Bir mü’minin vefât etdiğini haber alan erkeklere, erkek
yoksa, kadınlara cenâze nemâzı kılmak, gasl, techiz ve defn farz-ı kifâyedir.
Ehemmiyyet vermiyen, kâfir olur. Cenâze nemâzını bir kadının yalnız kılması ve
çok kadının cemâ’at ile kılmaları mekrûh olmaz. Nemâzın
kabûl olması için, altı şart lâzımdır:
1 - Meyyit müslimân olmalıdır.
2 - Yıkanmış olmalıdır. Yıkanmadan gömülen, üzerine toprak
atılmamış ise, çıkarılıp yıkanır, sonra nemâzı kılınır. Cenâzenin ve imâmın
bulunduğu yerin temiz olması lâzımdır.
Cemâ’atinki şart değildir. Çünki, yalnız imâmın kılması ile, farz yapılmış olur.
Elbise, ayakkabı ve basılan yer necs ise nemâz sahîh olmaz. (Tahtâvî) “rahmetullahi teâlâ aleyh” (İmdâd) hâşiyesinde diyor ki, (Meyyit temiz tabut
içinde ise ve üst yüzü temiz olan ayakkabı çıkarılıp, üzerine basılırsa, yerin
necs olması zarar vermez). Kadının, câriyenin imâm olması ile, farz yapılmış
olur. Çünki, kadına uyan erkeklerin nemâzı kabûl olmaz ise de, kadının cenâze
nemâzı kabûl olur ve bir kişinin kılması ile farz yerine gelmiş olur. Çocuğun,
cenâze yıkaması câiz ise de, nemâzını kıldırması câiz değildir.
3 - Cenâzenin veyâ
bedeninin yarısı ile başının veyâ başsız yarıdan fazla bedenin, imâmın
önünde bulunması lâzımdır.
4 - Cenâze, yerde veyâ yere yakın, ellerle tutulmuş veyâ
taşa konmuş olmalıdır. Başka bir yerde bulunan veyâ hayvân üstünde veyâ el ile
yüksekde tutulan cenâzenin nemâzı kabûl olmaz. Cenâzenin başı, imâmın sağına,
ayağı soluna gelecekdir. Tersine koymak günâhdır.
5 - Cenâze, imâmın önünde hâzır olmalıdır.
6 - Cenâzenin ve imâmın avreti örtülü olmalıdır.
Cenâze nemâzının farzı ikidir:
1 - Dört kerre tekbîr getirmekdir.
2 - Ayakda kılmakdır. Özrsüz, oturarak veyâ hayvân üstünde
kılmak câiz değildir. Yağmurdan, çamurdan dolayı hayvândan inemezse câiz olur.
Cenâze nemâzının sünneti üçdür:
1 - Sübhâneke okumak.
2 - Salevât okumakdır. Çünki, düâdan önce salevât okumak,
düânın sünnetidir.
3 - Kendine ve meyyite ve bütün müslimânlara afv ve magfiret
için bildirilmiş olan düâlardan bildiğini okumak.
Dört müslimânın nemâzı kılınmaz:
1 - Bâgî, ya’nî âsîlerin, ya’nî haksız olarak halîfeye ısyân
edenler, döğüşürken öldürülünce, nemâzı kılınmaz. Bunları yıkamak da lâzım
değildir.
2 - Müslimânların
yolunu kesen hırsızlar, döğüşürken öldürülünce, yıkanmaz ve nemâzları kılınmaz.
Bâgîler ve yol kesenler, kaçarak sonradan (Had) ve (Kısâs) cezâları
ile ölürlerse, yıkanır ve nemâzları kılınır.
3 - Zulm ile meşhûr
olan kabîleler, döğüşürken ölünce, nemâzı kılınmaz.
4 - Silâh ile ev basan kimse, o zemân öldürülürse, nemâzı
kılınmaz.
