Cenâze taşımakda önce ön tarafda, meyyitin sağ tarafı, sağ
omuza alınıp, on adım taşınır. Sonra, arka sağ bacak tarafı sağ omuzda, on adım
taşınır. Sonra meyyitin sol tarafına, ya’nî arkadan bakıldığına göre, tabutun
sağ tarafına geçip, sol omuzda, on adım önde, on adım arkada taşınır. Hepsi
kırk adım eder. Hadîs-i şerîfde buyuruldu ki:
(Cenâzeyi kırk adım taşıyanın kırk
büyük günâhı afv olur.)
Dükkânda, kahvede olan müslimânlar, bir cenâze görünce,
gidip hiç olmazsa kırk adım taşımalı ve
biraz arkasından yürümeli, rûhuna Fâtiha ve düâ okumalıdır. Cenâzeyi görünce,
olduğu yerde ona karşı dikilip beklemenin tahrîmen mekrûh olduğu, (Merâkıl-felâh)da ve (Halebî-i
kebîr)de yazılıdır. Cenâzeyi taşıdıkdan sonra, arkasından
yürümelidir. Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem”, Sa’d bin Mu’âzın
“radıyallahü anh” cenâzesini taşıdı. Ne büyük bahtiyârlık!
Cenâzeyi (Beynel’amûdeyn) taşımak,
ya’nî sedye gibi, biri önde, biri arkada olmak mekrûhdur. (Terbî’) şeklinde, ya’nî omuzda, kolundan el ile
tutarak dört kişinin taşıması sünnetdir. Omuz, kolu altına geçirilmez. Tabutun
kolu el ile tutulup omuz üstüne alınır. Cenâzeyi sırtda ve hayvân üstünde
taşımak câiz değildir.
[Cenâzeyi, zarûret olmadıkca kâfirlerin âdetine göre, araba
ve otomobil ile götürmek kerîhdir ve meyyite zulmet ve zarar verir. Taşıyanlara
günâh olur. İbâdet yaparken, İslâm âdetlerini bırakıp, ecnebî âdetlerini almak
büyük günâhdır. Peygamberimizin “sallallahü aleyhi ve sellem” ve Eshâb-ı
kirâmın “aleyhimürrıdvân” zemânlarında, cenâze
yalnız terbî’ sûretinde taşınırdı. Hükûmet, kanûn, arabada taşımağı emr ederse,
emre uyulur. Üçüncü kısmda, 26. cı maddeye bakınız!]
Süt çocuğunu ve birâz büyüğünü, bir kişi iki eli üzerinde
götürür. Bu kişi, hayvân üzerinde de olabilir. Büyük çocuklar, tabut ile
götürülür.
Cenâzeyi, meyyiti sarsmıyacak kadar, hızlı götürmelidir.
Cemâ’at çok olsun diye Cum’a
nemâzından sonraya bırakmak mekrûhdur. Cenâzeyi gömerken, Cum’a nemâzını kaçırmak
tehlükesi olursa, bu zemân cenâze nemâzı, Cum’a nemâzından sonraya
bırakılabilir. [Uzak yerlerdeki akrabâsının yetişmesi için, cenâzeyi bir veyâ
birkaç gün sonra kaldırmak câiz değildir.]
Bayram nemâzı cenâze nemâzından önce, hâzır olan cenâzenin
nemâzı da bayram hutbesinden önce kılınır. Musallâda cenâze nemâzı için
bekliyenler, cenâze yere konmadan önce ayağa kalkmazlar. (Surret-ül-fetâvâ) sâhibi “rahmetullahi teâlâ
aleyh” diyor ki, (Musallâda oturanlar, cenâze gelince, ayağa kalkmamalıdır.)
Cenâzede bulunanlar, arkasında ve ona yakın yürümelidir.
Cenâzede bulunmak sünnet-i müekkededir. Şâfi’î mezhebinde cenâzenin önünde
gidilir. Kadınlar cenâzede bulunmaz. Sessiz götürülür. Yüksek sesle tekbîr,
tehlîl, ilâhîler okumak bid’at ve günâh olduğu (Halebî-i
kebîr) ve (Merâkıl-felâh) ve
Tahtâvî hâşiyesinde ve (Ni’met-i islâm)da
ve (Şir’atül-islâm şerhi) sonunda uzun
yazılıdır. Câhillerin yapmalarına ve yazmalarına aldanmamalıdır. Böyle
bid’atler bulunan cenâzeyi terk etmemeli, mümkin ise, mâni’ olmalıdır. Fekat,
bid’at bulunan ziyâfeti terk etmek lâzımdır. Cenâzenin ön ve yan taraflarında
yürümek câiz ise de, arkasında gitmek dahâ iyidir.
