Mü’mini ve zimmîyi ikrâh etmek, korkutmak büyük
günâhdır.
İbni Âbidîn “rahmetullahi teâlâ aleyh”, beşinci cildde ve (Dürer-ül-hükkâm) 949. cu maddede buyuruyor ki, (İkrâh), bir
insanı, istemediği birşeyi yapması için, haksız olarak zorlamak
demekdir. Birini zorlamanın ikrâh olması için dört şart lâzımdır. Zorlayanın,
korkutduğu şeyi yapabilecek kuvvetde olması, zorlananın korkutulan şeyin
muhakkak yapılacağını bilmesi, korkutulan
şeyin, ölüm veyâ bir uzvun kesilmesi veyâ üzücü birşey olması, zorlanan şeyin,
yapılmaması gereken birşey olması lâzımdır. İkrâh iki dürlü olur: Mülcî
olan ve mülcî olmıyan ikrâh. (Mülcî) tam,
ağır olup, insanın rızâsını ve ihtiyârını yok eder. Zorlanan şeyin yapılması
zarûrî olur. Bu da, ölüm, bir uzvun telef olması veyâ bu ikisine sebeb olacak
habs ve dayakdır. Bütün malın telef edilmesi ile ikrâh olunmanın da (Mülcî) olacağı
İbni Âbidînde yazılıdır. [Zarûrî olan nafakayı te’mîn etmek için çalışmağa
mâni’ olunması ve başka çalışacak yer bulamamak korkusu, (mülcî olan ikrâh)
sayılacağı buradan anlaşılmakdadır.] (Mülcî
olmıyan) ikrâh, yalnız rızâyı yok eder ki, bir günden ziyâde habs
veyâ şiddetli dayak ile korkutulmakdır. [Böyle ikrâh da, küfr-i hükmî için özr
olur.] İlm, şeref sâhiblerini tekdîr etmek, sert söylemek, bunlar için ikrâh
olur. Mahrem akrabânın habs edilmesi de ikrâh olur. Sultânın [Hükûmetin,
kanûnların] emrleri ikrâh demekdir. İkrâh ile yapdırılması istenen şey birkaç
çeşiddir:
1 - Yapması câiz, yapmaması ise sevâb olan şeylerdir.
Mülcî ikrâh ile küfre sebeb olan söz söylemek, Resûlullahı kötülemek böyledir.
Fekat, bunları söylerken Tevriye etmesi, ya’nî Muhammed ismindeki başkasını
düşünmesi, puta, heykele secde ederken, Allahü teâlâya secde etmeği düşünmesi
lâzımdır. Böyle düşünerek de bunlara secde etmesi mekrûh olur. Tevriye etmek
lâzım olduğunu hâtırlayıp da, etmezse, kâfir olur. Hâtırına gelmezse ma’zûr
olur. Nemâz kılmamak ve Kur’ân-ı kerîmde bildirilen bütün emrler, kendinin ve
başkasının malını telef ve müslimânı söğmek, iftirâ etmek ve kadının zinâ ile
ikrâhı ve livâta böyledir. Başkasının malını almak zulmdür. Zulm, küfr gibi hiç
halâl olmaz. Zimmînin dahî malını yimek, şerâb içmekden dahâ büyük harâmdır.
İkrâh eden, malı öder. Sultândan başka birinin yapdığı ikrâhda, emr edenin veyâ
me’mûrunun hâzır olması lâzımdır. Livâta, zinâdan dahâ büyük harâmdır.
Zevcesini boşamak da, bu çeşid ikrâhdır. [Mülcî olmıyan ikrâh ile kadının
başını açmasının câiz olacağı anlaşılmakdadır.]
2 - Mülcî ikrâh ile yapması harâm olan şeylerdir. Bir
müslimânı veyâ zimmîyi öldürmek veyâ bir uzvunu kesmek veyâ bunlara sebeb
olacak kadar habs etmek ve döğmek, erkeğin
zinâ için ikrâh edilmesi böyledir. Öldürürse, kısâsı ikrâh edene, günâhı ise
öldürene olur. İkrâh edilmiyen bir kimse, kolunun kesilmesine izn verse, tıbbî
lüzûm olmadıkca, bunun kolunu kesmek günâh olur. Öldürmek için ölüm ile tehdîd
edilse, ölecek olan izn verirse, öldürülünce günâha girer. Devlet
başkanı
el kesmek için ölüm ile tehdîd edince, kesmesi câiz olur. Kendi elini kesmesi
için ölüm ile tehdîd edilenin, kendi elini kesmesi câiz olur. Kendini öldürmesi
için ölüm ile tehdîd edilenin kendini öldürmesi câiz olmaz.
