İmâm-ı Birgivî “rahmetullahi aleyh” (Etfâl-ül müslimîn) kitâbında buyuruyor ki,
müslimânların kabrlerini ziyâret etmek sünnetdir. (İhyâ-ül-ulûm)de
diyor ki, (Ölümü hâtırlamak ve ölüden ibret almak için kabr ziyâret etmek ve
Sâlihlerin, Velîlerin kabrlerinden bereketlenmek müstehabdır). İbret almak
için, meyyitin çürüdüğü, yanaklarının, dudaklarının döküldüğü, ağzından pis
sular akdığı, karnının şişip patladığı, içine kurtların, böceklerin dolduğu
düşünülür. Hâtim-i Esâm diyor ki, (Kabristândan geçen kimse, onları düşünmezse
ve düâ etmezse, kendine ve onlara hıyânet etmiş olur). Erkeklerin kabr ziyâret
etmeleri emr olundu. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem”, kabr ziyâret
eden kadınlara la’net etdi. Sonradan izn verdi diyenler vardır. Ba’zıları da
mekrûhdur dedi. Kadınların cenâze götürmeleri sözbirliği ile câiz değildir.
Fâtıma “radıyallahü anhâ”, hazret-i Hamzanın kabrini her sene ziyâret eder,
düzeltir, ta’mîr ederdi. Hadîs-i şerîfde, (Ana-babasının
veyâ ikisinden birinin kabrini her Cum’a günleri ziyâret edenin günâhları afv
olur. Haklarını ödemiş olur) buyuruldu. Muhammed bin Vâsi’, her Cum’a kabr ziyâret
ederdi. Pazartesi günleri ziyâret etsen dahâ iyi olmaz mı? dediklerinde,
(Meyyitler, Cum’a, Perşembe ve Cumartesi günleri kendilerini ziyâret edenleri
tanırlar) buyurdu. Dahhâk diyor ki, (Cumartesi günü güneş doğmadan önce kabr
ziyâret edeni meyyit tanır. Bu, Cum’a gününün fazîletini göstermekdedir.)
Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem”, mü’min olan akrabâsının ve Eshâbının
kabrlerini ziyâret ederdi. Hadîs-i şerîfde buyuruldu ki, (Bir mü’minin kabrini ziyâret
ederken, Allahümme innî es’elüke-bi-hurmet-i Muhammed aleyhisselâm en lâ
tü’azzibe hâzelmeyyit derse, o meyyitin azâbı kıyâmete kadar ref’ olur).
(Şir’a)da
diyor ki, (Sünnete uygun ziyâret yapmak için, abdest alınır. İki rek’at nemâz
kılıp, sevâbı meyyitin rûhuna gönderilir. Kabristâna gelince ve aleyküm selâm
denir. Yukarıda yazılı düâ okunup, meyyitin yüzüne karşı oturulur. Yasîn-i
şerîf veyâ bildiği sûreleri okur. Tesbîh okuyup, meyyit için düâ eder). Ebül
Kâsım diyor ki, (Kabr yanında Kur’ân-ı kerîm okununca, meyyit sesi işiterek
râhat eder). Hadîs-i şerîfde buyuruldu ki, (Bir
kimse, tanıdığının kabri yanından geçerken selâm verirse, meyyit bunu tanır ve
selâmına cevâb verir). Abdüllah ibni Ömer “radıyallahü anh”, bunun
için, bir kabr yanından geçerken durup selâm verirdi. Nâfi’ diyor ki, Abdüllah
ibni Ömer, Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” kabri yanına gelir,
(Esselâmü alennebiyy, esselâmü alâ Ebî Bekr, esselâmü alâ Ebî) derdi. Böyle
söylediğini yüzden fazla gördüm. İmâm-ı Gazâlî “rahmetullahi aleyh”, (İhyâ) kitâbında buyuruyor ki, (Kabr ziyâret ederken, kıbleyi arkada bırakıp,
meyyitin yüzüne karşı oturup selâm vermek müstehabdır. Kabre el, yüz sürülmez,
öpülmez). Kıbleyi arkada bırakıp, ayak
tarafında, ayakda durmak efdaldir (İbni Âbidîn). Hadîs-i
şerîfde buyuruldu ki, (Bir kimse,
kabristândan geçerken, onbir kerre İhlâs sûresi okuyup sevâbını meyyitlere
hediyye ederse, kendisine ölüler adedince sevâb verilir). Ahmed bin
Hanbel “rahmetullahi teâlâ aleyh” buyurdu ki, (Kabristâna girince, Fâtiha,
Kul-e’ûzüler ve İhlâs sûrelerini okuyunuz! Sevâbını meyyitlere gönderiniz!
