(Hüsniyye) kitâbındaki küfre sebeb olan alçak iftirâları, yukarıda cevâblandırmış, yehûdîlerin perdelerini yırtarak, islâm düşmanlıklarını ortaya koymuş oluyoruz. Yehûdîlerin arabî dil ile yazmış oldukları (Hakâyık-ul-hakâyık) ve (Elfâz-ı kudsiyye) ve (Ayn-ülhayât) adındaki risâlelerini ele geçiren bir âlimin, bunlara kısaca vermiş olduğu cevâbı da, olduğu gibi aşağıya yazıyoruz.
(Ayn-ül-hayât) risâlesini okuyan bu zât, kitâbın başdan sonakadar, üç halîfeye ve hazret-i Mu’âviyeye ve hazret-i Âişeye ve Ehl-i sünnet âlimlerine “rahmetullahi teâlâ aleyhim ecma’în” karşı çirkin iftirâlarla dolu olduğunu, hepsine söğülüp la’net olunduğunu görmüş, bunları fihrist şeklinde, şöyle sıralamışdır:
Fahr-i âlem “sallallahü aleyhi ve sellem” efendimiz vefât edince, Selmân ve Ebû Zer ve Mikdâddan “radıyallahü anhüm” başka bütün Eshâb kâfir olmuş. Hazret-i Osmâna söğmek, la’net etmek ve Kâ’b kâfirdir, demek lâzım imiş. Bunlar, dokuzuncu sahîfesi sonuna kadar yazılıdır.
Üç halîfe ile Eshâb-ı kirâmın çoğu, Muhammed “aleyhisselâm”ın dînine düşman imiş ve müşrik imişler. İmâm-ı a’zam Ebû Hanîfe ile Süfyân-ı Sevrî ve Ehl-i sünnetin hepsi kâfir imiş. Vahdet-i vücûd bilgisinde Ehl-i sünnet âlimlerine ve tesavvuf büyüklerine “rahmetullahi teâlâ aleyhim ecma’în” iftirâlar yağdırması, yirmiyedinci sahîfeye kadar sürmekdedir.
Hazret-i Osmân ve zemânında bulunan Eshâb-ı kirâm “radıyallahü teâlâ anhüm ecma’în” kâfir imiş. Bunlara la’netler savurmakdadır. Irak ehâlîsinin bir kısmı doğru yoldan ayrılmış, Alla-
hü teâlâ kullarına rızklarını oniki imâm ile gönderirmiş. Üç halîfeyi söğmek, la’net etmek lâzım imiş, bunlar kâfir ve fâsık imiş. Ehl-i sünnet, bunları sevdiği için kâfir olmuş. Cemel vak’asında, hazret-i Alî, Peygamberimizin vekîli olduğu için, hazret-i Âişeyi boşamış.Eldeki tefsîrler bozuk imiş. Ebû Bekr, Ömer, Talha ve Zübeyr “rıdvânullahi aleyhim” kâfir imiş. Osmân, Âişe, Talha, Zübeyr ve Mu’âviye hazretleri dinsiz, kötü ve zâlim imişler.
Peygamber efendimiz Cebrâîlden ve Mikâilden ve İsrâfilden, bunlar da Levh ve Kalemden anlamış ki, velî olmak yalnız hazret-i Alîye ve oniki imâma mahsûs imiş. Hazret-i Alî, Allahü teâlânın kal’ası imiş. Kıyâmet günü, Cennete ve Cehenneme gidecekleri hazret-i Alî ayıracakmış. Hazret-i Alînin şeytân ile olan vak’a ve çarpışmaları, hazret-i Fâtımaya gökden doksan sahîfe inmiş. Herbirinde, üç halîfenin ve Eshâb-ı kirâmın zâlim, sapık ve fâsık oldukları yazılı imiş. İmâm-ı Ca’fer Sâdık hazretleri Mûsâ ve Hızır “aleyhimesselâm”dan dahâ üstün imiş. İsrâ sûresinin seksenbeşinci âyetinde bildirilen rûh, oniki imâmın hizmetçisi olan bir melek imiş. İmâm-ı Alî “radıyallahü anh” ölüleri diriltirmiş. Hazret-i Ebû Bekri halîfe tanıması için zorlandığı sırada, gördüğü hakâretler adı altında, uzun uzun kötü sözler yazılıdır. Meleklerin yüksekleri, oniki imâmın emrinde olup, bunların hizmetçileri imiş. Fizik, kimyâ ve biyoloji kanûnları, atomların, yıldızların hareketleri, oniki imâmın idâresinde imiş. Kıyâmet günü Peygamberler sorguya çekilince, Nûh “aleyhisselâm” hazret-i Alîye sığınacak, bunun göndereceği iki şâhid ile kurtulacak imiş. Ehl-i sünnet, Muhammed “aleyhisselâm”ın dînini bozmuş, halâllere harâm, harâmlara halâl demişler, bid’at ve günâhlara sapmışlar, kâfir olmuşlar. Ehl-i sünneti, hazret-i Ömerin meydâna çıkardığı, bunu bâtıl kimselerin ve şeytânın yardımı ile yaydığı, bunun üzerine, imâm-ı Ca’fer Sâdık ile Süfyân-ı Sevrî arasında çok söz çekişmesi yapıldığı ve Süfyân-ı Sevrînin küfr ve bid’at yolunda bulunduğunun ortaya çıkdığı yazılıdır.
