Bu mektûb, mîr
Muhammed Nu’mâna “kaddesallahü teâlâ sirrehül’azîz” yazılmış olup,
sevgiliden gelen sıkıntıların, acıların, seven kimseye, Onun ni’metlerinden,
tatlılarından dahâ tatlı olduğunu bildirmekdedir:
Allahü teâlâya hamd olsun ve Onun seçdiği, sevdiği kimselere
selâmlar olsun! Kıymetli seyyid kardeşim! Dikkatle dinleyiniz! İyi düşünceli
olan kardeşlerimizin derdlerden kurtulmamız için, her çâreye baş vurduklarını,
hiçbirinin fâide vermediğini haber aldım. (Allahü
teâlânın yaratdıklarında, gönderdiklerinde hayr, iyi-
lik vardır) hadîs-i şerîfi meşhûrdur. İnsan olduğumuz için, başımıza
gelenlerden, bir aralık üzülmüşdük. İçimiz sıkılmışdı. Birkaç gün sonra, Allahü
teâlânın lutfü ile, üzüntü ve sıkıntılar gitdi, hiç kalmadı. Onların yerine
sevinc, genişlik geldi ki, bizimle uğraşanlar, Allahü teâlânın istediğini
istemekde ve yapmakdadırlar. Böyle olunca, sıkılmanın, üzülmenin yersiz olduğu,
Allahü teâlâyı seviyorum diyenin böyle olmaması gerekdiği anlaşıldı. Çünki,
sevene, sevgilinin gönderdiği acıların da, Ondan gelen iyilikler gibi sevgili ve tatlı olması lâzımdır. Sevgilinin
iyilikleri tatlı geldiği gibi, Onun acıtması da tatlı gelmelidir. Hattâ,
Ondan gelen acılarda, tatlılardan dahâ çok lezzet bulmalıdır. Çünki, acılar,
sıkıntılar nefse tatlı gelmez. Nefs, böyle şeyleri istemez. Her bakımdan güzel
olan, herşeyi güzel olan Allahü teâlâ, bir kulunu incitmek dileyince, Onun
irâdesi, isteği, bu kula elbette güzel gelmelidir. Dahâ doğrusu, bundan zevk
almalıdır. Bizimle uğraşanların diledikleri, istedikleri, Allahü teâlânın
dilediğine uygun olduğu için ve bunların dilekleri, O sevgilinin dilediğini gösterdiği
için, bunların diledikleri ve yapdıkları da, elbette güzeldir ve tatlı
gelmekdedir. Sevgilinin işini gösteren bir kimsenin işi de, sevene sevgilinin
işi gibi, sevimli ve tatlı gelir. Bunun için bu kimse de, sevene sevgili olur.
Şaşılacak şeydir ki, bu kimsenin vereceği acılar, sıkıntılar, ne kadar çok
olursa, sevenin gözüne o kadar çok tatlı görünür. Çünki, onun verdiği
sıkıntılar, sevgilinin düşman gibi olduğunu göstermekdedir. Bu yolda aklı
gidenlerin işlerine akl ermez. Demek ki, o kimseye karşılık yapmak, onu kötü
bilmek, sevgiliyi sevmeğe uymaz. Çünki, o kimse, sevgilinin işlerini gösteren
bir ayna gibidir. Bizimle uğraşanlar, incitenler, başkalarından dahâ sevimli
görünüyorlar. Kardeşlerimize, dostlarımıza söyleyiniz!
Bizim için üzülmesinler, sıkılmasınlar. Bizi incitenleri kötü bilmesinler.
Onlara kötülük yapmasınlar! Bunların yapdıklarına sevinseler, yeridir.
Evet, düâ etmekle emr olunduk. Allahü teâlâ, düâ edenleri, Ona boyun bükenleri
ve yalvaranları, sızlıyanları sever. Böyle yapmak, Ona tatlı gelir. Belâların,
sıkıntıların gitmesi için düâ ediniz! Afv ve âfiyet için yalvarınız!
O kimsenin incitmesi, sevgiliyi düşman gibi göstermekdedir
dedim. Evet çünki, sevgilinin düşmanlığı, düşmanlar içindir. Dostlarına
düşmanlığı, görünüşdedir. Bu ise, merhametini, acımasını bildirmekdedir. Böyle
düşman görünmesinin, sevene nice fâideleri vardır ki, anlatılmakla bitmez.