[Buradan anlaşılıyor ki, düşmanın eline geçince, ırzlarına
saldırılıp, işkence yapıldıkdan sonra öldürüleceklerini anlıyan kimsenin,
kendini ve yakınlarını öldürmesi câiz değildir. Kadının ırzına dokunulması,
önceki birinci çeşidde bildirildi]. (Cihâd bahsi)nde,
(Harb edince öldürüleceğini, etmezse esîr olacağını anlıyan, düşmana saldırmaz.
Düşmana zarar vereceğini bilerek saldırıp öldürülürse, câiz olur. Düşmana zarar
vermiyecek ise, saldırması câiz olmaz. Müslimân fâsıkları günâhdan men’ etmek
böyle değildir) buyurulmakdadır. [Birinci kısmın kırkbirinci ve ikinci kısmın
dördüncü ve (Mecelle)nin 1003. cü maddelerine bakınız! (Mektûbât-ı Ma’sûmiyye) üçüncü cildinin 55. ci
mektûbunda, bu husûsda geniş bilgi vardır.]
3 - Mülcî olan ikrâh ile yapması halâl, hattâ farz, yapmayıp
ölmesi günâh olan şeylerdir. Şerâb, kan içmek, leş, domuz yimek böyledir.
Çünki, mülcî ikrâh ile bunları yimek zarûret olur. Mülcî ikrâh ile başkasının
malı telef edilince, ikrâh eden öder. Mülcî olmıyan ikrâhda ise, telef eden
öder.
Mülcî olan veyâ olmıyan bir ikrâh ile yapılan sözleşmeler
[akd] sahîh olmaz. Çünki, sahîh olmaları için rızâları ile yapılması lâzımdır.
Meselâ, malını satan veyâ birşeyi satın alan, kirâya veren, hediyye veren,
borcunu ibrâ veyâ te’cîl eden, borcu olduğunu söyliyen kimse, korkudan
kurtulunca, isterse bunlardan vaz geçebilir, isterse râzı olur. Zorla
satdırılan malı alan kimse, bu mala mâlik olur. Çünki, böyle bey’ fâsiddir.
[Suç ikrâr etmesi, evet demesi için karakolda polislerin ikrâh, işkence yapması
câiz değildir. Böyle verdiği ifâdeyi, sonra red etmek hakkı vardır.]
Mülcî olmıyan ikrâh ile de yapılan nikâh, talâk, nezr,
yemîn, ric’at, ya’nî boşadığı kadını tekrâr alması sahîh olur. İkrâh bitince,
nikâhdan ve talâkdan vazgeçebilir. Nezrden vazgeçemez. Nezr olarak verdiğini,
ikrâh edenden istiyemez. İkrâh edilerek borclusunu afv etmesi ve mürted olması
sahîh olmaz.
Mülcî olmıyan ikrâh ile leş, kan, domuz yinmez. Şerâb
içilmez ve müslimânın malı telef edilmez. Çünki, mülcî olmıyan ikrâh ile
zarûret hâsıl olmaz. Ölmemek için leş, domuz yinir ve kan, şerâb içilir. Yimez,
içmez de ölürse Cehenneme gider.
Mülcî ikrâh ile, bu şerâbı iç, şu malını sat denilse, malını
satar. İkrâh bitince, ister fesh eder, isterse kabûl eder. Şerâbı içmesi de
câiz olur. Câiz olacağını bilmediği için, içmez ve satmaz da öldürülürse, şehîd
olur. Sultânın müsâdere etmesi, ya’nî haksız olarak, zulm ile para, mal
istemesi ikrâh olur. Bunları vermek câiz olur.
