Vefât eden kimsenin bırakdığı malın kimlere verileceğini ve
nasıl dağıtılacağını öğreten ilme, (İlm-i ferâiz) denir.
Allahü teâlânın Kur’ân-ı kerîmde, en açık ve en geniş bildirdiği şey, meyyitden
kalan mîrâsın nasıl dağıtılacağıdır. Burada yapılacak işlerin çoğu farz olarak
emr olunduğu için, hepsine (Ferâiz ilmi) denilmişdir.
(Tezkire-i Kurtubî) muhtasarında, İbni
Mâce ve Dâre Kutnînin “rahmetullahi teâlâ aleyhim ecma’în “bildirdikleri
hadîs-i şerîfde, (Ferâiz ilmini öğrenmeğe
çalışınız! Bu ilmi gençlere öğretiniz! Ferâiz ilmi, din bilgisinin yarısı
demekdir. Ümmetimin en önce unutacağı, bırakacağı şey, bu ilm olacakdır) buyuruldu.
(Dürr-ül-müntekâ) sâhibi “rahmetullahi
teâlâ aleyh” diyor ki: (Gayb olan kimse, hükmen öldü sayılır. Ana rahminde
öldürülüp diyeti verilen cenîn, takdîren ölü sayılır. Bu ikisinin de malları
vârislerine taksîm edilir. Ölüm zemânında ana rahminde bulunan vâris, takdîren diri sayılır. Bu cenîn, bir oğlan
veyâ bir kız imiş gibi iki dürlü ferâiz hesâbı yapılıp, ikisinden
hissesi çok olanı ayrılıp, geri kalan, diğer vârislere taksîm edilir. Bu cenîn
iki seneden önce, diri olarak doğarsa, hemen ölse bile vâris olur ve ölünce
mîrâs bırakır.) (İbni Âbidîn)de ve (Dürr-ül-müntekâ)da diyor ki, (İki kardeşden biri
Çinde, diğeri Endülüsde, aynı gün, güneş doğarken ölseler, Endülüsde ölen,
diğerine vâris olur. Çünki, [Erd küresi garbdan şarka doğru döndüğü için],
güneş şarkda dahâ önce doğmakdadır.)
1 - Meyyitin bırakdığı maldan ve mülkden, sıra ile, yıkama,
kefenleme, defn masrafları ve sonra kul borcları ayrılıp verilir. Geriye kalan
mal, mülk, piyasaya göre değerlendirilip, üçe bölünür. Bir kısmı ile,
islâmiyyete uygun olan vasıyyetleri yerine getirilir. Diğer iki kısm eşyânın,
değerlerine göre kendileri veyâ satılıp paraları vârislerine şöyle dağıtılır:
(1): Önce, eshâb-ı ferâiz denilen oniki kişiye, Kur’ân-ı
kerîmde bildirilen hakları verilir. Bu haklara, (Farz)
adı da verilmişdir. Bunlardan dördü erkekdir.
(2): Eshâb-ı ferâizden artan mal,
asabe denilen akrabâdan meyyite en yakın olanına verilir. Asabelerin ismi sonra
bildirilecekdir. Asabe yok ise, bu artanlar da, eshâb-ı ferâize dağıtılır.
Fekat, zevc ve zevceye, bu sefer verilmez.
(3): Eshâb-ı ferâizden ve asabelerden kimse yok ise,
zevil-erhâm denilen akrabâya verilir. Zevil-erhâm beş sınıfdır. İsmleri, üçüncü
kısm, 65. madde sonuna doğru yazılıdır.
(4): Zevil-erhâmdan da kimse yoksa, mevlel-muvâlât denilen
adama verilir. [On numaraya bakınız!] Bu da yok ise, kardeşimdir demesi gibi,
bir vâsıta ile soyu olduğunu söylediği, fekat o vâsıtanın kabûl etmediği
kimseye verilir.