Hayâtda iken, kendi için kabr kazdırmak câizdir. Kendi
mülkünde ise, ona mahsûs olur. Kendi mülkünde değil ise ve kabristânda yerini
satın almamış ise, başkası da oraya gömülebilir.
Meyyiti büyük mezârlıkda gömmek lâzım ve sünnet ve çok
fâidelidir. Sâlihlere ve Evliyâya “rahmetullahi teâlâ aleyhim ecma’în” yakın
defn etmelidir. Fâsıkların, fâcirlerin ve hele kâfir ve mürtedlerin kabrlerinden
uzak olmalıdır. Rutûbetli yerlerde defn etmek iyi değildir. Mümkin olduğu kadar
kuru yerlere defn etmelidir. Nemli yerde defn, çabuk çürümesine sebeb olur.
Dîn-i islâmda, meyyitin geç
çürümesi
lâzımdır. Toprak nemli veyâ gevşek olursa, tabut ile gömmek iyi olur.
Cenâze ile çiçek ve çelenk götürmek ve bunları mezâr üstüne
koymak ve mâtem alâmetleri taşımak, yakaya rozet, resm gibi şeyler takmak,
kâfirlerin âdetidir. Müslimânların bunları
yapması harâmdır ve meyyit için zararlıdır. (Künûz-üd-dekâık)da
yazılı ibni Mâcenin bildirdiği hadîs-i şerîfde, (Cenâzeyi yüksek sesle ve ateş, ışık ve başka şeyler
taşıyarak götürmeyiniz!) buyuruldu. Türbe, oda içindeki kabr üzerine
ipekli veyâ başka bez serip üzerine gül serpmek, böylece türbenin güzel
kokmasını sağlamak iyi olur. Bunun câiz olduğu, Ahmed Sa’îd-i Serhendînin
“rahmetullahi teâlâ aleyh” fârisî (Tahkîk-ul-hakk-ıl-mübîn)
kitâbında yazılıdır.
Kabr kazıp, kabrin içine defn etmek farz-ı kifâyedir. [Defn
için lâzım olan müslimân bulunmazsa, bunu haber alan her müslimânın defnde
bulunması farz olur. Hizmet eden bulunmayıp, ücret vererek mezârcılara defn
etdirmek lâzım olursa, haberi olup hizmet etmiyen bütün müslimânlar günâha
girer. Fâsık olurlar. Ölüyü defn etmek, cenâze nemâzı kılmak gibi, ibâdetdir. Bu ibâdeti de ücretsiz yapmak farzdır.
Alınan ücret harâm olur. Ücretsiz yapan bulunmadığı zemân, bu farzın
yapılması ve müslimânların ölülerinin açıkda kalmaması için, fakîrlerin bu
farzı ücret ile yapması câiz olur. Bunun alacağı ücret halâl olur ise de, ücretsiz
hizmetden kaçanlar günâhdan, fıskdan kurtulamazlar. Meyyiti toprağa gömmek farz
olduğu için, bu farza ehemmiyyet vermiyerek hizmetden kaçanın ve ilmi, fenni
ileri sürerek, ölüleri gömmek gericilikdir. Buda, Berehmen, komünist kâfirleri
gibi, ölüleri yakmak dahâ iyidir diyenin îmânı gider. Mürted olur.]
