Aşağıdaki yazı,
(Kimyâ-i se’âdet)den terceme edildi:
Bu kitâbımıza her zemân karşılaşılan şeyleri seçip yazdık.
Bu kadarını bilmiyen, harâma ve fâize düşer de haberi olmaz. Sormasını da
bilemez. Ahkâm-ı islâmiyyeye uygun birçok alışveriş yapanlar vardır ki,
bunların müslimânlara zarar ve ziyânı da dokunuyor. Bunları yapanlar, la’net
içinde kalıyor. Alışverişde müslimânlara ziyân yapmak iki dürlü olur: Birisi,
herkese zararı dokunmak olup, bu da iki kısmdır: Biri ihtikârdır, [diğeri ise
piyasaya kalp para sürmekdir]. İhtikâr eden mel’ûndur.
(İhtikâr) demek, insan ve hayvân
gıdâ maddelerini piyasadan toplayıp, yığıp, pahâlandığı zemân satmakdır.
Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem” buyurdu ki, (Bir kimse gıdâ maddelerini alıp, pahâlı olup da satmak için
kırk gün saklarsa, hepsini fakîrlere parasız dağıtsa, günâhını ödiyemez).
Yine buyurdu ki, (Bir kimse gıdâ maddelerini kırk
gün saklarsa, Allahü teâlâ ona darılır. O, Allahü teâlâyı saymamış olur).
Bir hadîs-i şerîfde buyuruldu ki, (Bir kimse,
hâricden gıdâ maddesi satın alıp, şehre getirir ve piyasaya göre satarsa,
sadaka vermiş gibi sevâb kazanır veyâ köle âzâd etmiş gibi sevâb kazanır).
İmâm-ı Alî “radıyallahü anh” buyuruyor ki, (Gıdâ maddelerini kırk gün
saklıyanın kalbi kararır). Ona, bir muhtekiri haber verdiklerinde, emr etdi, sakladığı
şeyleri yakdırdı. Âlimlerden birisi, tüccâr idi. Vâsıt şehrinden, Basraya gıdâ
gönderip satılmasını vekîline emr etdi. Basrada ucuz olduğu için, vekîli bir
hafta bekleyip, pahâlı satdı ve âlime müjde yazdı. Cevâbında buyurdu ki, (Biz,
az kâr ile çok sevâb kazanmağı dahâ çok severiz. Fazla kazanmak için, dînimizi
fedâ etmemeli idin. Çok büyük cinâyet yapmışsın. Bunu afv etdirmek için
sermâyeyi ve kârı hemen sadaka olarak dağıt!). İhtikârın harâm olması,
müslimânlara zararlı olduğu içindir. Çünki, gıdâ maddeleri, insanların ve
hayvânların yaşıyabilmesi için lâzımdır. Satılınca, herkesin alması mubâhdır.
Bir kişi alıp saklayınca, başkaları alamaz. Sanki çeşme suyunu saklayıp,
herkesi susuz bırakmağa benzer. Gıdâ maddelerini bu niyyet ile satın almak günâhdır.
İmâm-ı a’zam Ebû Hanîfe “rahmetullahi aleyh” buyurdu ki, (Köylü, tarlasından
aldığı gıdâ maddelerini istediği zemân satabilir. Acele satması vâcib değildir.
Fekat, acele etmesi sevâbdır. Pahâlı olunca satmasını düşünmesi çirkindir.
İlâclarda ve gıdâ maddesi olmıyan ve herkese lâzım olmıyan şeylerde ihtikâr
harâm değildir. Ekmek ve benzerlerinde çok harâm olup, et, yağ gibilerde az
harâmdır). İmâmeyne göre, bunların hepsi ihtikârdır. İnsanlara lâzım olan
herşeyde ihtikâr harâmdır. Hükûmet, ihtikâr edeni, haber alınca, evine yetecek
kadar bırakıp, fazlasını halka satmasını emr eder.