(5): Yukarıdaki vârislerden hiçbiri yok ise, mîrâsın üçde
ikisi dahî, vasıyyete harcanır. Vasıyyeti de yok ise, meyyit zimmî olsa bile,
Beyt-ül-mâl alır.
2
- Eshâb-ı ferâizi Kur’ân-ı kerîm altı sınıfa ayırmışdır: Her sınıfın hissesini
[farzını] şöyle bildirmişdir:
NISF: Mîrâs kalan maldan
vasıyyet edilen mikdârı ayrıldıkdan sonra, geriye kalanın yarısını, aşağıdaki
beş cins insandan biri alır. Şöyle ki, ilk dört cinsin birinden bir kişi varsa,
o ve zevc alır. Bu dört cinsden ikisi bir arada bulunamaz.
Kızı: Meyyitin oğlu yok ise, kızı yarısını alır.
Oğlunun kızı: Çocuğu [ya’nî oğlu ve kızı] ve oğlunun oğlu
yok ise, yarısını alır.
Kız kardeşi: Meyyitin çocuğu, oğlunun çocuğu ve erkek
kardeşi veyâ babası olmadığı zemân, yarısını alır.
Babadan kız kardeş: Kız kardeşi olmadığı vakt, onun yerine,
yarısını alır.
Zevc: Meyyitin çocuğu veyâ oğlunun çocuğu olmadığı zemân
yarım alır.
Bu beş kimseden ilk dördü, kendi erkek kardeşi ile birlikde
olunca, farzını
alamaz.
Yalnız asabe olur. Asabe olunca, erkek, kız kardeşinin iki katını alır. Bunun
sebebi, 588. ci sahîfede îzâh edilmişdir. Bu dört cinsin birinden birden fazla
bulunursa, nısf yerine Sülüsân alıp paylaşırlar.
RUBU’: Dörtde birini alacak
olanlardır. Bunlar iki kimsedir:
Zevc: Çocuğu veyâ oğlunun çocuğu varsa, zevc dörtde bir
alır.
Zevce: Çocuğu veyâ oğlunun çocuğu olmadığı zemân rubu’ alır.
Zevc ve zevce, talâk-ı ric’îde, kadının iddet zemânında,
birbirlerine vâris olurlar.
SÜMÜN: Sekizde birini alacak
olan, yalnız bir kimsedir.
Zevce: Çocuğu veyâ oğlunun çocuğu olduğu zemân sekizde bir
alır.
SÜLÜSÂN, ya’nî üçde iki: Hissesi
nısf olanlardan zevcden başka birinden, birden fazla olunca, üçde ikiyi alıp
aralarında müsâvî olarak bölerler.
SÜLÜS, ya’nî üçde birini iki
kimse alır:
Anası: Meyyitin çocuğu, oğlunun çocuğu veyâ her dürlü
kardeşden birden fazla yok ise, anası, üçde birini alır. Babası ve zevc veyâ
zevcesi de varsa, anası, zevc veyâ zevceden ve babadan kalanın üçde birini
alır. Baba yerine ced varsa, ana tekmîl malın üçde birini alır.
Anadan kardeşler: Bunlara, (Benûl-ahyâf) denir. Birden fazla oldukları
zemân, üçde birini
alıp aralarında paylaşırlar. Erkeği ve kadını hep aynı mikdârda alır. Meyyitin
çocuğu veyâ oğlunun çocuğu yâhud babası, dedesi var ise, benûl-ahyâf mîrâs
alamaz.
SÜDÜS, ya’nî altıda birini yedi
kimse alır:
Babası: Meyyitin çocuğu veyâ oğlunun
çocuğu olduğu zemân, baba altıda birini alır.
Anası: Meyyitin çocuğu, oğlunun çocuğu veyâ her dürlü
kardeşden birden fazla varsa, anası altıda birini alır.
Sahîh dede ve nineler: Meyyitin babası olmaz, oğlu varsa,
ced ve ceddeler, altıda bir alır.
