(Kimyâ-i
se’âdet) kitâbında, beşinci bâbda buyuruyor ki: Bir kimsenin
dünyâ ticâreti, âhıret
ticâretine mâni’ olursa, bu kimse bedbahtdır, zevallıdır. Bir çömlek almak
için, altın kupa verene ne denir? Dünyâ, saksı parçası gibidir. Hem
kıymetsizdir, hem de çabuk kırılır. Âhıret ise, altından kupa gibidir ki, hem
çok kıymetlidir, hem de dayanıklıdır, kırılmaz. Hattâ hiç tükenmez. Dünyâ
ticâretinin âhırete yaraması için ve Cehenneme sürüklememesi için, çok uğraşmak
lâzımdır. İnsanın sermâyesi, dîni ve âhıretidir. Bu sermâyeyi kapdırmamak için,
çok uyanık olmak lâzımdır. Dînini kayırmak istiyenler yedi şeye dikkat
etmelidir:
1 - Her sabâh şöyle niyyet etmelidir ki, kendisinin ve
evlâd ve âilesinin rızkını kazanmak, onları kimseye muhtâc bırakmamak, Allahü
teâlâya râhat ve temiz ibâdet edebilmek, âhıret yolunda yürüyebilmek için,
vazîfeme gidiyorum demelidir. O gün müslimânlara iyilik, yardım ve nasîhat,
emr-i ma’rûf, nehy-i münker yapmağı, kalbinden
geçirmelidir. Nemâzda kusûr edenlere, günâh işliyenlere, emr-i ma’rûf yapmalı,
onlara göz yummamalıdır. Böyle niyyet eden
bir tüccâr, bir me’mûr, bir muallim ve bir hâkim ve bir subay,
vazîfesini yapdığı kadar, hep sevâb kazanır. Onun her işi, ibâdet olur. Dünyâda
kazandığı şeyler de, caba olur.
2 - En az, binlerle insan çalışmayacak olursa,
kendisinin birgün bile yaşıyamıyacağını düşünmelidir. Meselâ, çiftçi, fırıncı,
dokumacı, demirci, iplikci ve dahâ nice san’atkârlar, hep onun için çalışıyor.
O hepsine muhtâcdır. Herkes onun için çalışıp,
ona hâzırlayıp da, onun boş oturması, kimseye fâideli olmaması doğru olur mu?
Bu dünyâda herkes yolcudur. Geldik gidiyoruz. Yolcuların birbirlerine
yardım etmesi, el ele vermeleri, kardeş gibi olmaları lâzımdır. Her müslimân
böyle düşünmelidir. Vazîfesine başlarken, müslimân kardeşlerime yardım etmek,
onları râhat etdirmek için çalışacağım. Din kardeşlerim benim işimi gördükleri
gibi, ben de, onlara hizmet
edeceğim demelidir. Her müslimân iyi bilsin ki, bütün san’atler, farz-ı
kifâyedir. Bunu düşünerek, bir san’ate yapışmak, ibâdet etmek olur. İster
kitâblı kâfirler keşf etsin, ister kitâbsız kâfirler bulsun, her san’ati
öğrenmek ve hele, harb vâsıtalarını en modern, en ileri şeklde yapmağa çalışmak
farzdır. Bu vâsıtaları yapabilmek için, gerekli ilmleri, dersleri mekteblerde,
bu niyyet ile okutmak ve okumak hep ibâdet olur. Nemâz kılan insanın bu niyyet
ile, her işi ibâdet olur. Nemâz kılmıyanların her hareketi de günâh olur. O
hâlde, her müslimân, nemâzını kılmalı, sonra farz olduğunu düşünerek, vazîfesini
yapmalıdır. İş görürken niyyetin doğru olmasına alâmet, insanlara fâideli olan
bir meslek, bir san’at seçmekdir. Ya’nî, öyle bir iş görmeli ki, eğer o iş
olmasa, müslimânlar sıkıntı çekerdi. O hâlde, keyf, oyun ve benzerlerine, san’at
dense de ve harâm işleyenlere san’atkâr ismi verilse de, bunları yapmak ibâdet
olmaz. Hattâ, harâm olmıyan, mubâh olan, fekat insanlara lüzûmlu olmıyan
san’atleri seçmemelidir. Hadîs-i şerîfde
buyuruldu ki, (En iyi ticâ-
ret, bezzâzlıkdır, kumaş
satmakdır. En iyi san’at, terzilikdir).
