Fıkh ilmi dört büyük kısma ayrılır: (İbâdât), (Münâkehât), (Mu’âmelât), (Ukûbât). Kitâbımızda
ilk üçünü, lüzûmu kadar yazdık. Aşağıda, ukûbâtı da kısaca bildireceğim. (Dürr-ül-muhtâr) üçüncü cüz’de buyuruyor ki:
Döğerek, kolu keserek, recm ederek, ya’nî öldürünceye kadar
taş atarak veyâ öldürerek yapılan cezâlara (Ukûbât) denir. Ukûbât, arkadan
gelenler demekdir. Günâh işledikden sonra yapıldıkları için, bu ism
verilmişdir. Ukûbât, (Had) ve (Ta’zîr) ve (Kısâs) olarak
üçe ayrılır: (Had) mikdârı, islâmiyyetde
kesin olarak bildirilmiş olan cezâdır. (Ta’zîr) cezâsı
çeşidli olup, hâkimin dilediği kadar verilir. Had, şübhe ile afv olur. Ta’zîr
ise, şübhe ile lâzım olur. Çocuğa had cezâsı verilmez. Ta’zîr cezâsı verilir.
Had cezâsını yalnız hâkim verir. Ta’zîr cezâsını zevc ve günâh işleyeni gören
her müslimân yapabilir. Had için kadın şâhid dinlenilmez. Had zanlısı habs
olunur. Ta’zîr zanlısı habs olunmaz. Had cezâsı mahkemeye düşdükden sonra
şefâ’at ve afv olunamaz. Ta’zîr cezâsı tevbe ile sâkıt olur. Hâkimin duymadığı
günâhın had cezâsı da tevbe ile sâkıt olur.
Beş günâh için had cezâsı vardır: Zinâ, şerâb içmek ve
alkollü içki ile serhoş olmak, kazf, sirkat, yol kesicilik. Had cezâları, suç
işleyince değil, hâkim karâr verince vâcib olur. Had, günâhın temizlenmesine
sebeb olmaz. Günâhdan kurtulmak için tevbe etmesi de lâzımdır. Had, lügatde
men’ demekdir. Kapıcıya haddâd denir. Çünki, herkesin içeri girmesine mâni’
olur.
1 - ZİNÂ YAPARKEN YAKALANANIN
HADDİ: Mükellef olan ve konuşabilen
müslim veyâ gayr-ı müslim kimse, Dâr-ül-islâmda, tehdîd edilmeden arzûsu ile,
serhoş iken veyâ ayık iken, zinâ yapar, yakalanırsa, kadın ve erkeğe had cezâsı
lâzım olur. Dört erkek şâhidin birlikde ve hâkim huzûrunda zinâ hâlinde gördük
demeleri ile veyâ kadın ve erkeğin, dört kerre i’tirâf etmeleri ile anlaşılır.
İkisinden biri inkâr ederse, had lâzım olmaz. İkrârdan sonra vazgeçerlerse,
sâkıt olur. [Ölüm cezâları, habs ve dayak cezâları, mahkeme tarafından emr
edilir ve yalnız devletin bu iş için ta’yîn etdiği me’mûrlar tarafından
yapılır. Hâkim karârı olmadan, kimse kimseyi öldüremez, döğemez. Malına,
canına, ırzına, nâmûsuna, şerefine dokunamaz. Kâfirlere dahî dokunamaz. Harbi,
cihâdı devlet yapar. Devletin, kumandanın emri olmadan, kimse harb yapamaz.
Kâfire bile saldıramaz. Bunların hepsi büyük günâhdır. Hattâ, mü’minin kalbini
incitmek, Kâ’beyi birkaç kerre yıkmakdan dahâ büyük günâhdır. Zinâ yapanları, o
esnâda dört şâhidin birlikde görmeleri, olacak şey değildir. Ancak, umûmî
yerlerde, açıkca yapılınca görebilirler. Bunun içindir ki, Osmânlılarda,
altıyüz sene içinde, bir kerre zinâ şâhidliği yapılmamış, bu sebeb ile hiç
kimse taşlanarak öldürülmemişdir. Buradan anlaşılıyor ki, gizli yapılan günâhı,
başkalarına söylemek de, ayrı bir günâh olur. Bu cezâ, zinâ yapıldığı için
değil, bu çirkin işin yayıldığı içindir. Fuhşa mâni’ olmak içindir.]