Sevâbı hepsine vâsıl olur.)
İbâdetler üçe ayrılır: Birincisi, yalnız mal ile yapılır.
Zekât, sadaka böyledir. İkincisi, hem mal
ile ve hem beden ile yapılır. Hac ve cihâd böyledir. Üçüncüsü, yalnız beden ile
yapılır. Kur’ân-ı kerîm okumak, nemâz kılmak, tesbîh, tehlîl ve tahmîd
okumak ve düâ etmek böyledir. Birincilerin sevâbını meyyitlere hediyye etmenin
câiz olduğunu, sevâbın onlara vâsıl olup fâide vereceğini, Ehl-i sünnet
âlimleri sözbirliği ile bildirdiler. Üçüncüden düâ da böyledir. İkincilerin de
böyle olduğunu âlimlerin çoğu bildirdi. Üçüncüden düâdan başkası için dört
mezheb arasında ayrılık oldu. Hanefî ve Hanbelî mezhebinde, üçüncüler de
birinciler gi-
bidir.
Hasen “rahmetullahi aleyh” diyor ki, (Kabristâna girince, Allahümme Rabbel-ecsâdil bâliyeh vel’izâmin-nahiret-illetî
harecet mineddünyâ ve hiye bike mü’minetün. Edhil aleyhâ ravhan min indike ve
selâmen minnî okursa, meyyitlerin sayısı kadar sevâb verilir). (Etfâl-ül-müslimîn)den terceme temâm oldu. İmâm-i Şâfi’î ve imâm-ı Mâlik “rahmetullahi teâlâ
aleyhimâ”, yalnız beden ile yapılan ibâdetlerin sevâbları meyyite vâsıl
olmaz dediler. Fekat, sonradan gelen şâfi’î âlimleri, meyyitin yanında okuyup
hediyye edince veyâ uzakda okuyup sonra, (Yâ Rabbî! Okuduğumdan hâsıl olan
sevâbın mislini vâsıl et!) gibi düâ edince, vâsıl olur dediler.
(Şir’at-ül-islâm) şerhindeki hadîs-i
şerîfde, (Ümmetimin yapdığı ibâdetlerin en
kıymetlisi, Kur’ân-ı kerîmi, Mushafa bakarak okumakdır) buyuruldu. (Kitâb-üt-tibyân)da, (Kur’ân-ı kerîm okumanın en
efdali, nemâzda okumakdır) buyuruldu. [Muhammed Ma’sûm hazretlerinin (Mektûbât)ının üçüncü cildi, doksanüçüncü
mektûbunda yazılı hadîs-i şerîfde, (Nemâzda okunan
Kur’ân, nemâz dışında okunan Kur’ândan dahâ hayrlıdır) buyuruldu. Bu
hadîs-i şerîf, senedleri ile birlikde, (Hazînet-ül-esrâr)da
da yazılıdır.] Hazret-i Alî “radıyallahü anh” buyurdu ki, (Nemâzda ayakda iken
okunan Kur’ânın her harfi için yüz sevâb verilir. Nemâz dışında abdestli
okuyunca, her harfi için yirmibeş sevâb
verilir. Abdestsiz okuyunca, on sevâb verilir. Yürürken ve iş yaparken
okuyunca, dahâ az sevâb verilir.) Ma’nâsını düşünerek bir âyet okumak, başka
şey düşünerek, bütün Kur’ânı hatm etmekden dahâ çok sevâbdır. Son zemânlarda,
hâfızların, Kur’ân-ı kerîmi tegannî ederek mûsikî perdelerine uyarak okumaları,
çok çirkin bid’atdir. Çok günâhdır. Kur’ân-ı kerîmi, güzel ses ile, Allahdan korkarak ve hüzn ile okumalıdır. Kerderî, (Bezzâziyye fetvâsı)nda diyor ki, (Tegannî ile, şarkı
söyler gibi Kur’ân okuyana sevâb verilmez). Sûre veyâ âyet okumağa başlarken
E’ûzü okumak vâcibdir. Fâtiha okumağa başlarken Besmele okumak da vâcibdir.