Toprağı kazmayıp, yer yüzüne, binâ içine, mermerler içine
koymak câiz değildir. Gemide ölen, karaya
götürülemezse, gömmek farz olmaz. Zarûret olmadıkca, bir kabre, iki kişi
gömülmez. Bir ölü çürüyüp, kemikleri toprak olmadan, bu mezâra başkası
gömülemez. Başka mezâr kazılamazsa, kemikler toplanıp, mezâr içinde, toprakla
örtülerek, başkası, toprağın öte yanına gömülebilir. Meyyit çürüyüp, toprak
olunca, bu mezâra başkası defn olunabilir. Toprak vakf olmayıp birinin mülkü
ise, mâliki tarafından
(Câmi’-ul-fetâvâ)da diyor ki, (Kabrin
derinliği, insanın göğsüne kadar olmalıdır. Adam
boyunca olması dahâ iyidir.) Kabr, su girmemesi, koku çıkmaması ve hayvanların açmaması
için, derin olmalıdır. Uzunluğu meyyitin boyu kadar, genişliği, boyunun yarısı
olmalıdır. Kabrin uzunluğuna istikâmeti, kıble ciheti ile dik açı yapacak
şeklde olmalıdır. Lahd yapmak sünnetdir. Lahd, kabr kazıldıkdan sonra, kabrin
taban sathından kıble cihetine ve kabr boyunca, içine meyyit sığacak kadar
genişlik ve yükseklikde kazılan yerdir. Meyyit, lahd içine, sağ yanı üzere
konur. Şak yapılmaz. Ya’nî kabr kazıldıkdan sonra ortasına çukur açıp, meyyit
buraya konmaz. Toprak çürük, nemli ise, erkeği lahdin veyâ doğruca kabrin içine
tabut ile koymak câiz olur. Toprak kuru ve sağlam ise, erkeği tabut ile gömmek
mekrûh olur. Meyyitin altına keçe, hasır gibi şeyler sermek de mekrûhdur. Tabut
ile gömünce tabut içine biraz toprak konur. Kadınları, her zemân tabut ile
gömmek efdaldir.
Gemide ölen kimse, karaya gidinceye kadar kokacak ise,
yıkanır, kefenlenir, nemâzı kılınır. Kâfir memleketi yakın ise, ağır birşey
bağlıyarak denize bırakılır. İslâm sâhili yakın ise, ağır şey bağlanmaz.
Öldüğü odayı kazıp, buraya gömmek câiz değildir. Mekteb,
tekke yanına da göm-
meyip,
islâm mezârlığına götürmelidir.
(Şir’at-ül-islâm)da
diyor ki: (Cenâzeyi kabr başına koyunca, iş yapmıyanlar oturmalı veyâ çömelmelidir.
Yehûdîler ve hıristiyânlar gibi ayakda durmamalıdır. Meyyit defn edilirken,
yedi sûreyi okumak müstehabdır. Bu yedi sûre, İnnâ enzelnâ ve Kâfirûn, İzâ câe,
İhlâs, iki Kul e’ûzü ve Fâtiha sûreleridir. Defnden sonra bir hafta hergün
sadaka verip, sevâbını meyyitin rûhuna hediyye etmek de müstehabdır.)
Kabre tek veyâ çift sayıda kimse girip, kıbleye dönüp,
kabrin kıble tarafına ve kabre muvâzî [paralel] olarak bırakılmış olan meyyiti
alıp, kabr içine veyâ lahd içine, yüzü kıbleye karşı korlar. Koyarken,
(Bismillah ve billah ve alâ millet-i Resûlillah “sallallahü aleyhi ve sellem”)
derler. Ezân okumazlar. Meyyitin yüzü, lahdin içine doğru olup, arkasına toprak
ve kerpiç konur. Sonra mezârın içi toprakla doldurulur. Ters konmuş meyyiti
kıbleye çevirmek için mezâr açmak câiz değildir. Çünki, mezârı açmak harâmdır.
Kabrde unutulan bir malı almak için açılabilir. Kabrde kefenin uçları çözülür.
(Mîzân-ül-kübrâ) sâhibi “rahmetullahi
teâlâ aleyh” diyor ki, (Dört mezheb sözbirliği ile bildiriyor ki, lahdin kabr
tarafı, kerpiç dizerek veyâ hasırla kapatılır. Burasını pişmiş tuğla ile, tahta
ile kapatmak mekrûhdur. [Çivi, tuğla gibi fırınlanmış şeyler, zînet eşyâsıdır.
Bunları kabrin içinde kullanmak mekrûhdur.] Kabrin üstünü, dışardan tuğla, ağaç
ve mermerle örtmek câizdir. Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” mubârek lahdi, dokuz dâne kerpiç ile kapatılmışdır.
Kadınlar kabre tabutsuz konurken, büyük bez ile perde tutulur.)
Kabr toprakla örtülür. Kabr bir karışdan yüksek olmamalıdır.
Kabr üzerine baş tarafından üç avuc toprak atmak müstehabdır.
