(Nûr-ül-îzâh)da ve bunun (Tahtâvî) hâşiyesinde ve (Halebî) ile (Dürr-ül-muhtâr)da,
nemâzların kazâsı sonunda, (Mültekâ)da
ve (Dürr-ül-müntekâ)da ve (Vikâye)de, (Dürer)de
ve (Cevhere)de ve Kâdî-zâdenin (Birgivî vasıyyetnâmesi) şerhinin sonunda ve
başka kıymetli kitâblarda, meyyit için iskât ve devr yapmak, hanefî mezhebinde lâzım olduğu yazılıdır. Meselâ, (Tahtâvî) hâşiyesinde diyor ki, (Tutulmamış orucların
fidye vererek iskât edilmesi için nass vardır. Nemâz orucdan dahâ mühim
olduğundan, şer’î bir özr ile kılınamamış ve kazâ etmek istediği hâlde, ölüm
hastalığına yakalanmış bir kimsenin, kazâ edemediği nemâzları için de, orucda
yapdığı gibi iskât yapılması için, bütün âlimlerin sözbirliği vardır. Nemâzın
iskâtı olmaz diyen kimse câhildir. Çünki, mezheblerin sözbirliğine karşı
gelmekdedir. Hadîs-i şerîfde, (Bir kimse, başkası
yerine oruc tutamaz ve nemâz kılamaz. Fekat, onun orucu ve nemâzı için fakîri
doyurur) buyuruldu). Ehl-i sünnet âlimlerinin üstünlüklerini
anlıyamayan ve mezheb imâmlarımızı da, kendileri gibi hayâl ile konuşuyor sanan
ba’zı kimselerin, (İslâmiyyetde iskât ve devr yokdur. İskât, hıristiyanların
günâh çıkartmasına benziyor) gibi şeyler söylediklerini işitiyoruz. Bu gibi
sözleri, kendilerini tehlükeli duruma düşürmekdedir. Çünki, Peygamber
efendimiz, (Ümmetim dalâlet üzerinde birleşmez) ve
(Mü’minlerin güzel gördüğü şey, Allah indinde de
güzeldir) buyurdu. Bu hadîs-i şerîfler, (Berîka)nın
94. cü sahîfesinde yazılıdır ve devr yapmanın elbette doğru olduğunu gösteriyor
demekdedir. Devr yapmağa inanmıyan, bu hadîs-i şerîflere inanmamış olur. İbni
Âbidîn, vitr nemâzını anlatırken, (Dinde zarûrî olan, ya’nî câhillerin de
bildikleri icmâ’ bilgilerine inanmıyan kimse, kâfir olur) buyuruyor. (İcmâ), müctehidlerin sözbirliği demekdir. İskât,
günâh çıkartmağa nasıl benzetilebilir? Papaslar, günâh çıkartıyoruz diyerek,
insanları soyuyorlar. Hâlbuki, islâmiyyetde din adamları iskât yapamaz. İskâtı
yalnız ölünün vasîsi, vasıyyeti yoksa, vârisi yapabilir ve para din adamlarına
değil, fakîrlere verilir.
Bugün, hemen her yerde, iskât ve devr işleri islâmiyyete
uygun yapılmamakdadır. İslâmiyyetde iskât yokdur diyenler, böyle söylemeyip de,
bugün yapılmakda olan iskât ve devrler islâmiyyete uygun değildir deselerdi,
çok iyi olurdu. Biz de kendilerini desteklerdik. Böyle söylemeleri ile, hem
korkunç bir tehlükeye düşmekden kurtulurlardı, hem de islâmiyyete hizmet etmiş
olurlardı. İskât ve devrlerin nasıl yapılacağı İbni Âbidîn, kazâ nemâzlarının
sonunda geniş yazılıdır.
Fâite nemâzları olan [ya’nî özr ile kaçırıp, kazâya kalmış
nemâzları bulunan] bir kimse, bunları îmâ ile de kılmağa gücü yeter iken
kılmamış ise, öleceği zemân, keffâretinin iskât edilmesi için vasıyyet etmesi
vâcibdir. Kazâya gücü yetmemiş ise, vasıyyet etmesi lâzım olmaz. Ramezân-ı
şerîfde oruc yiyen müsâfir ve hasta da, kazâ edecek zemân bulmadan ölürse,
vasıyyet etmeleri lâzım gelmez. Allahü teâlâ, bunların özrlerini kabûl eder.