Diğer sûrelere başlarken Besmele okumak sünnetdir. Hadîs-i şerîfde buyuruldu
ki, (Kur’ân-ı kerîmi tecvîd bilgisine uyarak okuyunca,
her harfine yirmi sevâb verilir. Tecvîde uymazsa, on sevâb verilir). Bir
âyeti ezberledikden sonra unutmak, en büyük günâhlardandır. (Kur’ân-ı kerîm okunan evden, Arşa kadar nûr yükselir) hadîs-i
şerîfdir. Ebû Hüreyre “radıyallahü anh” buyurdu ki, (Kur’ân okunan eve,
bereket, iyilik gelir. Melekler oraya toplanır. Şeytânlar oradan kaçar).
Kur’ân-ı kerîmi dinlemek çok sevâbdır. Hadîs-i şerîfde, (İnsanın dinlediği bir âyet, kıyâmetde kendine nûr olur) buyuruldu.
Kur’ân-ı kerîm okumağı geçim vâsıtası yapmamalıdır. Hadîs-i şerîfde,
(Kur’ân-ı kerîm okuyunca, Allahü
teâlânın rızâsını ve Cenneti isteyiniz! Dünyâlık istemeyiniz! Bir zemân gelir
ki, hâfızlar, Kur’ân-ı kerîmi, insanlara yaklaşmak için vâsıta yaparlar) buyuruldu.
(Şir’a)da diyor ki, (Kur’ân-ı
kerîmi kırk günde hatm etmek, ya’nî başından sonuna kadar okumak müstehâbdır.
Üç günden önce hatm etmek câiz değildir. Hatm sonunda yapılan düâ kabûl olur.
Hatm düâsında bulunmağa çalışmalıdır. Hatm bitince, yeniden hatme başlamak
niyyeti ile Fâtiha okumalıdır. Hadîs-i şerîfde, (İnsanların
en iyisi, hatmi bitirince, yeniden
başlıyandır) buyruldu. (Kadîhân), nemâzda kırâeti anlatırken diyor
ki, Ramezânda ve başka zemânlarda cemâ’at ile hatm düâsı yapmak mekrûhdur
diyenler vardır. Sonra gelen âlimler ise iyi olur dedi. Buna mâni’
olmamalıdır.)
(Tenbîh-ül-gâfilîn)deki hadîs-i şerîfde, (Kur’ân-ı kerîm okuyanın ana-babası kâfir olsalar bile,
azâbları hafîfler) buyuruldu. Haberde bildirildi ki: (Cennet
derecelerinin sayısı, Kur’ân-ı kerîmin
âyetlerinin sayısıncadır. Kur’ân-ı kerîmi hatm eden kimse, bütün derecelere
kavuşur). (Künûz-üd-dekâ’ık)da yazılı,
Taberânînin ve İbni Hibbânın bildirdikleri hadîs-i şerîfde, (Kur’ân-ı kerîmi hatm edenin düâsı kabûl olunur) buyuruldu.
(Kitâb-üt-tibyân)da diyor ki, (Kur’ân-ı
kerîmin hatm edildiği yere rahmet yağar. Hatmden sonra düâ etmek müstehabdır.