Muhsan olan, ya’nî evli olan müslimân erkek ve kadının,
boşanmış, dul olsalar bile, had cezâları, bir meydânda ölünciye kadar
taşlamakdır. Önce şâhidlerin hepsinin taş atmaları şartdır. Şâhidlerden birisi
ölerek, gâib olarak veyâ hâzır olup da, herhangi bir sebeble taş atmazsa, had
sâkıt olur. Kendi ikrârları ile ise, önce hâkimin taş atması lâzımdır. Sonra
ehâlî, herkes atar. Ölünce, yıkanır, kefenlenir, nemâzı kılınır.
Muhsan olmıyan kimsenin had cezâsı, yüz sopa vurmakdır.
Sopa, budaksız olmalıdır. Yaralıyacak kadar kuvvetli vurulmaz. Erkek, önce
soyulur. Bir peştemâl ile bırakılır. Ayakda iken başından, yüzünden ve kasıklarından
başka, her yerine vurulur. Kadının çamaşırları soyulmaz. Palto, manto gibi
kalın elbisesi çıkarılır ve oturtularak döğülür. Dayakdan sonra, hâkim dilerse,
bir sene şehrden çıkarır. Taşlama ve döğme birlikde yapılmaz.
Zimmîye ukûbât cezâlarının üçü de yapılır. Yalnız içki haddi
yapılmaz. Dâr-ül-islâmdaki harbîye ise, yalnız kul hakkı bulunan kazf haddi ve
kısâs yapılır.
Zimmî, müslimân kadın ile zinâ etse, recm olunmaz, döğülür.
Yatağında bulduğu kadını, zevcesi sanarak zinâ yapana ve harbî ile zinâ eden
zimmî kadına ve harbî kadınla zinâ eden zimmî adama had lâzım olur. Bu ikisinde
harbîlere lâzım olmaz. (Fetâvâ-yi Hindiyye)de
diyor ki, (Ücret karşılığı zinâ yapana [meselâ genel evdeki fâhişe ile zinâ
yapana], İmâm-ı a’zama göre had vurulmaz. Mehr-i misl vermesi lâzım olur. İkisi
de şiddetli ta’zîr olunur ve tevbe edinceye kadar habs olunurlar. İmâmeyne
göre, ikisine de had cezâsı yapılır. Şartsız olarak mal vererek zinâ yapana da
had yapılır. Şu parayı al! Bunun karşılığı senden fâideleneyim derse, had
yapılmaz. Çünki, mut’a nikâhı olur. Bu nikâh şübheli olduğu için had lâzım
olmaz. Senin mehrin budur deyip para verirse, had îcâb etmez). Fekat hepsi
harâmdır. Büyük günâhdır. Zinânın had cezâsı yapılmıyan kısmlarının da harâm
olduğu (Berîka)da yazılıdır. Kadının
aldığı ücret harâmdır [Şir’a]. (Pédèraste) olana,
ya’nî livâta yapana had lâzım olmaz, habs ve darb ile ta’zîr olunur. Âdet eden
öldürülür. Livâta yapılmak için tehdîd olunan, öldürmekden başka yol ile
kurtulamayınca, öldürmesi câiz olacağı (Fetâvâ-i
Hayriyye)de yazılıdır. Dâr-ül-harbde zinâ haddi yapılmaz.
El ile istimnâ [Masturbation], zevk için olursa harâmdır.
Ta’zîr olunur. Sükûnet bulmak için câiz, zinâ tehlükesi olursa, vâcib olur
[İbni Âbidîn, orucu bozan şeyler]. Cennetde livâta yokdur. Cennetde habîs iş
yokdur.