Hastanın keffâretlerinin iskâtı, öldükden sonra velîsi tarafından yapılır.
Ölmeden önce yapılmaz. Diri insanın, kendi için iskât yapdırması câiz değildir.
Şâfi’î (Envâr) kitâbında, (Meyyitin
kılmadığı nemâzlar için fidye vermek, şâfi’î mezhebinde vâcib değildir.
Verilirse, iskât olmaz) diyor. Hanefî âlimlerinden imâm-ı Birgivî “rahmetullahi
teâlâ aleyh” (Cilâ-ül-kulûb) kitâbında
diyor ki, (Üzerinde Allahü teâlânın hakkı veyâ kul hakkı bulunan kimsenin, iki
şâhid yanında vasıyyet söylemesi veyâ yazmış olduğunu bunlara okuması vâcibdir.
Üzerinde hak bulunmıyanın vasıyyet etmesi müstehabdır.)
Keffâret iskâti için vasıyyet eden meyyitin velîsi, ya’nî
mîrâsını yerlerine sarf için vasıyyet etdiği vasîsi, vasî yoksa vârisi olan
kimse, mîrâsın üçde birinden, herbir vakt nemâz
için ve vitr nemâzı için ve kazâ edilmesi lâzım olan bir günlük oruc için,
birer fıtra mikdârı, ya’nî yarım sâ’ [beşyüzyirmi dirhem veyâ binyediyüzelli
gram] buğdayı fakîrlere [veyâ fakîrlerin vekîllerine] fidye olarak
sadaka verir.
Vasıyyet etmedi ise, velînin keffâret iskâtı yapması,
Hanefîde lâzım olmaz. Şâfi’î mezhebindeki (Nef’ul-enâm
fî-iskâtissalâti vessıyâm)da diyor ki, (Bâcûrî[1], İbni Kâsımın, Ebû Şücâ metni şerhinin
hâşiyesinde diyor ki, meyyitin kılmadığı nemâzları için fidye verilmez. Verilir
kavli de vardır. Hanefîyi taklîd ederek, iskâtının yapılması iyi olur.
Şâfi’înin kavl-i kadîmine göre, velîsi meyyitin nemâz ve oruclarını kazâ eder.)
Kul hakkını, vasıyyet olmasa da, meyyitin bırakdığı maldan velînin ödemesi, her
mezhebde lâzımdır. Hattâ alacaklılar, mîrâsı ele geçirince, mahkemesiz alabilirler.
Kazâya kalan orucların fidyesini, ya’nî mal ile ödenmesini vasıyyet etdi ise,
bunu yerine getirmek vâcibdir. Çünki, islâmiyyet emr etmekdedir. Vasıyyet
etmedi ise, vârisi kendi malı ile yapabilir. Nemâzı vasıyyet etdi ise, nemâz
fidyesini vermek vâcib değil, câiz olur. Bu son ikisi kabûl olmaz ise, hiç
olmazsa sadaka sevâbı hâsıl olup, günâhlarını temizlemeğe yardım eder. İmâm-ı
Muhammed böyle buyurmuşdur. (Mecma’ul-enhür)de
diyor ki, (Nefsine ve şeytâna uyarak nemâzlarını kılmamış, ömrünün sonuna doğru
buna pişmân [olup kılmağa ve kazâ etmeğe başlamış] olanın, kazâ edemediği
nemâzlarının iskâtının yapılması için vasıyyet etmesi câiz olduğu (Müstasfâ)da yazılıdır.)
(Cilâ-ül-kulûb)da diyor ki: (Kul
hakları, ödenecek borçlar, emânet, gasb, sirkat, ücret ve bey’ sebebi ile
verecekler ve döğmek, yaralamak, haksız olarak kullanmak gibi beden hakları ve
söğmek, alay, gîbet, iftirâ gibi kalb haklarıdır.)
