insanları uyuşdurmaz. Çalışmağa, ilerlemeğe teşvîk eder. İslâm dîni, bu yobazın uydurduğu gibi, köleliği savunmaz. Köle âzâd etmeği emr eder. Kölelik, islâmiyyetdedeğil, dikta rejiminde ve komünistlerde vardır. Âhıretin varlığını, ilâhî kitâblar, mu’cizeleri görülen Peygamberler haber vermekde ve akl-ı selîm, ilm ve fen, bunu red edememekdedir. Bu sapık câhilin sözü ise, yalnız hissî, inâdî bir saçmalamadır. Hiçbir

-372-

habercisi olmadığı gibi, ilmî, fennî bir dayanağı da yokdur. Âhıretin varlığına inanmak, cem’iyyetlerde, memleketlerde; nizâma, adâlete, sevişmeğe, birleşmeğe sebeb olmakdadır. İnanmamak ise, serserîliğe, başı boşluğa, mes’ûliyyet hissinin gitmesine, menfe’at düşkünlüğüne, ayrılığa, düşmanlığa yol açmakdadır. Fâideli şeye inanmak elbette iyidir. Senedsiz, dayanaksız ve fâidesiz şeyden kaçınmak ise, akla uygun ve lâzımdır. İslâmiyyet, istismâr edilmeği, hakkını aramamağı red eder. İstismârcılık günâh olduğu gibi, kendisine zarar verilmesine râzı olmak da, câiz değildir. İslâmiyyetde, câhillik, tenbellik, hakkını aramamak, aldanmak özr değildir, suçdur. (Zararına râzı olana acınmaz) sözü meşhûrdur. İslâmiyyetde istismârcılık nasıl olur? İlmi ve vicdânı olan, bunu nasıl söyliyebilir? Bunu söyliyen câhil, kul hakkını bildiren âyet-i kerîmeleri ve çeşidli Hadîs-i şerîfleri acabâ hiç duymamış mı? Bilmemesi, duymaması kendisine özr olmaz!

4- (Doğu, dîne gömülüp afyonlaşmış, uyuşuk olmuş, îmân sâhibi olmak, esîrlik imiş.)

Cevâb: İslâmiyyetin, aktif, çalışkan, âdil, kahramân milletler meydâna getirdiğini ve Eshâb-ı kirâmın üstünlüklerini, her târîh okuyan açıkça görür. Bunu gösteren binlerle misâl, milyonlarla kitâb meydândadır. Ne yazık ki, kör olan, güneşi görmez. Körün görmemesi, güneş için bir kusûr olur mu? Dost, düşman bütün akl ve kültür sâhiblerinin hayran kaldığı bu yüce dîne, se’âdet ve medeniyyet kaynağına, bir câhilin, bir aldanmışın dil uzatmasının ne kıymeti vardır? Söz ve yazı, sâhibinin aynasıdır. Çok kimse, düşmanına kızdığı zemân, onda kendindeki kötülüklerin bulunduğunu söyler. Her kabdan, içinde bulunan sızar. Alçak olanın sözleri ve kelimeleri de, kendi gibi olur. O çirkin sözlerin karşısında kalanlar, pisliğe düşen pırlantaya benzer. Bir kötü kimsenin islâmiyyete saldırmasına şaşılmaz. Bu yersiz ve saçma iftirâları doğru sanıp, aldanarak felâkete düşenlere şaşılır. Bu iftirâlara cevâb vermeğe değmez. Kör olana, güneşin varlığını anlatmağa uğraşılmaz. Safrası, karaciğeri bozuk olana, şekerin tatlı olduğunu anlatmak fâide vermez. Bozuk, habis rûhlara kemâlât, üstünlükler anlatılamaz. Bunlara cevâb vermek, başkalarının bunlara aldanmasını önlemek içindir. İlâc, hastaları ölümden korumak içindir. Ölüleri diriltmek için değildir.

İslâmiyyetin, medeniyyete ışık tutduğunu öven milyonlarca yazıdan ikisini bildirelim. Hem de kötülediği, beğenmediği doğudan değil, imrendiği batılılardan seçerek yazalım. Mocheim diyor ki, (Onuncu asrdan beri, Avrupada yayılan fen bilgilerinin, fizik, kimyâ, astronomi ve matematiğin, islâm mekteblerinden alındığı ve

-373-

hele Endülüs müslimânlarının Avrupanın üstâdı oldukları muhakkakdır. Romalılar, Gotlar, İspanyaya hâkim olmak için ikiyüz sene uğraşmışlardı. Hâlbuki müslimânlar, bu yarımadayı yirmi senede ele geçirdi. Pirene dağlarını geçerek Fransaya kadar yayıldılar. Müslimânların ilm, irfân, ahlâk bakımından üstünlükleri, silâhlarının te’sîrinden dahâ az değildi). Davenport diyor ki, (Avrupa, bugün de müslimânlara medyundur. Hazret-i Muhammed “aleyhisselâm”, (Şan, şeref ve üstünlük, mal ile değil, ilm ve irfân ile ölçülür) demişdir. İslâm devletleri, asrlarca, en muktedir ellerle idâre edilmişdir. Müslimânların üç kıt’a üzerine yayılması, târîhin en şerefli zaferleri olmuşdur). Jean Mocheim alman din adamı ve târîhcisi olup 1169 [m. 1755] de vefât etmişdir.