[İmâm-ı a’zam “rahmetullahi aleyh”, ilâcların saklanarak
yüksek fiyâtla satılmasını beklemek ihtikâr olmaz, buyurdu. İlâcların çoğu
böyle ise de, kininin sıtmaya, ensülinin diyabete ve aşı ile serumların, belli
mikroplara karşı kullanılması, ekmeğin açlığa karşı kullanılması gibi, muhakkak
şifâya sebeb olduğundan, bu gibi, te’sîri kuvvetli ilâcları saklıyarak, ihtikâr
[kara borsacılık] yapmak harâm olur]. Gıdâ maddelerinde ihtikârın harâm olması,
az bulundukları zemândadır. Çok olup, herkes kolay alabilirse, ihtikâr harâm
olmaz. Fekat, böyle zemânlarda da, mekrûh olur. Çünki, insanların zararını
beklemek, iyi değildir.
Herkese yapılan zararın ikinci kısmı, (Kalp para sürmek)dir. Alan, anlamazsa, zulm
edilmiş olur. Anlarsa, o da başkasını, başkası da, bir diğerini, zincirleme
aldatırlar. Elden ele dolaşdıkca, günâhı, hep birinci kimseye de yazılır. Bunun
için, (Bir sahte lira vermek, yüz lira çalmakdan dahâ fenâdır) buyurmuşlardır.
Çünki, hırsızlığın günâhı bir kerredir. Bunun günâhı ise, öldükden sonra bile
devâm eder. En zavallı kimse, ölüp gitdiği hâlde, bırakdığı kötülük sebebi ile
günâhı tükenmiyen kimsedir. Öldükden senelerce sonra günâhı yazılır ve azâbını
çeker. Eline sahte para geçen, onu yok etmeli, kimseye vermemelidir. İnsan
paraları iyi ta-
nımalı
ve aldanmamakdan ziyâde, kimseyi aldatmamağa dikkat etmelidir. Bilmiyerek alıp
vermek de günâhdır. Çünki, (İnsanın, başına gelen her işin, dindeki ilmini
öğrenmesi vâcibdir). Yok etmek niyyeti ile, kalp para almak sevâbdır. Ayârı
bozuk ma’den paraları yok etmemeli, söyliyerek emîn kimselere, hükûmete
vermelidir. Hîle edecek kimselere vermesi, silâhı yol kesene satmağa benzer ki,
harâmdır.
Ziyânın ikinci dürlüsü, alışveriş edilen kimseye yapılan
zarardır. Zarar veren her iş, zulm olur. Zulm ise harâmdır. Her müslimân,
kendisine yapılmasını istemediği birşeyi, kâfirlere dahî yapmamalıdır.
Başlıca dört şey yapmamak lâzımdır:
1 - Satılan malı, olduğundan aşırı medh etmemelidir. Çünki,
hem yalan söylemiş, hem aldatmış, hem de zulm etmiş olur. Hattâ, doğru olarak
da, müşterînin bildiği şeyi söylememelidir. Çünki, bu da fâidesiz söz olur.
Kıyâmet günü her sözden süâl olunacakdır. Beyhûde söyliyenler, hiç özr
bulamıyacakdır. Yemîn ile satmağa gelince,
yalan yere yemîn etmek harâmdır. Ya’nî büyük günâhdır. Doğru yemîn ederse, az birşey
için Allahü teâlânın ismini söylemek saygısızlık olur. Hadîs-i şerîfde
buyuruldu ki, (Alışverişde vallahi böyledir,
vallahi öyle değildir diye yemîn edenlere ve san’at sâhiblerinden, yarın gel, öbür gün gel diye sözünde durmıyanlara
yazıklar olsun!). Bir
hadîs-i şerîfde buyuruldu ki, (Malını yemîn ederek
beğendiren kimseye kıyâmet günü merhamet edilmiyecek, acınmıyacakdır).
Yûnüs bin Abîd “rahmetullahi teâlâ aleyh” ipekli kumaş tüccârı idi. Malını
satarken hiç medh etmezdi. Çırağı, birgün, kumaşı gösterirken, müşterînin
yanında, (Yâ Rabbî! Bu Cennet kumaşından bana da nasîb et!) deyince, Yûnüs, bu
sözün kumaşı medh etmek olacağını düşünerek, kumaşı kaldırıp satdırmadı.