HİCR - Ba’zı kimseleri, ba’zı
sözleşmelerden ve işlerden men’ etmek demekdir. [(Mecelle)nin
941. ci ve sonraki maddelerine bakınız!]. Bir çocuk, satın alınan malın mülk
olacağını ve satınca mülkden çıkacağını anlarsa, buna (Mümeyyiz), ya’nî akllı denir. Mümeyyiz olmıyan
çocukların bütün sözleşmeleri bâtıldır. Mümeyyiz olan çocuğun zararlı olan
işlerdeki sözleşmeleri, velîsi izn verse de, sahîh değildir. Talâk vermesi,
köle âzâd etmesi, birine borçlu olduğunu söylemesi, ödünc, sadaka hediyye
vermesi böyledir. Fâideli olan işler için sözleşmeleri velîsi izn vermese de
sahîh olur. Hediyye, sadaka kabûl etmesi,
ücret ile yapdığı işin ücretini alması böyledir. Başkasının vekîli olan
akıllı çocuğun, vekîli olduğu kimsenin malı için ve talâkı için olan sözleri
kabûl edilir. Zararlı da, fâideli de olabilen sözleşmelerinin sahîh olması
için, velîsinin izn vermesi lâzımdır. Kendi malı ile bey’ ve şirâsı böyledir.
Bunamış olan ihtiyârlar da, mümeyyiz çocuk gibidir. Alışverişlerini, velîleri
isterse kabûl, isterse red eder. Bir malı veyâ canı telef ederlerse, öderler. (Hadîka)da dil âfetlerinin yirmincisinde diyor
ki: (Çocuğun kendi malını kullanması mahcûr olduğu gibi, başkasına hizmet
etmesi de, ancak velîsinin izni ile câiz olur. Bir sabî, bir kabı havuzdan
doldursa, sonra tekrâr havuza dökse, kimsenin bu havuzdan su içmesi halâl
olmaz. Çünki, çocuk, havuzdaki, herke-
se
mubâh olan sudan doldurup aldığına mâlik olur. Bunu havuza dökünce, havuzdaki
suya, çocuğun hakkı karışmışdır. Zengin olan anası, babası ve hiç kimse, bu
havuzdan içemez ve kullanamaz. İçebilmeleri ve kullanabilmeleri için, bütün
havuzu boşaltarak, tekrâr doldurmak [veyâ (Mecelle)nin
1128. ci maddesinde bildirilen (Şirket-i
İbni Âbidînde diyor ki, (İki imâma göre, sefîh olan ya’nî,
nafaka te’mîn ederken, malını isrâf eden, ya’nî ahkâm-ı islâmiyyenin ve aklın
uygun görmediği lüzûmsuz yere harc eden ve harâmlara sarf eden âkıl ve bâlig
kimse de, çocuk gibi, hâkim tarafından hicr edilir. Fetvâ da böyledir. Lüzûmsuz
yere hayra da verse, meselâ câmi’ yapmakda isrâf etse, sefîh olur. İçki, zinâ
gibi mal sarfı olmıyan günâhları yapana sefîh denmez, fâsık denir. Alışverişde
fazla aldanan da sefîh sayılır. İslâmiyyetden ayrılmak için hîle-i bâtıla
öğreten hocalar, câhil tabîb ve eczâcılar ve hîleli iflâs yapan tüccârlar,
câhil hâkimler, hîle yapan satıcılar, ihtikâr yapanlar, hicr edilir. İşlerinden
men’ edilir. Câhil, fâsık müftîler de hicr edilir.) (Mecma’ul-enhür)de
diyor ki, (İki imâma göre, borclu, alacaklının talebi üzerine, hicr olunur.
Hâkim, borcluyu habs etdikden sonra, onu hicr eder. Sonra, onun bilgisi ile,
onun mallarını satdırarak, nafakası lâzım olanların nafakasını öder. Geri kalan
ile borclarını öder. Parası yetişmezse, ihtiyâcından fazla olan eşyâsını satar.
Bu da yetişmezse, ihtiyâcından fazla olan binâlarını satar. Fetvâ böyledir).
Hicr edilmiş olan, sefîh veyâ iflâs etmiş kimsenin, nikâhda ve talâkda sözü geçer. Çünki evlenmek masrafı, ihtiyâc
eşyâsındandır. Zekât olarak malının kırkda birini ayırması için, kâdî
[ya’nî hâkim], sefîhe malını teslîm eder. Fekat, bu arada, uygunsuz yere sarf
etmemesi için, yanında emîn birini bulundurur. Hacca gitmesine de mâni’
olunmaz. Yol parasını isrâf etmesin diye, emîn birine teslîm olunur. Baba, ced,
çocuğa velî olur, sefîh adama olmaz.
