Allahü teâlâ, zâlimlerin şerrinden [zararlarından] muhâfaza eylesin! Belâ Ondan gelir. Belâdan kurtaran da, Odur. Her birinin belli vakti vardır. Vaktlerini değişdirmek mümkin değildir. Izdırâb [şikâyet], fâide vermez. Ona ilticâ [düâ] edilirse, hiç gam kalmaz. Düâ etmemek, gamların en büyüğüdür. [Düâ edenleri sever. Düâya, ya’nî Onun sevmesine sebeb olan derdleri, belâları, ni’met bilmelidir.]
Sevgili oğlum! Dünyânın görünüşü tatlıdır, lezzetlidir. Hâlbuki, hakîkatde zehrdir. Kıymetsizdir. Onun tuzağına düşen, hiç kurtulamaz. Bu zehr ile ölen, leş olur. Buna gönül vermek delilikdir. Yaldızlanmış necâset, şeker kaplanmış zehr gibidir. Aklı olan, böyle sahte, yalancı güzelliğe aldanmaz. Bozuk, zararlı zevklere gönül bağlamaz. Bu kısa hayâtında, sâhibinin rızâsını kazanmağa çalışır.Âhıretde işe yarayacak şeyleri kazanır. Kulluk vazîfelerini yapar. Allahü teâlânın emrlerine sarılır. Harâm, yasak etdiği şeylerden sakınır. Böyle yapmayıp, zararlı şeyler peşinde koşanlara yazıklar olsun!
Hakîkî dostu üzmekden korkuyorum,
Bu korkudan, gece gündüz yanıyorum!
[Dünyâ, Allahü teâlânın sevmediği, harâm etdiği, zararlı şeyler demekdir. Harâmlardan sakınan, dünyâya aldanmamış olur. Allahü teâlâ, dünyâda hiçbir zevki, hiçbir lezzeti yasak etmedi. Bunları, azgın, taşkın, zararlı olarak kullanmağı harâm etdi. Gösterdiği, fâideli, edebli şeklde kullanılmasını emr etdi.]
Sûrî [zâhirî, gözle görünen] kemâlâtın [yüksekliklerin, menfe’atlerin] ve ma’nevî [görünmiyen] makâmların hepsi Muhammed aleyhisselâmdan gelmekdedir. Bedenle yapılacak ve sakınılacak işler, ibâdetler, Ondan bizlere âlimler yolu ile geldi. Bâtının [kalbin] ilmleri, esrârı, sôfiyye-i kirâm vâsıtası ile geldi. Ebû Hüreyre “radıyallahü teâlâ anh” buyurdu ki, (Resûlullahdan “sallallahü teâlâ aleyhi ve âlihi ve sellem” iki dürlü ilm aldım. Bunlardan birini sizlere bildirdim. İkincisini bildirmiş olsam, beni öldürürdünüz.) Ömer “radıyallahü anh” vefât edince, oğlu Abdüllah, (İlmin onda dokuzu öldü) dedi. Ba’zılarının bu sözde şübhe etdiklerini görünce, (İlm dediğim, Allahü teâlâyı tanı-
makdır. Hayz ve nifâs bilgisi değildir) dedi. Allahü teâlânın rızâsına, sevmesine kavuşduran yolların hepsi, Resûlullahdan gelmişdir. Velîler, üstâdları vâsıtası ile aldılar. Hiçbiri, yollarını kendileri açmadı. (Nefehât)da, molla Câmî diyor ki, (Fenâ ve Bekâ kelimelerini ilk söyleyen, Ebû Sa’îdilharrâzdır[1].) Feyzler, Resûlullahın mubârek kalbinden alınmışdır. İsmleri sonradan konmuşdur. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” Bi’setden [kırk yaşından] evvel, mubârek kalbi ile tefekkür ederdi. Allahü teâlâya teveccüh etmek ve nefy ve isbât [Kelime-i tevhîd] yapmak ve mürâkabe yapmak, zemân-ı se’âdetde ve Eshâb-ı kirâm zemânında yokdu demek doğru değildir. Meşhûr olan sükûtü zemânlarında, bunlarla meşgûl idi. Bu ismler, o zemânda yok idi ise de, kendileri vardı. Mubârek kelâmları ilm, sükûtları fikr idi. Teveccüh ve murâkabe, bu fikr kelimesine dâhildir. Tefekkür, fikrin [düşüncenin] bâtıldan hakka gitmesidir. (Bir mikdâr tefekkür, bir sene ibâdetden hayrlıdır) Hadîs-i şerîfi meşhûrdur. O zemân bunlar yokdu diyenlerin delîl, vesîka göstermeleri lâzımdır.