[Hıristiyan memleketlerinde, kadınlar, kızlar, başları,
kolları, bacakları açık geziyorlar. Erkekleri fuhşa, zinâya sürüklüyorlar.
Evde, zevcesi yemek pişirirken, çamaşır yıkarken ve evi temizlerken, erkeği
sokakda veyâ iş yerinde hoşuna giden çıplak bir kadınla zevk, safâ, hattâ zinâ
yapıyor. Akşam evine düşünceli ve yıpranmış olarak geliyor. Kötü hayâllere
dalarak, vaktîle beğenmiş, sevmiş, seçerek almış olduğu zevcesinin yüzüne bile
bakmaz oluyor. Evdeki yorgunluğunu gidermek için, alâka ve neş’e bekliyen zevcesi, haklarına kavuşamayınca,
asabî buhrânlar geçiriyor. Âile yuvası bozuluyor. Sokakdaki kadına bakan
erkek, onu kirli çamaşır gibi bırakıyor. Bir başkası ile anlaşıyor. Böylece,
her sene, binlerce kadın ve erkek ve çocukları perişân oluyor. Ahlâksız ve
anarşist oluyorlar. Cem’iyyet, millet çürümeğe, çökmeğe sürükleniyor. Açık, kokulu, süslü dolaşan kadınların, gençlere,
millete ve devlete zararları, alkollü içkilerden ve uyuşdurucu
zehrlerden dahâ çok ve dahâ korkunç oluyor. Allahü teâlâ, kullarının dünyâda
felâkete, âhıretde de şiddetli azâblara yakalanmamaları için, kadınların,
kızların örtünmelerini emr etdi. Ne yazık ki, nefslerinin, şehvetlerinin esîri
olan ba’zı kimseler, Allahü teâlânın emrlerine gericilik, kâfirlerin şaşkın,
çılgın işlerine ilericilik diyor. Bu ilericilerden ba’zısı, meslekdaşları
vâsıtası ile, bir diploma ele geçirmiş. Köşe başlarını paylaşmışlar. Baykuş
gibi ötüyorlar. Her fırsatda islâmiyyete saldırıyorlar. Bu kahramanlıkları(!)
ile târîhî düşmanımız olan hıristiyanlardan, yehûdîlerden ve komünistlerden
alkış ve maddî yardımlar toplayarak güçleniyor, binbir hiyle ile, gençleri
aldatıyorlar. Allahü teâlâ, kendilerine akl versin! Hakkı bâtıldan ayırmalarını
nasîb eylesin!]
2 - İÇKİYE HAD CEZÂSI: Bir damla şerâb içen müslimâna had cezâsı
yapılması lâzım olur. Yarıdan fazla su katılmış olanı içen ve başka içkileri
içen, serhoş olursa had lâzım olur. İspirtonun, şerâb gibi kaba necâset olduğu
sözbirliği ile bildirildi. Fekat, buna şerâbın veyâ başka içkilerin haddinin
yapılmasında ihtilâf olundu. (Müslim)deki
hadîs-i şerîfde, (Serhoş eden her içki şerâb gibi
harâmdır) buyuruldu. Her içkinin damlasını içmek harâmdır. Serhoş
olarak görülen veyâ ağzı şerâb kokan bir kimsenin içki içdiği iki şâhidin haber
vermesi ile veyâ kendinin ayık iken bir kerre söylemesi ile anlaşılırsa, buna,
ayıldıkdan sonra had vurulur.
İçki haddi, seksen sopa vurmakdır.
Benc, ya’nî ban otu [jüskiyam] mubâhdır. Çünki otdur. Fekat
bununla serhoş olmak harâmdır. Çoğu serhoş edenin, azı harâm olması, mâyı’
ya’nî akıcı, sıvı cismler içindir. Fazlası serhoş eden safran, anber gibi katı
cismlerin az mikdârına harâm diyen bir âlim yokdur. Bunlara ve benc otuna necs,
habîs diyen de olmamışdır. Fazlası zehrli otların azını kullanmak câiz, çok
mikdârını kullanmak harâmdır.