Defn etdikden sonra, birkaç dakîka etrâfında oturup veyâ
çömelip, Bekara sûresinin başını ve sonunu okumak, meyyit için düâ ve istigfâr
etmek müstehabdır. [Papaslar, kabr yanında ayakda okuyorlar. Müslimânlar papas
gibi ayakda okumamalı, çömelip okumalıdır.] Sâlih müslimânlar, aralarında
paylaşıp, bir evde toplanarak veyâ herkes kendi evinde, ücretsiz olarak hatm ve
hatm-i tehlîl okumaları ve sevâbını meyyitin rûhuna göndermeleri çok
fâidelidir. [Kabr yanında nutk söylemek kâfirlerin âdetidir.
Kâfirler gibi nutk söylemek, meyyiti kendinde bulunmıyan
şeylerle övmek câiz değildir. Kendinde bulunan sıfatlar ile de övmekde fâide ve
lüzûm yokdur. Meyyit için sessiz ağlamak câizdir. (Şerh-us-sudûr)
ve (Berekât)da, (Mü’minin
ölümüne gökler ağlar) yazılıdır. Meyyit için yüksek sesle ağlamak, mâtem
tutmak, siyâh elbise giymek, siyâh perdeler ve rozetler, işâretler asmak, mâtem
işâretleri, resmini taşımak câiz değildir. (Hazânet-ür-rivâyât)
sâhibi “rahmetullahi teâlâ aleyh” diyor ki, (Cenâzeye ve cenâze
çıkan yere siyâh örtmek ve siyâh giyinmek câiz değildir.)]
Kabr üzerine su dökmek sünnetdir. Kabrin üzerine terbî’
yapmak, ya’nî düz yapmak Hanefîde sünnet değildir. Müsennem, ya’nî balık sırtı
gibi yuvarlak yapmak sünnetdir. Kabr içini kireç ve çimento ile sıvamak câiz
değildir. Âlimlerin, büyüklerin kabrlerini korumak için, türbe, binâ yapmanın,
Hanefî mezhebinde câiz olduğu, (Halebî-yi kebîr) sonunda
bildirilmişdir. (Mîzân)da ve (Ukûd-üd-dürriyye) sonunda da yazılıdır. Fekat,
süs için yapmak harâmdır. Kabr üzerine taş, çimento, demir parmaklık yaparak
korumak câizdir.
Mezâr taşı dikmek câizdir. Taş üzerine âyet-i kerîme,
mubârek ismler, şi’r, medhiye gibi şeyler, Fâtiha kelimesini yazmak, resmini
koymak câiz değildir. Asrlardan beri yazılıyor ise de, kötü bir bid’atdir. Kötü
âdetler, câiz olmağı göstermez. Mezâr taşına, ism ve ölüm hicrî senesi
yazılabilir dediler.
Hâmile kadın ölünce, çocuk diri ise, batnı sol tarafdan
yarılıp, çocuk çıkarılır. Hâmile bir kadının çocuğu ölmüş ise ve anasının
ölümüne sebeb olacaksa, ebe eli-
ni
ferce sokup âlet ile çocuğu parçalayıp çıkarır. Çocuk diri iken, anasının
ölümüne sebeb olacak ise, çocuğu parçalamak [öldürmek] câiz olmaz. Çünki,
anasının ölümüne sebeb olacağı kat’î değildir. Zan ve ihtimâldir. Zan edilen
bir tehlüke için insan öldürmek câiz değildir. Birinin malını yutup ölen
kimsenin, ödeyecek malı yoksa, karnı yarılıp malı çıkarılır. Komşusunun,
akrabâsının, arkadaşının cenâzesine gitmek, erkekler için nâfile ibâdet
yapmakdan dahâ çok sevâbdır.
Cenâzeyi, bulunduğu şehrde gömmek müstehabdır. İki veyâ dört
kilometreden az uzağa götürmek sözbirliği ile câizdir. Dahâ uzağa götürmek
ihtilâflıdır. Ya’kûb ve Yûsüf aleyhimesselâmın cenâzeleri Mısrdan Şâma nakl
edildi ise de, onların dinlerinde nakl câiz idi. Defnden sonra câiz değildir. (Redd-ül-muhtâr) beşinci cild. Başka yere
götürülmesini vasıyyet etmek bâtıldır.