Oğlunun kızları: Meyyitin bir kızı ile birlikde bulundukları
zemân, oğlunun kızları altıda bir alıp paylaşırlar.
Babadan kız kardeşi: Meyyitin bir kız kardeşi ile birlikde
olduğu zemân, südüs alır.
Anadan kardeş: Anadan kız veyâ erkek kardeşi bir dâne ise,
südüs alır.
İhtâr: Baba altıda bir aldığı
zemân, önce baba südüs alıp, geri kalanın üçde birini ana alır. Ana olmazsa,
nineler yine südüs alır. Ana yerine geçemeyip, sülüs alamazlar.
3 - Erkek vâris on kişi olup, dokuzu asabedir. Zevc, asabe
olamaz.
Baba: Meyyitin çocuğu veyâ oğlunun çocuğu yoksa, baba yalnız
asabe olur. Kızı veyâ oğlunun kızı varsa, hem eshâb-ı ferâizden olur, hem de
asabe olur. Oğlu veyâ oğlunun oğlu varsa, yalnız südüs alır.
Sahîh ced: Meyyite ana taraflarından bağlı olmıyan dedeler
demekdir. Meyyitin çocuğu ve babası bulunmazsa, baba yerine asabe olur. Oğlu
bulunursa, baba yerine yalnız südüs alır. Baba varsa, hiç vâris olamaz.
Oğul: En kuvvetli asabe olup, oğul bulunduğu zemân, diğer
asabelerin hiçbiri asabe olamaz. Dünyâya gelecek çocuk varsa, oğul kabûl
edilerek hissesi ayrılır.
Oğlunun oğlu: Meyyitin oğlu bulunmadığı zemân, oğlunun oğlu,
en kuvvetli asabe olur ve başka asabeler, asabe olamaz.
Birâder: Şakîk, yalnız babadan, yalnız anadan birâder olmak
üzere üç dürlüdür:
Şakîk, ya’nî anadan ve babadan erkek kardeş, birâder veyâ
baba bir birâder, meyyitin oğlu, oğlunun oğlu, babası ve dedeleri bulunmadığı
zemân asabe olurlar.
Birâder oğlu, amca ve babadan amca veyâ babanın amcası ve
bunların oğulları ve meyyit âzâd olmuş köle veyâ câriye ise, bunu âzâd eden
adam, kendilerinden dahâ kuvvetli asabe bulunmazsa, sıra ile asabe olurlar.
Zevc: Yalnız eshâb-ı ferâizdendir. Asabe olmaz.
4 - Kadın vâris yedi kişidir: Meyyitin kızı, oğlunun kızı,
anası, sahîh ceddeleri, üç dürlü kız kardeşi, zevcesi, meyyit âzâd olmuş köle
veyâ câriye ise, bunu âzâd eden kadın. Birden fazla zevce bir farz alarak
paylaşırlar.
5 - Meyyitin kızı birden çok olursa, oğlunun kızları vâris
olamaz. Fekat, oğlu olmıyarak, oğlunun oğlu da bulunursa, oğlunun kızları,
bununla birlikde asabe olarak, kızlardan artanı, oğlunun oğulları ile, oğlunun
kızları arasında, erkeğe iki kat olarak taksîm edilir. Oğul varsa, oğul
çocukları vâris olamaz.
6 -
(Benûl-a’yân), ya’nî şakîkler, ya’nî ana
baba bir erkek kardeşler ve (Benûl’allât), ya’nî
yalnız baba bir kardeşler; oğul, oğul oğlu, baba, dededen biri bulunduğu zemân
vâris olamazlar.
Kız kardeşler; meyyitin kızı veyâ oğlunun kızı bulunduğu zemân
veyâ kendi birâderi bulunduğu zemân, yalnız asabe olurlar. Oğul, oğlun oğlu
veyâ baba varsa, vâris olamazlar.
