(İbni Âbidîn)de ve Âtıf beğin
“rahmetullahi teâlâ aleyh” (Mecelle)nin
1045 ve 1060 ve 1329 uncu maddeleri ve sonrası şerhlerinde diyor ki:
Şirket, ortaklık demekdir. İslâmiyyetde, şirketler iki
kısmdır:
1 - Mülk şirketi: İki
veyâ dahâ çok kimsenin, mîrâs veyâ hediyye sûreti ile veyâ parasını belirli
oranda verip satın alarak, ayn veyâ deyn olan bir mala berâber sâhib olmalarıdır.
Yâhud, mallarını, ayrılamıyacak şeklde, karışdırıp ortak olmalarıdır. Birincisinde,
ortak malın her parçasında, her dânesinde ortakdırlar. İkincisinde ise, her
birinin dâneleri diğerinin dâneleri ile karışmışdır. Birincisinde, hisse-i
şâyı’asını dilediğine satabilir. İkincisinde ise, ancak ortaklarına veyâ
onlardan izn alarak dilediğine satabilir. Ortak binâdan ve tarladan, kendi
malının mikdârı nisbetinde ve diğerlerinin hisselerine zarar vermiyecek şeklde,
istifâde edebilir. İznsiz başkalarına kullandıramaz.
İzn verenlerin hisselerini de kullanabilir. Mislî olanlardan hissesini fâiz
olmıyacak şeklde ayırıp kullanabilir. Meyveden hissesini yiyebilir. Çürüyecek,
bozulacak şeyleri satıp, semenini ortaklarına dağıtır. Hissesini iznsiz herkese
satabilir. Satın al veyâ hisseni bana sat diye zorlanılmaz. Ortaklaşa sığır
kurban edenlerin, bu kurban etinde olan hisseleri de, mülk şirketi olur. Üçüncü
kısmda, onbirinci madde sonuna bakınız!
Mülk şirketinin çeşidleri, ortakların hakları, düyûn-i
müştereke, müşterek malın taksîmi, menfe’atlerin taksîmi, apartmanlarda
oturanların müşterek hakları, (Mecelle)de
binkırkbeşinci [1045] maddeden başlıyarak uzun yazılıdır.
2 - Akd ile ya’nî sözleşerek
kurulan şirketdir: Bir yazılı mukâvele yaparak, ortakların kabûl
etmesi ile kurulur. Birinin vazgeçmesi ile şirket bozulur. A’zâdan birine, kârdan
mu’ayyen birşey verilmesini şart koymak şirketi bozar. Sermâye mal olduğu zemân,
sermâyenin, altın veyâ gümüş veyâ geçer her çeşid para olması ve mevcûd ve ma’lûm
olması lâzımdır. Deyn [alacak] olan para ve urûz, ya’nî hacm ile, vezn ile,
sayı ile ölçülen şeyler sermâye olamaz. Bunlar ve binâ önceden müşterek
bulunurlarsa, imâm-ı Muhammede göre “rahmetullahi teâlâ aleyh”, sermâye
olabilirler. Malları önceden müşterek değilse, müsâvî kıymetdeki mallarının ya-
rılarını
birbirlerine satarlar. Bir kimse malını başkasının dükkânında satmak şartı ile
şirket fâsidolur. Kâr satıcının olmak ve dükkân sâhibine ücret vermek lâzımdır.
Akd ile şirket yedi dürlü olur:
A) Mufâvada, ya’nî müsâvât
şirketi: Şirket malının hepsini kullanmak hakkı ve koydukları
sermâyenin hisse mikdârı ve kâr taksîminin, bütün şerîkler için müsâvî olması
ve şerîklerin müslimân olması şartdır. Herbirinin, sermâyesinden başka parası
bulunmaması da şartdır. Bu dört şartdan biri bulunmazsa, ikinci kısm şirket (Inân şirketi) olur. Şerîklerden herbiri, diğerlerinin
kefîli ve vekîlidir. Ortaklar, şirketin borclarından ve te’ahhüdlerinden
müteselsilen ve bütün malları ile mes’ûldürler. Meselâ, bir şerîk, birşey satın
alsa, satıcı, parasını diğer şerîklerden istiyebilir. İmâm-ı Ebû Yûsüfe göre,
zimmî [gayr-i müslim] de şerîk olabilir. Şirket nizâmnâmesine (Mufâvada) kelimesini yazmak veyâ bütün şartları
sıralamak lâzımdır. Hisse bedellerini şirkete teslîm veyâ bunları karışdırmak
şart değildir.