Meyyit sâhiblerinden büyük, küçük erkeklere ve yaşlı
kadınlara rast gelince, ta’ziye etmek, ya’nî, başın sağ olsun demek gibi, sabr
tavsıye etmek müstehabdır. Ta’ziye için, (A’zamallahü
ecrek ve ahsene azâek ve gafere limeyyitik) denir ki, (Allahü teâlâ,
sevâbını, dereceni artdırsın ve güzel sabr etmeni nasîb eylesin ve meyyitinin
günâhlarını afv eylesin) demekdir. Musîbetlere, elemlere sevâb olmaz. Bunlara
sabr etmeğe sevâb verilir. Fekat, elemlere sabr edilmese de, günâhların afvına
sebeb olurlar. Hastalık da musîbetdir. Meyyit sâhibinin, ta’ziye için, üç
günden az, bir yerde bulunması câiz ise de, câmi’de beklemesi ve kadınların
hiçbir yerde beklemeleri câiz değildir. Defnden sonra düâ edilir. Sessiz olarak
Kur’ân-ı kerîm okunur. Yüksek sesle okumak mekrûhdur. Sonra cemâ’at ve meyyit
sâhibi, işleri başına dağılmalıdır. Üç günden sonra ta’ziye yapmak mekrûhdur.
Ancak uzakda olanlar ve yakın olup da, geç haber alanlar için mekrûh olmaz. İki
kerre ta’ziye etmek ve kabr başında ve meyyit sâhiblerinin kapılarında ta’ziye
mekrûhdur. Ta’ziye, mektûb ile de olur. Cenâze çıkan eve komşuların ve yakında
oturan akrabânın, bir gün ve gecelik yemek göndermeleri müstehabdır. Ca’fer-i
Tayyâr “radıyallahü anh” yetmişden ziyâde kılınc ve ok yarası alarak şehîd
olunca, Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” bunun evine yemek
gönderilmesini emr buyurdu. Ölü evinden yemek, helva dağıtılması mekrûh ve
çirkin bir bid’atdir. Birinci, üçüncü, yedinci [kırkıncı ve elliüçüncü] gibi
günlerde helva, çörek gibi şeyler yapmak ve kabr başında yemek dağıtmak ve
hâfızları, hocaları, mevlidcileri toplayıp, okutup yemek vermek mekrûhdur.
Bunların çoğu, gösteriş için, şöhret için yapılmakdadır. Bu bid’atler
yapılırken, araya nice harâmlar da karışmakdadır. Bunların
Defnden sonra [kabre ve kıbleye karşı ayakda durarak] telkîn
vermek sünnetdir. Verilmese de olur denildi. (Mecmâ’ul-enhür)de
diyor ki, (Öldükden sonra da telkîn verilir denildi. Çünki, rûhu ve aklı geri
verilir ve yapılan telkîni anlar. Şâfi’î mezhebinde de böyledir. Telkîn emr olunmadı, yasak da olunmadı, câiz değil
diyenler de oldu ise de, yapılması iyi olur). Kabrdeki meyyite telkîn
yapmanın meşru’ olduğu (Cevhere)de
yazılıdır. (Nûr-ul yakîn fî mebhas-it telkîn) kitâbında,
telkînin sünnet olduğu çeşidli delîller ile isbât edilmekdedir. (Cilâ-ül-kulûb)de ve (Gâliyye)de
diyor ki: (Resûlullah “aleyhissalâtü vesselâm”, defnden sonra telkîn ver-
meği
emr eyledi. Kendisi de telkîn verdi).
Kâdî-zâdenin (Birgivî vasıyyetnâmesi) şerhinde
(Telkîn)in nasıl verileceği uzun yazılıdır.
