Aşağıdaki
yazılar, (Dürr-ül-muhtâr) kitâbından ve bunun (İbni Âbidîn) hâşiyesinden terceme
edilmişdir:
Cenâze, ölü, ya’nî meyyit demekdir. Bugün, içinde meyyit
bulunan tabuta, cenâze diyoruz. Cinâze, teneşir tahtası demekdir. Mevt, ölüm
demekdir.
Ölümün yaklaşdığına alâmet, ayakların gevşeyip uzaması,
burnun kıvrılması, şakakların çukurlaşmasıdır. Böyle bir hasta, sağ yanı üzere
yatırılıp, yüzü kıbleye çevrilir. Böyle yatırmak sünnetdir. Ayakları kıbleye
doğru, sırt üstü yatırmak da câizdir. Şimdi böyle yapılmakdadır. Fekat, baş
altına birşey koymalıdır. Böylece yüzü kıbleye karşı olur. Bunlar güc olursa, kolayına
gelecek şeklde yatırmak da câiz olur.
Kelime-i tevhîd telkîn ederken (Muhammedün
resûlullah) da söylemek iyi olur. Fekat bir kâfirin îmâna gelmesi
için (Eşhedü) ile başlaması ve (Muhammeden abdühü ve resûlüh) de demesi şartdır.
Ölüm başladığı, hayâtdan ümmîd kesildiği zemân, tevbe kabûl
olabilir ise de, kâfirin îmâna gelmesi kabûl olmaz.
Ölüm hâlinde iken küfre sebeb olan şey söyleyen kimse,
mü’min kabûl edilir. Çünki, o anda aklı başında değildir.
Ölüm alâmeti, sertleşme, soğumak ve kokmakdır. Bu alâmetlerden
önce de ölüm anlaşılınca [soluğun kesilmesi, ağzına tutulan aynanın
buğulanmaması ile, kalbin durduğu, nabz ile anlaşılır] gözlerini kapamak ve
çenesini bağlamak sünnetdir. Çenesi, geniş bez ile başı üstüne bağlanır.
Gözlerini kaparken (Bismillah ve alâ millet-i
resûlillah) demek ve düâsını okumak sünnetdir. Soğumadan önce, el
parmaklarını, dirseklerini, dizlerini açıp kapayıp, kollarını ve bacaklarını
düz bırakmak sünnetdir. Böylece, yıkaması ve kefene sarması kolay olur.
Soğumadan önce, elbisesi çıkarılıp, geniş, hafîf bir çarşaf
ile örtülür. Çarşafın bir ucu başının altına, diğer ucu ayakları altına
sokulur. Karnı üzerine, çarşafın üstüne veyâ altına, birşey [bıçak veyâ başka
demir] konup, şişmesi önlenir. Yüz gramdan çok olması uygundur. Muhterem
ilmlerin kitâblarını koymamalıdır. Elden geldiği kadar, cenâzeyi çabuk
kokutacak, çürütecek şeylerden korumak lâzımdır. Rûhu çıkarken, yatağı yanında (Behûr) denilen koku yakılmalıdır. Ölüm haberi
komşulara ve akrabâya, ahbâba, hemen bildirilmelidir.
Meyyit yıkanmadan evvel yanında
Kur’ân-ı kerîm okumak mekrûh diyenler varsa da, üzeri örtülü iken ve yatağına bitişik
olmıyarak, sessiz okumak câizdir.
Ölüm belli olunca, acele etmek sünnetdir. Bozulmak, kokmak
ihtimâli varsa, acele etmek vâcib olur. Ölüm belli olmaz, şübheli olursa, belli
oluncıya kadar beklenir. Resûlullah
“sallallahü aleyhi ve sellem” cenâzenin, ehli, âilesi arasında kalmasını uygun görmezdi.
Kalb sektesi ile ölenleri, soğumak, kokmak ile öldüğü iyi anlaşılıncıya kadar
gecikdirmek vâcibdir.