Bundan başka, dostlarına düşmanlık gibi görünen işler yapması, bunlara
inanmıyanları harâb etmekde, onların belâlarına sebeb olmakdadır. Muhyiddîn-i
Arabî “kaddesallahü teâlâ sirrehül’azîz”, (Ârifin niyyeti, maksadı olmaz)
buyuruyor. Ya’nî, Allahü teâlâyı tanıyan kimse, belâdan kurtulmak için birşeye başvurmaz demekdir. Bu sözün ne demek
olduğunu iyi anlamalıdır. Çünki, derd ve belâların, sevgiliden
geldiğini, Onun dileği olduğunu bilmekdedir. Dostun gönderdiği şeyden ayrılmak
ister mi ve o şeyin geri gitmesini özler mi? Evet düâ ederek, gitmesini söyler.
Fekat, düâ etmeğe emr olunduğu için, bu emre uymakdadır. Yoksa, gitmesini hiç
istemez. Ondan gelen herşeyi de sever, hepsi kendine tatlı gelir. Doğru yolda
bulunanlara, Allahü teâlâ selâmet versin! Âmîn.
(Miftâh-un-necât) da yazılı hadîs-i
şerîfde, (Bir kimse, mü’minler için, hergün
yirmibeş kerre, istigfâr okursa, Allahü teâlâ, bu kimsenin kalbinden gıl ve
hasedi çıkarır. İsmi, Ebdâl ismleri arasına yazılır. Ona, bütün mü’minler
adedince, sevâb yazılır. Kıyâmet günü, bütün mü’minler: Yâ Rabbî, bu kulun
bizim için, istigfâr okurdu. Sen de onu afv eyle! derler) buyuruldu.
Gıl, hîyle demekdir. Ebdâl, Evliyâdan bir sınıfın ismidir. Hergün (Allahümmagfir lî ve li-vâlideyye ve lil-mü’minîne vel-mü’minât vel-müslimîne vel-müslimât el-ahyâ-i
minhüm vel-emvât bi-rahmetike yâ Erhamerrâhimîn) okumalıdır.
Bu düâ, (Kitâbüssalât) kitâbımızda da
yazılıdır.
MÜNÂCÂT
Gel ey Dâ’î, hemen başla düâya,
elin aç bârgâh-i kibriyâya.
Nice zemânların âh boşuna geçdi,
yapdıkların hep mâzîye karışdı.
Şimdiden sonra insâfa gel bârî,
tevbe et, yalvar da, afv ede Bârî.
Kalbimden
söyledim (Estagfirullah),
rücû’
etdim d edim (Tübtü ilallah).
Olup
nâdim elim çekdim hevâdan,
pâk
etdim kalbimi hubb-i sivâdan.
Hevây-i
nefse ve şeytâna uydum,
hatâ
etdim ilâhî, şimdi duydum.
İnâbet
eyleyip geldim kapına,
yüzüm
yere sürüp durdum bâbına.
Yüzüm
kara, günâhım çok, elim boş,
lâfa
geldikde ammâ sözlerim hoş.
Beni
gören sanır ki bir Velîyim,
fekat
bilmez ki, bir ahmak deliyim.
Eğer
bende olaydı akl-i kâmil,
muhakkak
olmaz idim böyle gâfil.
Temizler
rahmetinin suyu İlâhî,
benim
gibi nice rûy-ı siyâhı.
Ümmîdim
kesmem hiç senden İlâhî,
ki
Sensin cümle mahlûkun penâhı.
Yüzüm
karasına bakma İlâhî,
Cehennem
nârında yakma İlâhî.
Yüzüm
yokdur, sözüm yokdur İlâhî,
yaşım
çokdur, gamım çokdur İlâhî.
Bu
Beykozlu Dâ’î kapında bir aç,
fakîrim,
bî-kesem gufrâna muhtâc.
Atâ
eyle, ganîsin yâ İlâhî,
ki
Sensin pâdişâhlar pâdişâhı.
Beni
sen yokdan var etdin yâ Rabbî,
nice
ni’metler lutf etdin yâ Rabbî.
Aldandım
ins ve cin şeytânlarına,
uyamadım
Habîbinin yoluna.
Nasîb
oldu şimdi bana hidâyet,
gelip
sığındım afvına nihâyet.
Niyâz
edip, yüzüm sürmeğe geldim,
merhamet
için yalvarmağa geldim.
Düâma
eyle yâ Rabbî icâbet,
hem
dahî şu dileğimi kabûl et.
Kanâ’at
ver, tâ olmasın gözüm aç,
senden
gayrıya yâ Rab etme muhtâc.
