Allahü
teâlâ, murâdlarınıza kavuşdursun! Belki, murâdlarınızdan halâs edip, irâde-i
ilâhiyyesine tâbi’ eylesin! Abdiyyet makâmı, ademiyyetdir. Abdiyyetde
mevcûdiyyet yokdur. İrâde ise, hiç olamaz. İrâde, varlıkdan, benlikden hâsıl
olur. Allah âşıklarının kalbinde, nokta kadar varlık, dağ gibidir. Allahü
teâlânın ihsânı olmadıkca, bundan kurtulmak imkânsızdır. Kalb cezb edilmedikce,
yalnız bedenle yapılan ibâdetler, kalbi bu bağlardan kurtaramaz. Kalbde aşk
ateşi parlamadıkca ve şirketi yakan aşk ateşi ihsân edilmedikce, bu ağır yükden
necât ve halâs mümkin değildir. İnsân, irâde [arzû] sâhibi oldukca, (Tâlib) denir. İrâdeden, murâddan halâs ve
irâde-i ilâhîyeye tâbi’ olunca, (Vilâyet) makâmına
lâyık olur. Kemâlât-i vilâyetin evveli olan bu ni’met ve sâir kemâlât-ı
vilâyet, şimdi imâm-ı Rabbânî Ahmed Fârûkî Serhendînin, nûrlarının menba’ı olan
mezârından saçılmakdadır. Bu Ravda-i münevverenin etrâfına toplanmış olanlar,
hattâ başka yerlerden gelen sâdık tâlibler, başlarını bu kapının toprağına
sürünce, feyzlere, ma’rifetlere kavuşmakdadırlar. Bugün Hindistânın Serhend
şehri, feyzlerin, nûrların çokluğundan ve esrârın zuhûrundan dolayı,
Hindistânın diğer şehrlerinin ve bütün memleketlerin gıbtasına mazhar olmuşdur.
Bu mubârek şehri Hindistânın bir parçası zan etmemelidir. Burası, vilâyet
kapısıdır. Hind toprağı, vilâyet âb-ı hayâtı ile hamur olmuş, hidâyet merkezi
olmuşdur. Bu ateşin kıvılcımları ile yanıp kül olanlar, bu toprağın letâfetini
beyândan âcizdirler. Feyzlerini, esrârını ve ihsânlarını izhârdan kâsırdırlar.
Ziyârete gelenler ve kalblerini rabt edenler, bu feyzleri almakdadırlar. Hâlis
ve munsif olanlar, bunu anlamakdadırlar. Nûr menba’ının esrârından hâil olan
cevherler, başka Velîlerin bulundukları memleketlerde pek nâdir ele
geçmekdedir. Bu vilâyet menba’ının aşk şerâbından bir yuduma nâil olanlar, âfâk
ve enfüs alâkalarından halâs olmakdadırlar.
Fenâ ve bekâya vâsıl olmadan evvel, hâsıl olan ahvâlin bir kıymeti yokdur. Hak teâlâya tâlib olanın, Onun mâ-sivâsından [mahlûklardan] uzaklaşması lâzımdır. Ahvâle ve mevâcide tâlib olan, mâ-sivâya tâlibdir. Fenâ ve bekâ lâzımdır. Bu ikisini elde etmeğe çalışmalıdır. Vilâyet, bu ikisi ile hâsıl olur. Îcâdımızın sebebi olan ma’rifet, bu ikisi ile hâsıl olur. Şevkın ve aşkın hâsıl etdiği
kalbdeki hâller lâzım değildir. Nasıl olduğu anlaşılamıyan güzele olan muhabbet de, anlaşılamaz. Ba’zı hâller hâsıl olabilir. Bağırmak, ağlamak da olur. Herkes kendi nefsini çok sevmekdedir. Mâl, zevce, evlâd gibi, herşeyi kendi nefsi için sevmekdedir. Nefsini sevmesinde, hiç şevk, bağırmak yokdur. Mahbûb-ı hakîkî, nefsden dahâ çok sevilir. Fenâ, bu muhabbetin netîcesidir. Resûlullahı sevmek de böyledir “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem”. Hadîs-i şerîfde, (Bir kimse, beni kendi nefsinden ve ehlinden ve bütün insanlardan dahâ çok sevmedikce, bana îmân etmiş olmaz) buyuruldu. Velî, Resûlullahın vekîlidir. Allahü teâlâdan feyzlerin, ma’rifetlerin gelmesine, sıfât-ı ilâhiyyenin tecellîsine vâsıtadır. Ona muhabbetin de, böyle olması lâzımdır.