Serîr, ya’nî teneşîr etrâfında, önce (Behûr) yakılıp üç def’a dolaşdırılır. Beş def’a
da olur. Behûr bir otdur. Buna öd ağacı talaşları ve günnük denilen ağacın
zamkı da karışdırılıp, bir kapdaki ateşe koyup, teneşir, çıkan dumanlara
tutulur.
Cenâze, örtülü olarak, tütsülenmiş serîr üzerine, sırt üstü
veyâ kolay olan şeklde yatırılır. Göbek ile diz arası örtülü olarak yıkanır.
Çünki, kadının kadınlar için avret yeri, erkeğin erkekler için olan avret yeri
gibidir. Serîr üzerinde kıbleye karşı yatırmak sünnetdir. Gömleği uzun ise,
gömlek içinde yıkanır.
Yıkamak, kefenlemek, cenâze nemâzı kılmak ve gömmek farz-ı
kifâyedir. Ya’nî, lüzûmu kadar kimse tarafından yapılınca, başkalarına farz
olmaz. [Bu farzları, ücretsiz olarak, Allah rızâsı için yapmak lâzımdır. Böyle
yapanlara farz sevâbı verilir ki, bütün hayrâta, hasenâta verilen sevâblardan
katkat dahâ çokdur.
Bu farzları yapan olmazsa, haber alıp da gelmiyenlerin hepsi
günâha girer, fâsık olurlar. Bu farzları vazîfe bilmiyenin, ehemmiyyet
vermiyenin îmânı gider, mürted olur.] Çocuğun yıkaması da câizdir. Kâfir,
yıkanmaz. Bir beze sarılıp, gömülür.
Kadın bulunmadığı zemân, kadını erkek yıkayamaz. Fekat,
cenâze başdan ayağa örtülü olarak, akrabâsı, akrabâ yoksa, başkası, eline bez
sararak, elini örtü altına sokup, teyemmüm yapdırır. Çünki, ölünün avreti,
dirinin avreti gibidir. Bakması harâm olan yere dokunmak da, harâmdır. Dahâ
iyisi, çocuğa öğretilip, yıkatılır.
Serîr, göbeğe kadar yüksek ve az eğik olmalıdır. Su, pek
sıcak olmamalı, tuzlu olmalıdır. Serin ve tuzlu su, çürümeği gecikdirir.
Meyyit, çocuk da olsa, önce abdest aldırılır. Fekat, ağzına, burnuna su
verilmeyip, bez ile temizlenir. Ağzına su kaçarsa çabuk çürümesine sebeb olur.
Önce yüzü yıkanır. Sonra kolları yıkanıp, başı, kulakları ve ensesi mesh edilir
ve ayakları yıkanır. Sedr ağacı yaprağı veyâ çevgen, ya’nî sabun otu ile
kaynatılıp ılıtılmış veyâ kâfûr (Camphre) denilen
beyâz, kokulu şey konmuş su ile, bunlar yok ise, yalnız su dökerek, başı ve
sakalı, hatmi veyâ sabun ile yıkanır. Sonra sol yanına çevrilip, sağ yanına su
dökülür. Su, teneşir tahtasına değen yerlerine kadar akıtılmalıdır. Sonra, sağ
yanına yatırılıp, sol tarafına, omuzdan ayağa kadar su dökülür. Sonra
oturtulup, karnı hafîfce basdırılır. Birşey çıkarsa, yıkanır [ya’nî su döküp
giderilir]. Sonra sol yanına yatırıp, sağ yanı tekrar yıkanır [ya’nî omuzdan
ayağa kadar su dökülür]. Böylece sünnete uygun, ya’nî üç kerre yıkanmış olur.
Her yan yıkanırken, üç def’a su dökülür.
Hasta, cünüb olarak vefât ederse, yine bir kerre yıkanır.
Yıkandıkdan sonra, abdesti bozan şeyler çıkarsa, tekrâr yıkanmaz ve abdest
aldırılmaz. Yalnız çıkan şeyler, su dökerek giderilir. Meyyiti yıkarken niyyet
etmek sünnetdir. Niyyetsiz, temiz olur ise de, farz sâkıt olmaz.