Mufâvada ve Inân ve mudârebe şirketleri, altın, gümüş lira
ve kuruşlarla, altın ile gümüş eşyânın para gibi geçdiği yerlerde, bu eşyâ ile
ve [imâm-ı Muhammede göre] her geçer akça [meselâ kâğıd lira] ile kurulur veyâ
vezn, hacm, aded ile ölçülen bir cins malı, müsâvî mikdârda karışdırdıkdan
sonra kurulabilir. Malın herhangi parçası satılınca, parası ve kârı bütün
şerîkler arasında müşterek olur. Avrupalılar, mufâvada şirketini müslimânlardan
alıp, Kollektif şirket demişlerdir.
B) Inân şirketi: Şerîklerin, birbirine vekîl olup, kefîl
olmadıkları şirketdir. Kefîl olmaları da ayrıca
şart edilebilir. Sermâye hisselerinin müsâvî olması şart değildir. Kârın nasıl
taksîm edileceği bildirilmezse, şirket fâsid olur. Şirket, bir veyâ çeşidli
ticâret yapar. Kâr nisbeti, hisseye göre değil, şartnâmeye göredir. Şerîklerden
bir kısmı,
şirketde çalışırsa, kârdan ayrıca ücret alır. Şerîklerin hepsinin veyâ bir
kısmının çalışması şart edilirse: (Sermâyeler ve işleri müsâvî olup,
ba’zılarına veyâ ba’zıları çalışıp, çalışanlara fazla nisbetde kâr vermek câiz
olduğu gibi, sermâyeler farklı olup, sermâyesi
az olanlar çalışıp, kârı müsâvî olarak bölmek câiz olur. Sermâyesi çok olanın
çalışmasını şart etmek câiz olmaz ve kâr, sermâyeler nisbetinde bölünür.
Şirketde çalışmıyanlara veyâ işi az olanlara, sermâye nisbetinde fazla kâr câiz
değildir). Müşterîye karşı zemânı, ya’nî mes’ûliyyeti kabûl etmek de, iş görmek
sayılır. Bunun için, dükkân sâhibi veyâ usta, çırağının aldığı ücretden de pay
alır.
Şerîklerin çalışması şart edilmezse, kendiliklerinden iş
görmüş olurlar. İş yapmıyanlar da, kârdan fazla nisbetde alabilirler. Yalnız
sermâyesi çok olanların vazîfe almasını şart etmek câiz olur. Sermâyesi olan
bir kimse, iki misli para da başkasından alıp, iş yaparak, kazancın bir kısmı
kendine, iki katı, para verene olması câizdir. İş şart olmakla berâber, kârın
dörtde üçü para verene olması câiz değildir. Sermâyeyi karışdırmak, burada da
şart değildir. Kefîl olmadıkları için, dışarıya olan borcu, yalnız satın alan
öder ve vekîl oldukları için de, şirket malından öder. Zararlar, âfetler, dâimâ
sermâye nisbetinde bölünür. A ve B şirketlerinde şerîklerin, yabancılara
şirketden sermâye, mudârebe ve emânet vermek, ücretle adam ve sâire tutmak ve
vekîl tutmak hakkı vardır. Fekat başkasına borc ve hediyye veremezler. Şirket
malı, şerîklerde emânet olduğundan, elinde helâk olunca tazmîn etmezler.
C) Şirket-i a’mâl
veyâ Sanâyı’ şirketi: İki
veyâ dahâ ziyâde san’at sâhibleri başkasından iş kabûl edip ücretini veyâ bir
fabrika kurup i’mâlât kârını taksîm ederler. İş, işçilik müsâvî, kâr farklı
olabilir. Bir şirketin alacağı sipârişi, her şerîk yapar. Her şerîk iş kabûl
eder ve satış yapar. Herbirinin kazancına ve zararına, her şerîk,
sözleşmelerindeki oranda ortakdır. Sanâyı’ şirketi, mufâvada ve ınân şeklinde
olabilir. Inân şeklinde, kârın bölünmesi, çalışma nisbetinde olmıyabilir.
Dükkân birinin, âlât edavât ötekinin olmak üzere şirket sahîh olur. Hammâlların
şirket
kurmaları sahîh olur.
D) Vücûh, ya’nî
i’tibâr [kredi] şirketi: Sermâyesiz olup, halk arasında emniyyet ve
i’tibârları ile veresiye mal alıp satmak üzere kurulan şirketdir. Kâr, malın
helâki veyâ ziyândaki tazmîn nisbeti şartına göre taksîm edilir. Mufâvadada bu
nisbet yarı yarıyadır ve şerîkler birbirine kefîl de olur. Mufâvada denmez ise,
satın alınan malın tazmîni nisbeti, ınân şirketinde hangi nisbetde ise, kâr bu
nisbet üzere bölünür. Inânda kâr, bu nisbet dışında da bölünüyordu. Burada ise,
kâr nisbeti, tazmîn nisbetinden başka olamaz.
