BİRİNCİ CİLD, 22. ci MEKTÛB

Allahü teâlâ, size islâmiyyetin doğru yolunda ilerlemek nasîb eylesin! Kıyâmet yaklaşdı. Küfr, bid’at ve günâh zulmetleri her tarafı kapladı. Herkes, bu zulmetlerin fırtınalarına yakalanıyor. Böyle bir zemânda, bir sünneti ortaya çıkaracak, bid’atları yok edecek bir kahraman arıyoruz. Peygamberimizin sünnetlerinin ışıkları olmadan, doğru yol bulunamaz. Resûlullaha tâbi’ olmadan, kurtuluş olamaz. Tesavvuf yolunda ilerleyerek, Allahü teâlânın sevgisine kavuşmak için, Allahü teâlânın Habîbine tâbi’ olmak lâzımdır. (Allahü teâlâyı seviyorsanız, bana tâbi’ olunuz! Allahü teâlâ, bana tâbi’ olanları sever) meâlindeki, Âl-i İmrân sûresinin otuzbirinci âyet-i kerîmesi, bu sözümüzün şâhididir. İnsânın se’âdete kavuşması için,âdetlerinde, ibâdetlerinde, kısacası her işinde din ve dünyâ büyüklerinin reîsine benzemesi lâzımdır. Bu dünyâda, herkesin, sevdiğine benzeyenleri çok sevdiğini görüyoruz. Sevgilinin sevdikleri sevilir. Düşmanları sevilmez. Beden ile ve kalb ile erişilebilecek bütün kemâller, yüksek dereceler, Resûlullahı sevmeğe bağlıdır. İnsânın kemâli, bu terâzî ile ölçülür. Bunun için, tâ’atların, ibâdetlerin en kıymetlisi, Allahü teâlânın Evliyâsını, Dostlarını sevmek ve Düşmanlarını sevmemekdir. Çünki, Allahü teâlâyı sevmenin en büyük alâmeti budur. Dostun sevdiklerini sevmek, düşmanlarını sevmemek, insanda kendiliğinden hâsıl olur. Seven kimse, bu husûsda deli gibidir. (Bir kimseye deli denilmedikce, îmânı kâmil olmaz) buyuruldu. Böyle olmıyan kimsenin muhabbetden nasîbi olmaz. Bu işde, (Uzak olmadıkca, yakınlık olamaz) sözüne uymak lâzımdır. Bir takım câhiller, hazret-i Alîyi sevenin, Eshâb-ı kirâmın büyüklerini sevmemesi lâzımdır diyorlar. Bu sözleri doğru değildir. Çünki, birini sevenin, onun düşmanlarını sevmemesi lâzımdır. Dostlarını değil. Allahü teâlâ, Feth sûresinin yirmidokuzuncu âyetinde, Eshâb-ı kirâm için, meâlen, (Birbirlerine çok merhametlidirler) buyurdu. Birbirlerine (rahîm) olduklarını bildirdi. Bu âyet-i kerîme, Eshâb-ı kirâmın, birbirlerine çok ve devâmlı merhametli olduklarını gösteriyor. Merhamete uymıyan, buğz, kin, hased ve adâvetin, aralarında hiç bulunmadığını haber veriyor. Hadîs-i şerîfde, (Ümmetimin en merhametlisi Ebû Bekrdir) buyuruldu. Merhameti en çok olanın, bu ümmete kin ve adâvet etmesi hiç düşünülebilir mi?

Allahü teâlâ, Mûsâ aleyhisselâma  Yâ(Benim için, bir amel yapdın mı?) dedi. Rabbî! Senin için nemâz kıldım. Oruc tutdum. Zekât verdim. İsmini zikr etdim dedi. Allahü teâlâ, (Nemâzın sana burhândır [Mü’min olduğuna alâmetdir]. Oruc [seni Cehennem

-324-

ateşinden koruyan] perdedir. Zekât, zıldır. Zikr, nûrdur. Benim için ne yapdın?) buyurdu. Yâ Rabbî! Senin için olan amel nedir dedi. Allahü teâlâ, (Sevdiklerimi sevdin mi? Düşmanlarıma düşman oldun mu?) buyurdu. Mûsâ aleyhisselâm, Allahü teâlânın en çok sevdiği amelin, (Hubb-i fillâh ve Bugd-ı fillâh) olduğunu anladı.

Herhangi bir Velî zuhûr ve imdâd ederse, onu kendi üstâdından bilmelidir. Teveccüh bir yere olmalıdır.

Da’vet edilen ziyâfete gitmek sünnetdir. Fekat, bunun şartları vardır. Meselâ, ta’âm riyâ ve şöhret için olmamalı. Halâl mâldan olmalı. Lehv [çalgı] ve lu’b [oyun, kadın] bulunmamalı ve da’vet umûma şâmil olmamalıdır. Bu şartlara uygun olan da’vete, sünnet olduğunu düşünerek gitmeli, karın doyurmağı ve başka şeyleri düşünmemelidir. Süfyân-ı Sevrî[1] buyuruyor ki, (Bir kimse, Allah rızâsı için, niyyet etmeden yemeğe da’vet ederse, buna bir günâh yazılır. Niyyet etmeden gidene, iki günâh yazılır). Şartlardan biri noksan olan ziyâfete gitmek sünnet değildir.

Ciger pâre oğlunuzun vefât etdiğini yazıyorsunuz. (İnnâ lillah ve innâ ileyhi râci’ûn). Hak teâlâ, ni’mel-bedel ihsân eylesin! Ka-zâ-i ilâhîye sabr ve rızâ sevâbı versin! Hakîkî zarar, sevâbdan, mahrûm kalmakdır. Hadîs-i şerîfde buyuruldu ki, (Mü’mine gelen kazâya şaşılır. Hayr gelince, hamd ve şükr eder. Musîbet gelirse, hamd ve sabr eder. Mü’mine herşey için, hattâ zevcesinin ağzına bir lokma uzatmasına da, sevâb verilir.)

---------------------------------

[1] Süfyân-ı Sevrî 161 [m. 778] de Bağdâdda vefât etdi.