Meleklerin ve cinnin yıkadığı anlaşılırsa, yine yıkanır.
Yıkama yerine, yıkayandan ve yardımcıdan başkası girmez. Yıkayanlar, emîn kimse
olmalıdır. Cenâzede gördüğü se’âdet alâmetlerini söyler, şekâvet alâmetlerini
söylemez. Meyyitin aybını açığa çıkarmaz. Velî içeri girebilir.
Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” efendimizi, Abbâsın
oğlu Fadl ile Alî “radıyallahü anhüm” yıkadı. Üsâme “radıyallahü anh” su
döküyordu. Abbâs “radıyallahü anh” girip çıkıyordu.
Cânlıya eziyyet veren şey, ölüye de verir. Bunun için, çok
soğuk ve çok sıcak su ile yıkanmaz. [Kokmaması için buzhâneye de konmaz.
Kokmaması için, çabuk gömmeli, yolcu gelecek diye bekletmemelidir.] Zemzem suyu
ile yıkamak câiz değildir. Saçları dökülürse, kefeni içine konur. Çünki,
insanın her parçası muhteremdir, gömülür. Diri insandan düşen ve kesilen
tırnakları, saçları ve dişleri de defn etmek sünnetdir.
Yıkandıkdan sonra, teneşir üzerinde, bez ile kurulanır.
Saçları ve sakalı arasına, hanût denilen kokulu şeylerin karışımı veyâ kâfûrî
konur. Safran koymak mekrûhdur. Secde etdiği uzvlarına [alnına, burnuna,
dizlerine, el, ayak parmaklarına], kâfûrî serpilmiş pamuk konur.
Meyyitin saçlarını taramak, saç, sakal, bıyık ve
tırnaklarını kesmek, Hanefî mezhebinde câiz değildir. Ağzı, burnu, kulağı
deliğine, gözlere pamuk koymak câizdir.
Hanefî mezhebinde, kadını, efendisi yıkayamaz ve dokunamaz.
Çünki, kadın ölünce, nikâh hemen bozulur. Bakması, câizdir. Kadını, zevci
yıkaması, diğer üç mezhebde câizdir. Kadının, zevcini yıkaması, Hanefîde de
câizdir. Çünki, zevcin vefâtından sonra, nikâh, iddet bitinceye kadar [dört ay]
devâm eder. Kadını erkek, erkeği kadın yıkayamaz. Eline bez sarıp teyemmüm
yapar. Teyemmüm yapan
erkek,
yabancı kadının kollarına bakamaz. Akrabâsı ise, eline bez sarmak istemez.
Çünki, mahrem olan akrabâsının kollarına ve yüzüne bakması ve dokunması
câizdir.
İnsanın yalnız başı veyâ bedenin yarısı ele geçerse,
yıkanmaz ve nemâzı kılınmaz. Öylece gömülür. Bedenin yarıdan fazlası, başı
olmasa bile veyâ bedenin yarısı ve başı bulunursa, yıkanır ve nemâzı kılınır.
Parasız yıkamak çok sevâbdır. Para istemek de câiz ise de,
parasız yıkayan başkası yok iken para istemek câiz olmaz. Cenâze taşımak, kabr
kazmak ücreti de böyledir. Suda boğulan da, üç kerre yıkanır veyâ yıkamak
niyyeti ile, suda üç kerre hareket etdirilir. Yağmurda ıslanan da yıkanır.
Meyyiti yıkamak, her dinde var idi. Âdem aleyhisselâmı
melekler yıkadı. (Ölülerinizi böyle yıkayınız) dediler.
Sâhibsiz bir ölü bulunsa ve müslimân veyâ kâfir olduğu
bilinmese, islâm alâmeti varsa, yıkanır ve nemâzı kılınır. İslâm alâmeti,
sünnet olmak, sakal boyamak ve kasık traş etmekdir. Bugün, bunların üçü de
islâm alâmeti olmakdan çıkmışdır. İslâm alâmeti yoksa, islâm memleketinde ise,
müslimân kabûl edilir.