Ehl-i sünnet âlimleri “rahmetullahi teâlâ aleyhim ecma’în”, Kur’ân-ı kerîmdeki, muhkem, müteşâbih ve nâsih ve mensûh âyetleri ayıramamışlar. Emrlere uymamışlar, harâmlardan kaçınmamışlar. Böylece cehâletde ve dalâletde kalmışlar. Süfyân-ı Sevrî ve Iyâd-ı Basrî, dîn-i islâmı yıkmağa çalışmışlar. İbrâhîm bin Hişâm zındık imiş. Ehl-i sünnet zikr ve ibâdet olarak, şarkı söylüyor ve dans ediyormuş. Ma’rûf-i Kerhî yalancı imiş. Ehl-i sünnet olan, Cehenneme gidecekmiş. Livâta eden kimse, hazret-i Alîye gelip söylerse, günâhı afv olurmuş. Ehl-i sünnetin terâvîh nemâzı kılmaları riyâ, gösteriş ve bid’at imiş. Kâfirlerin tapınmala-
rı gibi imiş. Devlet, hükûmet başkanı olmak istiyen, mel’ûn olur imiş. Kıyâmet günü, Allahü teâlâ, kardeş kardeşden özr diler gibi şî’îlerden afv dileyecek imiş. Ehl-i sünnet kâfirlerle birlikde, Cehennemde sonsuz kalacak imiş. Bunlar mürted ve kâfir imiş. Bunların özrleri, yalvarmaları kabûl edilmiyecek, Cehennemden çıkarılmıyacaklarmış. Cehennem kapılarından girecekleri bildirilen Fir’avn, Hâmân ve Kârun ismleri, Ebû Bekri, Ömeri ve Osmânı ve Ümeyye oğullarını göstermekde imiş. Cehennem ateşinin şiddeti ve azâbların nasıl yapılacağı uzun uzun anlatılmakda ve Hâbili öldüren Kâbil ve Nemrûdun ve Fir’avnın, yehûdîleri yoldan çıkaran yehûdînin ve nasârâyı yoldan çıkaran Bolis, ya’nî Paulus adındaki yehûdînin ve Allahü teâlâya îmân etmiyen Ebû Bekrin ve Ömerin çekecekleri şiddetli azâblar ve Fir’avn ile Mu’âviyenin azâbları uzun uzun anlatılmakdadır. Fahr-i âlem hazretleri, kızı Fâtımayı hergün öpüp koklarmış. Zevce-i mükerremesi hazret-i Âişe bunu görüp, ağır gelirmiş, Cennetin her yerinde lâ ilâhe illallah, Alî Resûlullah yazılı imiş. Abdestsiz nemâz olur ise de, sevâb isteyemezlermiş. Kureyş kâfirleri, melekler Allahın kızlarıdır dedikleri için, âyet nâzil olmuş. Yalnız şî’îler doğru yolda olduğundan, zemânla çoğalacakları, başka mezheblerin gitdikçe sönecekleri, âyet ile bildirilmiş. Ahzâb sûresinin büyük bir kısmı Kureyşlilerin erkek ve kadınlarının kötülüklerini, alçaklıklarını bildirdiği için bunlar Kur’ândan çıkarılmış, bir kısmı da değişdirilmiş. Ebû Bekr, Ömer ve Osmân fuhş, harâm, küfr ve isyân ederlermiş. Cemel ya’nî deve muhârebesinde hazret-i Âişenin hazret-i Alîye esîr düşmesi ve yetmiş esîr ile Medîneye gönderilmesi uzun hayâller ile anlatılmakda, hazret-i Âişeye la’net edilmekdedir. Sonra, hazret-i Mu’âviyeye çeşidli iftirâlar, küfrler, la’netler savrulmakdadır. Allahü teâlâ, Cenneti ve Cehennemi, bir câriye ile