Bu câhil, rûh hastası, yazılarında, doğu dîne gömülerek afyonlandı, diyor. İngiliz lordu Davenport gibi müslimân olmıyan tarafsız yazarlar ise, vicdanları ile diyor ki, (Batıda Endülüs müslimânları, ilm, fen tohumlarını saçarken, doğuda Mahmûd-i Gaznevî ilm ve irfânı yayıyordu. Memleketi, fen adamlarının kaynağı olmuşdu. İslâm hükümdârı, üretimi artdırıyor, kaynaklardan topladığı serveti, iyi yerlerde memleketin ilerlemesinde kullanıyordu. Doğuda huzûr, medeniyyet böyle ilerlerken, Fransanın (yedinci Louis)si, Vitri şehrini ele geçirince yakdırdı. Binüçyüz insan da berâber yanmışdı. O zemân İngilterede iç savaşlar ölüm saçıyordu. Toprak ekilmemiş, herşey tahrib edilmişdi. Ondördüncü asrda, İngiliz, Fransız muhârebeleri, o kadar feci’, o kadar yıkıcı idi ki, târîhde benzeri görülmemişdi. Doğuda, islâm memleketlerinde ise 752 [m. 1351] de Delhî hükümdârı olan üçüncü Fîrûz Şâh Tuğluk “rahmetullahi teâlâ aleyh”, ölüm târîhi olan 790 senesine kadar, nehrler üzerinde elli sed ve ayrıca kırk câmi’, otuz mekteb, yüz hân, yüz hastahâne, yüz hamâm, yüzelli köprü yapdı. Kanal açdı. Hindistânda şâh Cihânın bütün memleketi huzûr ve se’âdet içinde idi. Mühendis Alî Murâd hâna, Delhî kanalını yapdırdı. Şehrin her yerine mermer fıskıyeler, şâdırvânlar, hamâmlar yapıldı. Her evde sular akıyordu. Memleket emniyyet içinde idi).

5- (Din, bir kaderciliğin, bir kanâ’atkârlığın ifâdesi imiş. Ezilenleri, açları uyuşduran bir âhıret fikri imiş. Âhıret ni’metlerine kavuşmak için, bunları dünyâda fazla istememek lâzım imiş. Yaşamak sevinci ve ihtiyâcı, kanâ’atcılığı ve kaderciliği parçalamış ve dahâ iyi, dahâ çok kazanmak için mücâdeleyi doğurmuş. Dinler, donmuş, kalıplaşmış âdetlere bağlı sistemlere karşı olanlardan korkarlar diyor. Din afyonu, insanı silik, ısyânsız, yaşamasız kılarmış.)

Cevâb: Böyle yalan sözlere, iğrenç iftirâlara cevâb vermeğe

-374-

değmez. Çünki, doğrusunu bilen akllı kimse, bunlara aldanmaz. Fekat islâm düşmanları, aklları yok ise de, kurnaz olduklarından, gençleri aldatabilmek için, onları lüzûmsuz, fâidesiz şeylerle meşgûl ederek, nefse hoş gelen, şehvete uygun afyon yutdurarak, din bilgileri öğrenmelerine mâni’ oluyorlar. Böyle oyalanarak, uyuşdurularak câhil bırakılan ma’sûm zevâllıların, yukarıdaki yalanlara aldanmamaları, felâkete düşmemeleri için, hakîkati kısaca yazmak yerinde olur. (Se’âdet-i Ebediyye) kitâbımızı iyi okuyan, bahtiyâr bir genç, İslâmiyyeti doğru olarak, iyice öğrenir. Hiçbir iftirâya aldanmaz. Bunun içindir ki, Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem” efendimiz, (İlm sâhibi olan, müslimân olur. Câhil olan, din düşmanlarına aldanır) buyurarak, bilgili olmağı tavsiye buyurmakdadır.

Evet din, kadere inanmak ve kanâ’at etmekdir. Fekat kader, bu zevallı câhilin zan etdiği gibi çalışmamak, fazla istememek değildir. Kader, insanların ne yapacağını, Allahü teâlânın önceden bilmesi demekdir. Allahü teâlâ, çalışmağı emr ediyor. Çalışanları övüyor. Nisâ sûresi, doksandördüncü âyetinde meâlen, (Cihâd edenler, çalışanlar, uğraşanlar, oturduğu yerde ibâdet edip cihâd etmiyenlerden dahâ üstündürler, dahâ kıymetlidirler) buyuruldu. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem”, (Çalışıp kazananları Allahü teâlâ sever) buyuruyor. (Se’âdet -i Ebediyye) kitâbımızın fihristinde, (Kesb ve ticâret) maddesi bulunup okunursa ve târîh gözden geçirilirse, İslâmiyyetin, çalışmak, kazanmak dîni olduğu iyice anlaşılır. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem”, (İki gün bir derecede bulunan, ilerlemeyen aldandı) buyurarak, hergün ilerlemeği, yükselmeği emr ediyor. (İşlerinizi yarına bırakmayınız. Sonra yok olursunuz!) ve (Yabancı dil öğrenin. Düşmanın şerrinden böylece kurtulursunuz!) buyuruyor.