Müslimân ve kâfir cenâzeleri karışık ise ve alâmetleri yok
ise, çoğu müslimân ise, hepsinin nemâzı kılınır. Hepsi müslimân mezârlığına
gömülür. Müsâvî sayıda veyâ azı müslimân ise, hepsi yıkanır. Kefenlenir,
nemâzları, müslimân olanları niyyet edilerek kılınır. Hepsi kâfir mezârlığına
gömülür.
Su bulunmadığı zemân, teyemmüm yapdırılıp, nemâzı kılınır.
Sonra su bulunursa, yıkanır. Fekat, nemâzı tekrâr kılınmaz. Diri insan da, su
bulunca tekrâr kılmaz. Ölü yıkayacak kimsenin, önce gusl abdesti alması
müstehabdır. Cünübün ve özrlü kadının yıkaması mekrûhdur. Cenâze yıkanmış su, (Mâ-i müsta’mel) olur. Necs, pis olur. Bunun
için, yıkayanların üstüne sıçramaması, peştemâl sarınmaları lâzımdır. Cenâze,
yıkandıkdan sonra temiz olur.
(Bahr-ür-râık)da diyor ki, meyyitin
kefeni, diri iken giydiği gibi yapılır. Bunun için fakîr kadınlara (Kefen-i kifâye) olarak izâr, lifâfe ve himâr
sarılır. (Tebyîn-ül-hakâik)da diyor ki,
(Kadının kefen-i kifâyesi, izâr, lifâfe ve himârdır. Çünki, hayâtda iken, en az
giydiği bunlardır. Bunlarla nemâz kılması, kerâhetsiz câizdir). (Halebî-i kebîr)de diyor ki, (Kadınlar Der’ ile
örtünürdü. Önü göğse kadar açıkdı. Ayaklara kadar uzundu). [Görülüyor ki,
Selef-i sâlihîn zemânında, müslimân kadınları, antâri, geniş uzun manto ve baş
örtüsü ile örtünürlerdi. Çarşaf dediğimiz iki parça ile örtünmezlerdi.] Erkeğin
kefeni üç parça olmak sünnetdir:
1 - İzâr: Başdan
ayağa kadardır. Genişliği bir metreden fazladır.
2 - Kamîs [antâri
gibi uzun gömlek]: Bunun uzunluğu omuzlardan ayaklara kadar olan uzunluğun iki katıdır. Bu uzunluk, ortadan
ikiye katlanıp, kat yerinden, baş geçecek kadar, düz kesilir. Kol ve
etek yerleri kesilmez.
3 - Lifâfe: Başdan ve
ayaklardan aşırı uzunlukda olup, dahâ genişdir. Baş üstünden ve ayak altından
ucları büzülüp, bezle bağlanacakdır.
(Berekât)da diyor ki, (Meyyitin
başına imâme [sarık] sarmanın mekrûh olduğu, seyyid
Şerîf Cürcânînin (Şerh-ı Sirâcî)sinde de
yazılıdır. Tabut üzerine sarık sarmak ve süslü şeyler koymak da
mekrûhdur. Kefenin üçden fazla olması câiz olur ve olmaz demişlerdir. İmâm-ı
Rabbânî bid’at olur buyurmakdadır. Kefenin, yeni, temiz, kıymetli olması
sünnetdir. Zenginliğine uygun kefen yapılır. Beyâz pamuklu [patiska] olması
sünnetdir. Erkeğe ipek kefen harâmdır. Tabutunu da ipekle örtmek harâmdır.
Kadınlara ipek câizdir. Kefenin, meyyitin kendi halâl malından olması, başkasının
vermesinden dahâ iyidir. Diri iken halâl kefen hâzırlamak iyidir. Zemzem ile
yıkanmış kefen Hanefîde câiz, Şâfi’î mezhebinde harâmdır. Hanefî mezhebinde,
kuruyunca zemzemin hepsi gider. Şâfi’îde ise, eseri kalıp, meyyitin kanı, irini
ile kirletmeğe sebeb olur. Besmele-i şerîfeyi, âyet-i kerîmeleri, muh-
terem
ismleri kefene yazmak ve kabre koymak câiz değildir.