Vasıyyet eden meyyitin malının üçde biri iskât yapmağa
kifâyet ediyorsa, velînin bu mal ile fidye vermesi lâzımdır. Kifâyet etmiyorsa,
sülüsden fazlasını vârisin teberru’ etmesi
câiz olduğu, (Feth-ul-kadîr)de
yazılıdır. Bunun gibi, farz olan haccının yapılması için vasıyyet etse,
vârisi veyâ başka biri, hac parasını hediyye verse, câiz olmaz. Ölmeden
vasıyyet etmeyip, vârisi kendi parası ile iskât yapsa veyâ hacca gitse,
meyyitin borcu ödenmiş olur. Vârisden başkasının parası ile bunlar câiz olmaz
diyenler varsa da, (Dürr-ül-muhtâr) ve (Merâkıl-felâh) ve (Cilâ-ül-kulûb)
kitâblarının sâhibleri “rahmetullahi teâlâ aleyhim ecma’în” olur
dediler.
Keffâret iskâtı, yalnız hanefîde, buğday yerine un veyâ bir
sâ’ arpa, hurma, üzüm ile de hesâb edilerek, bunlar da verilebilir. [Çünki,
bunlar buğdaydan dahâ kıymetli oldukları için, fakîre dahâ fâidelidirler.]
Hepsi yerine kıymetleri olan altın veyâ gümüş de verilebilir. Diğer üç mezhebin
hanefîyi taklîd etmeleri câizdir. [Kâğıd para ile iskât yapılmaz.] Secde-i
tilâvet için fidye vermek lâzım değildir.
Fidye parası, mîrâsın üçde birini aşarsa, vârisler izn
vermedikce, velî üçde birden fazlasını sarf edemez. (Kınye)
kitâbında diyor ki, meyyitin borcu da olsa, alacaklısı, vasıyyetin yapılmasına izn verse de, vasıyyetin
yapılması câiz olmaz. Çünki, islâmiyyet, önce borcun ödenmesini emr
etmekdedir. Borcu ödemek, alacaklının râzı olması ile sonraya bırakılamaz.
Bütün nemâzların iskât edilmesi için vasıyyet eden kimsenin kaç yaşında öldüğü
bilinmiyorsa, bırakdığı mîrâsın üçde biri, nemâzlarının iskâtına yetişmediği
zemân, bu vasıyyeti câiz olur. Mîrâsın üçde biri, iskât için yetişir ve
artarsa, bu vasıyyeti câiz olmaz, bâtıl olur. Çünki, malın üçde biri, iskâta
yetişmediği zemân, üçde biri ile iskât edilecek nemâzların sayısı belli
olduğundan, vasıyyeti bu nemâzları için sahîh olur. Geri kalan nemâzları için
olan vasıyyeti, lagv, ya’nî boş lâf olur. Üçde biri, çok olduğu zemân, ömrü ve
dolayısı ile nemâz sayısı belli olmadığı için, vasıyyeti bâtıl olur. Kâdî-zâde,
(Birgivî) şerhinde diyor ki:
Kerâhet ve fesâd bulunması ihtimâlinden dolayı, bütün
nemâzlarının iskâtı için vasıyyet eden meyyitin hiç malı yoksa veyâ üçde biri,
vasıyyete yetişmiyorsa veyâ hiç vasıyyet etmemiş olup, velî kendi malı ile
iskât yapmak istiyorsa, (Devr) yapar.
Fekat velî devr yapmağa mecbûr değildir. Devr yapmak için, velî, bir aylık veyâ
bir senelik iskât için lâzım olan altın liralık veyâ beşibiryerde veyâ
bileyzik,
---------------------------------
[1] Bâcûrî İbrâhîm, Câmi’ul-ezherde müderris idi. 1276 [m. 1859] da
vefât etdi.