Âhıret ni’metlerini düşünmek çalışmağı önler demek, çok insâfsızlık, çok alçaklıkdır. (Çalışıp kazanan kimse, âhıret günü ayın ondördü gibi parlak olacak) ve (Âlimlerin uykusu ibâdetdir) ve (Halâl kazanın ve hayrlı yerlere harc edin) ve (Din kardeşine ödünç verenin, günâhları afv olur) ve (Herşeye ulaşdıran yol vardır. Cennete kavuşduran yol ilmdir) Hadîs-i şerîfleri, çalışıp kazanmağı ve dünyâda iyi yoldan kazanıp, iyi yere verenlerin, âhıreti kazanacağını bildirmekdedir. Din, insanları, ısyân etmekden men’ edermiş. Bunun için afyon imiş. Yazarın din ve medeniyyet anlayışını, bu saçmalamaları, pek iyi açıklamakdadır. Böyle sözlerin, bir ilmin, bir fikrin ifâdesi olmadığı meydândadır. Körü körüne, bir din düşmanlığı yaparak, komünist düşünceli şeflerin gözüne girip, bir köşe kapmak için olan bezirgânlıkdan başka bir-

-375-

şey değildir. Dünyâlık ele geçirmek için, dinlerini verenlere (Din yobazı) denir. Yobazlar, dâimâ aldanmış, felâkete sürüklenmişlerdir. Yaranmak istedikleri şefleri, her fânî gibi, koltukdan düşmüş, inanmadıkları, kafa tutdukları, yüce Allahın adâleti katına çıkarak, sonsuz azâblara yuvarlanmışlardır. Yaltakcıları, bunları unutmuş, başka partilere geçmişler. Çıkarları için, başka fânîlere tapınmağa başlamışlardır.

6- (Çöl kanûnlarının hâkim kılındığı arab ülkelerinde, maddiyâta, materyalist felsefeye hücûm etmekdedirler), diyor.

Cevâb: Eskiden din düşmanları, tesavvuf büyüklerinin kıymetli sözlerinden birkaçını ezberleyip, ma’nâlarını anlamadan, bunları ulu orta yazar, söyler, tarîkatcilik yaparlar, gençleri tuzaklarına düşürürlerdi. Şimdi ise, islâm düşmanları, batılı fen, fikr adamlarının sözlerinden birkaçını ezberleyip, palto tutarak, kadeh doldurarak, çanak yalıyarak, bir etiket alıyor, bir köşe kapıyorlar. Kendilerine ilm adamı, kültürlü pozu vererek ezberledikleri kelimeler içine, islâm düşmanlığını kusuyor, gençliğin önüne sürüyor ve bunları masonların, komünistlerin cici maması gibi göstererek, müslimân yavrularını aldatmağa yelteniyorlar.

Kendisinde fen bilgisi olmayıp, gayrı meşrû’ yollarla bir etiket, bir diploma ele geçirerek, fen adamı maskesi altında, islâmiyyete saldıran soysuzlara (Fen yobazı) denir. Bir vakt, fen yobazlarından biri, eline geçirebildiği etiket sâyesinde, bir koltuk sâhibi olmuş. Milletin, kendisini adam yerine almadıklarını görünce, bir toplantı yapmış, köylüleri ve din adamlarını toplayıp, (materyalist felsefe), (ilerici aydın kişi), gibi kelimeleri savurmağa başlamış. Herkesin din adamlarını saydığını, kendisine aldırış edilmediğini görünce, köpürmeğe başlamış. Pis huylarını, kötü düşüncelerini ortaya koyan, aşağı kelimeler kullanmış. Bu arada, din adamlarına işâret ederek, (Avrupa görmiyen eşekdir) demiş. Müftî efendinin sabrı tükenerek: (Peder-i âlîniz Avrupaya teşrîf etdiler mi beyefendi?) demiş. Kaba bir sesle tenezzülen (Hayır) cevâbını lutf eyleyince, müftî efendi, (O hâlde zât-ı âlîniz de, eşek oğlu eşeksiniz) diyerek, müdir beyi kazdığı çukura düşürmüşdür. İslâm âlimlerinin yüksekliğini, islâm medeniyyetinin bütün dünyâ kütübhânelerini dolduran şanlı, şerefli üstünlüğünü bilmiyen kara kafalı, ilerici, aydın(!) câhiller, islâmın çelik kal’âsına böyle mantar tabancaları ile saldırmakda, hepsi rezîl ve perîşan olmakdadır.

7- (İktisâdî çöküntülere sebeb olanlar, dînin afyon etkisini gösteren bir kaderci lokmaya, bir hırkaya rızâyı telkîn eden sözlerden istifâde etmişler. Medeniyyet, dahâ fazla iktisâdî refâh is-

-376-

temek, bunun için uğraşmak demekdir. Din ise kadere rızâ, âhıret ve ma’neviyyat telkînleri ile, toplumun bu kalkınma hareketlerini kırmış, uyutmuş.)

Cevâb: Yukarıdaki maddede bildirdiğimiz çanak yalayıcılığıncanlı bir tablosu dahâ! Öyle bir yalan ki, otuz sene içinde üçkıt’aya yayılmış ve zemânın en büyük iki imperatörlüğü olan Îrânve Roma ordularını yere sermiş ve hele Îrân devletini târîhden büsbütün silmiş ve adâleti ile, güzel ahlâkı ile, her milletin gönlünü kazanmış olan islâm mücâhidleri, afyonlu, miskin, uyuşuk hastalarmış. Biraz târîh bilen kimse, bu şerefsiz, alçak iftirâya, ancak güler ve iğrenir. İslâm dîni çalışmağı, ilerlemeği emr etmekde, kazanıp fakîrlere yardım edenlere Cenneti müjdelemekdedir. Bu yazar, Avrupalıların, Amerikalıların hayretden parmaklarını ısırdığı islâmın san’at eserlerini ve müslimânların ilmdeki ve teknikdeki başarılarını öven yazılarını görseydi, bu satırları karalamağa belki sıkılırdı. Belki diyoruz. Çünki, hayâ duygusunu taşımak da, bir fazîletdir. Fazîletsiz kimseden, sıkılmak beklemek, yersiz bir istek olur.