İçki ve zinâ hadleri yapıldıkdan sonra, suçun tekerrürü ile
tekrâr yapılır. Vaktinde haber vermesi mümkin olan, bir aydan fazla eski bir
suçun ihbârı, yalnız kazf haddi için ise, kabûl edilir. Suçlunun ikrârı her
zemân kabûl edilir.
3 - KAZF HADDİ: Kazf, fırlatmak, atmak demekdir. İslâmiyyetde
muhsan olan erkek veyâ kadına zinâ lâfı atmak olup, büyük günâhdır. Kazf edilen
kimsenin istemesi ile, kazf edene had vurulur. Ölüye kazf edene, babasının veyâ
çocuğunun istemesi ile had vurulur. İsbâtı ve mikdârı, içki haddi gibidir.
Müslimânı kazf eden harbî de had olunur. Birisi birisine yâ zânî dese, [veyâ
türkcesini söylese] o da, sensin dese, ikisine de had vurulur.
4 - SİRKAT HADDİ: Sirkat, başkasının birşeyini gizlice almak
demekdir. Başkasının az veyâ çok malını, haksız olarak ve rızâsı olmıyarak
almak, ya’nî çalmak veyâ gasb etmek harâmdır. Mükellef olan, ya’nî akllı ve
bâlig olan erkek, kadın, köle, efendi, müslimân veyâ zimmî, gören ve
konuşabilen bir kimse, on dirhem hâlis gümüş
parayı veyâ değerinde olan ve her dinde mütekavvim olan ve durmakla bozulmıyan
bir malı, müslimân veyâ zimmî olan sâhibinin mülkünden, ya’nî başkalarının
iznsiz olarak açmaları veyâ girmeleri câiz
olmadığı yerden, Dâr-ül-islâmda, hepsini bir def’ada gizlice alırsa ve
mal sâhibi de da’vâ ederse, sağ eli bilek mafsalından kesilir ve kan akmaması için
hemen kaynar yağ içine sokulur. Çok sıcak ve çok soğuk havalarda ve ağır hasta olunca
kesilmez, habs olunur. Hava veyâ hasta iyi olunca kesilir. İkinci def’a çalanın
sol ayağı da oynak yerinden kesilir. Üçüncüsünde bir yeri dahâ kesilmeyip,
tevbe edinciye kadar habs olunur. Buradaki dirhem, ondört kırat veyâ 3,36
gramdır ki, on adedinin ağırlığı, yedi miskâl ağırlığındadır. Buna göre, sirkat
nisâbı, otuzüç gram ve altmış santigram gümüş paradır.
[Gümüş kullanılmayıp başka cins para kullanılan yerlerde
yedi gram gümüşün kıymeti, bir gram altın değeri kadardır. Ya’nî altın, aynı
ağırlıkdaki gümüşden, her zemân, yedi def’a dahâ kıymetlidir.
Et, sebze, meyve, süt, çalınca el kesilmez. Çünki, bunlar,
zemânla bozulur. Müslimân veyâ zimmî, müslimânın şerâbını, içkisini çalarsa
kesilmez. Zimmî zimmînin içkisini, hınzırını, leşini çalarsa kesilmez.
Bir kişi, birkaç kimseden, bir def’ada nisâb mikdârı çalarsa
kesilir. İki kişi, bir kimseden nisâb mikdârı çalarlarsa kesilmez. Çünki, bir
hırsızın hissesine nisâbdan az düşmekdedir. Her birine nisâb mikdârı düşerse,
elleri kesilir. Babasının veyâ kendisine bakması lâzım olanın evinden çalarsa
kesilmez.
Hırsızlık, çalanın bir kerre söylemesi veyâ iki âdil erkek
şâhidin haber vermesi ile belli olur. Soruşdurma yapıncıya kadar, sanık habs
olunur. Çünki, had sanıkları kefîl ile bırakılmaz. Şübheli, sâbıkalı olanı,
söyletmek için döğmek câizdir.