Boyun
eğdirme yâ Rab bir habîse,
şükr
edeyim lutfuna her ne ise.
Rızkımı
halâl yoldan nasîb eyle,
rızânı
her işime karîb eyle.
Azrâîle
verdiğin zemân fermân,
beni
hıfz et ki, aldatmaya şeytân.
Vereyim
îmân ve Kur’ânla cânı,
göreyim
fadlınla dâr-ı cinânı.
Eyleme
kabrimi hufre-i nîrân,
beni
o kara yerde etme hayrân.
Gelince
Münker ve Nekîr melekler,
yine
Senden budur o dem dilekler.
Bana
yumuşak etsinler süâli,
vereyim
lutfunla doğru cevâbı.
Geldiğinde
(Men Rabbüke) hitâbı,
kolayca
diyeyim (Allahü Rabbî).
Hem,
(Men nebiyyüke) deyince bana,
(Muhammed
nebiyyî) diyeyim ona.
Sorduklarında
dîn-i mübîni,
diyeyim
avninle (vel-islâmü dînî).
Diyem
sordukda kıblemle imâmım,
ki,
kıblem Kâ’bedir, Kur’ân imâmım.
Sen
et yâ Rab bana o zemân telkîn,
ede
o iki melek beni tahsîn.
Diyem
ol demde Münkerle Nekîre,
Senin
ihsânın ile bu fakîre.
Hayâtımda
bunu her vakt der idim,
nice
mevtâya telkîn eyler idim.
Diyeler
bana ol dem (tâbe mesvâh)
(henîen
lek) murâdın verdi Allah.
Râhat
et, tâ olunca rûz-i mahşer,
ede
Hak kabrini vâsi’ münevver.
Yâ
Rab! Kabrimi (Ravda-i Cennet) et,
yalnız
bırakma, refîkım rahmet et.
Hem
et âbâ ve ecdâdıma rahmet,
olalar,
tâ cinânın içre râhat.
Husûsâ
vâlideynim eyle magfûr,
ola
her birisinin kabri pür nûr.
Ölen
ma’sûmlarıma magfiret et,
bana
onları mahşerde şefî’ et.
Kimin
evinde yidimse bir kez nân,
nasîb
eyle ona da âb-ı cinân.
Kelâmında
buyurdun çünki ey Hak,
(Ücîbü
da’veteddâ’) muhakkak.
Dahî
evlâdımı, ey yüce Hâlık,
hatâdan
hıfz eyle beynel-halâyık.
Önümde
bunları izzü şeref kıl,
sonunda
her birin hayrül-halef kıl.
Masûn
et sû-i ef’âlden İlâhî,
nasîb
eyle râzı olduğun râhi.
Edeler
dâimâ tahsîl-i irfân,
olalar
herbiri bir kâmil insân.
İlâhî
eyledim sana emânet,
kimse
etmeye kasd-i hiyânet.
Edip
sâlih amellerle mu’ammer,
rızân
et bunlara her ân müyesser.
Bu
Dâ’îden edenler istifâde,
irişe
iki âlemde murâde.
Husûsâ
Muhammed ve Mustafâya,
rahmetler
eyle bî-nihâye.
Ayırmadın
cihânda birbirinden,
ayırma
hem cinânda birbirinden.
Olunca
yâ İlâhî rûz-i mahşer,
gele
karşıma o iki birâder.
Mülâkat
nasîb et Cennetde yâ Rab,
ola
yanımda her iki müeddeb.
Hele
Muhammedin kalbi pür nûrdu,
ledünnî
bir ilmle konuşurdu.
Onbeş
yaşındayken o fener söndü,
hak
âşıkları hep mecnûna döndü.
Kamu
üstâdıma hem rahmet eyle,
her
birinin makamın Cennet eyle.
Cenâbından
budur bir dahî maksûd,
atâ
kıl anı da, ey Hayyu Ma’bûd.
Bu
günlerdir husûsâ ıyd-i edhâ,
dolacak
rahmetinle hâk-i Bathâ.
Bu
günlerde açıkdır bâb-ı rahmet,
düâmı
red etme yâ Rab rahmet et.
Bu
aşkla dökdüm gözyaşını bol bol,
benim
bu nevhamı sen eyle makbûl!
[Yukarıdaki münâcât, Beykozda muallim Muhammed
bin Receb efendinin 1059 [m. 1649] da yazdığı (Nevha-tül-uşşak) kitâbından
alınmışdır.]