Müslimânlık, çalışıp kazanmağı emr ediyor. Kanâ’at demek, bir hırkaya râzı olup tenbel oturmak demek değildir. Müslimânlar, aslâ böyle değildir. Kanâ’at demek, kendi kazandığına râzı olup, başkasının kazancına göz dikmemek demekdir. Avrupaya medeniyyeti islâmiyyet getirdi. Çünki islâmiyyet, iktisâdî refâhı sağlıyan yolları göstermekdedir. Buna kavuşmak için, çalışmağı istemekdedir. (İnsanların hayrlısı, en üstünü, insanlara dahâ fâideli olanlarıdır) ve (İyiliklerin en iyisi sadaka vermekdir) ve (En hayrlınız, insanları çok doyuranınızdır) ve (Sizin en hayrlınız, başkasından beklemeyip, çalışan, kazananınızdır) gibi, dahâ pekçok Hadîs-i şerîfler, yukarıdaki yazıların alçakça düzülmüş iftirâ olduklarını göstermekdedir.

8- (Müşterek medeniyyete erişmek çabalarını târîh içinde engelliyen, dînin emr edici kudreti imiş. Devrimlerin amaçlarını engelliyen dînin emr edici otoritesini yok etmeli imiş.)

Cevâb: Bu fen yobazı, medeniyyeti diline dolamakda, gençleri bu efsunlu kelime ile uyuşdurmağa çalışmakdadır. Büyük ve ağır sanâyi’ kurup, elektronik makinalar ve atom gücü ile çalışan fabrikalar yapıp, bunların arkasında, fuhşu, kadını eğlence vâsıtası şekline sokmağı, döviz kaçakçılığı ile, yalan ve hîle ile, vurgun ile patron olmağı, işçinin sırtından geçinerek, her çeşid hayvânî arzûlara kavuşmağı medeniyyet sanmakdadır. İslâm âlimlerinin “rahmetullahi teâlâ aleyhim ecma’în” ta’rîf etdiği ve ulaşılmasını emr etdiği medeniyyet; (Ta’mîr-i bilâd ve terfîh-i ibâd)dır.

-377-

Ya’nî medeniyyet, binâlar, makinalar, fabrikalar yaparak memleketleri kalkındırmak ve fenni ve her çeşid gelirleri, milletlerin hürriyyetleri, râhat ve huzûr içinde yaşamaları için kullanmak demekdir. Yirminci asrda, medeniyyetin bu iki şartından, yalnız birincisi vardır. Fen, göz kamaşdırarak ilerlemekde ise de, ekonomik ve teknik buluşlar, insanları köle yapmak, zulm ve işkence için kullanılmakdadır. Komünist devletler ve dikta rejimleri bunun misâlidir. Yirminci asr, fen asrıdır. Medeniyyet asrı olmakdan çok uzakdır.

Bu sosyalist yazar, dîni yok etmek arzûsunda çok kararlıdır. Çünki, islâmiyyet, ahlâksızlığı, nâmûssuzluğu, sömürücülüğü, iki yüzlülüğü, diktatörlüğü, jurnalciliği, kısaca, insanlığı kemiren her kötü davranışı yasak etmekdedir. Kötü rûhlu, bozuk karakterli kimse, elbette iyilik yapılmasını istemez. Bozguncu olan alçaklar, yapıcı olan islâmiyyetden elbette ürker. Bu yalancı kâfir, müslimânlığın medeniyyeti engellediğine inandırmak için, târîhi yalancı şâhid gösteriyor. Biraz târîh bilgisi olsaydı, kendini belki biraz frenliyebilirdi. İslâmiyyetin, medeniyyete hizmetini ve bugünkü Avrupanın, Amerikanın kalkınmasına ışık tutduğunu, müslimân olmıyan târîhciler de i’tirâf ediyor.

Bu câhil fen yobazının, bu yalanları kendisi uyduracak kadar kafa ve kalem sâhibi olmadığı da anlaşılıyor. Avrupada hıristiyânlığa karşı olarak yapılan saldırıları, islâm dînine de bulaşdırmak çabasındadır. Fekat, haksız olduğundan ve bilgisi gibi, görüşü, anlayışı da kıt olduğundan, yüzüne gözüne bulaşdırmakdadır.