yüzük
veyâ gümüş geçer para ödünc alır. Meyyit erkek ise, yaşından oniki sene, kadın
ise dokuz sene düşerek, kaç sene borcu olduğunu hesâblar. Bir kız 9 yaşına, bir
oğlan 12 yaşına gelince (Âkıl ve bâlig) olur. Buna (Mükellef)
de denir. [9 yaşını bitiren kıza ve 12 yaşını bitiren oğlana (Âkıl-bâlig) oldu denir. Bu çocuk (Mükellef) olur. Ya’nî islâmiyyete uyması lâzım
olur. Dört mezhebde de harâm olan bir şeyi severek, beğenerek yapan, söyleyen
kâfir olur. Mecbûr olarak, âdete uyarak, nefsine uyarak veyâ nafaka te’mîni
için, istemiyerek, üzülerek yaparsa, kâfir olmaz. Fekat, tevbe etmezse, harâm
işlemek azâbını çekecekdir. Hürriyyet
bulunan memleketde halâli, harâmı bilmemek özr değildir. Dizleri açık
olan sporcuları, hanbelî mezhebi küfrden kurtarmakdadır. Liseli ve üniversiteli
kızlar, mektebi bitirip, tevbe edince, harâmdan kurtulur. Me’mûr olan kadınlar
da böyledir. Harâmı inkâr eden kâfir olur. Harâma devâm edenin kâfir olma
tehlükesi vardır.] Hanefî mezhebinde, bir günlük
altı nemâz için, onbuçuk kilo, bir güneş yılı için, üçbinsekizyüz kilo buğday
vermek lâzımdır. Meselâ, bir kilo buğday yüz seksen kuruş olduğu
zemân, bir senelik nemâz iskâtı altıbinsekizyüzdoksansekiz veyâ kısaca
altıbindokuzyüz lira olur. Bir altın lira [yedi gram ve yirmi santigram olup],
buğdayın kilosu yüzseksen kuruş olduğu zemân yüzyirmi lira idi. Ya’nî bir kilo
buğday bedeli, bir gram altın kıymetinin
takrîben onda biri [9,26 da biri]dir. Bir aylık nemâz iskâtı için dört ve üç
çeyrek, bir senelik için elliyedi buçuk veyâ
ihtiyâtlı olarak altmış altın lâzım
olur. Bir aylık nemâz iskâtı için, beş altın lira vermek lâzım
demekdir. Meyyitin velîsi beş altın lira veyâ bu ağırlıkda [36 gr] bileyzik
ödünc alsa ve dünyâya düşkün olmıyan, dînini bilen ve seven bir veyâ birkaç,
meselâ dört fakîr bulsa: [Bunların fıtra veremiyecek, ya’nî zekât alabilecek
fakîr olmaları şartdır. Fakîr olmazlar ise, iskât kabûl olmaz.]
Meyyitin velîsi, ya’nî vasıyyet etdiği
kimse veyâ vârislerinden biri veyâ bunlardan birinin
vekîl etdiği kimse, (Merhûm ..................... efendinin iskât-ı
salâtı için, bedel olarak, bu beş altını sana verdim) diyerek, beş altını
birinci fakîre sadaka niyyet ederek verir. Sadakayı fakîre verirken (hediyye
ediyorum) demek câizdir. Sonra fakîr, (Aldım, kabûl etdim. Sana hediyye
ediyorum) diyerek bunu vârise veyâ vârisin vekîline hediyye eder. O da teslîm
alır. Sonra, yine buna veyâ ikinci fakîre verir ve hediyye olarak ondan geri
teslîm alır. Böylece, aynı fakîre dört kerre veyâ dört fakîre birer kerre verip ve almakla bir devr olur. Bir devrde, yirmi
altınlık nemâz keffâreti iskât edilmiş olur. Meyyit erkek ve altmış
yaşında ise, kırksekiz senelik nemâz için, 48x60=2880 altın vermek lâzım olur.
Bunun için de, 2880:20=144 kerre devr yapar. Altın adedi on lira veyâ bunların
ağırlığında bileyzik ise, 72 devr; altın yirmi ise, 36 devr yapar.
Fakîr adedi on ve altın adedi de on ise, 48 senelik nemâz
keffâretinin iskâtı için, yirmidokuz devr yapar. Çünki:
Nemâz kılmadığı yıllar x bir yıllık
altın sayısı = fakîr sayısı x bir fakîre verilen altın sayısı x devr sayısıdır.
