Bu mektûb, Nûr
Muhammed Tehârî için yazılmışdır. Allahü teâlâya kavuşduran yolların iki
olduğunu bildirmekdedir:
Bismillâhirrahmânirrahîm. Allahü teâlâya hamd olsun ve Onun
seçdiği, sevdiği kullarına selâm olsun! İnsanı Allahü teâlâya kavuşduran yollar
ikidir: Birincisi peygamberlerin yakınlığı gibi olan (Nübüvvet yolu) olup, insanı aslın aslına ulaşdırır.
Peygamberler “aleyhimüssalevâtü vetteslîmât” ve bunların sahâbîleri bu yoldan
kavuşmuşlardır. Ümmetlerinden sahâbî olmıyanlar arasından dilediklerini de bu
yoldan kavuşmakla şereflendirirler. Fekat
bunlar pek azdır. Bu yolda vâsıta, aracı yokdur. Ya’nî vâsıl oldukdan
sonra, doğrudan doğruya asldan feyz alırlar. Hiçbiri, ötekine vâsıta olmaz,
perde olmaz. İkinci yol, (Vilâyet yolu)dur.
Kutblar, evtâd, büdelâ ve nücebâ ve bütün
Evliyâ hep bu yoldan kavuşmuşlardır. Bu yol, (Sülûk)
yoludur. Evliyânın cezbeleri de, bu yolun cezbeleridir. Bu
yoldan kavuşanlar, birbirlerine vâsıta ve perde olurlar. Bu yoldan vâsıl
olanların önderi ve en üstünleri ve ötekilere vâsıta olanı, hazret-i Alî
Mürtedâ “kerremallahü teâlâ vecheh-ül-kerîm”dir. Bu yolda gelen feyzlerin
kaynağı odur. Resûlullahdan “aleyhi ve alâ âlihissalâtü vesselâm” gelen
feyzler, ma’rifetler hep onun vâsıtası ile gelir. Fâtımat-üz-Zehrâ ve hazret-i
Hasen ve hazret-i Hüseyn “radıyallahü teâlâ anhüm”, bu makâmda, hazret-i Alî
ile ortakdırlar. Öyle sanıyorum ki, hazret-i Alî, dünyâya gelmeden önce de, bu
makâmda idi. Vefât etdikden sonra da, bu yolda her Velîye gelen feyzler,
hidâyetler, yine onun vâsıtası ile gelmekdedir. Çünki kendisi, bu yolun en
yüksek noktasında bulunuyor. Bu makâmın sâhibi Odur. Hazret-i Alî “radıyallahü
teâlâ anh” vefât edince, ondan yayılan feyzler, hazret-i Hasen ve sonra
hazret-i Hüseyn vâsıtası ile geldi. Dahâ sonra oniki imâmdan, sağ olanları da
vâsıta oldular. Bunlardan sonra gelen Evliyâya feyzler, bu oniki imâm vâsıtası ile
geldi. Kutblara, nücebâya da, hep bunlardan geldi. Abdülkâdir-i Geylânî
“kuddise sirruh”, Velî oluncaya kadar hep böyle idi. Sonra, bu da bu vazîfeye
kavuşdu. Ondan sonraki kutblara ve nücebâya ve bütün Evliyâya oniki imâmdan
“kaddesallahü teâlâ esrârehümül’azîz” gelen feyzler, bunun vâsıtası ile geldi.
Başka hiçbir Velî bu makâma kavuşamadı. Bunun içindir ki, (Önceki Velîlerin
güneşleri batdı. Bizim güneşimiz üfk üzerinde sonsuz kalacakdır) buyurmuşdur.
Hidâyet, irşâd feyzinin akmasını güneş ışıklarının yayılmasına benzetmişdir.
Feyzin kesilmesine, güneşin batması demişdir. Abdülkâdir-i Geylânî hazretlerine
oniki imâmın vazîfeleri verilmişdir. Rüşd ve hidâyete vâsıta olmuşdur. Kıyâmete
kadar, her Velîye feyzler onun vâsıtası ile gelecekdir.
Süâl: Müceddid-i elf-i sânî
denilen, hicretin bin senesindeki büyük Velînin gelmesi ile, Abdülkâdir-i
Geylânî hazretlerinin bu vazîfesi bitmez mi? Çünki, Mektûbâtın ikinci cildinin
dördüncü mektûbunda, Müceddid-i elf-i sânî anlatılırken, ikinci bin senelerinde
ümmetlere gelen her feyz, kutblara ve evtâda ve büdelâya ve nücebâya da olsa,
hep müceddid vâsıtası ile gelir deniliyor?
Cevâb: Müceddid-i elf-i sânî bu
vazîfeyi Abdülkâdir-i Geylânî hazretlerinin vekîli olarak yapmakdadır. Kamer,
güneşden aldığı ışıkları saçdığı gibi olmakdadır.