Sırası gelmişken, Avrupada hıristiyanlık düşmanlığını kimlerin ve niçin yapdıklarını ve bu hücûmların islâm dînine karşı çevrilemiyeceğini açıklamak uygun olacakdır. Şöyle ki:

Büyük Kostantin zemânında, ilâhî kıymetini büsbütün gayb eden hıristiyanlık, siyâsî bir kazanç vâsıtası olmuşdu. Rûhânîler, hıristiyan olmıyanlara karşı, kanlı savaş açıyorlardı. Herkesi, körü körüne hıristiyan olmak için zorluyorlardı. Luther, bu çılgınca saldırıda pek ileri gitmişdi. Protestan olmıyan her dîne, her millete ateş püskürüyordu. Katoliklerin kurdukları misyoner teşkilâtı da, ayrıca fikrleri karışdırmağa, vicdânları şaşırtmağa uğraşıyor, hergün yeni yeni yazılarla, hıristiyanlık propagandası yapıyordu. Hıristiyânların ilme, fenne uymıyan ve ba’zân kan dökerek, bir yandan da aldatarak yapdıkları saldırılara karşı, Avrupada, onsekizinci asrda hıristiyan düşmanlığı başladı. Papasların, insanları aldatdıkları, hurâfelere inanmak için zorladıkları, herkesi fikr esâretine almak için uğraşdıkları yazıldı. Fekat, bu düşman-

-378-

lık, hıristiyanlık dînine karşı olmakla kalmadı. Her dîne saldıranlar türedi. Bunlar, papasların fenâlığını, dînin bozulmasında, dînin değişdirilmiş olmasında görmüyor, dinden geldiğini sanıyorlardı. Dinleri incelemeden, hıristiyânların yapdıkları zulmleri, kötülükleri, din olarak ele alıp, dinlere saldırıyorlardı. Din düşmanlığında en ileri gidenlerden biri Volter oldu. O da, Luther gibi islâmiyyete iftirâ ediyor, Resûlullah efendimizi, Lutherin dediği gibi sanarak, (Hâşâ) kötülüyordu. Bunlar da, hıristiyanlar gibi, islâm dînini incelemeden, bütün dinlere çatıyordu.

İlk olarak ondokuzuncu asrda, Alman Von Herder, körü körüne hıristiyan olmağa zorlanmak gibi, körü körüne din düşmanlığı yapmanın da, yanlış olduğunu söyledi. Dinleri, öncelikle islâm dînini incelemek lüzûmunu ortaya koydu. Böylece, Avrupada, Muhammed aleyhisselâmın hayâtı ve islâmiyyetin, ferdleri, âile ve cem’iyyeti idâre için gösterdiği ışıklı yolun şaşılacak üstünlükleri görülmeğe, anlaşılmağa başladı. İngiliz fikr adamlarından Carlyle (Karlayl), 1257 [m. 1841] de yazdığı (Kahramanlar) kitâbında, (Peygamber olan bir kahraman) başlığı altında, Muhammed aleyhisselâmın hayâtını, ahlâkını ve başarılarını övmekdedir. Bir yerinde (Oniki asr boyunca, yüzmilyonlarca insanı idâre etmiş, doğuda, batıda medenî devletler kurulmasına sebeb olmuş bir zât, Lutherin ve Volterin yazdığı gibi, bir sahtekâr olamaz. Aşağı bir kimse, hazret-i Muhammedin “aleyhisselâm” başarılarına kavuşamaz. Ancak, îmân ve ahlâk sâhibi, olgun bir kimse, başkalarına fâideli olur. Muhammed “aleyhisselâm”, insanları yükseltmek için doğmuşdur. Böyle olmasaydı, kimse ona uymazdı. Muhammed aleyhisselâmın sözleri doğrudur. Çünki yalancı olan bir kimse, bir din değil, bir ev bile kuramaz) diyor. Karlayl zemânında, Avrupada doğru islâm kitâbları yok gibi idi. Fekat o, uzun senelerin incelemeleri ve keskin görüşü ile, hıristiyanların ve din düşmanlarının yalanlarına aldanmadı. Târîhin hakîkatlerini görebildi. Bugün islâm kitâbları, Avrupa, Amerika dillerine bol bol çevrilmekde, Karlayl zemânında bulunan, yanlış ve noksanlar da aydınlatılmakdadır.

Lutherin, Kur’ân-ı kerîme karşı yazdığı çirkin yazıları ve Volterin Muhammed “aleyhisselâm” için uydurduğu korkunç fâci’alar olan fikrleri ile Karlaylın (Peygamber olan kahraman) kitâbı yan yana getirilirse, müte’assıb hıristiyanlar ve câhil din düşmanları ile ilm, inceleme adamlarının, islâmiyyeti görüşleri arasındaki fark iyi anlaşılır. Karlayldan sonra, İngiliz ilm adamı Lord Davenport da, Muhammed aleyhisselâmın hayâtının, ahlâkının güzelliğini, Kur’ân-ı kerîmin insanlığı se’âdete kavuşduran bir ilm

-379-

kaynağı olduğunu uzun uzun anlatmış, Kur’ân-ı kerîme ve Muhammed aleyhisselâma dil uzatanlara, susdurucu cevâblar vermişdir.

Görülüyor ki, islâm düşmanları, bugün, yalan ve iftirâ ateşini körükliyebilmek için, üç kaynakdan zehr almakdadır: Hıristiyan misyonerlerinden, Volter gibi körü körüne dinlere saldıranlardan ve her doğruyu, her iyiliği yok edip, insanları bir hayvan ve bir makina adam gibi sömüren komünistlerden zehrlenmekdedirler.

9- (Din, mevcûd olan ile yetinmek, kanâ’atkârlık, acı çekmek, müsâvâtsızlıkları benimsemek imiş. Bir cem’iyyetdeki mevcûd fikrleri kalıplaşdırmak imiş. Sınıf farklarının azaltılması, istismârın önlenmesi için dahâ iyi bir hayâta kavuşmağı önlermiş. Bu baskılar, Cehennem korkusu ile yapılmış. Acı çekenler, Cennetle avutuluyormuş. Fertlerin kişiliklerini öldürmüş imiş.)