İntihâr eden, ya’nî kendini öldüren kimse, hemen ölse bile,
yıkanır ve nemâzı kılınır. İntihâr etmenin, başkasını öldürmekden dahâ büyük
günâh olduğu (Hindiyye)de yazılıdır.
Anasını, babasını öldüren kimse, kısâs ile öldürülünce,
nemâzı kılınmaz.
Cenâze nemâzının dört tekbîrinden herbiri, bir rek’at
gibidir. Dört tekbîrin yal-
nız
birincisinde eller kulaklara kaldırılır. İndirilince, göbek altına bağlanır.
Sonraki üç tekbîrde eller kaldırılmaz. İki el bağlanınca (Sübhâneke) okunur ve okunurken (Ve celle senâüke) de denir. Fâtiha okunmaz. İkinci tekbîrden sonra,
teşehhüdde otururken okunan salevât okunur. Üçüncü tekbîrden sonra,
cenâze düâsı okunur. Dördüncü tekbîrden sonra, hemen sağa ve sonra sola selâm
verilir. [Ellerin ne zemân indirileceğini, kitâblarda bulamadık. (Dürer) ve (Halebî-yi
sagîr) hâşiyelerinde, (Ayakda,
okurken eller bağlanır. Okumak yoksa, eller indirilir. Evvelâ eller indirilir.
Sonra iki tarafa selâm verilir) diyor. Büyüklerimizin, sağa selâm
verirken, sağ ellerini, sola selâm verirken, sol ellerini salıverdiklerini
gördük. Selâm vermeden evvel, iki elin birlikde indirileceği de anlaşılmakdadır.]
Selâm verirken, cenâzeye ve cemâ’ate niyyet edilir. İmâm yalnız dört tekbîri ve
iki omuza selâmı, yüksek sesle söyler, başkalarını içinden okur. [Cenâze düâsı
yerine, Rabbenâ âti-nâ..., veyâ yalnız Allahüm-magfir leh demek veyâhud düâ niyyeti
ile besmelesiz Fâtiha-i şerîfe okumak da olur. Düâ okumak, meyyitin afvına
sebeb olur. Peygamberlerin ve çocukların derecelerinin yükselmesine sebeb olur.
Kırk yâhud yüz kişi üç saf olarak kılarsa, meyyitin afvına sebeb olur. Gömmeden
önce kılınır.] Son safda kılmak dahâ sevâbdır.
İmâm dördüncü tekbîrde selâm vermeyip beşinci tekbîri
söylerse, cemâ’at söylemez. Sessizce bekleyip, imâmla birlikde selâm verirler.
İmâm, cenâzenin göğsü hizâsında durur. Nemâza geç yetişen
hemen durmaz. Bekleyip, imâm herhangi bir tekbîri getirirken, berâber tekbîr
getirip nemâza başlar. Bu tekbîre (İftitâh tekbîri)
olarak niyyet eder. İmâm selâm verdikden sonra, kaçırdığı tekbîrleri
birbiri arkasından söyleyip, birşey okumadan selâm verir. Dördüncü tekbîre
yetişemiyen, nemâzı kaçırmış olur.
Birkaç cenâze birlikde ise, herbirinin nemâzını ayrı kılmak
efdaldir. Hepsi için bir nemâz kılması da câizdir. Bunun için, birinin başı
ötekinin ayağına gelmek üzere sıralanır. İmâm, derecesi yüksek olanın önünde
durarak kılar. Cenâzelerin bir kısmı imâmın sağında, bir kısmı da imâmın
solunda bulunur. Yâhud, hepsini imâmın önünde olarak yan yana koyup, imâm
hepsinin göğsü hizâsında durur. Önce erkekler, sonra oğlan, sonra kadın, en
sonra kız cenâzesi konur. [Bunlar için niyyet ederken, erkek veyâ kadın
olduklarını söylemek şart değildir.]