Câiz olmıyan [fâsid] şirketler: Vekîl tutmak câiz
olmıyan şeylerde, meselâ, odun, ot toplamak, yimek için avlamak, su dağıtmak
için ve dağlardaki sâhibsiz ağaclardan meyve toplamak ve umûma mubâh olan
yerden tuz, ma’den çıkarmak ve böyle toprakdan
yapılmış tuğla ve kiremidi pişirmek gibi mubâh olan şeyleri yapmak için şirket
kurmak sahîh değildir. Herkesin topladığı kendisinin olur. Yardım eden olursa,
ona ücret verir ve ücret, toplanan şeyin semeninin yarısını geçemez.
Çünki, şirketde ortaklar birbirlerine vekîl olurlar. Vekîl yapmak demek,
birşeyi tesarruf etmeğe hakkı olmıyan kimseye, bu şeyi tesarruf etmeğe, ya’nî kullanmağa
hak vermek demekdir. Herkesin tesarruf etmeğe hakkı olan, ya’nî herkese mubâh
olan şeylerde vekîl yapmak sahîh olmaz. Fâsid şirketlerde, kâr sermâye
nisbetinde olur. Şerîklerin fesh etmesi ile şirket bozulur.
E) Mudârebe
şirketi: Mudârebe, yer yüzünde
yürümek demekdir. Şerîklerden bir kısmı sermâye vermek, bir kısmı da iş yapmak
üzere kurulur. İş yapanlara, (Mudârib) denir. Kâr, önceden sözleşilen oranda
paylaşılır. Sermâye, iş yapanlarda emânetdir. Telef olursa ödemezler. Helâk
olduğunu, yemîn ederek söyleyince, sözleri kabûl edilir. Sermâye verenler, iş
yapamaz. Sermâyenin, altın, gümüş veyâ başka geçer para olması lâzımdır. Urûz
verip, bunu sat, parası ile ticâret yap derse, satıp bedelini sermâye yapınca,
mudârebe şirketi olur. Filandaki alacağım olan şu kadar lirayı al da, mudârebe
ile kullan dese, sahîh olur.
İbni Âbidîn, ınân şirketinde diyor ki, imâm-ı Zeyla’î
buyuruyor ki: (Sermâye sâhibi, iş gören tarafından, parasının ödenmesini
istiyorsa, paranın çoğunu ona ödünc verir. Sonra, az bir para vererek, iş
yapmak şart edilmeksizin onunla ınân şirketi kurar. Fekat, mal sâhibi iş
yapmaz. Kâr olursa, hâzırladıkları şartnâmeye göre taksîm ederler. Sermâye
helâk, ziyân olursa, iş gören, borcunu öder). Burada, iş şart edilmeyip, borclu
şartsız çalışıyor ve para sâhibi, kârın yarıdan fazlasını alabiliyor ve ayrıca
borcunu da alıyor. İbni Âbidîn şirketler sonunda buyuruyor ki: Bir kimse,
birisine bin altın verip, yarısını sana ödünc veriyorum, yarısını da mudârebe
için veriyorum. Kâr yarı yarıya olsun! Veyâ yarısını borc verdim, yarı yarıya
şirket kuralım. Kâr yarı yarıya olsun, derse câizdir. Kârın hepsi iş yapanlara
şart olursa, sermâye bunlara borc verilmiş olur. Kâr mal sâhiblerine ise, iş
yapan ücretsiz vekîl olur. Mudârebe fâsid olursa, iş yapan ücretli işçi olur.
Kârın hepsi, sermâye sâhibinin olur. Sermâye sâhibi, buna, emsâlinin aldığı
ücreti verir. Mudârebede, paranın iş yapana teslîm edilmesi ve sözleşirken
kârın taksîm oranının belli edilmesi lâzımdır. Bir tarafa mu’ayyen bir kâr şart
olursa, akd bozulur. Zarar, ziyân iş görenlere âid olmak şartı boşdur ve
şirketi bozmaz. Zarar, mal sâhiblerine âiddir. Müddeti ve yeri şart olmazsa, iş
yapanlar, malı, alışverişde kullanır, vekîl tutar, sefere çıkar. Emânet, rehn
ve kirâya verir. Çünki, bunlarda hep kâr vardır. Fekat, borc alıp vermek,
sadaka vermek, hediyye vermek, mal sâhiblerinin arzûsu ile olabilir. Mal
sâhibleri, ticâreti bir şehrde ve bir cins eşyâ ticâretinde ve belli zemânda ve
belli tüccârlar ile diye şart edince, işi yapanların buna uymaları lâzımdır.