Cevâb: Yukarıdaki maddenin sonunda bildirdiğimiz üç kaynakdan aldığı zehrleri, müslimân yavrularına aşılamak istiyor. Fekat, becerememiş. Bugün gençler, islâm kitâblarını okuyor. Dînini doğru olarak öğreniyor. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem”, (İki günün kazancı eşit olan, ziyân etmiş demekdir. Müslimân hergün ilerlemelidir) buyuruyor. Bu emri işiten ve Resûlullahın halîfesi hazret-i Ömerin (İleri) emrini uzun uzun okuyan akllı bir genç, ilerici geçinen bu câhilin yalanlarına elbette aldanmaz. İslâmiyyet, müsâvâtsızlıkları benimsemeği değil, müsâvâtsızlıkları yok etmeği, adâleti emr ediyor. (Ben, âdil olan bir hükümdâr zemânında geldim) Hadîs-i şerîfi, kitâbsız kâfirlerin adâletini bile övmekdedir. (Münâvî) de ve (Deylemî) de yazılı olan Hadîs-i şerîfde, (Cennete önce girenler, âdil olan hâkimler ve âdil olan hükûmet adamlarıdır) buyuruluyor. Bu Hadîs-i şerîf, acı çekdirmeği ve müsâvâtsızlığı mı, yoksa acı çekdirmemeği ve müsâvâtı mı emr ve teşvîk buyuruyor? Okuyucularımızın vicdânı, buna elbette doğru cevâb verecek ve kâfir yazarın sapıklığı ve kimlere hizmet etmek gayretinde olduğu iyi anlaşılacakdır.

İslâmiyyet, zekât vermeği, ödünc vermeği, yardımlaşmağı emr etmekdedir. Sınıf farklarını kaldıran bu emrleri yapanların Cennete gideceğini bildirmekdedir. Cennete acı çekenler değil, acıyı verenden, yaratandan râzı olanlar girecekdir. İslâmiyyet, en iyi hayâta kavuşduran, ilerici, dinamik bir dindir. İslâmiyyet, mevcûd sınırları kalıplaşdırmamış, ticâret, sanâyı’, zirâ’at ve harb tekniğinde günün şartlarına uyulmasında, yükselmek için her ilmî buluşun tatbîk edilmesinde, devleti idâre edenleri serbest bırakmışdır. Allahü teâlâ, insanların her bakımdan en üstünü, en akllısı olan sevgili Peygamberine bile (Eshâbın ile müşâvere et!

-380-

Onlara danış!) buyuruyor. İslâm halîfelerinin hepsinin müşâvirleri, meclisleri, ilm adamları vardı. Danışmadan birşey yapmaları câiz değildi. İbâdetlerde hiç değişiklik, reform olamaz. Fekat, teknikde, dünyâ işlerinde ilerlemek, yükselmek emr edilmişdir. Bunun içindir ki, islâm devletleri, doğuda, batıda, her yerde, her konuda ilerledi. Bütün dünyâya önder oldu. İslâmiyyet, şahsiyyet sâhibi olmağı, fikr hürriyyetini sağlıyan bir dindir. Herbir müslimân, bütün dünyâdan dahâ kıymetlidir.

10 - (Din, iç ve dış istismârı sağlamış. Kanâ’at etmek ve kadere rızâ, uyuşukluğa ve istismâr edilmeğe sebeb olmuş. İstihsâl kuvvetleri, belirli ellerde toplanmış. Geniş kitle, dünyâ se’âdetlerine lâyık görülmemiş. Bir lokma, bir hırka felsefesi, yaşama ve mücâdeleci kuvveti yok etmiş. Âhıret ümmîdi, acı ve sıkıntı çekmeğe sebeb olmuş.)

Cevâb: Din üzerinde konuşabilmek için, az da olsa, bir din bilgisine sâhib olmak lâzımdır. İslâmiyyeti, bugünkü kapitalistlere, komünist sömürücülere benzetip, dîne böyle saldırmak, gözü döndürücü, aklı örtücü azılı bir islâm düşmanlığını göstermekdedir. İstihsâl kuvvetlerini belirli ellerde toplıyan ve milleti sömüren batılı kapitalistlere ve zâlim komünistlere karşı birşey demeyip de, sosyal adâleti emr eden islâmiyyete saldırmak, düpedüz islâm düşmanlığı ve açık bir moskof uşaklığı olsa gerekdir. İslâmî bilgisi hiç olmadığı için, dönüp dolaşıp, kanâ’at etmeğe, kadere inanmağa çatıyor. Medeniyyet nâmına yalnız iktisâddan, para birikdirmekden söz ediyor. Anlamıyor ki, kanâ’at, sinir hastalıklarını önliyen, geçimsizliği, düşmanlığı gideren, cem’iyyetlerin düzenlerini sağlıyan bir faktördür. Kanâ’at, islâmiyyetin dünyâya yayılmasını, ilm ve fen âbideleri kurmağı sağlamışdır. (Çalışan kazanır) ve (Herkes yapdığını bulur) meâl-i âlîsinde olan âyet-i kerîmeler ile (Allahü teâlâ çalışıp kazananları sever) ve (Münâvî)deki (Allahü teâlâ çalışmıyan gençleri elbette sevmez) gibi, nice Hadîs-i şerîfler, çalışıp ilerlemeği mi, yoksa uyuşukluğu mu emr ediyor? Müslimânların kurduğu Emevî, Abbâsî, Gaznevî, Hind Timûrları ve Endülüs ve Osmânlı medeniyyetleri, çalışkanlığı mı, yoksa uyuşukluğu mu gösteriyor? İslâm düşmanları tarafından uydurulmuş, (bir lokma, bir hırka) sözü, Kur’ân-ı kerîmin ve Hadîs-i şerîflerin emrlerini değişdirebilir mi? Bu söz, müslimânlık demek değildir. Âhırete inanmak, acı çekmeğe değil, ferdlerin, âilenin ve cem’iyyetin düzenli, huzûrlu olmasına sebebdir. Târîh, böyle olduğunu açıkça göstermekdedir. İslâm dîni, acı çekmeği değil, maddî, ma’nevî acıları gidermeği, acılara, sıkıntılara sebeb olmamağı emr etmekdedir.