Sâlihlerin, Velîlerin çamaşırından, elbisesinden kefen yapmak veyâ kefen içine,
yüzüne, göğsüne koymak fâideli olduğu (Ma’sûmiyye)
cild 1, üçüncü mektûbunda da yazılıdır.
Kadının kefeni beş parça olmak sünnetdir: Kamîs, izâr,
lifâfe, himâr ve göğüs bezi. Himâr, baş örtüsü olup, yetmişbeş santim kadar
uzundur. Uçları yüze sarkıkdır, başa sarılmaz. Göğüs bezi: Omuzdan dize
kadardır.
Fakîr olan veyâ çok borcu olan erkeklere (Kefen-i kifâye) olarak izâr ve lifâfe, kadınlara
kamîs, lifâfe ve baş örtüsü câiz olur ise de, dahâ azı mekrûhdur. Zarûret hâlinde, erkeğe ve kadına yalnız lifâfe lâzımdır.
Meyyitin malı yoksa, başkalarının, Beyt-ül-mâlın [ya’nî devletin]
vermesi farzdır. Avret yerini örtmesi kâfi değildir. Bez küçük ise, açık kalan
kısmlar, yaprakla, otla örtülür.
Tabutun içine, önce lifâfe serilir. Sonra üzerine izâr
yayılır. Kamîs de, tabutun içine konur. Kadınlarda, izârdan önce veyâ sonra
göğüs bezi serilir. Sonra, tabutun etrâfında üç veyâ beş kerre behûr
dolaşdırılır. Behûr, tütsüdür. [Meselâ, bir kürek içindeki ateşe öd ağacı,
günnük, misk, sandal ağacı, çendene [candana], zerîre, aselbend gibi kokulu
maddeler koyup dumanı çıkarılır.] Kefenleri tabuta koymadan, herbirini ayrıca
tütsülemek dahâ iyidir. Böyle tütsüleme, rûhu çıkarken ve yıkamağa başlarken de
yapılır. Cenâze taşırken ve kabre koyarken yapılmaz.
[(Fetâvâ-i fıkhiyye)de
yazılı hadîs-i şerîfde, (Âdem “aleyhisselâm” vefât
edince, melekler Cennetden hanût ve kefen getirdiler. Su ve sedr yaprağı ile
yıkadılar. Üçüncüsünde kâfûr koydular. Üç kefen ile kefenlediler. Nemâzını
kıldılar. Lahd yapdılar. Defn etdiler. Sonra çocuklarına dönerek, ey Âdem
oğulları! Ölülerinize böyle yapınız dediler) buyuruldu].
Kefen yeni olursa da, önceden yıkanmış olarak hâzır
bulundurulmalıdır. Kefeni önceden hâzırlamak lâzımdır. Kefenlerin her üçü
üzerine de hanût serpilir.
Meyyit kurulandıkdan sonra, kamîs tabutdan alınarak,
başından geçirilip, yarısı önünden, yarısı arkasından, ayaklarına kadar
uzatılır. Tabutun içine, izârın üstüne Besmele ile yatırılır. İzârın önce sol
tarafı, sonra sağ tarafı, meyyit üzerine kapatılır. Lifâfe de böyle kapatılır.
Ya’nî sağ kenârları sol kenârlarının üstüne kapatılır. Nitekim diri iken de,
ceket, gömlek ve sâire böyle kapatılır.