İkrâr etmesi veyâ şâhid ile hırsızlık anlaşıldıkdan sonra,
mal sâhibi, bu kimse benim malımı çalmadı veyâ ona hediyye, emânet etmişdim
veyâ şâhidler yalan söylüyor dese kesilmez. Hâkimin, böyle söylemesini teklîf
etmesi sünnetdir. Mal sâhibi afv etdim derse, kesilir. Çünki, had, Allahü
teâlânın hakkıdır. Kul, bunu afv
edemez.
Müslimânın çaldığına iki kâfir şâhid olursa kesilmez. El kesilirken iki şâhidin
de hâzır bulunması şartdır.
Kıymetli taşlar çalınca kesilir. Kıymetsiz olan, parasız ele
geçebilen, odun, ot, balık, kuş, hattâ tavuk, av hayvânı, kireç, kömür, tuz,
saksı, cam [çünki ikisi çabuk kırılır], ekmek, süt, her ta’âm, içkiler,
çalgılar, salîb, oyun âletleri, kapı, câmi’den ayakkabı, Kur’ân-ı kerîm, çocuk,
her çeşid kitâb ve köpek çalmakla, mezâr soymakla, sahrâda saklı malı
çıkarmakla, türbeyi, umûmî yerleri, vakf ve Beyt-ül-mâlı soymakla,
alacaklısından alacağını veyâ benzerini çalmakla had lâzım gelmez. Meselâ,
alacağı altın yerine, gümüş çalması câiz olur. İmâm-ı Şâfi’îye göre
“rahmetullahi teâlâ aleyh” parası yerine, borclusunun eline geçireceği, aynı
kıymetdeki malını alabilir. Zarûret hâlinde Şâfi’î mezhebini taklîd etmek câiz
olur.
Zî-rahm-i mahrem olandan, başkasının malını dahî çalarsa
kesilmez. Süt ile mahrem olandan çalarsa kesilir. Zî-râhm-i mahreminin malını,
başkasının evinden çalarsa kesilir.
Zevcesinden, zevcinden, zî-rahm-i mahrem kadın akrabâsının
kocalarından ve zevcesinin zî-rahm-i mahrem erkek akrabâsından çalarsa
kesilmez. Bu sonunculara (Ashâr) denir.
Ganîmet malından, müşterîye açık olan hamamlardan ve dükkânlardan çalarsa,
müsâfir ev sâhibinden çalarsa, bir hırsız çaldığı şeyi evden çıkarmadan
yakalanırsa kesilmez.
Umûmî yerlerde, meselâ mescidde, trende, vapurda, otobüsde
sâhibinin yanında olan şeyi çalana, sâhibi uykuda iken bile olsa, had yapılır.
Elini sandığa, birisinin yakasına, cebine, koluna sokarak çalanın
kesilir. Hırsız eve girip eşyâyı toplasa, başkası da girip, hırsızı elinde
olanlar ile birlikde yüklenip dışarı çıkarsa, yalnız hırsızın eli kesilir.
Bunun gibi, nemâz kılan birinin üstüne, necâset bulaşık hayvân konsa, nemâzı bozulmaz. Çünki, necâset, nemâz kılanın
üzerinde değil, hayvânın üzerindedir.
Sağ eli kesildikden sonra, çaldığı bu malın bedelini ödemez.
Mal mevcûd ise, sâhibine verilir. Satmış ise, yine sâhibine geri verilir.
Sâhibi parasını müşterîye öder. Hırsızın, malı kullanması harâmdır. Müşterî
kullanmış ise sâhibi müşterîden kıymetini ister. Müşterî de, hırsızdan fiyâtını
geri ister.
Eve hırsız gelip malı götürse, mal nisâb mikdârından az ise
de, hırsızla döğüşmek câizdir. Malı bırakırsa döğüşülmez. Hırsızı öldürürse,
yalnız diyet verir.