-381-

11 - (Bu memleketler, hâlâ çöl kanûnları ile idâre edilmekde imiş.)

Cevâb: Allahü teâlânın gönderdiği Kur’ân-ı kerîmin ve yüzbinlerce Hadîs-i şerîfin bildirdiği emrler, ilmler, dünyânın her yerindeki ilm ve akl sâhiblerini hayrân bırakmakdadır. Bu ilmlerin, emrlerin üstünlüklerini, kıymetlerini açıklayabilmek için, islâm âlimleri binlerle kitâb yazmışdır. Bunlardan birkaçını, (Se’âdet-i Ebediyye) kitâbımızın muhtelif yerlerinde bildirdik. Müslimân olmıyan ilm adamları da, bu doğru sözü, insâf ederek açıklamakdadır. Göte diyor ki, (Kur’ân-ı kerîmi ilk okuyan, bir zevk duymaz ise de, sonra, okuyanı kendisine çeker. Dahâ sonra, güzelliği ile onu cezb eder). Kibon diyor ki, (Kur’ân-ı kerîm yalnız Allaha, âhırete inanmağı değil, medenî ve cezâ kanûnlarını da bildirmekdedir. İnsanların bütün işlerini, hâllerini düzenliyen kanûnları ve Allahü teâlânın değişdirilmiyen emrlerini getirmişdir).

Davenport diyorki, (Kur’ân-ı kerîm, dînî vazîfeleri ve günlük işleri, rûhun temizliğini, bedenin sıhhatini, insanların birbirlerine ve cem’iyyete ve devlete karşı olan vazîfelerini, haklarını, insanlara, cem’iyyetlere fâideli olan şeyleri, ahlâk, cezâ bilgilerini düzenlemekdedir. Kur’ân-ı kerîm, insanlara fâideli bir sistemdir. Canlıların ve eşyânın her hâli, onun ile düzenlenir. Ahlâk üzerinde çok titiz, çok kuvvetlidir. Kur’ân-ı kerîm, hep iyilik etmeği emr ediyor. Sosyal adâleti kuvvetlendiriyor. Medeniyyete kıymetli te’sîr yapıyor. İnsanlara iyilik, se’âdet için, Allah tarafından gönderilen en kıymetli kitâba, inâd ve düşmanlık ederek, câhilce saldırmak kadar haksız ve gülünç bir iş olamaz).

Görülüyor ki, akl ve vicdân sâhibi herkes, Kur’ân-ı kerîmi anlıyabildiği kadar, ona bağlanmakda, saygı göstermekdedir. Bu mukaddes kitâba, çöl kanûnu demekden dahâ kötü bir ahlâksızlık, alçaklık ve ahmaklık olamaz.

12 - (Diğer doğu ülkeleri de, çöl kanûnlarını atıp millî ve batılı bir ideolojiye yönelmekde, din afyonunu atmakla uyanmakda imişler.)

Cevâb: Bu câhil ve sapık yazarın afyon dediği islâm dînine, müslimân olmıyanlar bile hayrânlıklarını bildirmekdedir. Mocheim diyor ki, (Mîlâdın onuncu asrında, Avrupayı kaplamış olan müdhiş kara günlerden dahâ kötüsü düşünülemez. Bu devrin en ileride bulunan latinlerinde bile, ilm ve fen adına, mantıkdan ileri birşeyleri yokdu. Mantık, bütün ilmlerin üstünüdür sanılıyordu. O zemân müslimânlar, İspanyada ve İtalyada mektebler kurdu. Avrupalı gençler, ilm öğrenmek için buralara toplandı. İslâm

-382-

âlimlerinin okutma metodlarını öğrenerek, hıristiyân mektebleri açıldı).