birlikde, hazret-i Alîye dört yüz dirhem gümüşe satmış imiş. Hazret-i Mu’âviye ile hazret-i Alî “radıyallahü anhümâ” harb ederken, hazret-i Alî uzun bir nutk söylemiş. Bu nutkda hazret-i Mu’âviyenin mel’ûn olduğunu bildirmiş. Ehl-i sünnet, sâlih görünmek için yün elbise giyerlermiş. Bunun için, bunlara la’net edilmiş. Ehl-i sünnetin kâfir ve zındık oldukları vahy ile bildirilmiş, Muhammed Gazâlî ve Ahmed Gazâlî ve Celâleddîn-i rûmî ve Muhyiddîn-i arabî kâfir ve mel’ûn imiş. Üç halîfe için çok çirkin küfrler, la’netler yağdırılmakda, Hasen-i Basrî, Mensûr-i Devânikî, Me’mun ve Hârûnürreşîdin mel’ûn oldukları bildirilmekdedir. Hallâc-ı Mensûr ve Ebû Ca’fer Şalgamânî ve Ehl-i sünnet âlimleri “rahmetullahi teâlâ aleyhim ecma’în” hep kâfir ve zındık imiş.
Buraya kadar bildirilen yehûdî yalanları okununca, (Ayn-ülhayât) kitâbının saçma sapan sözler, küfre sebeb olan ve aslı, astarı bilinmiyen hikâyeler olduğu anlaşılır. Bunlar, bir müslimânın yazacağı şeyler değildir. Hele Allahü teâlânın Cenneti hazret-i Alîye satdığını, bunun da dilediğini Cennete, istediğini Cehenneme sokacağını, dünyâ işlerinin de oniki imâmın elinde olduğunu yazması, irâde sıfatını inkâr etmek olur ki, bundan büyük şirk düşünülemez. Hazret-i Ebû Bekrin hazret-i Fâtımaya Fedek bağçesini vermeyişi de, o kadar şişirilerek anlatılmış ki, hayâle, düşünceye sığmayan acem masallarını geçmişdir. Bu Fedek denilen yer, bir hurma bağçesi idi. Hayber yakınında idi. Resûlullahın ev idâresi, buradan gelen hurmalarla sağlanır, artanları sadaka verilirdi. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” vefâtına yakın bunu fakîrlere, yolculara vakf etmişdi. Hazret-i Ebû Bekr halîfe iken, hesâbınıkendisi tutardı. Ömer “radıyallahü anh” halîfe olunca, idâresini hazret-i Alî istedi. Hazret-i Alîye havâle eyledi. Bu işler dallandırılarak, şişirilerek bambaşka anlatılmış ve hazret-i Ebû Bekri ve hazret-i Ömeri “radıyallahü teâlâ anhümâ” kötülemeğe vesîle edilmiş, şanlarına lâyık olmıyan ve tevbe ile afv edilemiyecek olan çirkin lekeler sürülmüşdür.
Yukarıda bildirilen üç kitâbdan başka dahâ on kadar yehûdî risâlesi vardır. Hepsinde, küfre sebeb olan çeşid çeşid hezeyanlardoludur. Bu risâleler Irakda, Îrânda yayılmakdadır. Anadoludaki müslimânları da aldatmağa çalışıyorlar. Kendilerine (Alevî) adını verip, yurdumuzdaki müslimân alevîleri aldatmak istiyorlar. Ehl-i sünnet âlimlerine “rahmetullahi aleyhim ecma’în” düşman olan bir nesl yetişdirmek istiyorlar. Böylece islâmiyyeti içerden yıkmağa uğraşıyorlar.