3 - Dünyâ işleri, âhıret için çalışmağa mâni’
olmamalıdır. Âhıret için ticâret yeri câmi’lerdir. Münâfıkûn
sûresi, dokuzuncu âyet-i kerîmesinde meâlen, (Mallarınız
ve çocuklarınız, Allahü teâlâyı, hâtırlamanıza mâni’ olmasın!) buyuruldu. Halîfe Ömer “radıyallahü anh” buyurdu
ki, (Ey tüccârlar! Önce âhıret rızkını kazanın! Sonra dünyâ rızkına çalışın!).
Ticâretle meşgûl olan büyüklerimiz, sabâh ve akşamları âhıret için çalışır,
Kur’ân-ı kerîm okur, ders dinler, tevbe ve düâ eder, ilm öğrenir ve gençlere öğretirlerdi. Kelle kebâbı, sabâh çorbası gibi
şeyleri çocuklar ve zimmîler satardı. Çünki, müslimânlar, sabâh, akşam
câmi’lerde bulunurdu. İnsanların amellerini yazan ikişer melek, her sabâh ve
akşam değişmekdedir. Bir hadîs-i şerîfde buyuruldu ki, (Melekler insanların amel defterlerini götürdükleri zemân,
başında ve sonunda iyi iş yazılı ise, gün ortasında yapılanları ona
bağışlarlar). Yine buyurdu ki, (Gündüz
ve gece melekleri, sabâh ve akşam, gidip gelirken birbirleri ile karşılaşırlar.
Hak teâlâ, [giden meleklere], kullarımı
nasıl bırakdınız? buyurur. Yâ Rabbî! Nemâzda bulduk ve nemâz kılarken bırakdık,
derler. Allahü teâlâ da, şâhid olun, onları afv etdim buyurur). Müslimân
tüccârlar, san’at sâhibleri, gündüzleri de, ezân sesini duyunca, işini hemen
bırakıp, câmi’e koşmalıdır. [Dînini seven ve kayıran bir imâm bulursa, ona
uymalı, dînini dünyâya değişen, ibâdete harâm, bid’at karışdıran,
müslimânlıkdan haberi olmıyan imâm ve hâfızların yanına, sesine, sözüne
yanaşmamalıdır.] Büyüklerimiz, (Ticâretleri,
satışları, Allahü teâlâyı unutmalarına sebeb olmaz) âyet-i kerîmesine
ma’nâ verirken diyor ki, demirciler vardı. Demir döğerken, ezân okununca,
çekici kaldırmış iken, demire vurmaz, bırakıp nemâza koşarlardı. Ve terziler
vardı. İğneyi sokunca, ezân okunsaydı, o hâlde bırakıp, cemâ’ate koşarlardı.
4 - Çarşıda, işde
Allahü teâlâyı zikr, tesbîh etmeli, her ân Onu hâtırlamalıdır. Dili ve kalbi
boş kalmamalıdır. İyi bilmelidir ki, o ânda kaçırdığını, bütün dünyâyı verse,
bir dahâ eline geçiremez. Gâfiller arasındaki hâtırlamanın sevâbı çok olur.
Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” buyurdu ki, (Gâfiller arasında Allahü teâlâyı zikr eden kimse, kurumuş ağaclar
arasında bulunan yeşil fidân gibidir ve ölüler arasındaki cânlı gibidir ve
harbde kaçanlar arasında, arslan gibi döğüşenler gibidir). Bir kerre
buyurdu ki, (Çarşıya giderken, lâ ilâhe illallah,
vahde hü lâ şerîke leh, le hül mülkü ve le hül hamdü, yuhyî ve yümît, ve hüve
hayyün lâ yemût, bi yedi-hil-hayr, ve hüve alâ külli şey’in kadîr diyen
kimseye, iki milyon sevâb yazılır). [Bu hadîs-i şerîfde olduğu gibi,
sevâb veyâ günâh mikdârını, göklerin büyüklüğünü, uzaklıklarını ve âhıretdeki
zemânları ve dünyânın yaradılışını ve mahlûkların sayısını bildiren hadîs-i
şerîflerdeki çeşidli rakamlar, mikdâr sayısını göstermek için değil, mikdârın
çokluğunu anlatmak içindir. Meselâ bir kimseye, birkaç def’a, zahmet çekerek
gidip bulamıyarak cânı sıkılan biri, o kimseyi görünce, seni on def’a aradım,
bulamadım, demesi gibidir.] Cüneyd-i Bağdâdî “kuddise sirruh” buyurdu ki, (Pazarda
çok kimse vardır ki, sôfîler halkasında oturanlardan dahâ kıymetlidir). Bir
kerre de buyurdu ki: (Öyle kimse tanıyorum ki, pazarda hergün üçyüz rek’at
nemâz kılmakda ve otuz bin tesbîh okumakdadır). Ba’zısı demişdir ki, bu kimse,
kendisidir. Hulâsa, dîne, ibâdetine yardım niyyeti
ile dünyâya çalışanlara, hep böyle sevâb vardır. Yalnız para kazanıp, dünyâ
malı toplamak için çalışanlar, sevâbdan mahrûm kalır. Hattâ bunlar,
câmi’de, nemâzda iken de, kalbleri dükkânın hesâbındadır. Fikrleri dağınıkdır.
5 - Dünyâ işlerine çok düşkün olmamalıdır. Meselâ, çarşıya herkesden önce gidip, herkesden sonra çıkmamalı. Tehlükeli ve uzun yollara gitmemelidir. Mal kazanmak için, deniz [ve hava] yolculuklarına dalmamalıdır. Mu’âz bin Cebel “radıyallahü anh” buyuruyor ki, (Şeytân, pazarda, yalan, hîle, hıyânet ve yemîn etdirerek müslimânları günâha sokmağa çalışır. Önce gidip, geç çıkanlara dahâ çok asılır). Hadîs-i şerîfde buyuruldu ki, (Tüccârın, esnâfın en kötüsü, erken gidip, geç dö-
nenlerdir).
Sabâh nemâzı kılmadan ve kitâb okuyup birkaç şey öğrenmeden işe
gitmemeği âdet edinmelidir. İhtiyâcı kadar dünyâlık kazanınca, âhıreti
kazanmakla meşgûl olmalıdır. Çünki, âhıret hayâtı sonsuzdur ve ona ihtiyâc dahâ
çokdur ve âhıret ticâretinde iflâs etmek üzeredir. İmâm-ı a’zam Ebû Hanîfenin
hocası Hammâd “rahmetullahi teâlâ aleyh”, ticâret yapardı. Baş örtüsü satardı.
Hergün, iki habbe kazanınca eşyâyı toplar pazardan çıkardı. Büyüklerden ba’zısı
dükkâna, haftada iki gün giderdi. Bir kısmı da, Cum’adan başka hergün gider,
öğle nemâzında geri dönerdi. Bir kısmı nihâyet ikindiye kadar alışveriş ederdi.
Hepsi ihtiyâcı kadar kazanınca câmi’e gider, ibâdetle, ilm öğrenmekle akşamı
yapardı.
6 - Şübheli şeylerden kaçınmalıdır. Harâma yaklaşan
zâten âsî, fâsık olur. [Şübhe etdiği şeyleri, Ehl-i sünnet kitâblarından
öğrenmelidir. Câhil hâfızlara, hocalara ve her kitâba güvenmemelidir.] Kalbine
sıkıntı getiren şübheliyi almamalıdır. Zâlimlerle, hîle, hıyânet edenlerle,
yemîn ile satanlarla, dükkânında harâm şey satanlarla alışveriş etmemelidir.
Zâlimlere, fâsıklara veresiye satmamalıdır. Çünki, öldükleri zemân üzülür.
Hâlbuki, zâlimler [ya’nî müslimânlara ve islâmiyyete eli ile, dili ile, kalemi
ile zarar yapanlar] ölünce üzülmek günâhdır. Onlara yardım etmek câiz değildir.