Misâlimizde
yaklaşık olarak:
48 x 60 = 4 x 5 x 144 = 4 x 10 x 72 = 4 x 20 x 36 = 10 x 10
x 29 dur.
Görülüyor ki, nemâz iskâtında, devr sayısını bulmak için, bir yıllık altın sayısı ile meyyitin nemâz borcu yılı
çarpılır. Ayrıca, devr olunan altın lira sayısı ile, fakîr sayısı da çarpılır.
Birinci çarpım, ikinci çarpıma bölünür. Bölüm, devr sayısı olur.
Buğdayın ve altının kâğıd lira karşılığı değerleri her zemân yaklaşık olarak
aynı oranda değişmekdedir. Ya’nî, iskat için, bir yıllık buğday mikdârı
değişmediği gibi, altının kıymeti, dünyâ piyasasına bağlanarak, aşırı yükselmediği
zemânlarda, bir yıllık altın sayısı da, ya’nî hanefî mezhebi için, yukarda
bulduğumuz altmış altın lira da hemen hemen aynı olmakdadır. Bunun için, böyle
fevkal’âde haller hâricinde:
Bir aylık nemâz iskâtı beş altındır.
Bir aylık Ramezân orucu iskâtı
takrîben bir altındır.
kabûl
edilmekdedir. Devr edilecek altın lira ve devr sayısı, buradan bulunur.
Altın lira yok ise, velî, bileyzik, yüzük gibi altın eşyâ,
bir hanımdan ödünc alır. Bundan, (nemâz kılmadığı sene adedi x 7,2) gram
dartılıp, bir mendile konur. Mendilde, nemâz kılmadığı sene adedi kadar altın
lira vardır. 60 adedi, devre oturan fakîr adedine bölününce, devr adedi ma’lûm
olur. Altın az ise, birincidekinin yarısı kadar dartılır. Devr adedi,
birincinin iki misli olur. Misâlimizde, 48 x 7,2 =
Nemâz iskâtı bitdikden sonra, tutulmıyan, kazâ edilmeleri
lâzım olan, 48 senelik, orucların iskâtı için, beş altını dört fakîre üç kerre
devr eder. Çünki, bir senelik ya’nî, otuz günlük oruc keffâret iskâtı,
elliikibuçuk kilo buğday veyâ
Mâlikî ve şâfi’î mezheblerinde, nemâz için de fidye verilir
kavline göre, vitr nemâzı sünnet olduğu için, bir günde beş nemâz fidyesi
verilir. Bu iki mezhebde, bir nemâz ve bir oruc fidyesi olarak bir müd’ buğday
verileceği (El-Envâr) ve (Nef’ul-enâm)da yazılıdır.
Bir müd’ 173,3 dirhem olup, bir günlük beş nemâz fidyesi 2,1 kgr, bir ay için
63 kgr. buğday, ya’nî 0,875 aded altın lira, bir sene için 705 kgr.
buğday veyâ 10,5 aded altın ve bir aylık oruc fidyesi 5,2 kgr. buğday, 0,07
aded altın olur. Mâlikî ve şâfi’îler, hanefî mezhebini taklîd ederken, bir
aylık nemâz fidyesi 5 altın, bir aylık oruc fidyesi bir altın hesâb eder.
Bir yemîn keffâreti için, bir günde on fakîr ve özrsüz
bozulup keffâret lâzım olan bir günlük oruc keffâreti için, bir günde altmış
fakîr lâzımdır ve bir fakîre bir günde, yarım sâ’ buğdaydan fazla verilemez.