Meyyitin şakîkası, ya’nî ana baba bir kız kardeşi birden
fazla ise, babadan kızkardeşleri, yalnız iken vâris olamaz. Fekat, babadan
birâderi de varsa, babadan kızkardeşleri asabe yaparlar ve meyyitin kız
kardeşlerinden artan mal, baba bir kardeşler arasında, erkeğe iki kat olmak
üzere taksîm edilir.
Babadan kız kardeşler; meyyitin kızı veyâ oğlunun kızı
bulunduğu zemân veyâ kendi erkek kardeşi bulunduğu zemân, yalnız asabe olurlar
ise de, meyyitin iki kız kardeşi, oğul, oğlun oğlu veyâ baba varsa, vâris
olamazlar. Meyyitin ana baba bir kardeşlerinin bulunması, anadan olan
kardeşleri vâris olmakdan çıkarmaz. Ya’nî benûl-ahyâf, benûl-a’yân sebebi ile
vârislikden düşmez.
7 - Meyyitin zevcesinden veyâ câriyesinden olan oğlu ve
kızı, babası, anası, zevci ve zevcesi, mîrâsdan hiç mahrûm kalmaz. Bunlardan
başka asabelerden, meyyite bir kişi ile bağlı olan kimse, bu kişi bulunduğu
zemân, vâris olamaz. Meyyite yakın olanlar, uzak olanları mahrûm bırakır.
[Meselâ, kız kardeş asabe olduğu zemân, amcası veyâ erkek kardeşin oğlu asabe
olamaz.] Yalnız, ana bir kardeşler bundan müstesnâdır. İki yakınlığı olan, bir yakınlığı olanı mahrûm eder.
Meselâ, baba bir birâderler, ana ve baba bir erkek kardeş bulununca,
mîrâs alamazlar. Baba bir kız kardeşler, asabe oldukları zemân, meyyitin erkek
kardeşi bulununca, asabelikden düşerler. Bunun gibi, meyyitin kızı bulunduğu
zemân, baba bir erkek kardeşi düşürür.
Eshâb-ı ferâiz, bir sahîfe önce yazılı olan şartlara göre,
mîrâs alabilir.
8 - Ceddelerin, ya’nî büyük annelerin hepsi, meyyitin anası
bulunduğu zemân, mîrâsdan düşerler. Baba tarafından olan ceddeler, baba
bulunması ile de, düşerler. Fekat, ceddin bulunması ile düşmezler.
9 - Köle, meyyiti öldüren, başka dinden olanlar ve mürtedler
mîrâs alamaz. [Şu hâlde, müslimân evlâdı olduğu hâlde, halâle, harâma,
farzlara, meselâ, nemâza, gusl abdesti almağa ehemmiyyet vermiyen, oruc tutmak
istemiyen, günâh işleyince pişmân olmayan mürted olur, müslimândan mîrâs
alamaz.] Babası sâhib çıkmıyan veled-i zinâ, babasına vâris olamaz. Hâlbuki,
müslimânın kâfire, kâfirin de müslimâna mal vasıyyet etmeleri câizdir.
10 - Bir zimmî [ya’nî gayr-i müslim vatandaş] veyâ harbî
[ya’nî vatandaşımız olmıyan kâfirler], bir müslimânın yardımı ile îmâna gelir
ve bu müslimânı velî kabûl ederse, ya’nî onun emrine girerse ve bu müslimân da,
bunun ile muvâlâtı ka-
bûl
ederse, ya’nî bunun borclarını ödemeği kabûl ederse, bu müslimân, onun (Mevlel-muvâlâtı) olur.
Birinci kısmda, yetmişsekizinci
maddede, toprak mahsûlleri zekâtını bildirirken, erâzî kanûnu şerhınde, beş
nev’ toprak olduğunu yazmışdık. Birincisi mülk olan topraklar idi. Bunların
sâhibi vefât edince, toprak satılıp, parası ile, sâhibinin borcu ödenebilir.