Cenâze nemâzını, devlet reîsi kıldırır. O yoksa, hükûmet
reîsi, o yoksa vâlî, sonra hâkim, sonra kaymakam, sonra bunun vekîli, sonra
hâkim vekîli, sonra mahalle imâmı kıldırır. Meyyitin velîsi sâlih ise, imâm
yerine, velî kıldırır. Velî, erkek olur. Kadın olmaz. Çocuk da olamaz. Velî,
kan ile olan yakınlarıdır. Zevc de velî olmaz. Ancak başka velîsi hâzır
bulunmaz ise, zevc de, imâm olabilir. Küçük çocuğun nikâhını kıydırmağa,
evlendirmeğe hakkı olanlar, velîdir. Baba, oğuldan önce velîdir, ya’nî
sâhibidir, koruyucusudur. Oğul, kardeş, amca, dayı ve nihâyet zevci de yoksa,
komşuları imâm olur. Velîler, herhangi bir yabancıyı vekîl edebilir. İznsiz
imâm olurlarsa, velî tekrâr kıldırabilir.
Nemâzı kılınmadan veyâ yıkanmamış olarak nemâzı kılınan,
gömülüp toprak örtülmüş ise, kokduğu zan edilmedikce, kabri üstünde nemâzı
kılınır. Kokmağa başlama zemânı, toprağın cinsine, mevsimine, sıcaklığa,
soğukluğa, za’îf, şişman olmasına göre değişir. Üç gün ile bir ay arasında
değişir.
[Kırkıncı gün burnu düşmesi, elliüçüncü gecesi çürümeğe
başlaması ve bu gecelerde mevlid okutmalı gibi sözler doğru değildir. Ahmed
isminde bir türbedârın rü’yâda gördüm diye söylediği şeylerdir. Meyyite yapılan
her hizmet ibâdetdir. İbâdetler, yalnız âyet-i kerîme, hadîs-i şerîfler ve
müctehidlerin sözü ile belli olur. Şunun, bunun emri ile, rü’yâ ile ibâdetler değişdirilemez. İbâdetleri değişdirmek,
bozmak istiyenler kâfir olur. Ölülere Kur’ân-ı kerîm okumak, sadaka vermek, düâ
etmek gibi yardımları yapmak için, elliüçüncü gecesini beklememeli,
birinci günü yaparak, imdâdına bir ân önce yetişmelidir. Bu yardımları,
yedinci, kırkın-
cı,
elliüçüncü gecelere bırakmak, boğulmak üzere olan birine, biraz bekle yardıma
birkaç gün sonra geleceğim demeğe benzer. Muhammed Ma’sûm hazretleri (Mektûbât)ının birinci cildi, onbirinci
mektûbunda buyuruyor ki, (Âdet olarak, riyâ, gösteriş olarak değil de, Allah
rızâsı için, fakîrlere yemek, sadaka verip, sevâblarını meyyitin rûhuna
göndermek, iyi olur ve büyük ibâdet olur.
Fekat, bunun belli gün veyâ gecede yapılması için güvenilir bir haber yokdur.
Ya’nî aslı yokdur). İstanbul gazetelerinde, hıristiyan ölülerine,
kırkıncı günlerinde mezârlıklarında âyîn yapılacağını, tanıdıklarını oraya
çağırdıklarını çok okudum. Onlara sordum. Kırkıncı gün ölüye yardım yapmak
âdetimizdir dediler. Ölüler için sadaka, mevlid gibi hayrâtın belli günlerde
yapılmasının müslimânlara hıristiyanlardan sirâyet etmiş olduğu
anlaşılmakdadır.]
Meyyiti câmi’ içine koyup nemâzını kılmak Hanefî ve Mâlikî
mezheblerinde harâmdır. Cenâze dışarda, cemâ’atin bir kısmı câmi’de olursa,
mekrûh olmaz diyenler varsa da, böyle de kılmak harâm olur. Cemâ’at de dışarda
kılmalıdır. Çünki, câmi’ler beş vakt nemâz kılmak için ve buna bağlı olan sünnet
ve nâfile [ve kazâ] nemâzları kılmak için ve okumak, va’z, ders için
yapılmışdır. Yağmur, fırtına ve hastalık gibi özrlerle, cenâze nemâzı câmi’de
kılınabilir. Fekat, cenâze câmi’e sokulamaz.