Reşîd olmıyan çocuk, bâlig olunca, malını kullanmağa hak
kazanır. Fekat, rüşdü ya’nî sefîh olmadığı görülmezse, yirmibeş yaşına kadar,
malı kendine verilmez. İki imâma ve üç mezhebe göre, rüşdü görülmedikce,
ihtiyârlasa dahî, malı verilmez. Malında tesarrufu, hâkimin izn verdiği kadar
sahîh olur. Bir kimse reşîd olduğunu söylese, alacaklıları da, sefâhetden
kurtulmadı deseler, iki taraf da şâhid gösterse, kâdî rüşdünü kabûl eder.
Oniki yaşını dolduran oğlan ve dokuz yaşını dolduran kız,
bâlig olduğunu söylerse, kabûl edilir. Söylemezlerse, onbeş yaşını doldurunca
bâlig kabûl edilirler. Çocuğun velîsi, üçüncü kısm üçüncü ve dördüncü maddede
bildirilmişdir.
Ölüm hastası, küçük çocuğuna bırakacağı malını, bu çocuğun
ihtiyâclarına sarf etmesi için birini vasî ta’yîn edince, çocuk âkıl bâlig
oldukda, reşîd olmadıkca, vasîden malları alamaz. Vasînin, erkek çocuğu nikâh
yapmağa hakkı olmadığı gibi, kız çocukla mahrem olamaz. Evlâdlık edinenlerin,
buna dikkat etmeleri lâzımdır.
Ölüm hastası, vasıyyetini yerine getirmek veyâ küçük
çocuğuna bakmak için birini vasî ta’yîn etse, bu da vasî olmağı kabûl etse,
hasta öldükden sonra, vasîlikden vazgeçemez.
Yetîm için babasının veyâ ceddinin veyâ hâkimin ta’yîn etdiği vasî, yetîmi,
yalnız malını tasarruf etmek için evlâd edinmiş olur. [Bir adam, bir kızı (Evlâd edinmek) ile, kendi kızı gibi
olamaz. Her zemân kendisine yabancıdır. Büyüdüğü zemân, onun, elinden, yüzünden
başka yerlerine bakamaz ve dokunamaz. Kızın, bu adamdan da örtünmesi lâzım
olur. Bu adam bununla evlenebilir ve oğlu ile
evlendirebilir.
Bununla sefere gidemez ve halvet yapamaz. Birbirlerinden mîrâs alamazlar. Bir
adamın evlâd edindiği oğlan da böyledir. Bâlig oldukdan sonra, bu adamın
zevcesine ve kızına yabancı olur. Bu kızla evlenebilir. Bu oğlan evlenirse,
zevcesi bu adamın gelini olmaz. Yabancı bir kadın olur. (El-halâl vel-harâm)da diyor ki, (Yabancı çocuğu
kendi öz evlâdı olarak i’lân etmek harâmdır. Ahzâb sûresinin dördüncü âyeti ile
yasak edilmişdir).
(Kâdîhân)da diyor ki, (Bâliga kız
veyâ velîsi, noksân mehr ile veyâ küfvü olmıyana nikâh için tehdîd edilse,
sonra bunu fesh edebilirler).
(Eşbâh)da ve bunun şerhı olan (Uyûn-ül-besâir)de diyor ki: (Çocuğa hiçbir
ibâdet, hattâ, Hanefîde zekât da farz değildir. Hiçbirşey harâm değildir.
Çocuğa ta’zîr yapılır. Had vurulmaz. Kısâs yapılmaz. Amden öldürdüğü, hatâ
kabûl edilir. Aklı olunca, îmân etmesi vâcib olur denildi. Sadaka-i fıtr ve
kurbanın, kendi malından vâcib olması da ihtilâflıdır. Toprağı varsa, uşr ve
harâc vermesi lâzımdır. Zengin ise, zevcesinin ve akrabâsının nafakalarını
verir. Fâsid olmıyan ibâdetlerinin sevâblarına kavuşur. Çocuğa ilm öğretenlere,
iyilik yapdıranlara çok sevâb verilir. Büyüklere imâm olamaz. Bir kimse, bir
çocuğa imâm olunca, cemâ’at sevâbı hâsıl olur. Çocuk velî olamaz. Cum’a ve
bayram hutbesi okuması câiz olur. Sultân, ya’nî devlet reîsi olabilir ise de,
milleti idâre için bir vâlî ta’yîn eder. İzn verilince da’vâ açabilir ve yemîni
kabûl edilir. Ezân okuması sahîh ise de, mekrûhdur. Farz-ı kifâyeyi yapması
ile, büyüklerden sâkıt olmaz. Birşeyi yapması için çocuğa izn vermek câizdir.
