(Kimyâ-i se’âdet) kitâbı, üçüncü asl,
dördüncü bâbda buyuruyor ki: Allahü teâlâ, adâlet yapmak emr etdiği gibi, ihsân
etmeği de emr ediyor. Bundan evvelki bâbda, adâlet yapmağı bildirdik. Bunları
öğrenen, zulm yapmakdan kurtulur. Şimdi ihsân nasıl yapılacağını anlatacağız: A’râf sûresi, ellibeşinci âyetinde meâlen, (İhsân edenlere, elbette rahmetim çok yakındır) buyuruldu. Yalnız adâlet yapanlar, dinde sermâyelerini kurtarmış
olur. Amma kâr, ihsân edenleredir. Aklı olan, âhıret kârını hiç kaçırır mı?
İhsân, emr edilmiyen iyiliği yapmakdır.
[(Eşbâh) sâhibi
“rahmetullahi teâlâ aleyh” diyor ki, üçüncü kâ’ide (Îsâr)dır.
Îsâr, muhtâc olduğu birşeyi almayıp, muhtâc olan din kardeşine bırakmakdır.
İnsana lâzım olan şeylerde îsâr yapılır. Kurbet ve ibâdetlerde îsâr yapılmaz.
Meselâ, tahâretlenecek kadar suyu, setr-i
avret edecek kadar örtüsü olan, bunları kendi kullanır. Bunları muhtâc olana
vermez. Birinci safdaki yerini başkasına vermez. Nemâz vakti gelince abdestsiz
kimsenin abdest suyunu başkasına îsâr etmesi câiz değildir].
Ticâretde ihsân, altı dürlü elde edilir:
1 - Müşterî, fazla ihtiyâcı olduğu için, çok para vermeğe
râzı olsa bile, çok kâr istememelidir. Sırrî Sekâtînin “kuddise sirruh” dükkânı
vardı. Yüzde beşden ziyâde kâr istemezdi. Bir kerre, altmış altınlık bâdem içi
almışdı. Bâdem fiyâtı ânsızın yükseldi. Dellâl, bâdem satmak için geldi.
Altmışüç altına sat dedi. Dellâl, bugün, bu kadar bâdemi, doksan altına
alıyorlar deyince, ben yüzde beşden fazla kâr almamağa karâr verdim. Karârımı
değişdirmem buyurdu. Dellâl da, ben de senin malını aşağı fiyâtla satamam dedi
ve satmadı. O da, yüksek fiyâtla satmağa râzı olmadı. Bâdemler satılamadı. İşte
ihsân böyle olur. Muhammed bin Münkedir, din büyüklerindendi. Mağazası vardı.
Çeşidli kumaş satıyordu. Kimisinin zrâ’ı [bir zrâ’ 0,48 metredir] beş altın,
kimisinin, on altın idi. Birgün, kendisi yok iken, çırağı, bir köylüye, beş
altınlık kumaşı, on altına satdı. Kendi gelip, haber alınca, akşama kadar
köylüyü aratdı. Köylüyü görünce, bu kumaş beş altından ziyâde etmez dedi.
Köylü, ben bunu, seve seve aldım deyince,
ben kendime uygun görmediğimi din kardeşime de uygun görmem. Yâ satışdan
vaz geç, beş altını geri al, yâhud da gel, on altınlık kumaşdan vereyim
buyurdu. Köylü beş altını geri aldı. Sonra, birisine, bu merd kimdir diye
sordu. Muhammed bin Münkedir dediler. Bu ismi duyunca (Sübhânallah! Bu, öyle
kimsedir ki, çölde susuz kalınca yağmur düâsına çıkıp, onun adını söylediğimiz
zemân rahmet yağıyor) dedi. Büyüklerimiz az
kârla, çok iş yapar, bunu dahâ bereketli bulurlardı. Halîfe Alî
“radıyallahü anh”, Kûfe şehri çarşısında dolaşarak, (Az kârı red etmeyiniz! Çok
kârdan mahrûm kalırsınız!) buyururdu.