Uymayıp ve ziyân ederlerse öderler. Kâr ederlerse kendilerinin olur. İş
yapanlar zarar ederse, ödemezler. İş görenler, sermâyeden kendilerine sarf
edemezler. Sefer ederse, yime, içme ve yolluk alabilir, âdetden fazla alamaz.
İş görecek olan kimse, aldığı parayı iş için kullanmayıp, kendi ihtiyâclarını
karşılamak-
da
sarf ederse, bu hâl iki âdil şâhid ile isbât edilirse, tazmîn etdirilir. Para
sâhibi, dilediği zemân, iş yapanı azl eder.
F) Müzâre’a şirketi: Harman yapılan şeyleri yetişdirmek
için, tarla ya’nî toprak birinden, işçilik diğerinden olmak ve mahsûlü,
sözleşilen nisbetde paylaşmak üzere, iki kişi arasındaki şirketdir. Zirâ’at
şirketi, imâm-ı Ebû Yûsüf ve Muhammede “rahimehümallahü teâlâ” göre, aşağıdaki
ondört şartla yapılır:
1
- Tarla zirâ’ate elverişli olmalıdır.
2 -
Şirket kuranlar, müslimân, âkıl ve bâlig olmalı. İmâm-ı a’zama göre bâlig olmaları
şart değildir.
3 - Şirket müddeti belli olmalıdır.
4 - Tohum kimden olacağı belli olmalıdır.
5 - Tohumun cinsi belli olmalıdır.
6 - Tohum vermiyenin mahsûlden alacağı yüzde mikdârı
belli olmalıdır.
7 - Şerîklerden birine, mahsûlden belli bir mikdâr veyâ
tarlanın mu’ayyen yerinden ayrılmıyacakdır.
8 - Tarla sâhibi, tarlayı şerîkine teslîm edecekdir.
9 - Mahsûl, tohumluk olarak bir mikdâr ayrılmadan
taksîm olunacakdır. Mahsûlün uşrunu, taksîmden önce ayırmağı şart etmek
câizdir.
10 -
Mahsûlün dâne kısmı taksîm edilecek, saman taksîm edilecek veyâ tohum sâhibinin
olacakdır.
11 - Tarladan alınan mahsûlü taşımak, biçmek,
harman etmek, savurmak masrafları, taksîmden önce ayrılır. İşçilik yapan şerîke
âid olmak da câizdir.
12 - Mahsûlü almadan önce
yapılan masraflar, işçilik eden şerîke âid olacakdır.
13 - a) Tohum, toprak
sâhibine, öküz veyâ makina ise, çalışana.
b) Tohum ve öküz veyâ makina,
çalışana.
c)
Tohum ve
öküz veyâ makina, tarla sâhibine olmak câizdir.
14 - a)
Öküz veyâ makina, toprak sâhibine, tohum ise çalışana.
b) Tarla sâhibi çalışıp, tohum ve öküz diğer
şerîke.
c)
İş ve öküz,
tarla sâhibine, yalnız tohum diğer şerîke câiz değildir.
Yukarıdaki maddelere uymıyan şartlar şirketi bozar ve
mahsûlün hepsi, tohum sâhibinin olup, diğerine ücret verilir. Ücreti,
şartnâmedeki hissesini aşamaz.
Müzâre’aya verilmiş toprağı, toprak sâhibi başkasına
satarsa, müşterî toprak kurtuluncıya kadar bekler. Yâhud, mahkeme yolu ile
bey’i fesh etdirir.
G) Müsâkât şirketi: Bağda
üzüm, bağçelerde meyve ve bostanlarda sebze yetişdirmek için, toprak sâhibi
ile, çalışacak kimse arasında yapılan şirket olup, müzâre’a gibi olur. Çalışan
hastalanırsa, şirket bozulur. Ağaç dikip yetişdirmek için şirket kurulmaz. Eğer
kurulursa, yetişen ağaçlar, toprak sâhibinin olup, çalışana ücret verir.
Aşk, öyle ateşdir ki, parlayınca,
ma’şûkdan başka herşeyi yakdı.
Hakdan başkasını öldür, (lâ) kılıncıyla,
lâ dedikden sonra, bak ne kaldı.
Yalnız (illallah) görürsün, bakınca,
Sevin! Ortaklar, yandı kalmadı.