Bu mektûb,
seyyid mîr Şemsüddîn Alî Halhalîye yazılmışdır. Âlem-i emrden ve âlem-i halkdan
insanda bulunan on parçayı bildirmekde ve insan kalbinin Arşdan dahâ üstün
olduğunu açıklamakdadır:
Allahü teâlâya hamd olsun ve Onun
seçdiği, sevdiği kullarına selâm olsun! İnsan, on parçadan meydâna gelmiş
bir topluluk nümûnesidir. Bu on parça, (Anâsır-ı
erbe’a) dedikleri, normal fizik şartları altında, sulb, mâyı’ ve gaz
hâlinde bulunan maddeler ve enerji ve insanın nefsi, kalbi, rûhu, sır ve hafî
ve ahfâ denilen latîfeleridir.
[(Nebrâs)da ve bunun
Muhammed Berhurdâr Mültânî “rahmetullahi teâlâ aleyh” hâşiyesinde,
yüzondördüncü sahîfesinde diyor ki: Abdüllah bin Ömerin “radıyallahü anhümâ”
(Allahü teâlâ, mahlûkları, su, hava, nûr ve zulmetden yaratdı) dediği,
Taberânîde yazılıdır. Buradaki nûr, [Yunan felsefecilerinin ateş dedikleri] ısı
enerjisidir [ki, başka enerjilere dönebilir]. Zulmet dediği de, toprak
maddeleridir. Bundan anlaşılıyor ki, bütün cismler, katı, sıvı ve gaz hâlindeki
maddelerle enerjiden yapılmışdır. Ya’nî, her maddede enerji vardır.]
İnsanda bulunan bütün organlar ve kuvvetler, hep bu on
şeyden hâsıl olmakdadır. Bu on parça birbirine benzemez. Birbirine zıddır.
[Birbirlerini kendi şekline sokmak isterler.] Başdan beş parçası, (Âlem-i halk)dandır. Ya’nî maddedirler. Bunlar,
birbirlerine zıd oldukları gibi, (Âlem-i emr)den
olan diğer beş parça da birbirlerine zıd olup herbirinin başka vazîfesi vardır.
Bu on parçadan biri olan (Nefs-i nâtıka), ya’nî
insanın nefsi, hep kendi isteklerinin yapılmasını ister. Başka hiçbirşeye boyun
bükmez.
Allahü teâlâ, birbirine zıd olan bu on parçayı bir araya
toplamış, yeni bir özellik sâhibi, bir birlik meydâna getirmişdir. Buna insan
şeklini vermişdir. İnsan bu on parçadan hâsıl olmuş bir birlik olduğu için,
Allahü teâlânın yeryüzünde halîfesi olmak şerefine mâlik olmuşdur. İnsandan
başka hiçbir mahlûk bu şerefe mâlik değildir. (Âlemi
kebîr) denilen, insandan başka bütün varlıklar, çok büyük oldukları
hâlde, hiçbirinde bu on parça bir araya toplanmış değildir. Bütün insanlar, bu
şerefde ortakdırlar. Âlem-i kebîrdeki mahlûkların en şereflisi Arşdır. Ona olan
tecellî, başka mahlûklara olan tecellîlerden üstündür. Çünki, Arşa olan tecellî
öteki tecellîlerin toplamıdır. Arşa olan tecellî, Allahü teâlânın bütün ismleri
ile ve sıfatları iledir ve dâimî, kesiksiz tecellîdir. Kâmil bir insanın kalbi,
birçok bakımdan Arş gibidir. Bunun için, öyle kalbe (Arşullah)
denir. Bunun için, Arşa olan tecellîye yakın bir tecellîye kavuşur.
Arşa olan tecellî, tamdır. Ârifin kalbine olan tecellî ise, bundan bir
parçadır. Fekat, kalbde, Arşın mâlik olmadığı başka bir üstünlük vardır. Bu
üstünlük, tecellî edene şu’ûrdur. Onu tanımakdır. Kalb, tecellî edene, zâhir
olana tutulur, onu sever. Arşda böyle sevgi yokdur. Kalbde bu şu’ûr ve bu sevgi
bulunduğu için, kalb ilerliyebilir, yükselebilir. Hem de yükselmekdedir. (İnsan, sevdiği ile berâber olur) hadîs-i şerîfi
bunu bildirmekdedir. Kalb, sevgilisi ile berâber olmakdadır. Allahü teâlânın
ismlerini ve sıfatlarını sevdi ise, onlarla berâber olur. Eğer zât-ı ilâhiyyeyi sevdi ise, ismleri ve sıfatları aşarak
ötelere ulaşır. Arş, ismlerin ve sıfatların ötesindeki tecellîlere
kavuşamaz. Vesselâm.
Menba-ı feyzu meânî
meclis-i Abdülhakîm,
menzil-i kurb-ı ilâhî,
sohbet-i Abdülhakîm.
Melce-i bî-çâre-gândır,
derde dermandır Hakîm.
ma’den-i irfân, nûr-ı
Sübhân, sırr-ı Kur’ândır Hakîm!