Çocuğun iznli olduğunu ve getirdiği şeyin hediyye olduğunu söylemesi kabûl
edilir. Satdığı şeyi, iznli olduğunu sorup anladıkdan sonra, almak câiz olur.
Çocuğun [başkasının malından] getirdiği hediyyeyi ve sadakayı almak da
böyledir. Çocuğun iznli olduğunda şübhe edilirse, araşdırmak lâzım olur.
Öğrenmesi için çocuğa Kur’ân-ı kerîm vermek câiz olur. Kız çocuğun küpe için
kulağını delmek câizdir. Çocuğa gelen hediyyeyi, çocuğa zarûrî lâzım değilse,
yalnız fakîr olan anası babası yiyebilir. [Başka fakîrlere de yidiremezler.]
Ana baba fakîr değil, fekat kendilerinde bulunmayan birşey ise, yiyebilirler ve
kıymetini çocuğa öderler. Anaya babaya hediyye etmek niyyeti ile getirilen
şeyi, kıymetsiz olduğunu bildirmek için, çocuğa hediyye diyerek verilirse,
anaya babaya getirilmiş olur. Bunu, zengin iseler de yiyebilirler ve
dilediklerine verebilirler. Akllı çocuk, alış verişe ve zekât vermeğe vekîl
yapılabilir. İznli olsa dahî kefîl olamaz. Çocuğun selâmına cevâb vermek vâcib
olur. Çocuğa selâm vermek câizdir. Müslimân olması sahîh olup, mürted olması
sahîh değildir. Mürted olmağa sebeb olunca öldürülmez. Besmele ile kesdiği
yinir. Kadınlara bakması ve halveti câizdir. Küçük kız, mahrem olmıyan emîn
kimse ile sefere çıkabilir. Çocuk kaçıran, kız kaçıran, birinin zevcesini
kaçıran, bunları getirinciye veyâ ölüm haberleri gelinciye kadar habs olunur.
Çocuğa tehlükeli iş yapdırınca çocuk ölürse, yapdıran diyetini öder. Çocuk
çukura, suya düşüp ölürse, anası babası cezâlanmaz. Elinden düşürüp ölürse, keffâret
lâzım olur ki, altmış gün oruc tutar. Çocuğun anasından, babasından iznsiz
herhangi bir sefere çıkması câiz değildir. Ananın babanın, günâh olmıyan
emrlerine itâ’at etmesi farz-ı ayndır. (Berîka)da,
ayak âfetleri başındaki hadîs-i şerîfde, (Ananın, babanın
yüzüne merhamet ile bakana, makbûl hac sevâbı verilir) buyuruldu.
Bâlig olan çocuğun da, seferin tehlükeli olması veyâ kendisine muhtâc olmaları
hâlinde, iznleri olmadan gitmesi câiz değildir. Ana baba olmazsa, ced ve cedde
onların yerine geçer. Bunlardan iznsiz yapılan hac mekrûh olur. Ana veyâ
babanın terbiye için izn verdiği hoca, çocuğu elleri ile üç def’a vurarak
terbiye edebilirler. Fakîr oğlunu da evlendirmek babaya vâcibdir. Çocuğun
malını ona harc etmeğe, babası veyâ dedesi velî olur. Anası olmaz. Anası, kendi
yanında kalan çocuğun ihtiyâcını onun parası ile satın alabilir.)
(Hadîka), ikinci cild
beşyüzdoksanbirinci sahîfede diyor ki, (Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve
sellem”, (Allahü teâlâya ve âhıret gününe inanan
kadının üç gün-
lük yola, zevci veyâ zî-rahm-i mahreminden biri ile gitmesi halâl
olur) buyurdu.
Yâ Resûlallah! Zevcem hacca gidiyor. Ben cihâda gidiyorum. Yanında
bulunamıyacağım denildi. Buna, (Cihâdı bırak.