Kadınların kamîsi kapandıkdan sonra, saçları ikiye bölünüp,
iki yandan göğsü üzerine, kamîs üstüne
konur. Saçları üstüne hımâr konup, üzerine izâr kapatılır. İzârdan önce veyâ
sonra göğüs bezi sarılır. Sonra lifâfe kapatılır. Lifâfenin baş ve ayak uçları
ve ortası [ya’nî mi’de hizâsından] bir bezle sararak bağlanır. Büyük
oğlan, adam gibi kefenlenir. Büyük kız, kadın gibi kefenlenir. Küçük oğlan bir,
küçük kız, iki parça kefene sarılır. Ölü doğan çocuk, düşük ve insan uzvu
[meselâ kolu] kefenlenmez, bir beze sarılıp gömülür.
Mezârdan çıkarılmış, çıplak görülen bir ölü, kokmamış ise,
sünnet üzere kefenlenip gömülür. Kokmuş ise, bir beze sarılıp gömülür.
Sünnet mikdârı kefen, meyyitin malından alınır. Borcundan,
vasıyyetinden ve mîrâsından önce, kefen parası ayrılır. Malı olmıyan meyyitin
kefenini, nafakasını vermek vâcib olan akrabâsı, mîrâs mikdârları hesâbı kadar
ortaklaşa alır. Nitekim, diri iken nafakasını da mîrâs mikdârları nisbetinde
verirler. Fekat, oğulları ve kızları varsa, bunlar müsâvî mikdârda verir.
Çünki, çocukların nafaka vermesi, mîrâsa göre olmayıp, müsâvî mikdârdadır.
Babası ve oğlu kalan kimsenin kefenini yalnız oğlu verir.
Kadının kefenini, kadın zengin olsa bile, zevci verir. Nafakasını verecek
kimsesi olmıyan meyyitin kefenini, Beyt-ül-mâl verir. Beyt-ül-mâl müntezam
işlemiyorsa, haberi olan her müslimânın vermesi, farz-ı kifâye olur. Haberi
olanlar fakîr ise, başkalarından zarûret kefeni, ya’nî bir kefenlik bez
isterler. İstanbulda kefen için, erkeklere yedi metre, kadınlara sekiz metre
patiska almak âdetdir. Eni 130-140 santimetredir. Ta-
but
kapatılıp, üzeri yeni bir yatak çarşafı ile sarılıp, çamaşır ipi ile bağlanır.
Bu ip, tabutu kabre indirirken de işe yarar. Üzerine yeşil ve yazılı örtü konup
bunun kenârları iğnelerle çarşafa rabt edilir. Kadınlarda, bu örtünün baş
tarafına üç köşe yemeni de örtülür. Tabutun, çivisiz, tahtadan geçme olması
lâzımdır. Kısa bir düâ ve hak halâl edildikden sonra, musallâya götürülüp nemâzı
kılınır.
Üç dürlü (Şehîd) vardır:
1- Cünüb, hâiz olmıyan, âkıl ve bâlig bir müslimân, zulm ile, haksız olarak,
vurucu veyâ kesici vâsıtalarla öldürülünce ve harbde din düşmanları ile, Allah için cihâd ederken, düşman tarafından,
sulhda âsîler, yol kesiciler, şehr eşkıyâları, gece hırsız tarafından,
herhangi bir vâsıta ile öldürülünce, hemen ölürlerse veyâ müslimânların ve
ehl-i zimmetin cânlarını, mallarını korumak için olan çarpışma yerinde bulunan
ölü üzerinde yara, kan akması gibi öldürülme alâmetleri görülürse veyâ şehrde
öldürülmüş bulunup, kâtili bilinir ve kısâs yapılması lâzım gelirse, bunlara (Dünyâ ve âhıret şehîdi) ve (Tâm şehîd) denir. Tâm şehîd yıkanmaz. Kefene
sarılmaz. Kefen mikdârından fazla olan elbisesi soyulup, çamaşırı ile defn
olunur. Cenâze nemâzı, Hanefîde kılınır. Şâfi’î mezhebinde kılınmaz. Âhıretde
de şehîd sevâbına kavuşurlar. 2-Allah rızâsı için cihâd yapmağa niyyet etmeyip,
dünyâ kazancı için harb eden, yalnız (Dünyâ şehîdi) olur.