Eshâb-ı kirâmın “aleyhimürrıdvân” büyüklerinden Abdürrahmân bin Avf’a, o
büyük serveti nasıl kazandın? dediler. Çok az kâra da râzı oldum. Hiçbir
müşterîyi boş çevirmedim. Hattâ bir gün, bin deveyi sermâyesine satmışdım.
Yalnız dizlerindeki ipleri kâr kalmışdı. Her ip, bir dirhem gümüş değerinde
idi. O gün develerin yem parasını ben vermişdim. Kazancım ise, bin dirhem
olmuşdu, buyurdu.
[Hamza efendinin “rahmetullahi teâlâ aleyh” (Bey’ ve şirâ risâlesi şerhı), yirmibeşinci
sahîfesinde diyor ki: (Yedincisi: Yüksek fiyâtla satıp, bir kimseyi aldatmakdan
sakınmalıdır. Zîrâ piyasada on liraya satılmakda olan bir malı, onbir liradan
yukarıya satın almak gaben-i fâhiş ile aldanmakdır. Ya’nî çok aldanmakdır.
Yalan söylemekle çok aldatılan bir müşterî, satışdan vaz geçebilir)].
2 - Fakîrlerin malını fazla para ile almalı, onları
sevindirmelidir. Meselâ, dul kadınların iğirdiği ipliğine, çocukların satdığı
meyvelere çok para vermelidir. Bu sûretle çalışanlara yardım etmek, sadaka
vermekden dahâ sevâbdır. Böyle yapanlar, Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve
sellem” düâsına kavuşur. Çünki, (Alışveriş-
de kolaylık gösterenlere, Allahü teâlâ merhamet eylesin!) diye düâ buyurmuşdur. Fekat,
zenginden mal alırken aldanmak sevâb değildir ve iyi değildir. Malı zâyı’ etmekdir.
Belki pazarlık edip, ucuz almak lâzımdır. İmâm-ı Hasen ve Hüseyn “radıyallahü
anhümâ”, her aldıklarında pazarlık eder, ucuz almağa uğraşırlardı. Kendilerine: Bir günde binlerle dirhem sadaka
veriyorsunuz da, birşey satın alırken niçin uzun pazarlık ederek
yoruluyorsunuz? dediklerinde, (Verdiklerimizi Allah rızâsı için veriyoruz. Ne
kadar çok versek yine azdır. Fekat, alışverişde aldanmak, aklın ve malın noksân
olmasıdır) buyururlardı.
3 - Müşterîden para almakda üç dürlü ihsân olur:
Fiyâtda ikrâm etmelidir. Eski, kirli paraları kabûl etmelidir. Peşin verdiği
fiyâtla, veresiye vermelidir. [Veresiye vermek için, fiyâtı artdırmak şart edilirse, bey’ fâsid olur. Harâm olur.]
Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” buyurdu ki, (Alışverişde kolaylık gösterenlere, Allahü teâlâ, her işinde
kolaylık gösterir). İhsânın en büyüğü, en kıymetlisi, fakîrlere
veresiye vermekdir. Parası, malı olmıyanın borcunu uzatmak, zâten vâcibdir.
İhsân değil, adl ve vazîfedir. Fekat, malı olup da, ziyân ile satmadıkca veyâ
muhtâc olduğu birşeyi satmadıkca, ödiyemiyecek bir hâlde olanların ödemesine
zemân vermek ihsândır ve büyük sadakadır. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve
sellem” buyurdu ki, (Kıyâmetde bir kimseyi hesâba
çekerler ki, çok günâh işlemiş, hiç iyilik yapmamış. Sen dünyâda hiç iyilik
yapmadın mı? derler. Hayır, yalnız çırağıma derdim ki, (Fakîr olan borcluları
sıkışdırma! Ne zemân ellerine geçerse, o zemân vermelerini söyle. İstediklerini
yine ver. Boş çevirme!) Allahü teâlâ buyuracak ki, (Ey kulum! Bugün sen fakîr, muhtâcsın! Sen dünyâda benim
kullarıma acıdığın gibi, bugün biz de sana acırız). Onu afv eder.) Hadîs-i
şerîfde buyuruldu ki: (Bir müslimâna, Allah rızâsı
için ödünc veren kimseye, hergün için sadaka sevâbı verilir. Fakîrden,
alacağını çabuk istemiyene, hergün için malın hepsini sadaka vermiş gibi sevâb
verilir). Büyüklerimizden öyle kimseler vardı ki, borcun getirilmesini
arzû etmezdi. Hergün, o malı sadaka vermiş gibi sevâb kazanmağı tercîh
ederlerdi. Bir hadîs-i şerîfde buyuruldu ki, (Sadaka
verilen her dirhem için on sevâb, ödünc verilen her dirhem için ise, onsekiz
sevâb vardır. Çünki, borc, ihtiyâcı olana verilir. Sadaka belki, ihtiyâcı
olmayanın eline düşebilir). [Üçüncü kısmda, onikinci maddenin sonunu
okuyunuz!].