Meselâ, din ile alay edenlere, yalan yanlış kitâblar yazarak dîni yıkmağa
uğraşanlara kâğıd satmak günâhdır. Velhâsıl, herkesle mu’âmele etmemelidir.
Doğru insan aramalıdır. Bir zemân vardır ki, bir tâcir, her istediği ile
mu’âmele edebilirdi. Çünki, herkes, alışveriş ilmini biliyor ve bildiğine göre hareket ediyordu. Sonraları öyle zemânlar
geldi ki, birkaç kişi ile mu’âmele edilemezdi. Dahâ sonraları ise, ancak
birkaç kimse ile mu’âmele edilebilir oldu. Bir zemân gelmek korkusu vardır ki,
alışveriş edecek kimse bulunamıyacakdır. Bunu çok zemân önce, söylemişlerdir.
Bizler, belki de, büyüklerimizin korkduğu o zemâna kaldık. Kim ile olursa
olsun, alışveriş edilmekdedir. Câhil hâfızlar, yangına körükle gidip, (Bugün
dünyânın her tarafı böyle oldu. Her yerdeki mala harâm karışdı. Harâmdan
kurtulmak imkânsız oldu) diyorlar. Bu söz, çok yanlışdır. Hiç de dedikleri gibi
değildir. Bunu, bundan sonraki faslda anlatacağız.
7 - Alışveriş yapdığı kimse ile olan sözlerini,
hareketlerini, aldığını, verdiğini iyi ve doğru hesâb etmelidir. Kıyâmetde,
bunların hepsinden hesâb vereceğini bilmelidir. Büyüklerden biri, bir bakkalı
rü’yâda görüp, Allahü teâlâ sana ne yapdı dedi. Önüme ellibin sahîfe koydular.
Yâ Rabbî! Bu sahîfeler kimlerindir dedim. Ellibin kişi ile alışveriş yapmışsın.
Her sahîfe, bunların birisi ile olan mu’âmeleni göstermekdedir dediler. Bakdım, her sahîfede bir kimse ile olan
mu’âmelemin inceden inceye yazılmış olduğunu gördüm, dedi. Bir guruş
hîle yapan, bir guruş hak yiyen, cezâsını çekecekdir ve hiçbirşeyin yardımı
olmıyacakdır.
İşte buraya kadar, büyüklerimizin hâllerini ve dînimizin
yolunu göstermiş oluyoruz. Bugün bu yol unutulmuş, bilen de kalmamışdır. Bugün,
bunlardan birisini yapana çok sevâb verilir. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve
sellem” buyurdu ki, (Bir zemân gelir ki, o zemânın
müslimânları, bugün sizin yapdığınız ibâdetlerin onda birini yaparsa, âhıretde
azâbdan kurtulurlar). Sebebini sorduklarında, (Çünki, sizler hayr işlemeğe çok yardımcı buluyorsunuz.
Onlar yardımcı bulamıyacakları gibi, çeşidli engellerle de karşılaşacaklardır.
Gâfiller, câhiller arasında garîb kalacaklardır) buyurdu. Bu hadîs-i
şerîfi bildirmekden maksadımız, müslimânların, zemânın hâlini görüp,
ümmîdsizliğe düşmemeleri içindir. O hâlde, bu zemânda, yukarıda yazılanların
hepsini kim yapabilir diyerek ye’se düşmek doğru değildir. Ne kadar
yapılabilirse çok kâr olur. Âhıretin dünyâdan dahâ iyi olduğuna inanan kimse,
bunların hepsini de yapabilir. Bunların
hepsini gözetmek, yapsa yapsa, insanı fakîr yapar. Sonsuz se’âdete, ebedî
râhatlığa sebeb olacak, birkaç senelik fakîrliğe elbette katlanılır. Nitekim
birçok kimse, birkaç şey kazanmak için, fırtınalı, karlı
havalarda, sıkıntılı yolculuklara, bir rütbeye, dereceye yükselmek için de nice
mahrûmiyyetlere katlanıyor. Hâlbuki, ölüm gelince, bütün kazancları elden
çıkmakda, boşuna didinmiş olmakdadırlar.