2 - Malın aybını, müşterîden gizlememeli, hepsini,
olduğu gibi göstermelidir. Kusûru gizlemek, hıyânetdir. Mü’mine, nasîhat
etmemekdir. Zâlim, âsî olmakdır. Malın iyi
tarafını göstermek, karanlıkda göstermek zulm, hîle olur. Resûlullah “sallallahü
aleyhi ve sellem” buğday satan birisinin buğdayına, mubârek parmaklarını
sokup, içinin yaş olduğunu görünce, (Bu nedir?) buyurdu.
Yağmur ıslatmışdır deyince, (Niçin saklayıp göstermiyorsun?
Hîle eden, bizden değildir) buyurdu. Birisi, üçyüz dirhem gümüşe bir
deve satdı. Devenin ayağında ârıza vardı. Eshâb-ı kirâmdan “aleyhimürrıdvân”
Vâsile bin Eska’ orada idi. O ânda dalgın idi. Devenin satıldığını anlayınca,
alanın arkasından koşup, devenin ayağı ârızalıdır dedi. Müşterî deveyi geri
getirip, parasını aldı. Bâyı’, satışımı niçin bozdun? deyince, Vâsile dedi ki,
Resûlullahdan “sallallahü aleyhi ve sellem” işitdim. Buyurdu ki, (Satılan birşeyin kusûrunu gizlemek halâl değildir. O kusûru bilip söylememek de, kimseye
halâl değildir.) Vâsile
yine dedi ki, Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” bizden söz aldı ki,
müslimânlara nasîhat edelim. Onlara merhamet edelim. Malın kusûrunu
saklamak, nasîhat etmemek olur. Satıcıların, kusûr saklamamaları çok gücdür.
Büyük cihâd demekdir. Bu cihâdı kazanmak için, mal alırken dikkat etmeli,
kusûrlu mal almamalıdır. Eğer kusûrlu mal alırsa, müşterîye söylemeği niyyet
etmelidir. Eğer aldanırsa, ziyân etmiş olur. Başkasını da ziyâna sokmamalıdır.
Kendisi, başkasına incinince, başkalarını da kendinden soğutmamalıdır. Şunu iyi
bilmelidir ki, hîle ile rızk artmaz. Belki, malın bereketi gider. Hîle ile azar
azar birikdirilen şeyler, ânsızın gelen bir felâketle, birden bire giderek
geride yalnız günâhları kalır. Nitekim bir sütcü, süte su katardı. Birgün,
ânsızın sel gelip, ineği boğdu. Adam şaşkın bir hâlde düşünürken, çocuğu dedi
ki, katdığımız sular birikerek, gelip ineği götürdü. Resûlullah “sallallahü
aleyhi ve sellem” buyurdu ki, (Ticârete hıyânet
karışınca, bereket gider). Bereket demek, az malın çok fâidesi
olmak, çok işe yaramak demekdir. Az bir mal, bereketli olunca, çok kimsenin
râhat etmesine, çok iyi işlerin yapılmasına yarar. Bereketli olmıyan, çok mal
vardır ki, sâhibinin dünyâda ve âhıretde felâketine sebeb olur. O hâlde, malın
çok olmasını de-
ğil,
bereketli olmasını istemelidir. Bereket, emîn olanlarda bulunur. Hattâ çokluk
dahî emîn tüccârlarda bulunur. Çünki, her müşterî, emîn tüccâra gider. Hıyânet
edenlere kimse gitmez. Bir tüccâr düşünmeli ki, ömrü yüz seneden çok değildir.
Âhıretin ise, sonu yokdur. Birkaç günlük ömrünün altın ve gümüşünü artdırmak
için, ebedî ömrünü ziyâna sokmağı kim ister? Böyle düşünen bir satıcı hıyânet
yapamaz. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” buyurdu ki, (Lâ ilâhe illallah diyenler, dünyâyı dinden üstün
tutmadıkca, Allahü teâlânın gadabından, azâbından kurtulurlar. Dîni bırakıp,
dünyâya sarılırlarsa, bu kelime-i tevhîdi söyleyince, Allahü teâlâ, onlara,
yalan söylüyorsun! buyurur).