Nefy ve isbât ismini Abdülhâlık Goncdüvânîye[2] Hızır aleyhisselâm öğretdi. Hızır aleyhisselâm, elbet, bid’at olan, nûr ve ziyâ bulunmıyan, derdlere devâ olmıyan şeyi öğretmez. (Allahü teâlânın rızâsına kavuşduran yolların hepsi, Resûlullahın nûrlarından alınmış, Onun esrârından damla olduğuna göre, niçin yollar farklı olmuş, sahvlar, sekrler, telvînler, temkinler ve islâmiyyete uymuyor görünen [şath] sözler birbirlerine benzemiyor) denilirse, cevâbında deriz ki, bu ayrılıklar, isti’dâdların farkından, insanların yaratılışlarındaki farklardan hâsıl olmuşdur. Aynı gıdânın, aynı devânın insanlara te’sîrlerinin başka başka olmaları gibidir. Aynı insanın muhtelif aynalarda, farklı görünmesi de böyledir. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem”, ma’nâları ve esrârı, Eshâbının, isti’dâdlarına, kâbiliyyetlerine göre, muhtelif şeklde bildirirdi. Su, konulduğu kabın şeklini alır. Aynı su, muhtelif şekllerdeki kaplarda, o kabın şeklinde görünür. Hadîs-i şerîfde, (Herkese, aklları alacak kadar söyleyiniz!) buyuruldu. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” birgün Ebû Bekre “radıyallahü teâlâ anh”esrârdan anlatıyordu. Ömer “radıyallahü teâlâ anh” yanlarına gelince, sözü değişdirdi. Osmân “radıyallahü teâlâ anh” gelince, dahâ da değişdirdi. Alî “radıyallahü teâlâ anh” gelince, başka şeyler anlatmağa başladı. İsti’dâdları, fıtratları başka olduğu için, böyle yapdı.
---------------------------------
[1] Ebû Sa’îdi Harrâz 277 [m. 890] de Bağdâdda vefât etdi.
[2] Abdülhâlık Goncdüvâni 575 [m. 1180] de Buhârâda vefât etdi.
İkinci süâlin cevâbına gelince, silsilelerin [yolların] hepsi, imâm-ı Ca’fer Sâdıkdan gelmekdedir “radıyallahü teâlâ anh”[1]. Bu imâm, iki yola bağlıdır. Birincisi, dedelerinin yolu olup, Alîden “radıyallahü teâlâ anh” gelmekdedir. İkincisi, anasından gelen, dedelerinin yolu olup, Sıddîk-ı ekberden “radıyallahü teâlâ anh” gelmekdedir. Bu iki zâhirî ve ma’nevî vilâdetden dolayı, bu büyük imâm, (Ebû Bekr beni iki kerre hâsıl eyledi) buyurdu. İmâmdaki bu iki yol, birbirinden ayrıdır. Ba’zı Evliyâya, İmâmdan, Sıddîk-ı ekberin yolu, diğer silsilelerin Evliyâsına, Alî kerremallahü vecheh yolu verildi.
---------------------------------
[1] Ca’fer Sâdık, oniki imâmın altıncısıdır. Hazret-i Alînin torununun torunu, Mûsâ Kâzımın babasıdır. 148 [m. 765] de Medînede vefât etdi.