Kalanın üçde birinden vasıyyeti yapılır. Üçde ikisi vârislerine, mîrâsları
mikdârında verilir. İkinci nev’ topraklar, Beyt-ül-mâlın olan mîrî
topraklardır. Bunlar, şahslara peşin para karşılığı, tapu senedi ile kirâya
verilir. Alanın mülkü olmaz. Sâhibi ölünce, satılıp borcu ödenmez, vasıyyeti
yapılmaz. Vârislerine mîrâs olmaz. Başkasına kirâya verilir. Fekat, millete
iyilik olmak için, sâhibinin mîrî toprağı, para karşılığı başkasına devr etmesi
veyâ hediyye etmesi ve ölünce, peşin para almadan çocuklarına devr olunması
devletce kabûl edilmişdi. Tapunun, çocuklarına devr edilmesi mîrâs olmayıp,
devletin ihsânıdır. Vârise mülk olmaz. Kirâ ile verilmiş olur. Kanûnun
ellidördüncü ve sonraki maddelerine göre, tapu sâhibi ölünce, toprak, erkek ve
kız çocuklarına müsâvî olarak verilir. Çocukları yok ise, torunlarına, bunlar
da yok ise, babasına, baba da yok ise, anasına parasız verilir. Fekat, devr
hakkı babaya veyâ anaya verilirken, dörtde biri zevc veyâ zevceye verilip,
dörtde üçü baba veyâ anaya verilir. Çocuk veyâ torun varken, zevc veyâ zevce,
mîrî toprakdan pay alamaz. Meyyitin torunları, çocukları ile birlikde eşit pay
alırlar. Şimdi mîrî toprak kalmamış, herkesin mülkü olmuşdur. Şimdi, mîrâs gibi
bölünmeleri lâzımdır. (Berîka) ve (Hadîka) kitâblarının sonuna bakınız!
Her müslimân, ölüm hastalığında bir (Vasıyyet) yazmalıdır. (Mâ-lâ-büdde)de diyor ki, (Vasıyyetnâmeyi maraz-ı mevtde
yazmak vâcib, sıhhatde iken yazıp, yanında taşımak müstehabdır.) Burada
evlâdına, ahbâbına son nasîhatini yapmalıdır. Kendinde hakkı bulunanlardan,
halâllaşmalarını, alacaklarını, vereceklerini, borcların ödenmesini, iskât
yapılmasını, hac borcu varsa, vekîl gönderilmesini istemeli, cenâze
hizmetindeki ve defnden sonraki isteklerini bildirmelidir. Zevcesine olan (Mehr-i müeccel) borcunun ödenmesi için vasıyyet
etmesini unutmamalıdır. Bu isteklerinin ahkâm-ı islâmiyyeye uygun yapılması
için, âdil iki şâhid yanında bir vasî seçmelidir. (Kâdîhân)
“rahmetullahi teâlâ aleyh” diyor ki, (Tarlasının kabristân yapılması
veyâ malının üçde biri ile yolcular için hân, mescid yapılması yâhud yolcular
için çeşme yapılması, müslimânlara kefen, tabut alınması, kabr kazdırılması,
bir mescide sarf edilmesi için vasıyyet etmek, imâm-ı Muhammede göre
“rahmetullahi teâlâ aleyh” câizdir. Malının sülüsü ile habshâne yapılmasını
vasıyyet câiz değildir. Bunu yapdırmak hükûmetin vazîfesidir. Hac yapılmasını
vasıyyet edince, bulunduğu şehrden gönderilir. Malı az ise, malının yetişeceği
yerden gönderilir. Gazâ edilmesi için vasıyyet edince, harb edenlere ve harb malzemesi için verilir. Ehl-i kitâb kâfirlerin
fakîrlerine verilmek için vasıyyet câizdir. Kilise yapmaları için