Bunlar, yıkanmaz ve kefenlenmez. Fekat, âhıretde şehîd sevâbına nâil
olmazlar. 3- Allah için olan cihâdın hâzırlığı ta’lîmlerinde ölürse, zulm ile
öldürülünce veyâ cihâdda ve eşkıyâ, âsî, yol kesici, gece hırsız savaşında
yaralanınca, hemen ölmez, bir nemâz vakti çıkıncaya kadar aklı başında kalır
veyâ başka yere götürülüp orada ölürse veyâ cünüb, hâiz iseler, yalnız (Âhıret şehîdi) olurlar. Bunlar yıkanır ve
kefenlenirler. Had, ta’zîr, kısâs cezâları ile öldürülenler [kurşuna
dizilenler, i’dam edilenler] ve hayvan tarafından öldürülenler de yıkanırlar.
Boğularak, yanarak, garîb, kimsesiz
olarak, dıvâr ve enkâz altında kalarak ölenler ve ishâlden, tâ’ûndan [sârî
hastalıklardan], lohusalıkda, sar’a hastalığında, Cum’a gecesinde ve gününde,
din bilgilerini öğrenmekde, öğretmekde ve yaymakda iken ölenler ve âşık olup,
aşkını, iffetini, nâmûsunu saklarken ölenler, zulm ile habs olunup ölenler,
Allah rızâsı için müezzinlik yaparken, islâmiyyete uygun ticâret yaparken,
çoluk çocuğuna din bilgisi öğretirken ve ibâdet yapmaları için çalışırken vefât
edenler, hergün yirmibeş kerre (Allahümme bârik lî
filmevt ve fî-mâ ba’d-el-mevt) okuyanlar, Duhâ ya’nî kuşluk nemâzı
kılanlar, her ay üç gün oruc tutanlar, yolculukda da vitr nemâzını terk etmiyenler, ölüm hastalığında, kırk kerre (Lâ ilâhe illâ ente sübhâneke innî küntü min-ez-zâlimîn) okuyanlar, her gece Yasîn
okuyanlar, abdestli olarak yatanlar, devâmlı olarak
mudârâ edenler [ya’nî dîni korumak için dünyâlık verenler], gıdâ maddeleri
getirip ucuza satanlar, soğukda gusl abdesti alınca hastalanıp ölenler,
her sabâh veyâ akşam devâmlı olarak üç kerre (E’ûzü
billâhissemî’il’alîmi mineş-şeytânirracîm) ile (Haşr) sûresinin sonunu [Hüvallahüllezî..yi]
okuyanlar (Âhıret şehîdi) olurlar. [Hiç
harâm lokma yimemiş, (Takvâ ehli) çürümez.
Başka sebeble çürümemenin, şehîdlik ile alâkası yokdur.]
Mâlikî âlimlerinden Alî Echürî diyor ki, (Yol kesici haydûd,
suda boğulursa ve çaldığı at üzerinde cihâd ederken öldürülen kimse ve bir
odada günâh işliyenler üzerine ev çökse, bunların hepsi şehîd olur. Çünki,
günâh sebebi ile ölenler şehîd olmaz. Günâh işlerken, şehîdliğe sebeb olan bir
sebeble ölürse, Âhıret şehîdi olur ve günâhının cezâsını da yüklenir. Bunun
gibi, şerâb içip çatlayan şehîd olmaz. Fekat şerâb içip, serhoş hâlde iken, zulm ile öldürülen kimse şehîd
olur. Çünki, şerâbdan ölmemiş, başka sebeble ölmüşdür. Fekat, şerâb
günâhını da yüklenir.). Bunlar İbni Âbidînde yazılıdır. İbni Nüceymin (Eşbâh) kitâbının şârihlerinden Hayreddîn-i
Remlînin ve Müeyyed zâde Abdürrahman efendinin “rahmetullahi teâlâ aleyhim”
Fetavâlarında da diyor ki, (Şerâb içen
kimse, serhoş iken öldürülse, şehîd olur. Şerâb içmek büyük günâhdır. Fekat
şehîd olmağa mâni’ olmaz).