Zevcen ile birlikde hac yap!) buyurdu. Bu hadîs-i şerîfe göre, zevcesini
hacca götürmek için, başka mahremi bulunmaz ise, zevcin cihâddan geri dönmesi lâzımdır. Çünki, zevceyi harâmdan korumak
farz-ı ayndır. Kadının, mahremsiz sefere çıkması câiz olmadığı gibi,
yabancı erkeklerin ve mahremleri ile giden kadınların da, bir kadını sefere
götürmeleri câiz değildir. Kadının hacca gitmesi için de, yanında mahremi veyâ
zevci bulunması lâzımdır. Kız kardeşinin zevci, ya’nî enişte ve teyzenin zevci,
kadının mahremi değildir. [Bunların mahrem olmadıkları (Ni’met-i islâm)ın hac kısmında ve (Alî efendi fetvâsı)nda yazılıdır.] Mahremin emîn ve âkıl ve bâlig olması lâzımdır.
Müslimân da, zimmî de olabilir. Mecûsî olamaz. Müslimân bir kadın,
mecûsî olan mahremi ile ve emîn olmıyan mahremi ile ve bâlig olmamış akllı
çocuk mahremi ile sefere çıkamaz. [Böyle çocuğun bulunması, halvete mâni’
olamaz.] Bâliga olmamış, gösterişli kız da, kadın gibidir. Ya’nî mahremsiz
sefere çıkamaz. Hanefî mezhebinde, kadının mahremsiz sefere çıkması, sözbirliği
ile harâmdır. Şâfi’î mezhebinde, kadının mahremi olmadan, emîn kadınlarla
birlikde, yalnız hacca gitmesi câizdir).
Hanefî kadın, Şâfi’îyi taklîd ederek, böyle hacca gidemez. Çünki, mezheb
taklîdi, ancak emr olunan bir iş yapılırken, meşakkat, sıkıntı olduğu zemân, bu
sıkıntıdan kurtulmak içindir. Mahrem bir erkeği bulunmıyan kadının hacca
gitmesi emr olunmadı ki, Şâfi’îyi taklîd etmek lâzım olsun. Ya’nî, mahremi
olmıyan kadına hacca gitmek farz olmaz.
Aşağıdaki yazı (Dürer-ül-hükkâm)
[176] maddesi ekinden alınmışdır:
Âdil veyâ hâli belli olmıyan baba, mükellef olmıyan
çocuğunun binâ ve her malını, piyasa fiyâtına veyâ aldanarak kendine ve
başkalarına satabilir, parasını çocuğa ve fakîr ise, kendine de nafaka yapar.
Fâsık ve isrâf eden baba, satamaz. Çocuk bâlig olunca, müşterîden bunları geri
alabilir. Fekat, iki kat fiyâtla satması sahîh olup, semeni âdil birine emânet
verilir. Fakîr baba, gâib olan büyük oğlunun yalnız menkûl mallarını, kendi
nafakası için satabilir. Binâsını, toprağını satamaz. Baba yoksa, vasî de
yoksa, babanın babası satabilir. Vasî, çocuğun yalnız menkûl mallarını, yalnız
başkalarına satabilir. Vasî, meyyit tarafından ta’yîn edilmiş ise, çocuğun
malını yüzde elli kârla kendine de satabilir. Hâkim tarafından ta’yîn edilmiş
ise, kendisi hiç satın alamaz. Ammâ, yetîm çocuklarının nafakaları için, menkûl
mallarını satabilir. Terekede menkûl mal varken, vasî, meyyitin deyni için,
binâ ve toprak satamaz. Deynden fazla malını da satamaz.
Meyyitin borcunu bir vârisi ödese, bunu terekeden alabilir.
Meyyitin borclarını vârisler öderse, alacaklılar,
terekeden ödenmesini istiyemezler. Borclar, terekeden fazla olunca,
vârisler, tereke kadarını ödeyip, terekeyi kurtarırız diyemezler. Vâris olmıyan
biri, bütün borcları ödeyip, tereke malları, alacaklılardan zorla alamaz.
Borc, terekeden çok ise, dâyin, ya’nî garîm, ya’nî alacaklı
bir ise, terekenin hepsi ona verilir. Çok iseler, tereke, alacakları ile
orantılı olarak, hepsine dağıtılır. Vakf alacağının, diğer alacaklardan
önceliği yokdur. Taksîmden sonra, başka bir garîm ortaya çıksa, yeniden hepsine
bölünür. Vârisler, kendi malları ile, meyyitin borclarını ödemeğe zorlanamaz.
İki şey vardır ki, bunların
hasreti,
kimler olursa olsun, yakar
herkesi.
Göz kan ağlasa, haklarını
ödeyemez,
birisi gençlik, biri de,
din kardeşi!