Doğdukdan sonra hemen ölen çocuk
yıkanır ve nemâzı kılınır ve vâris olur ve mîrâsı kalır ve ismi konur.
Cânsız doğan çocuk, dört aylık değil ise, yıkanmaz ve nemâzı kılınmaz. Dört
aylık olmuş ise, yıkanıp bir kefene sarılıp gömülür, nemâzı yine kılınmaz.
Anası, babası ile birlikde esîr alınan çocuk ve esîr alınan büyük deli de
ölünce böyle yapılır. Bunlar Cehenneme girmez ise de, dünyâda kâfir mu’âmelesi
yapılır. Anasız ve babasız esîr alınan çocuk veyâ anası, babası ile alınıp da
ana, babasından biri islâma gelen veyâ akllı, ya’nî yedi yaşında olarak kendi
îmâna gelen çocuk ölünce, nemâzı kılınır. Bir kâfirin îmâna gelmesi için,
Kelime-i şehâdeti temâm söylemesi ve îmânın altı şartını [ya’nî Âmentü...yü]
işitince inanması lâzımdır.
Câhillere, îmânın, islâmın şartını sormamalı, ona, bunları
sayıp, söyleyip, bunlara inandın mı? demelidir. Evet inandım deyince müslimân
olduğu anlaşılır. Câhile îmân ve islâm sorulduğu vakt, cevâb vermezse, zararı
olmaz. Çünki, bunun cevâbını, belli, müntezam kelimeleri söylemek sanarak,
bilmiyorum derler. Ya’nî îmânı bilmiyorum değil de, îmânın nasıl söyleneceğini
bilmiyorum derler. Müslimânın, kâfiri yıkaması, kefenlemesi ve gömmesi vâcib
değildir. Kâfirlere verilir. Kâfirler yoksa, kirli çamaşır yıkar gibi yıkayıp
bir beze sararak kâfir mezârlığına gömmek câiz olur. Mürted ölüsü ise, yıkanmaz,
kefenlenmez, hangi dîne geçdi ise, onlara da verilmeyip, köpek ölüsü gibi, bir
çukura bırakılır. Kâfirlerin ve müslimânın, hiç kimsenin ölüsü yakılmaz. Külü
saklanmaz. Kâfir ölüsünün bile kemiğini kırmak, kesmek câiz değildir.
Müslimânın, kâfir olan akrabâsı tarafından yıkanması câiz
değildir.
Birinci kısm altmışıncı maddede, üç vaktde nemâz kılmak câiz
olmadığı bildirilmişdi. Bu vaktlerden önce hâzırlanmış olan cenâzenin nemâzını,
bu vaktlere gecikdirmek câiz değildir. (Merâkıl-felâh)da
diyor ki, (Bu vaktlerde cenâze defn etmek mekrûh değildir, câizdir). Günün her
vaktinde cenâze nemâzı kılmak câizdir. Beş vakt nemâzdan sonraya bırakmak şart
değildir.
Cenâze nemâzı bir kerre kılınır. Bir kadın kıldıkdan sonra
bile, tekrâr kılınırsa, nâfile olur. Cenâze nemâzını nâfile olarak kılmak
mekrûhdur.