[Bu felâketi önlemek için (Tuhfe-i isnâ aşeriyye) kitâbının çok yerlerini fârisî dilinden türkçeye çevirerek, (Îmân ile ölmek için) kitâbı hâzırlanmışdır. (Tuhfe) kitâbı arabîye de terceme edilmiş ve bunun (Muhtasar-ı Tuhfe) adındaki kısaltılmış şekli Mısrda basılmışdır. İstanbulda da ofset yolu ile basdırılmışdır. Îrânlı bir âlim, bu kitâbların Hindistânda bulunan yehûdîler tarafından yazıldığını, Îrânlı câhil halkı da aldatmağa çalışdıklarını, Îrân ilm adamlarının İmâmiyye mezhebinde olup, bu kitâbları yazanların islâm düşmanı olduklarını söyledi.]
Îrânda Necefde, Kerbelâda ve Türkiyede bulunan İmâmiyye mezhebindeki şî’îlerin, Ehl-i sünnet ile el ele vererek, azgınların, câhillerin düzdüğü ve hiçbir vesîkaya, senede dayanmayan, çirkin hikâyelerin yazılmasını, yayılmasını önlemeleri, müslimânlık îcâbı iken, neme lâzım demeleri İmâmiyye mezhebindekilerin
azalmasına, azgınların artmasına yaramakdadır. Azgın mülhidler, Yavuz Sultân Selîm hânın Çaldıran zaferi olan, dokuzyüzyirmi 920
[m. 1514] yılından beri, yakın zemânımıza kadar kanûn dışı bırakılmış, yasak edilmiş iken, onbeş seneden beri [ya’nî 1280 [m. 1864]den beri] bu yasağın kalkarak, yehûdîlerin zararlı, kötü, alçak iftirâlarının birden bire ortaya çıkmasına, müslimânların gevşekliği, neme lâzımcılığı sebeb olmakdadır. (TEZKİYE-İ EHL-İ BEYT) kitâbının yazısı burada temâm oldu.
[Ehl-i sünnet âlimleri; masonlara, komünistlere, hıristiyanlara,misyonerlere ve Îrânda, Irakda bulunan azgın hurûfîlere ve vehhâbîlere cevâb vermezse, bunların içyüzlerini, zararlarını yazarak gençlerin önüne koymazsa, analar, babalar, yavrularına, Ehl-i sünnetin bu kitâblarını okutmaz, aşılamazsa, gençler elden gider. Küfrün korkunç pençelerine düşer. Müslimânlar, Semerkand, Buhâra, Kırım halkının uğradığı fâci’a ve felâketlere sürüklenir. Allahü teâlâ, Nahl sûresinin, otuzüçüncü âyetinde meâlen, (Allahü teâlâ onlara zulm etmez. Fekat onlar, kendi kendilerine zulm ediyorlar) buyurdu.]
---------------------------------
İmâm-ı Rabbânî hazretleri (Mektûbât) kitâbının 1.ci cild, 275.ci mektûbunda buyuruyor ki:
Sizin bu ni’mete kavuşmanız, islâmiyyet bilgilerini öğretmekle ve fıkh hükmlerini yaymakla olmuşdur. Oralara cehâlet yerleşmişdi ve bid’atler yayılmışdı. Allahü teâlâ, sevdiklerinin sevgisini sizeihsân etdi. İslâmiyyeti yaymağa sizi vesîle eyledi. Öyle ise, din bilgilerini öğretmeğe ve fıkh ahkâmını yaymağa elinizden geldiği kadar çalışınız. Bu ikisi bütün se’âdetlerin başı, yükselmenin vâsıtası ve kurtuluşun sebebidir. Çok uğraşınız! Din adamı olarak ortaya çıkınız! Oradakilere emr-i ma’rûf ve nehy-i münker yaparak, doğru yolu gösteriniz! Müzzemmil sûresinin ondokuzuncu âyetinde meâlen, (Rabbinin rızâsına kavuşmak istiyen için, bu elbette bir nasîhatdir) buyuruldu.
Hâşâ zulm etmez, kuluna Hudâsı.
Herkesin çekdiği kendi cezâsı!
Bî-vefâdır ey denî dünyâ senin her ni’metin.
Sarsar-ı bâd-ı ecel, mahv eyliyor her rif’atin!
---------------------------------
Âlem içre, mu’teber bir nesne yok devlet gibi.
Olmaya devlet cihânda, bir nefes sıhhat gibi!