Süâl: Müceddid için böyle
nasıl söylenebilir? Çünki, hazret-i Îsâ “alâ nebiyyinâ ve aleyhissalâtü
vesselâm” gökden inecek ve müceddid olacakdır. Hazret-i Mehdî de
“aleyhirrıdvân”, çıkacak ve
müceddid olacakdır. Bunların, verecekleri
feyzleri başkasından almaları düşünülebilir mi?
Cevâb: Feyz için vâsıta olmak,
yukarıda bildirdiğimiz iki yoldan yalnız ikincisindedir. Birinci yolda, ya’nî (Kurb-i nübüvvet) denilen yolda, feyz ve hidâyet,
vâsıta ile gelmez. Bu yolda yükselen, arada vâsıta ve perde olmadan vâsıl olur.
Kendisine hiçbir kimse vâsıta ve perde olmaksızın feyzlere ve bereketlere
kavuşur. Vâsıta olmak ve perde olmak, (Kurb-i
vilâyet) denilen yoldadır. Bu iki yolu birbi-
rine
karışdırmamalıdır. Hazret-i Îsâ “alâ nebiyyinâ ve aleyhissalâtü vesselâm” ve
hazret-i Mehdî “aleyhirrıdvân”, nübüvvet yolu ile vâsıl olurlar. Şeyhayn, ya’nî
hazret-i Ebû Bekr ile hazret-i Ömer “radıyallahü teâlâ anhümâ” da, nübüvvet
yolu ile kavuşmuşlardır. Resûlullahın “aleyhi ve alâ âlihissalâtü vesselâm”
himâyesi altındadırlar. Şânları çok yüksekdir.
Tenbîh: Bir Velînin (Kurb-i vilâyet) yolundan ilerliyerek (Kurb-i nübüvvet) yoluna kavuşması, böylece her
iki yoldan da feyz alması câizdir. Böyle olan Velîyi, Peygamberlerin
ni’metlerinin artıklarına kavuşdururlar. Nübüvvet yolundan ulaşdırırlar. Onu,
başkalarına feyz vermeğe vâsıta kılarlar. Her iki yolda da talebeyi yetişdirmek
nasîb ederler. Fârisî mısra’ tercemesi:
Bir kulunu herkesin
yetişmesine sebeb kılar.
Bu, Allahü teâlânın öyle bir ni’metidir ki, dilediğine ihsân
eder. Allahü teâlânın ihsânı pek çokdur. [İmâm-ı Rabbânî “kuddise sirruh” böyle
Velîlerdendir. Nübüvvet yolu ile kemâle gelmişdir. Vilâyet yolu ile de feyz
vermekdedir.]
Bu hâllerin, zevklerin, tercümânı Mektûbât,
kitâbıdır ki, ondan neşr oluyor füyûzât.
İlâhî nûrlar ondan yayılıyor cihâna,
her ne müşkilin varsa, yalnız sen başvur ona.
Onu çok oku dostum, bak nûrla dolacaksın,
bizzat musannifinden, feyizyâb olacaksın.
öyle kitâbdır ki o, misli islâmiyyetde,
ne mâzîde yazılmış, ne yazılır âtîde.
Kur’ândan, hadîslerden sonra gelir bu kitâb,
herkese var içinde, kendine göre hitâb.
İlm, ihlâs menba’ı, hârikalar diyârı,
onda bulur arayan, eşi olmıyan yârı.
Kayyûm-i âlem diyor, her mektûbu babamın,
bir deryâ-yı muhîtdir, sonu görünmez ânın.
Tarîkat ve islâmiyyet, vasl olmuşdur burada,
Se’âdet menbaıdır, dünyâda ve ukbâda.
Budur Tabîb-i hâzık, budur her derde devâ,
budur kalblere şifâ, budur rûhlara gıdâ.
Budur Hakkın sevdiği, sevgililerin sözü,
budur islâmın aslı, hem de irfânın özü.
Budur Evliyâların, çeşid çeşid lisânı,
Ehl-i sünnet yolunun, gâyet açık beyânı!
Aşkla yanan tâlibe, en iyi haber budur,
bilinmiyen yollarda, sâlike rehber budur.
Gece gündüz dâimâ, oku bu Mektûbâtı,
gayret et duymak için, o lezzeti, o tadı.
Oku, gülen gözlerin yaş doluncaya kadar,
oku, hakîkî aşka, kavuşuncaya kadar.
Oku, elbet o güzel, birgün rû-nümâ olur,
muhabbetle okuyan mâsivâdan kurtulur.
Sâatlerce, günlerce, hep onunla meşgûl ol,
bu sözler te’sîriyle, açılır kalbe bir yol.
Bir kalb ki, meşgûl olur, bu ma’nâyla her zemân,
elbet imdâda gelir, birgün bunları yazan.