4 - Borc ödemekde ihsân, istemeğe vakt bırakmadan önce
vermekdir ve paranın en iyisini vermek ve kendi eli ile ve ayağına gidip
vermekdir. Onu, birisini göndermeğe mecbûr bırakmamakdır. Hadîs-i şerîfde
buyuruldu ki, (En iyiniz, borcunu iyi ödiyeninizdir). Bir hadîs-i şerîfde buyuruldu ki, (Ödünc alan bir kimse, iyice ödemeği niyyet ederse, borcunu ödemesi için, melekler ona düâ eder).
Bir kimse, malı olduğu hâlde, borcunu ödemeği bir sâat gecikdirirse, zâlim ve
âsî olur. Nemâz kılarken de, oruc tutarken de, uykuda da, ya’nî her ân, la’net
altında bulunur. Borc ödememek öyle bir günâhdır ki, uykuda bile durmadan
yazılır. Malı olmak, parası çok olmak demek değildir. Belki satılık birşeyi
olup da, satmazsa, günâh işlemiş olur. Değeri düşük olan para veyâ işe
yaramıyan mal vererek öder ve bunu hak sâhibi beğenmiyerek alırsa, yine günâh
olur. Onu râzı etmedikce, ya’nî gönlünü almadıkca, günâhdan kurtulamaz. Çok
kimseler bunu düşünmez, ammâ büyük günâhlardandır.
5 -Alışveriş etdiği kimse pişmân olursa (İkâle etmek), ya’nî yapılan satışı geri
çevirmekdir. [Birinin (vazgeçdim) demesi, ötekinin de (kabûl etdim) veyâ (ben
de vazgeçdim) demesi ile ikâle yapılır. İkâlede, semenin artdırılması veyâ
azaltılması şart edilirse, bu şart bâtıl
olur. Ya’nî bu şart yerine getirilmez. Semenin helâk olması, ikâleye mâni’
olmaz. Mebî’in helâk olması mâni’ olur. Fâsid ve mekrûh olan satışlarda ve (Gaben-i fâhiş) ile aldatılan müşterînin istediği
zemânda ikâle yapmak vâcib olur. Sahîh satışda, biri istediği zemân, ötekinin
de yapması müstehabdır.] Çünki, Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem”
buyurdu ki: (Bir kim-
se [karşısındaki
pişmân olunca] bey’i fesh eder, geri alırsa, Allahü
teâlâ, onun günâhlarını afv eder). Yapılan satışı geri çevirmek
vâcib değildir. Fekat, çok sevâbdır ve ihsân etmekdir.
6 - Fakîrlere veresiye verip, parası olmıyandan,
istememeği niyyet etmekdir. Borclusu ölünce halâl etmekdir. Büyüklerimizden ba’zısının
dükkânında iki defter vardı. Birisine
bilinmiyen ismler yazardı ki, hepsi fakîr idi. Ba’zı borclar karşısında ism de
yazılı değildi. Böylece kendisi ölürse, kimse fakîrlerden birşey
istiyemezdi. Fekat böyle tüccârlar da, en iyi sayılmazdı. En iyi olanlar,
fakîrler için, hiç defter tutmıyanlardı. Bunlar, fakîr birşey getirirse alır,
getirmiyenlerden birşey istemezlerdi. İşte, din büyükleri, böyle ticâret
yapardı. Şübheli bir kuruşu kabûl eden, dinde merdlerden sayılmazdı.