Ya’nî, birkaç yemîn keffâreti bir günde on fakîre verilemez. O hâlde, yemîn ve
oruc keffâretleri için bir günde devr yapılamaz. Birinci kısm, 83. cü maddeye
bakınız! Yemîn vasıyyeti varsa, bir yemîn için, bir günde on fakîrin herbirine
ikişer kilo buğday veyâ un veyâ bu değerde herhangi bir mal, altın, gümüş
verilir. Bunları, bir fakîre, on gün arka arkaya vermek de olur. Yâhud bir
fakîre kâğıd para verip, (Seni vekîl ediyorum. Bu para ile, hergün, sabâh ve
akşam olmak üzere, iki kerre on gün karnını doyuracaksın!) demelidir. Karnını
böyle on gün doyurmayıp, kahve, gazete parası yaparsa, câiz olmaz. En iyisi,
bir aşcı ile pazarlık edip, on günlük parayı aşçıya verip, fakîr, bu aşçıda,
hergün, sabâh ve akşam olmak üzere iki
kerre on gün karnını doyurmalıdır. Niyyet etdikden sonra bozulan oruc ve zıhâr keffâretleri
de böyle olup, bu ikisinde, bir günün keffâreti için, altmış fakîre bir gün
veyâ bir fakîre altmış gün yarım sâ’ buğday veyâ bu değerde başka mal vermek
veyâ hergün iki kerre doyurmak lâzımdır.
Vasıyyet edilmiyen zekât iskâtı yapılması lâzım değildir.
Vârisin, zekât iskâtı için de, kendiliğinden devr yapabileceğine fetvâ
verilmişdir.
Velî, altınları fakîrlere her verişde, nemâz veyâ oruc
iskâtı diye niyyet etmelidir. Fakîr de, velîye geri verirken, hediyye ediyorum
demeli ve velî teslîm aldım demelidir. (Eşi’at-ül
lemeât)da, sadaka, zekât alması câiz olmıyanı anlatırken diyor ki,
(Âişe “radıyallahü anhâ” buyurdu ki, (Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem”
odama geldi. Çömlekde et kaynıyordu. Ekmek ile evde bulunan birşey ikrâm etdim.
(Et pişdiğini gördüm) buyurdu.
Hizmetçimiz Berîreye sadaka verilen et
idi.
Siz sadaka [zekât] yimediğiniz için, bundan vermedim dedim. (Bu et Berîre için sadakadır. Onun bize verdiği ise hediyye
olur) buyurdu). Fakîr aldığı zekâtı, zengine verebilir. Verdiği
hediyye olur. Zenginin bunu alması halâl olur. Çünki fakîr kendi mülkünden
vermişdir. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” zengin, fakîr ayırmadan,
herkesin hediyyesini kabûl eder, hepsine, dahâ fazla karşılığını verirdi.)
[Velî, iskât yapamıyacak hâlde ise, o meyyitin iskâtlarını yapmak için yabancı
birini vekîl eder. İskâtları, devri, başkalarına tercîhen bu vekîl yapar].
[İmâm-ı Birgivînin (Vasıyyetnâme)
kitâbının sonunda ve bunun Kâdî zâde Ahmed efendi şerhınde
“rahmetullahi teâlâ aleyhimâ” diyor ki, fakîrlerin nisâba mâlik olmaması
şartdır. Meyyitin akrabâsından olsa, câizdir. Fakîre verirken, (Falancanın şu
kadar nemâzının iskâtı için, şunu sana verdim) demesi lâzımdır. Fakîr de,
(Kabûl etdim) demelidir ve altınları alınca, kendinin mülkü olduğunu bilmesi
lâzımdır. Bilmezse, önceden öğretmelidir. Bu fakîr de lutf edip, kendi isteği
ile (Falancanın nemâzının iskâtı için, bedel olarak şunu sana verdim) diyerek
başka fakîre verir. O fakîr de, eline alıp, (Kabûl etdim) demelidir. Alınca,
kendi mülkü olduğunu bilmelidir. Emânet, ödünc gibi alırsa devr kabûl olmaz. Bu
ikinci fakîr de, (Aldım, kabûl etdim) dedikden sonra, (Ol vech ile sana verdim)
diyerek üçüncü fakîre verir. Böylece nemâz, oruc, zekât, kurban, sadaka-i fıtr,
adak ve kul hakları, hayvân hakları için devr yapmalıdır. Fâsid ve bâtıl
alışveriş de, kul hakları içindedir. Yemîn ve oruc keffâretleri için devr
yapmak câiz değildir.