Kur’ân-ı kerîm
hatm
olunurken toplanmak müstehabdır. Abdüllah ibni Abbâs hazretleri, hatm okuyan
kimsenin yanında adamını bulundururdu. Hatm biteceği zemânı işitince, kendi de
hâzır olurdu. Enes bin Mâlik hazretleri,
hatm etdiği zemân, çoluk çocuğunu toplayıp düâ yapardı. Hatm bitince, ikincisine
başlamak müstehabdır. Hadîs-i şerîfde, (İbâdetlerin
en iyisi, hatm okuyup, bitince yenisine başlamakdır) buyuruldu). (Hazînet-ül-esrâr)daki hadîs-i şerîflerde, (Kur’ân-ı kerîmi hatm eden kimseye altmışbin melek hayr düâ
eder) ve (Hatm düâsı yapılan yerde
bulunan, ganîmet dağılırken bulunan kimse gibidir. Hatme başlanan yerde
bulunan, cihâd eden kimse gibidir. İkisinde de bulunan, iki sevâba da kavuşur
ve şeytânı rezîl eder) buyuruldu. Sa’d ibni Ebî Vakkâs buyurdu ki, (Bir kimse, gündüz hatm okursa, melekler ona
akşama kadar düâ eder. Gece okunursa, sabâha kadar düâ ederler).
(Künûz-üd-dekâ’ık)da yazılı, Deylemînin
bildirdiği hadîs-i şerîfde, (Kur’ân-ı kerîmi
tecvîde uygun okuyana şehîd sevâbı verilir) buyuruldu.
Görülüyor ki, her âyetini okumağa ayrı sevâblar vardır.
Kur’ân-ı kerîmin hepsini hatm edene verilen sevâb, dahâ çokdur. Nemâz kılmak,
oruc tutmak ve Kur’ân-ı kerîm okumak ve zikr etmek, yalnız bedenle yapılan
ibâdet oldukları için bunları herkesin kendisi yapması lâzımdır. Başkasını
vekîl edip yapdırmak câiz değildir. Bunun için (Behcet-ül-fetâvâ)da
diyor ki, (Kur’ân-ı kerîmi Fâtihadan başlayıp Fil sûresine veyâ İhlâs sûresine
kadar okuyup, sonra olan birkaç sûreyi başkasına emr edip okutsa, o da
birinciye vekîl olarak kalan sûreleri okursa, Kur’ân-ı kerîmi başından beri
okumuş olan, (Hatm) okumuş olmaz.
Bunlardan birisini dinleyen kimseler, hatm dinlemiş olmazlar. Hiçbiri hatm
sevâbına kavuşamazlar). Okumuş olanlar, sevâbını, meyyitlerin rûhlarına ayrı
ayrı hediyye etseler veyâ birisi, hepsi için hediyye etse, ya’nî hatm düâsı
yapsa, okuyanlar da (Âmîn) deseler,
âyetlerin sevâblarının toplamı, meyyitlere de verilir. Fekat, hatm için va’d
olunan sevâba kavuşamazlar. Bir hatmi, yalnız bir kişinin okuması ve sevâbını,
bunun bağışlaması lâzımdır. Meyyit için, çeşidli kimselerin sessiz olarak
çeşidli cüz’ler okuyup, Kur’ân-ı kerîmi hatm etmeleri ve herbirinin okuduğunun
sevâbını ölünün rûhuna göndermeleri veyâ birinin hepsi için hediyye etmesi,
ya’nî hatm düâsını yapması, okuyanların da (Âmîn) demeleri
câiz olur ve çok fâideli olur. Fekat, bu sûretle hatm sevâbı hâsıl olmaz. Hatmi
bir kişinin okuması veyâ bir kişi, evvelce okumuş olduğu hatmin sevâbını
hediyye etmesi lâzımdır. Secde âyetini okumak da böyledir. (Dürr-ül-muhtâr) sâhibi “rahmetullahi teâlâ
aleyh” diyor ki, (Birkaç kişiden herbiri, secde âyetinden birer kelime
okusalar, bunu işitenlere tilâvet secdesi yapmak lâzım olmaz. Çünki, secde
âyetini bir kişi okuyunca, bunu işitenlerin secde yapması vâcib olur). Çeşidli
kimselerin okudukları kelimeler toplanarak, bir kişi bütün âyeti okumuş gibi
yapılamaz. Çünki, Kur’ân-ı kerîm okumak için, kimse başkası yerine vekîl
yapılamaz.