5 - YOL KESMEK: Kadın, erkek, müslimân veyâ zimmî, bir veyâ çok
kimse, gece veyâ gündüz, Dâr-ül-islâmda silâh kuvveti ile şehrde veyâ şehrler
arası yollarda müslimân veyâ zimmîlere saldırırsa, bunlara kâtı’ı tarîk veyâ
yol kesici veyâ eşkıyâ denir. Mal soymadan ve cân gaybı yapmadan ele
geçerlerse, dövülür ve tevbe hâli görülünciye veyâ ölünciye kadar habs
olunurlar.
Eğer mal soymuş ve herbirine, sirkat nisâbı kadar düşmüş
ise, had cezâsı olarak sağ eli ile sol ayağı veyâ tersleri kesilir.
Eğer mal almayıp, insan öldürdüler ise, had cezâsı olarak
öldürülürler. Meyyitin velîsi afv edemez. Çünki, had cezâsını kimse afv edemez.
Afv etmek, Allahü teâlâya ısyân etmek olur.
Hem nisâb mikdârı mal almış, hem de adam öldürmüş iseler,
devlet reîsi, altı cezâdan dilediğini verebilir:
1 - Bir eli ile bir ayağını keser, sonra öldürür.
2 - Elini ayağını keser, sonra asar.
3 - Elini ayağını kesmeden öldürür.
4 - Öldürür, sonra asar.
5 - Eli, ayağı kesilmeden asılır.
6 - Yere bir direk diker. Buna, birbirlerine paralel, yatay
iki direk takar. İki
elini
yukarıdaki, iki ayağını aşağıdaki yatay direğe bağlar. Karnına süngü sokup
öldürülür. Öldükden üç gün sonra çıkarılıp, akrabâsına teslîm edilir. Kadın
asılmaz. Mallar ele geçerse sâhiblerine geri verilir. Helâk olanları tazmîn
etmezler.
Eğer nisâb mikdârı mal almış ve yaralamış iseler, el ve ayak
kesilir. Yaralama cezâsız kalır. Zîrâ kesmek ile tazmîn birlikde olmaz.
Eğer nisâb mikdârı mal almamış ve öldürmemişler, yalnız
yaralamışlar ise, hiç had yapılmaz.
Nisâbdan az mal aldıkları zemân öldürseler bile, yine hiç had yapılmıyacağını imâm-ı
Zeyla’î “rahmetullahi teâlâ aleyh” bildirmekdedir. Çünki, yol kesicilerin
maksadı korkutarak mal almakdır. Mal almakla berâber öldürmek de olursa, mal
almak için öldürmek zorunda kaldıkları anlaşılır. Hiç mal almadan öldürürlerse,
maksadlarının, mal almayıp öldürmek olduğu
anlaşılır ve ölüm haddi yapılır. Aldıkları mal nisâbdan az olup, öldürmek
de bulunduğu zemân, maksadlarının öldürmek olmadığı anlaşılarak, hiç had
yapılmaz ise de, öldürdükleri için kısâs veyâ diyet cezâsı verilmesi ve
aldıkları malları tazmîn etmeleri lâzım gelir.
Yol kesenler, döğüşürken öldürülürse, yıkanmaz ve nemâzları
kılınmaz. Sonradan had ve kısâs cezâları ile öldürülünce, yıkanır ve nemâzları
kılınır.
Eğer mal almış ve öldürmüşler, fekat yakalanmadan önce tevbe
etmişler ise, veyâ âkıl bâlig değilse veyâ yolculardan birinin zî-rahm-i
mahremi ise veyâ yolculardan birkaçı, ötekileri soyarsa veyâ şehrde yol keserse
had yapılmaz. Yapdıkları zararı tazmîn ederler, öderler. Ya’nî, katl ve
yaralama varsa, velî kısâs isteyebilir. Mal zâyı’ olmamış ise geri verir, helâk
olmuş ise, kıymetini öder.