Ondan sonra, altınlar hangi fakîrde kalırsa, lutf edip,
arzûsu ve rızâsı ile, velîye hediyye eder. Velî alıp, kabûl etdim der. Eğer
fakîr hediyye etmezse, kendi malıdır, zor ile alınmaz. Velî bir mikdâr altını
veyâ kâğıd para veyâ meyyitin eşyâsından bu fakîrlere verip, bu sadaka sevâbını
da meyyitin rûhuna hediyye eder. Borcu olan fakîr ve bâlig olmamış çocuk devr
yapmağa katılmamalıdır. Çünki borclunun, eline geçen altınlar ile borcunu
ödemesi farzdır. Bu farzı yapmayıp, altınları meyyitin keffâreti için yanındaki
fakîre hediyye vermesi câiz olmaz. Devr kabûl olur ise de, kendisi hiç sevâb
kazanmaz. Hattâ günâha girer. Çocuğun da hediyye vermesi sahîh olmadığı İbni
Âbidînde “rahmetullahi teâlâ aleyhimâ” yazılıdır.]
Malı olmıyan meyyit, devr yapılmasını vasıyyet ederse,
velînin devr yapması vâcib olmaz. Meyyitin keffâretlerini iskât edecek kadar
malının hepsini, mîrâsın üçde birini aşmamak üzere vasıyyet etmesi vâcib olur.
Böylece, devre lüzûm kalmadan, iskât yapılır. Üçde biri iskâta yetişdiği hâlde,
üçde birinden az malın devr edilmesini vasıyyet ederse, günâha girer. İbni
Âbidîn, beşinci cild, ikiyüzyetmişüçüncü [273] sahîfede buyuruyor ki, (Küçük
çocukları olan veyâ fakîr olup mîrâsa muhtâc hâlde bâlig çocukları sâlih olan
hastanın, nâfile olan hayrât ve hasenâtı vasıyyet etmeyip, sâlih çocuklarına
bırakması dahâ iyidir). (Bezzâziyye)de,
hediyyeyi anlatırken diyor ki, (Malını hayrâta sarf edip, fâsık olan çocuğuna
mîrâs bırakmamalıdır. Çünki, günâha yardım etmek olur. Fâsık çocuğa da
nafakadan fazla para, mal vermemelidir.)
Çok sayıda nemâz, oruc, zekât, kurban ve yemîn borcları olup
da, bunlar için, mîrâsın üçde birinden az bir malın devr edilmesini ve geri
kalan mal ile, Kur’ân-ı kerîm, hatm-i tehlîl ve mevlid okutulmasını vasıyyet
etmek câiz değildir. Bunları okumak için para veren ve alan günâha girer.
Kur’ân-ı kerîm öğretmek için para alıp vermek câizdir. Okumak için câiz
değildir.
Meyyitin borclu olduğu nemâzları, orucları, vârislerin ve
herhangi bir kimsenin kazâ etmesi câiz değildir. Fekat, nâfile nemâz kılıp,
oruc tutup, sevâbını meyyitin rûhuna hediye etmek câiz ve iyi olur.
Meyyitin borcu olan haccını, vekîl etdiği kimsenin, meyyitin
parası ile kazâ etmesi câiz olur. Ya’nî, meyyiti borcdan kurtarır. Çünki hac,
hem beden ile, hem de mal ile yapılan ibâdetdir. Nâfile hac, başkası yerine her
zemân yapılır. Farz hac ise, ancak ölünciye kadar hacca gidemiyecek kimse
yerine, vekîli tarafından yapılır.
(Mecma’ul-enhür)de ve (Dürr-ül-müntekâ)da diyor ki, (Meyyitin iskâtını
defn-
den
önce yapmalıdır.) Defnden sonra da câiz olduğu, (Kuhistânî)de
yazılıdır.
Meyyit için yapılan nemâz, oruc, zekât, kurban
keffâretlerinin iskâtında, bir fakîre nisâbdan fazla verilebilir. Hattâ,
altınların hepsi, bir fakîre verilebilir.
Ölüm hastasının, kılmadığı nemâzların fidyesini vermesi câiz
değildir. Oruc tutamıyacak kadar ihtiyâr olanın, tutamadığı orucların fidyesini
vermesi câizdir. Hastanın, nemâzlarını başı ile îmâ ederek de kılması lâzımdır.