(Hülâsat-ül-fetâvâ)
sâhibi “rahmetullahi teâlâ aleyh” diyor ki, (Kur’ân-ı
kerîmin hatmi sonunda,
ayrıca üç İhlâs okumağı, Irâk âlimleri iyi bulmamışlardır).
İbni Âbidîn buyuruyor ki, (Mevtâ, Cum’a günü kabrini ziyâret
edeni tanır. Resûlullah “sallallahü aleyhi
ve sellem” her sene Uhud dağındaki şehîdleri ziyâret edip, (Esselâmü aleyküm
bi-mâ sabertüm fe-ni’me ukbeddâr) okurdu. Hâcılar burasını perşembe,
sabâh erken ziyâret edip, öğle nemâzını (Mescid-i
Nebî)de kılmalıdırlar. Uzak kabrleri ziyâretin mendûb olduğu buradan
anlaşılmakdadır. Halîl-ür-rahmân, seyyid Ahmed-i Bedevî gibi Evliyâ bunun için
ziyâret edilmekdedir. İmâm-ı Gazâlî diyor ki, hadîs-i şerîfde, (Üç mescidden başka mescidlere ziyâret için gidilmez) buyuruldu.
Çünki, başka mescidlerin fazîletleri birbiri gibidir. Fekat, Evliyânın Allahü
teâlâya kurbları hep bir değildir. Ziyâret edenler, herbirinden başka başka
fâidelere kavuşurlar. İbni Hacer fetvâlarında, günâh işliyenler bulunsa da, (Kurbet)leri terk etmemeli, gitmeli, bid’at
işliyenler görülürse, onlara mâni’ olmalıdır buyurdu. Cenâzede bulunmak da
böyledir). Hâfız
Ahmed ibni Teymiyye, Peygamberimizin “sallallahü aleyhi ve
sellem” rûhuna, ancak islâmiyyetin izn verdiği şey, meselâ, salevât ve ezân
düâsı okunur. Kur’ân-ı kerîm okunamaz dedi ise de, (Fetâvâ-i
fıkhiyye) kitâbında buyuruyor ki, sevâb hediyye etmek için, izn
lâzım değildir. Nitekim, Abdüllah ibni Ömer “radıyallahü anhümâ”, Peygamberimiz
“sallallahü aleyhi ve sellem” için, vefâtından sonra, ömre yapdı. Hâlbuki, ömre
yapmasını vasıyyet etmemişdi. Bunun gibi, İbnül-muvaffık, Cüneyd-i Bağdâdî için
yetmiş hac yapdı. İbni Serrâc, Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem” için, onbinden fazla hatm okudu ve kurban kesdi. (Fetâvâ-i hadîsiyye) sâhibi buyuruyor ki,
ümmetin hediyyeleri sebebi ile Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem”
derecesi yükselir. Nitekim, kendisi, yâ Rabbî! İlmimi artdır! diye düâ
buyururdu.
Kabr ziyâret ederken, kabr üzerinde oturmak, uyumak
mekrûhdur. Mezârlıkdaki yolu, kabrler
üzerinde, sonradan yapılmış zan eden kimse, bu yoldan geçmez. Bir kabre Kur’ân-ı
kerîm okumak için, yanındaki eski kabrlerin üstüne basmak ve oturmak îcâb
ederse, mekrûh olmaz. Yeni kabr üzerine, yine oturulmaz.
Mezârlıkdaki yeşil otları, dalları koparmak da mekrûhdur.
Kuru otları koparmak câizdir. Kabr üzerine çiçek ve ağaç dikmek meyyite
fâidelidir, iyidir. Buna verilecek parayı, nemâz kılan fakîre sadaka vermek
dahâ iyidir.
(Fetâvâ-ı Hindiyye)de, Kerâhiyyet kısmının
onbirinci bâbında diyor ki, (Kabristânda bulunan ağaç, orası kabristân
yapılmadan evvel yetişmiş ise, toprak sâhibinin mülkü olur. Ağacı ve
meyvelerini dilediğine verir. Sâhibsiz toprak olup, halk tarafından kabristân
yapılmış ise, ağaçlar, meyveler ve toprak, önceden gelen âdete göre kullanılır.