vasıyyet câiz değildir. Kâtilinin afv edilmesini vasıyyet bâtıldır. Yalnız ev
bırakan kimsenin, birinin evde oturmasını vasıyyet etmesi câizdir. Ölünciye
kadar evde oturur. Maraz-ı mevt hâsıl olmadan önce, çocuklarından birine, fazla
hizmet etdiği veyâ muhtâc olduğu için, birşey hediyye etmek câizdir. Malının
sülüsünün bir şehrdeki fakîrlere dağıtılmasını vasıyyet edince, başka şehrdeki
fakîrlere dağıtılması câiz olur. Bu parayı on fakîre dağıt denilip, hepsinin
bir fakîre verilmesi ve bunun aksi de câiz olur. On günde dağıt denilip,
hepsini bir günde dağıtsa câiz olur. Malımın sülüsünü akrabâma dağıtın dese,
vârislerin gayrısına dağıtılır. Vârisler arasında küçükler olsa veyâ meyyitin
borcu olsa da, büyükler mîrâsdan yiyebilirler. (Şirketler)
maddesine bakınız! Bir kimse vasıyyetini ibtâl edebilir. Vasıyyetini
inkâr etmesi, ibtâl olmaz. Vasıyyeti kabûl
eden vasî, hasta öldükden sonra vazgeçemez. Emîn olmıyan fâsık veyâ zimmî vasî
yapılırsa, hâkim bunları değişdirir. Ücret ile vasî yapmak câiz değildir.
Fekat, söylediği
ücret,
ona vasıyyet edilmiş olup, onu alır ve vasî olur. Vasî ta’yîn etmiyenin babası
küçük torunlarına vasî olur ise de, borc ödemek için birşey satamaz. Vasî ve
baba, yetîmin malını ödünc veremezler. Hâkim verebilir. Vasî, meyyitin
borclarını yetîmin malı ile ödeyemez. Onun fıtrasını veremez. Kurbanını
kesdiremez. Baba, ödeyebilir. Vasî muhtâc olunca, yetîmin malından yiyebilir.
Kimseye hibe edemez. Helâk ederse, azl olunur. Vasî, yetîmin malından kendi
için kullanıp sonra benzerini yerine korsa, câiz olmaz. Büyüdüğünde vermesi
lâzım olur.) [1288] târîhli (Dürr-üs-sukûk) kitâbında
şer’î mahkeme karârları yazılıdır. Vasî ta’yînini bildiren huccetlerden biri
şöyledir:
İslâmbol şehrinde Gedikpâşa yakınında, filân mahallede
oturan bezzâz [manifaturacı] Osmân efendi
meclis-i şer’ı şerîf-i enverde ve Ahmed ağanın yanında der ki, Allahü
teâlânın emri ile vefât etdiğim zemân, bırakdığım malın hepsi ve bütün alacaklarım alınarak, önce âdet üzere techîz ve
tekfînim yapılıp, sonra, borcum çıkarsa, bunları ödeyip geriye kalanın
üçde biri ayrılsın. Bu ayrılan sülüs içinden şu kadar kuruşu ile nemâz iskâtı
ve oruc, yemîn ve adaklarım için keffâretlerim yapılsın. Ahkâm-ı islâmiyyeye
uygun olarak iskât yapılarak müslimân fakîrlere dağıtılsın. Şu kadar kuruşu ile
de tatlı [helva ve lokma] pişirip, fakîrlere yidirilsin. Şu kadar kuruşu ile
kabrim yapılsın! Bu ayrılan sülüs malımın arta kalanını da, seçdiğim vasîm,
dilediği hayrât ve hasenâta harc etsin, diye vasıyyet etdi. Bu vasıyyetimi
yerine getirmeğe yanımdaki Ahmed ağayı seçdim ve ta’yîn eyledim dedi. Ahmed ağa
da bu vasıyyeti dinleyip kabûl etdi ve hepsini en iyi şeklde yapmağı üzerine
aldı. Biz de hâzır bulunup gördük, işitdik, şâhid olduk.