Cenâze nemâzı ve gasli ve techîzi, tekfîni, defni, farz-ı
kifâye, bayram nemâzı ise vâcib ise de, cemâ’ate geç gelenlerin bunu bayram
nemâzı sanarak şaşırmamaları için önce bayram nemâzı kılınır. Hâzır olan
cenâzenin nemâzı, bayramın hutbesinden ve akşamın, Cum’anın, yatsının ve
öğlenin son sünnetlerinden önce kılınacağı, Bayram nemâzları anlatılırken
bildirilmekdedir. Fekat (Hilye) ve (Bahr)
kitâblarının
sâhibleri “rahmetullahi teâlâ aleyhimâ” da, önce son sünnetlerin farz ile
birlikde kılınmaları lâzımdır diyor. Techîz, tekfîn ve nemâzı çabuk yapmak
mendûbdur.
[Görülüyor ki, cenâze nemâzı, sünnetlerden önce veyâ sonra
kılınır denilmişdir. Fekat, cenâze nemâzı için sünnetin terk edileceğini hiçbir
âlim bildirmemişdir. Bunun için, cenâze nemâzı kılınacağı zemân, câmi’lerde
tesbîhleri terk etmemelidir. Cenâze nemâzını acele kılmak vâcib olduğu için
tesbîhleri terk ediyoruz diyenler yanılıyorlar. Cenâze nemâzını acele kılmak
vâcib değildir, müstehabdır. Cenâze nemâzını, cemâ’at çok olsun diyerek
bekletmek mekrûh olduğu hâlde, cemâ’at çok olmak için, cenâzeyi sâatlerce
bekletip, sonra acele etmek vâcib diyerek, Âyet-el-kürsîyi ve nemâz
tesbîhlerini terk etmek pek yanlışdır. Bu yanlış âdeti ortadan kaldırarak, cenâze
olunca da Âyet-el-kürsîyi ve tesbîhleri okuyan müezzin efendilere müjdeler
olsun. Birinci kısm, 64. cü madde sonundaki düâ bahsine bakınız!].
Cenâze nemâzı kılındıkdan sonra tabutun yanında düâ etmek
câiz değildir. (Zübdet-ül-makâmât)da
diyor ki, (İmâm-ı Rabbânî “kaddesallahü teâlâ sirrehül’azîz” hazretlerinin
cenâze nemâzı kılındıkdan sonra, durup düâ yapılmadı. Hemen mezârlığa
götürüldü. Cenâze nemâzından sonra, ayakda düâ etmenin mekrûh olduğu, fıkh
kitâblarında yazılıdır. Ba’zı imâmlar yapıyorlar ise de, sünnete uygun
değildir.) [Câiz olmadığı (Bezzâziyye) fetvâsında
da yazılıdır.]
Gözlerimi kapayıp, derin düşünüyorum,
hayâlimde, rûhumda, bir delîl görüyorum.
Kalbleri temizliyen, bakışlar önündeyim,
fekat bu, rü’yâ değil, bilmiyorum nerdeyim.
Bir teveccühle, gaflet perdelerini gideren,
bir tebessümle, sonsuz se’âdetleri veren.
İlm, irfân, kerâmet, hârikalar menba’ı,
bu dünyâ nazarında, sanki örümcek ağı.
Âşıkları ma’şûka, bu delîl kavuşdurmuş,
onun ardından giden, ebedî sultân olmuş.
Her sözünde rûhlara, âb-ı hayât damlıyor,
her kelâmı, kalblerden, pasları kaldırıyor.
Yalnız bir arzûsu var, bir mahbûb peşindedir,
tecellî ile yanan, dağın ateşindedir.
Sohbeti, ehl-i soffa, huzûru andırıyor,
derdlere devâ olan, tiryâki dağıtıyor.
(İnsanların üstünü, doğru yolun rehberi,
hayât sırrını çözen, âriflerin serveri.
Güzellerin güzeli, rûhların tek matlûbu,
değil mahlûkun yalnız, Hâlıkın da mahbûbu).
Ya’nî, Resûlullahı, gösteren aynadır bu!
hadîsde bildirilen, (Sıla) sâhibidir bu!
İki bin müceddidi, o vâris-i enbiyâ,
hurmeti için yâ Rab, bizi ondan ayırma.