Kabr süâli olmıyan kimselere telkîn verilmeğe lüzûm yokdur. (Sirâc)da diyor ki, (Bütün insanlara kabr süâli
olacağını, Ehl-i sünnet âlimleri sözbirliği ile bildirmekdedir. Sabî iken ölene
de cenâb-ı Hak, cevâb vermesini ilhâm edecekdir). İbni Abdül-Berr ve imâm-ı Süyûtî (Mü’min ve münâfık olan ehl-i kıbleye süâl
vardır) buyurdu. Buna göre, hazret-i Ömere kabr süâli olduğunu ve
verdiği cevâbı bildiren haber doğru olmakdadır. Süyûtînin talebesi olan
Muhammed bin Alkamî, hicretin 929. cu senesi vefât etdi. Hocasının (Câmi’us-sagîr) hadîs kitâbını şerh ederken diyor
ki, (Kâfirlere kabr süâli olmaz. Mü’minlerden dokuz kimseye de süâl olmaz:
Şehîd, düşmân karşısında nöbetde iken ölen, vebâ, kolera gibi bulaşıcı
hastalıkdan ölen, böyle hastalıklar yayıldığı zemân kaçmayıp, sabr ederek başka
sebeble ölen, Sıddîklar, bâlig olmıyan çocuklar, Cum’a günü veyâ gecesi
ölenler, her gece (Tebâreke) sûresi [ve
Secde sûresini] okuyanlar ve ölüm hastalığında (İhlâs)
sûresi okuyanlara kabr süâli olmaz. Peygamberler “aleyhimüsselâm”
da, Sıddîklara dâhildir). Birkaç gün tabutda kalan mevtâya tabutda iken süâl
olmaz. Süâl kabrde olur. Kâdî-zâde Ahmed efendi, (Ferâid-ül-fevâid)
ismindeki (Âmentü şerhı)nde
diyor ki, (Kabr süâli, ba’zı akâidden veyâ akâidin hepsinden, yâhud çeşidli
akâid ile amelden veyâ herkese başka şeylerden olur denildi). Müderris Muhammed
Demir hâfızın (Îmân ve İbâdet) kitâbı
1344 [m. 1926] da basılmış ve diyânet reîsliği tedkîk heyetince tasdîk
edilmişdir. Bu kitâbda diyor ki, (Kabrde Münker ve Nekîr meleklerine cevâb
olarak şunları ezberlemelidir: Rabbim Allahü teâlâ, Peygamberim Muhammed
aleyhisselâm, dînim dîn-i islâm, kitâbım Kur’ân-ı azîmüşşân, kıblem Kâ’be-i
şerîf, i’tikâdda mezhebim Ehl-i sünnet vel-cemâ’at, amelde mezhebim imâm-ı
a’zam Ebû Hanîfedir). Ahmed Âsım efendi, (Emâlî) şerhinde
diyor ki: (Bir kimseyi kurtlar parçalayıp yiseler yâhud ateşde yaksalar,
denizde çürüse, süâl olunup, kabr azâbını veyâ ni’metini bulur. Kâfirlere ve
tevbesiz ölen fâsıklara kabrde azâb yapılır. Hadîs-i şerîflerde, (Kabr, Cennet bağçelerinden bir bağçe yâhud Cehennem
çukurlarından bir çukurdur) ve (Kabr
azâbından Allaha sığınırız) ve (Üzerinize
idrâr sıçratmayınız! Çok kimseye kabr azâbı bundan olacakdır) ve (Meyyit, ehlinin, evlâdının ağlamalarından azâb duyar) buyuruldu.
Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem”, iki kabr yanında durup, (Bunlardan biri, idrâr sıçramasından sakınmadığı için,
diğeri ise, müslimânlar arasında söz taşıdığı için, kabr azâbı çekiyorlar) buyurdu).
Ölürken kaç yaşında olursa olsun, Cennetde erkekler de, kadınlar da, hep otuzüç
yaşında olacakdır.
(Necât-ül-musallî)de diyor ki, (Hısn-ül-hasîn)de diyor ki, hadîs-i şerîfde, (Bir hasta, lâ ilâhe illâ ente sübhâneke innî küntü
minezzâlimîn kırk def’a okursa, şehîd olarak vefât eder. Şifâ bulursa,
günâhları afv olur) buyuruldu.
Ey, yerin gökün sâhibi, ey
vasfı Allahüssamed!
sayısız ısyânla geldim,
kapına, beni kılma red!
Lutfunla bu bîçâreye,
fadlınla bu âvâreye,
afvınla yüzü kâreye, ey
Rabbim sen eyle meded!
Âsîlere gufrân senden,
derdlilere dermân senden,
adâletle ihsân senden,
rahmetine yokdur aded!
Sen canların cânânısın,
derdlilerin dermânısın,
âlemlerin sultânısın, ben
bir garîb-i hâcetmend!
Derdime kılmazsan devâ,
senden başka kime varam,
her iyilik ancak senden,
hâlık, ma’bûd Allah ehad!