İmzâ İmzâ
Şâhid
Şâhid
Hasen oğlu Osmân
Alî oğlu Ahmed Süleymân oğlu
Ömer Velî oğlu Bekr
(Behcet-ül-fetâvâ)da diyor ki, (Malının
üçde birini hayrlı işlerde kullanması için biri vasî ta’yîn edilip, vasî de bu
kadar malı hayrlı işlere verse, ölünün vârisleri, bu malı nerelere verdin diye
vasîye soramazlar.)
Vasî ta’yîn etmeden ölen kimsenin vasıyyetini yerine
getirmek için, hâkim bir vasî ta’yîn eder.
(Redd-ül-muhtâr) sâhibi “rahmetullahi
teâlâ aleyh” fâsid bey’leri anlatırken buyuruyor ki, (Vârisler, mîrâs kalan
malda, başkalarının hakkı bulunduğunu bildiği zemân, hak sâhiblerini de
biliyorlarsa, bunlara haklarını vermek lâzımdır. Bu mal, vârislere harâm olur.
Hak sâhiblerini bilmiyorlarsa, fekat başkasının olan malı ayırd
edebiliyorlarsa, bu belli mal, vârislere yine harâm olur. Sevâbı sâhibine olmak
niyyeti ile, bunu fakîrlere sadaka vermelidir. Bu mal, meyyitin halâl malı ile
karışmış ise ve sâhibi de belli değilse, vârislerine halâl olur, denildi. [Bir
me’mûr vefât ederken, vârislerden birine, tazmînât veyâ ma’âş olarak, para
verirse, bu para, alanın mülkü olur. Diğer vârisler, bu paradan bir hak taleb
edemez.]
Zulm ile, rüşvet ile, gasb ile, sirkat ile edindiği veyâ
alacakları böyle harâm para ile ödendiği
bilinen bir kimsenin yemeğini yimek câizdir. Yemeğin kendisi harâmdan geldiği bilinirse,
câiz olmaz. Kadının, zevcinin getirdiğini yimesi de böyledir.
Borcları, bırakdığı maldan çok olan meyyitin vârisleri,
kalan malı satdırmayıp, kıymetlerini, alacaklılara kendi mallarından
ödiyebilirler. Alacaklılar, borcun hepsini ödemezseniz, malları size bırakmayız
diyemezler.)
Mîrâs bölünürken, erkek çocuklara kız çocukların iki katı
verilmesi, ba’zı kimselerin yanlış düşünmesine sebeb oluyor. Din câhilleri,
buradan da islâmiyyete saldırıyorlar. Müslimânlıkda
kadınların hakkı çiğneniyor diyorlar. Ziyâ Gökalpin bu yolda düzdüğü çok aşağı
bir şi’ri (Fâideli Bilgiler) kitâbının (Doğru Söze İnan, Bölücüye Aldanma) kısmında,
kırkbirinci maddesinde yazılıdır. Hâlbuki, islâmiy-
yetde
kadın, mîrâsdan hiçbirşey almağa muhtâc bırakılmamışdır. Onun bütün
ihtiyâclarını, kocası, babası, erkek kardeş ve amca gibi mahrem yakınları,
çalışıp, kazanıp, ona vermeğe mecbûr tutulmuşdur. Erkeklerin, bu güc
vazîfelerinden dolayı, mîrâsın hepsini almaları lâzım gelirken,
islâmiyyet kadınlara iltimâs ederek, erkeğe
verilenin yarısını da onlara vermekdedir. Erkek, kadına bakmağa
mecbûr, kadının ise, kendine bile bakması lâzım olmadığı hâlde, islâmiyyet
kadını kayırmakda, ona ayrıca mîrâs da vermekdedir. İslâmiyyetde kadınların çok
kıymetli oldukları, buradan da anlaşılmakdadır. Bir kız, (Ben, erkek kardeşim
kadar isterim) derse, mîrâsı altı kısma bölerek, erkek dört kısmı, kız iki
kısmı alıp, (Allahü teâlânın bu emrine râzı olduk) derler. Sonra erkek dört
hisseden birini kız kardeşine hediyye eder.