Böyle îmâ ile bir günden
fazla nemâz kılamıyacak hastanın, kılamadığı nemâzları afv
olur. İyi olursa, bunları kazâ etmesi lâzım gelmez. Tutamadığı orucları, iyi
olunca tutması lâzımdır. İyi olmayıp, vefât ederse, bu orucları afv olur.
Şimdi, İstanbulda, bir kimse ölünce, hemen nüfûs kâğıdı ve
iki şâhid ile, belediyye tabîbliğine gidilip, (Defn
ruhsatiyyesi) alınır. Mezârlıklar müdürlüğüne götürülür. Buraya,
yıkama, cenâze arabası ve mezâr ücreti yatırılır. Buradan, mezârlıkdaki memûra
hitâben defn emri alınır. Meyyit, yâ evde yıkanır. Yâhud mezârlıklar müdürlüğü
yıkatır. Her iki şeklde de, cenâze arabası, meyyiti evden alır. Câmiye ve sonra
mezârlığa götürür.
Hemen kabristâna gidilip, mümkin olduğu kadar derin bir
mezâr kazdırılır.
Verâset i’lâmı lâzım ise, mahkemeye, şöyle bir dilekçe
verilir. Meselâ:
İstanbul sulh hukûk nöbetci hâkimliğine
Da’vâcı: Nefîse Sîret Işık - Fâtih, Şeyh resmî mah.
Müstakîm zâde sokak No. 23.
Annem Sü’adâ Akışık, dul olarak, 1.9.1958 târîhinde, vefât
ile benden başka mîrâscısı bulunmadığından ve işin mühim ve müsta’cel mevâddan
bulunması hasebîle, herne kadar, adlî ta’tîl ise de, fekat bu verâsetin
alınmasında, acele mühim bir iş zuhûr etmiş bulunduğundan, müsta’celiyyet
karârı ile, da’vânın kabûlünün ve bu sûretle, verâset vesîkası verilmesine
müsâ’ade buyurulmasını saygı ile diler, arz eylerim.
Bu dilekçe, doğruca hâkime verilip, imzâdan sonra kalem
odasına verilir. Kayd etdirilip üzerine yazılan para, mahkeme veznesine
yatırılır. Tekrâr kalem odasına gelip, dilekçe nüfûs me’mûrluğuna havâle
etdirilir. Nüfûs me’mûrluğuna götürülüp, tasdîkli nüfûs sûreti alınarak
mahkemeye getirilir. Mahkemenin bildireceği günde, iki şâhid ile mahkemeye
gelip, muhâkemeden sonra, kalem odasından üç aded verâset i’lâmı istenir.
Parası vezneye yatırılıp bildirilen günde, gidip alınır.
Bu işleri sıcağı sıcağına, derhâl yapmalıdır. Hemen
yapılmazsa, senelerle sürüncemede kalır ve birçok işlerin yapılması, bu yüzden
geri kalır. Verâset i’lâmı birçok işler için lâzım ise, noterlikden, lâzım
olduğu kadar sûret çıkarmalıdır.
Ölüm vardır, gâfil olma, sakın meyl etme dünyâya!
Kapılma mal-ü emlâke, sakın aldanma dünyâya.
Çalış
emr-i ilâhîyi yetdikçe icrâya!
Gelenler hep sefer eyler, muhakkak dâr-ı ukbaya!
Yüzün dön, ilticâ eyle, Cenâb-ı Zât-i Mevlâya!
Bu dünyâ bir köprüdür, her gelen bir bir geçer
durmaz!
Hani âbâ-ü ecdâdın, ne oldu, kimseler sormaz.
Hani annen, baban nerde, bu dünyâ kimseye
kalmaz.
Gelenler hep sefer eyler muhakkak dâr-ı
ukbaya.
Yüzün dön, ilticâ eyle, Cenâb-ı Zât-i Mevlâya!
Ecel bir gelir, ondan aceb kurtulan var mı?
Hiç ölmem diyenler ölmüş, bakın hiç kurtulan var mı?
Hani şahlar ve sultânlar, bakın hiç nişan var mı?
Gelenler hep sefer eyler muhakkak dâr-ı ukbâya,
Yüzün dön, ilticâ eyle, Cenâb-ı Zât-ı Mevlâya.