Ağaçlar, kabristân yapıldıkdan sonra yetişmiş ise, bunları diken ma’lûm ise, o
kimsenin mülkü olurlar. Bunları ve meyvelerini fakîrlere sadaka verir. Ağaçlar,
kendiliklerinden yetişmiş iseler, diken kimse bilinmiyorsa, hâkimin karârı ile
amel olunur. İsterse, satdırıp, parasını kabristânın ihtiyâclarına sarf
etdirir. Şehrde olsun, köyde olsun, ağaçdan sokağa düşmüş, ceviz gibi çürümiyen
meyveleri, sâhibinin izn vermiş olduğu haber alınırsa, alıp yimek câiz olur.
Çürüyecek meyve ise, sâhibinin yasak etdiği bilinmedikce alıp yinilebilir.
Alıp, evine götürmek câiz değildir. Nehrin götürdüğü meyveleri, tahta
parçalarını alıp toplamak câizdir. Sokakda çeşidli yerlerden toplanan ceviz
dâneleri, satılabilecek mikdârı bulsa dahî, halâl olur. Hepsini birlikde, bir
yerde bulursa, (lukata) olur). Vakf kabristândaki
ağaçlar, meyveler, vakfın şartına göre kullanılır. Şartı bilinmiyorsa, hâkimin
karârı ile amel olunur. (Hindiyye)de ve (Kâdîhân)da, lukata ve vakf bahsleri sonuna
bakınız!
Cenâzeyi gündüz gömmek müstehab olup, gece gömmek de
câizdir.
Kemikleri kırmak, açıkda bırakmak, yakmak, diriye olduğu
gibi, ölüye de eziyyet verir, harâmdır. Zimmînin, ya’nî gayr-i müslim
vatandaşların da kemiklerini kırmak, yakmak câiz değildir. Çünki bunları, diri
iken incitmek harâm olduğu gibi, ölülerini de incitmek
câiz olmaz. Ehl-i harbin kabrini açmak câizdir. Onların ölüsünü de yakmak câiz değildir.
(Kâmûs-ül-a’lâm)da diyor ki,
(Hindistânda, Berehmen kâfirleri, mevtâlarını Ganj [Kenk] nehrine atıyorlar.
Timsahlar parçalıyor, yiyorlar. Pis kokular ve kolera gibi, sârî hastalıklar
hâsıl olduğundan, ma’bedlerinde yakıp, küllerini bu nehre atmağa başladılar.)
Abdül’Azîz Dehlevî “rahmetullahi teâlâ aleyh”, Abese sûresinin tefsîrinde diyor
ki, (Allahü teâlâ, meyyitin toprağa gömülmesini emr eyledi. Hindû kâfirleri
ölülerini yakıyorlar. Ölü yakılınca, beden gözden gayb oluyor. Rûhun beden ile
bağlılığı hiç kalmıyor. Ölü gömülünce, rûh bedene ve bedenin bulunduğu mezâra
bağlı kalır. Rûhun bağlı bulunduğu belli yer olur. İnsanlar burasını ziyâret
ederek, rûhları meyyitin rûhu ile tanışırlar. Fâideleşirler. Okunan âyetlerin,
düâların ve sadakaların sevâbları rûha kolay vâsıl olur. Dirilerin de,
Evliyânın, sâlihlerin rûhlarından istifâdeleri kolay olur). Bundan sonraki,
altmışıncı maddede, bu konu dahâ geniş açıklanmışdır.
Meyyit için gözyaşı ile ağlamak câizdir. Sesle ağlamak,
meyyite azâb yapar.
Meyyitin başına, kefenine (ahdnâme) yazmak, ya’nî dîni,
îmânı bildiren yazı, düâ ve sûreler yazmak ve yazılı kâğıd veyâ başka şey
koymak fâideli olur diyen âlimler var ise de, meyyitin kanı, irini ile
bulaşacağı için câiz değildir. Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem” zemânında yazıldığı bildirilmemişdir.
