Bu mektûb, sultân Serhendîye
yazılmışdır. Mü’minin kalbinin kıymetini bildirmekde,
kalbi incitmekden men’ etmekdedir. Bu mektûb arabî olarak yazılmışdır:
Âlemlerin rabbi olan Allahü teâlâya hamd olsun ve Onun
resûlü Muhammed aleyhisselâma ve bütün âline ve Eshâbına salât ve selâm olsun!
Kalb, Allahü teâlânın komşusudur. Allahü teâlâya kalbin yakın olduğu kadar
hiçbirşey yakın değildir. Mü’min olsun, âsî olsun, hiçbir insanın kalbini
incitmemelidir. Çünki, âsî olan komşuyu da korumak lâzımdır. Sakınınız,
sakınınız, kalb kırmakdan pek sakınınız! Allahü teâlâyı en ziyâde inciten
küfrden sonra, kalb kırmak gibi büyük günâh yokdur. Çünki, Allahü teâlâya
ulaşan şeylerin en yakın olanı kalbdir. İnsanların hepsi, Allahü teâlânın
köleleridir. Herhangi bir kimsenin kölesi döğülür, incitilirse, onun efendisi
elbette gücenir. Herşeyin biricik mâliki, sâhibi olan efendinin şânını,
büyüklüğünü düşünmelidir. Onun mahlûkları, ancak izn verdiği, emr eylediği
kadar kullanılabilir. İzni ile kullanmak, onları incitmek olmaz. Hattâ, onun
emrini yapmak olur. Zinâ eden bâkire kıza yüz sopa vurmağı emr etmişdir. Buna
bir sopa fazla vuran, zulm etmiş olur. Onu incitmiş olur.
Kalb, ya’nî gönül, mahlûkların en üstünü, en şereflisidir.
İnsan, (Âlem-i kebîr)de, ya’nî insanın
dışında bulunan herşeyi kendinde topladığı için, mahlûkların en kıymetlisi
olduğu gibi, kalb de, (Âlem-i sagîr)deki,
ya’nî insanda bulunan herşeyi kendinde topladığı için ve çok basît ve hulâsa
olduğu için çok kıymetlidir. Kendinde çok şey bulunan, Allahü teâlâya herşeyden
dahâ yakındır. İnsanda bulunan şeylerin bir kısmı, (Âlem-i
halk)dandır. Bir kısmı da, (Âlem-i emr)dendir.
[Âlem-i halk, madde ve ölçü bulunan
mahlûklardır. Âlem-i emr, madde olmıyan ve ölçülemiyen şeylerdir.] Kalb, bu iki
âlem arasında (berzah)dır,
vâsıtadır. İnsan tesavvuf yolunda ilerlerken, önce insanda bulunan latîfeler, (Âlem-i kebîr)deki asllarına yükselir. Meselâ,
insan önce, kendindeki suyun aslına yükselir. Sonra, havanın aslına, sonra
harâretin aslına, bundan sonra, (Âlem-i emr)in
latîfelerinin asllarına, sonra kendinin rabbi olan [ya’nî terbiye edicisi, yetişdiricisi olan] bir ismin bir kısmına, sonra
Allahü teâlânın bu isminin bütününe, sonra Allahü teâlânın dilediği
derecelere yükselir. Kalb böyle değildir. Bunun yükseleceği, ulaşacağı bir aslı
yokdur. O, doğruca zât-ı ilâhiye yükselir. Onun yükselmesi, bilinmeyen,
anlaşılamıyan zâta olur. Fekat, yukarıda bildirilen yükselmeler olmaksızın, yalnız kalb yolundan yükselmek güçdür. Her
yükselmeyi ayrı ayrı geçdikden sonra, kalb yolundan, doğruca ulaşmak
kolay olur. Çünki, kalbin herşeyi kendinde bulundurması ve geniş olması da, o
derecelere yükselmesinden sonra olur. Burada kalb dediğimiz, herşeyi kendinde
toplıyan, herşeyden geniş olan latîfedir. Herkesin anladığı et parçası
değildir.
Hakâyık bahrinin ey cân, dürri yektâsıdır Ârif,
meârif gülistânının, gülü ra’nâsıdır Ârif.
Fesâhatde, belâgatde, letâfetde mükemmeldir,
gizli olan ma’nâların, geniş deryâsıdır Ârif.
Nefse köle olanlara, bunlar tekellüm eylemez,
kalb ve rûh bilgilerinin, fekat üstâdıdır Ârif.
Tesavvufdan eğerçi dem, vuran çokdur her tarafda,
dîni, îmânı da bilmez, yalnız esmâsıdır Ârif.
Ârif olmak için zîrâ, hayât-ı câvidân ister,
karanlıklarda nûr salan, Hakkın mâhtâbıdır Ârif!