[(Mecelle)nin yetmişaltıncı
maddesinde, (Mahkemede da’vâ açandan şâhid istenir. Da’vâlı inkâr ederse, yemîn
etdirilir) diyor. Önce, da’vâcıya şikâyeti sorulur. Sonra, da’vâlının vereceği
cevâb sorulur. Da’vâ olunan, suçunu ikrâr ederse, hâkim da’vâcıya hak verir.
Da’vâ olunan, suçu inkâr ederse, hâkim da’vâcıdan iki şâhid ister. Şâhidlerle
isbât ederse, hâkim da’vâ olunana, şâhidler için ne dersin, der. Kabûl ederse,
da’vâcının haklı olduğuna karâr verilir. Şâhidler yalan söyliyor derse, hâkim,
şâhidleri, güvendiği iki kişiden, önce mektûbla, sonra mahkemede sözlü olarak
sorar. Şâhidlerin âdil oldukları anlaşılırsa, da’vâcı mahkemeyi kazanır. Âdil
oldukları anlaşılmazsa, da’vâcıdan yeniden şâhid istenir. Da’vâcı şâhid
bulamazsa, kendisine da’vâ olunandan yemîn ister misin denir. İsterse, hâkim
da’vâ olunana yemîn etdirir. Yemîn istemezse veyâ da’vâcı yemîn ederse, hâkim
da’vâyı red eder. Yemîn etmezse, da’vâcı mahkemeyi kazanır. Kâfir ve mürted ve
münâfık, müslimâna karşı şâhid ve hâkim olamaz. Böyle hâkimin hükmü sahîh
olmaz.
Yetmişyedinci maddesinde, (Birşeyin değişdiğini söyliyenden
şâhid istenir. Değişmedi diyene yemîn etdirilir) diyor. Mal gasb eden, malın
telef olduğunu söyleyip, değerini vermek isteyince, mal sâhibi, telef olmadı,
malımı isterim dese, gasb eden kimse, iki şâhid getirirse mahkemeyi kazanır.
Yetmişdokuzuncu maddede, (Suçunu ikrâr eden, söyliyen kimse,
cezâsını çeker. Sözümden vazgeçdim demesi dinlenmez). Binaltıyüzyetmişaltı
[1676]. cı ve sonraki maddelerde diyor ki, (Beyyine, kuvvetli delîl, huccet
demekdir. Tevâtür, yalan üzerinde birleşmeleri akla uymıyan cemâ’atin
verdikleri haberdir. Tevâtürde adâlet aranmaz. Tevâtür ilm-i yakîn ifâde eder.
Tahlîf, iki hasmdan birine yemîn etdirmekdir.
Şehâdet, birinin başkasında hakkı bulunduğunu bildirmek
için, hâkim karşısında ve iki hasmın yanında, şehâdet ederim diyerek haber
vermekdir. Kul hakları için iki erkek veyâ bir erkekle iki kadın şehâdet eder.
Şâhidlerin çok olmasının kıymeti yokdur. Muhâkeme dışında yapılan şehâdet
mu’teber değildir. Şâhidlerin gördüklerini haber vermeleri lâzımdır. İşitdim
diyerek, şâhid olmak câiz değildir.
Kul haklarında şâhidlik yapabilmek
için önce da’vâ açılmış olması şartdır. Tevâtür ile bilinene uymıyan beyyine
kabûl olunmaz. Beyyine şâhid mevcûd olma-
sı
demekdir. Beyyine, bir hakkı bildirmek içindir. İnkâr olunan şey için şâhidlik
yapılmaz. Şâhid ile da’vâlı arasında düşmanlık bulunmamak lâzımdır. Şâhidin
âdil olması şartdır. Âdil, hasenâtı, seyyiâtına gâlib olan kimsedir. Şâhidlerin
sözleri birbirine uymazsa, şehâdetleri makbûl olmaz. Şehâdet etdikden sonra vaz
geçen şâhid ta’zîr olunur ve hükm olunan malı tazmîn eder.)]