Paraların, câmi’ mihrâbının, dıvârlarının ve yerdeki halıların üzerine
Kur’ân-ı kerîmi ve Allahü teâlânın ismlerini yazmak câiz olmadığı gibi, mezâra
koymak da, elbet câiz olmaz. Çünki, buraya yazmakda, hurmetsizlik ve hakâret
dahâ çokdur. Meyyitin alnına ve göğsü üzerine kalem ile yazmayıp, gaslden sonra
parmak ile, Kelime-i tevhîd ve Besmele yazar gibi yapmak câizdir.
Gönlüm nûru, feyz kaynağım,
oldu bizden irak,
zulmet-i hicrânda kaldı
rûhum pür iftirâk.
Göz yumup dâr-ı fenâdan baş
açık, çıplak endâm,
can atıp dâr-ı bekâya
eyledi azm-i hirâm.
Etdi ol sabî, genc gibi,
zîr-i zemînde durak,
söylerim alevlenince canda
nâr-ı iştiyak.
Hasret kaldım, hep
karardım, oldum nûrumdan cüdâ,
feyz kaynağım,
el-vedâ’, âh el-vedâ’, âh el-vedâ’.
Uğrayıp bâd-i hazân, gitdi
bizden ol bî-bedel,
sohbetine mahrûm kaldım,
götürdü bir soğuk yel.
Uçdu çün ol rûh-ı ma’sûm,
bizlere verdi melel,
kapdı nâ-geh ol kuzuyu
sürüden gürk-i ecel.
Gam çölünde vâlüh-ü hayrân
kaldım pür kesel,
dâr-ı ukbâda haşr ede onu
bizle Lem-yezel.
Nûr haznesi, mahmel-i
tâbûta olunca sürûr,
menzil-i aslına azm etdi o
rûh-ı pür-nûr.
Kaldı dil, râh-i felâket
içinde bî-kes-ü zâr,
âteş-i hasret yakıp etdi
vücûdüm hâk-i sâr.
Netdiğim, ne söylediğim
bilmezem mecnûn gibi,
gözlerim yaşı akar,
selle olur bî-ihtiyâr.
Zilhicce başlamışdı, giydi
kefen ihrâmını,
dedi lebbeyk, işitince
ecelin peygâmını.
Bakmadı dünyâ-yı denîye,
fehm etdi encâmını,
sa’y edip, kurb-i hudâda
eyledi bayrâmını.
Dilerim Safâ üzre bula
Hakkın in’âmını,
cânını kurban edip, nûş
etdi mevtin câmını.
Hâfız-ı Kur’ân olmuşdu
oniki yaşındayken,
şâfi’î Zinnûreyn Osmân, yoldaşı gılmân ola,
Hem de o yaşda kavuşdu bir
Velî nazarına,
bağ-ı Cennetde makâmı
ravda-i Rıdvân ola.
Sohbeti olmadıkca, dünyâ
bana zından ola,
kabri içre mûnisi îmân
ola, Kur’ân ola.
Kabr-i pâkin her Cum’a
varıp ziyâret edelim,
meşhedi tâşına yüz sürüp,
kanâ’at edelim.
Kur’ân-ı kerîmi rûh-ı
pâkine tilâvet edelim,
rûz-u şeb hayr ile yâd
etmeği âdet edelim.
Îş-ü nûşundan fânî dehrin
ferâgât edelim,
çünki takdîr-i Hudâdır buna
itâ’at edelim.
Şiddetli ecel rüzgârı
buldu, o körpe dalı,
kara toprak aldı altına o
feyz menba’ını.
Ağla ey Dâ’î kaçırdın
kalbinin devâsını,
Resûlullahdan gelen
silsilenin halkasını.
Göz yaşların gam değil,
yıkarsa dehrin çarkını,
diyelim hasretle her ân, âh
ölüm târîhini (1057).
Hasret kaldım, hep
karardım, oldum nûrumdan cüdâ,
feyz kaynağım,
elvedâ’, âh elvedâ, âh elvedâ’.
[Yukarıdaki şi’r
Nevha-tül-uşşakdan alınmışdır.] Devâmı 1038. ci sahîfededir.