Dünyâ târîhlerinin sözbirliği ile överek yazdığı gözleri kamaşdıran islâm medeniyyetini, Kur’ân-ı kerîme uyanlar meydâna getirdi. Bugün Avrupa, Amerika ve Rusyada fen ilerledi, dev sanâyı’ kuruldu. Ay yolculuğuna başlandı. Fekat, hiçbirinde huzûr sağlanamadı. Patronların isrâfı ve sefâheti, işçilerin sefâleti giderilemedi. Komünistlerde devlet, milleti sömürdü. Milyonlarca insan, buğaz tokluğuna, aç, çıplak çalışdırıldı. Zâlim, kan dökücü bir azınlık, bunların sırtından yaşadı. Serâylarda zevk ve safâ sürüp, her kötülüğü yapdılar. Kur’ân-ı kerîme uymadıkları için râhata, huzûra kavuşamadılar. Medenî olmak için, fende, teknikde onlara benzemek, onlar gibi çalışmak, başarmak lâzımdır. Çünki, Kur’ân-ı kerîm ve Hadîs-i şerîfler, fende, san’atda ilerlemeği emr ediyor. Meselâ, ibni Adî ve Münâvînin “rahmetullahi teâlâ aleyhimâ” bildirdikleri Hadîs-i şerîfde, (Allahü teâlâ, fende ilerliyen, san’at sâhibi olan kulunu elbette sever) ve (Hâkim-i Tirmüzî) ve (Münâvî)deki Hadîs-i şerîfde, (Allahü teâlâ, kulunun san’at sâhibi olduğunu görmeği elbette sever) buyuruluyor. Fekat, medenî olmak için, yalnız bunu başarmak yetişmez. Kazanılan ni’metlerin, adâletle paylaşılması, çalışanın emeğine kavuşması lâzımdır. Bu adâlet de, ancak Kur’ân-ı kerîme uymakla elde edilir. Bugün Avrupa, Amerika ve Rusya, islâmiyyete uygun olarak çalışdıkları işlerinde, kazanıyorlar. Fekat, kazançlarını Kur’ân-ı kerîmdeki adâlet esâslarına göre paylaşmadıklarından râhata, huzûra kavuşamıyorlar. Sınıf mücâdelesinden kurtulamıyorlar. İslâmiyyete uymıyanlar, aslâ mes’ûd olamaz. Uyanlar, müslimân olsa da, olmasa da, inansa da, inanmasa da, uydukları kadar, dünyâda fâidesini görür. İnanarak uyanlar ise, hem dünyâda, hem âhıretde fâidesinigörürler. Dünyâda, râhat, huzûr içinde yaşarlar. Âhıretde de, se’âdet-i ebediyyeye, sonsuz ni’metlere kavuşurlar. Bu sözün doğru olduğunu târîh de, günlük olaylar da, açıkça göstermekdedir. Bundan anlaşılıyor ki, müslimân olsun olmasın, İslâm dîninin gösterdiği yolda ilerlemiyenler, ayrıldıkları kadar, zarara, felâkete sürüklenirler.

Allaha îmân, Allah korkusu ve islâm dîni, maddî mes’elelerde âciz kalan insanlara ümmîd ve çalışma azmi verecek sebeblerdir.

Ekonomik ve teknik terakkîlerin fâideli olabilmesi için, ma’nevî kuvvete de ihtiyaç olduğu görülmekdedir.

Din ve fen, insanlara çok lüzûmlu, çok fâideli olan iki yardımcıdır. Fen bilgileri, râhat için, huzûr için, medeniyyet için lâzım

-383-

olan vâsıtaları, sebebleri hâzırlar. Din bilgileri de, fennin hâzırladığı âletlerin, râhat için, huzûr için ve medeniyyet için kullanılabilmelerini sağlar. Komünistler, Almanlardan, Amerikalılardan çaldıkları fen bilgileri ile, dev sanâyı’, mu’azzam fabrikalar kurdular. Gözleri kamaşdıran füzeler, peykler yapdılar. Fekat, bunlarda yalnız fen vardı. Din yokdu. Bundan dolayı, fen ile yapdıkları âletleri, kendi milletine işkence yapmak için ve başka milletlere saldırmak için ve dünyâda isyânlar, ihtilâller çıkarmak için kullandılar. Her yeri zindana çevirdiler. Fende ilerlemeleri, medeniyyete değil, vahşete sebeb oldu. Râhat, huzûr, insan hakları yok edildi. Bir azınlığın zevk ve safâsı için, milyonlarca insan sefîl oldu. Onun için, hakîkî dîni öğrenmeğe ve hakîkî müslimân olmağa gayret edelim.

Hakîkî müslimânlar hakkında, bakınız, Kur’ân-ı kerîm ne buyuruyor:

(İyi biliniz! Allahın dostlarına korku yokdur. Onlar üzülmiyeceklerdir!) Yûnüs Sûresi, 62.ci âyet-i kerîme meâli”.

İslâmın ahkâmına, ya’nî Allahü teâlânın emrlerine ve yasaklarına inanalım. Bu ahkâma uyarak, birbirimize ve devletimize yardımcı olalım. Râhata, huzûra, se’âdete kavuşalım, sevgili okuyucularımız.

Hulâsa: Yukarıda 12 madde hâlinde sıraladığımız yazılar, yazarlarının hem câhil, hem ahmak bir din düşmanı olduklarını gösteriyor. İslâm âlimlerinden hiçbirinin hiçbir kitâbını okumamış, işitdiklerini de anlamamış oldukları görülüyor. Bunlara cevâb vermeğe değmez. Çünki (ve mâ cevâbül ahmakı illessükût) meşhûrdur. Etiketlerine aldanan gençlerin ilmî yazılar olduğunu zan ederek, senedleri, vesîkaları olmıyan bu hayâlî hezeyânlara aldanmamaları için kısaca cevâb yazarak uyarmağı uygun gördük.

Soysuz olana, kıymet mi verir hiç diploma?

Altın palan vursan, eşek yine eşekdir!

Allaha tevekkül edenin yâveri Hakdır.

Na-şâd olan bu kalbim, birgün şâd olacakdır.

-384-