ŞÂHİDLİK:
(Tercemet-ül-muhtasar) adındaki (Nikâye)nin
fârisî şerhınde diyor ki: Birinin başkasında bulunan hakkını haber verene (Şâhid) denir. Şâhid, üzerinde hak bulunandan öğrendiği veyâ başkasından işitdiği
hakkı, mahkemede şehâdet eder. İhbar üç dürlü olur: a) Yukarıda
bildirdiğimiz şâhidlikdir. b) Kendinin başkasında bulunan hakkını haber
vermekdir. Buna (Da’vâ açmak) denir. c)
Başkasının kendinde olan hakkını, ihbâr etmekdir. Buna (İkrâr) etmek denir. Şâhidlik söz ile olur, yazı
ile olmaz. [Vakf sonu.]
Da’vâcının istediği zemân şâhid olmak vâcibdir. Bildiğini
kâdîdan [ya’nî hâkimden] gizlemek câiz değildir. Had cezâlarında ise, bildiğini
gizlemek efdaldir. Zinâ için dört erkek şâhid, kısâs için ve diğer had cezâları
için iki erkek şâhid lâzımdır. Had ve kısâsda kadınların şâhidliği kabûl
edilmez. Bekâret ve velâdet ve kadın aybları için bir kadın, başka haklar için
iki erkek yâhud bir erkek ile iki kadın şâhid lâzımdır. Şâhidin âdil olması ve
şehâdet ederim demesi lâzımdır. Büyük günâh işlemiyen ve küçük günâha devâm
etmeyen ve hasenesi seyyiesinden çok olan müslimâna (Âdil)
denir. Raks ile, söz ile [şarkı, çalgı ile] başkalarını eğlendirenin
şâhid olamıyacağı, (Mecelle)nin 1705. ci
maddesinde yazılıdır. Müslimânı seb’ etmek, kötülemek büyük günâhdır. Adâleti giderir.
Bunun için, vehhâbîlerin ve şî’îlerin şâhidlikleri kabûl olmaz. Had ve kısâsdan
başka şeylerde, başkasından işitmekle de şâhidlik yapılır. Böyle, şâhid sayısı iki kat olmak lâzımdır. Yalancı
şâhidlik, büyük günâhdır. (Mecelle)nin
1660. cı maddesinde diyor ki, (Ödünc vermekden veyâ satışdan ve kirâdan,
vedî’a, âriyet, vergi, mülk, akar ve mîrâsdan olan şahsî alacakları için, onbeş
hicrî sene özrsüz terk edilmiş da’vâlar, borclu inkâr ederse, dinlenmez. Ya’nî
mürûr-i zemâna uğrarlar. Fekat, alacaklıların hakkı zâyı’ olmaz. Ya’nî, borclu
ikrâr edince, borcunu ödemesi her zemân lâzım olur).
İki kimsenin, aralarında uyuşamadıkları kul hakkı için, bir
veyâ birkaç müslimânı hâkim ta’yîn etmeleri câizdir. Buna, (Tahkîm) denir.
Hâkimin âdil ve fıkh bilgisi olması şartdır. [Rûh-ul
Mecelle 1793.] Bu hâkimin vereceği hükme itâat etmeleri lâzımdır.
Ta’yîn etdikleri kimsenin kâdîlık şartlarına mâlik olması lâzımdır. Kâfir ve
fâsık tahkîm edilmez. Kısâs ve hudûdda tahkîm câiz değildir. Bunun hükmü bir
üçüncü şahsa şâmil olmaz. Meselâ, ayblı olan malın satıcıya reddine karâr
verirse, bu satıcı da, kendine satana red edemez. İkisinden birinin ikrâr
etmesi veyâ nükûl etmesi, ya’nî vazgeçmesi ile veyâ şâhidleri dinlemek ile
karâr verir. Kardeş, ana, baba, evlâd ve zevcesi için hâkim olmak câiz
değildir. Hükm vermeden evvel, herbiri hâkimi azl edebilir. Verdikden sonra azl
edemez, meşrû’ ve fitneye sebeb olmıyan hükmünü red edemezler. [Mecelle 1841.]