Her san’atde de hîle yapmamak farzdır. Çürük iş yapmak ve
gizlemek harâmdır. İmâm-ı Ahmed ibni Hanbelden “rahmetullahi teâlâ aleyh”,
gizli yama yapmağı sordular. Kendi giymesi ve müşterînin giymek istemesi ile
câiz olup, hîle olarak yapmak, ya’nî gizli yamayı, yeni diye satmak günâhdır.
Aldığı para harâmdır, buyurdu.
[İnsanlar fâsıkdır, kâfirdir diyerek, hiyle, hıyânet
yapmanın câiz olacağını sanmak doğru değildir. Hiyle, hıyânet ve başkalarının
haklarına saldırmak harâmdır. Harâmlar, zarûret olmadıkca, hiçbir yerde, hiçbir
sebeble halâl olmaz. İslâmın güzel ahlâkını her yerde tatbîk etmek lâzımdır.
Güzel ahlâklı olmak sûreti ile müslimânlığı tanıtmak, Emr-i ma’rûf yapmak olur. Dâr-ül-harbde de, kâfirlerin
haklarına dokunmamak, hükûmetlerinin kanûnlarına uymak, kimseyi
dolandırmamak, müslimânlığın îcâbıdır. Hasen el-Bennâ ve Seyyid Kutb ve Mevdûdî
gibi mezhebsizler, Hac sûresinin otuzdokuzuncu âyet-i kerîmesine yanlış ma’nâ
vererek, gençleri hükûmete karşı ısyân etmeğe teşvîk etdiler. Kardeşi kardeşe,
düşman yapdılar. Anarşiyi körüklediler. Hâlbuki, bu âyet-i
kerîmenin meâli, (Mü’minlere saldıran
zâlimlerle cihâd yapmağa izn verildi)dir. Mekkede kâfirler,
müslimânlara zulm ediyorlar, yaralıyor, öldürüyorlardı. Bu zâlimlerle döğüşmek
için, Resûlullahdan “sallallahü aleyhi ve sellem” tekrâr tekrâr izn istediler.
İzn verilmedi. Zâlimlerin zulmünden kurtulamıyacak olanların, kâfir memleketi
olan Habeşistâna hicret etmelerine izn verildi. Resûlullah “sallallahü aleyhi
ve sellem” Medîneye hicret edince, bu âyet-i kerîme gelerek, yeni kurulan islâm
devletinin, Mekkedeki zâlimlerle cihâd yapmasına izn verildi. Bu âyet,
müslimânların zâlim hükûmete karşı ısyân etmeleri için değil, islâm devletinin,
insanların islâm dînini işitmelerine, müslimân olmalarına mâni’ olan, zâlim
diktatörlerin orduları ile cihâd yapmasına izn vermekdedir. Görülüyor ki,
müslimân olsun, kâfir olsun, âdil olsun, zâlim olsun, hiçbir hükûmete karşı,
isyân etmek, kanûnlara karşı gelmek, hiçbir zemân câiz değildir. Fitne
çıkarmamalı, fitne çıkaranların arasına karışmamalıdır. Komünist memleketde
bulunan bir müslimân, zulm ve işkenceden usanır, islâmiyyete uygun yaşaması,
ibâdetlerini yapabilmesi imkânsız olur ise, zâlimlere yine karşı gelmemeli, bir
islâm memleketine, hicret etmelidir. İslâm memleketine hicret imkânı bulamazsa,
insan haklarına, dîne, ibâdete saldırmıyan herhangi bir memlekete gitmelidir.]
3 - Ölçüde hîle etmemeli, doğru dartmalıdır. Kur’ân-ı
kerîmde, Mutaffifîn sûresi, birinci âyetinde
meâlen, (Verirken noksân, alırken fazla ölçenlere
acı azâblar yapacağım) buyuruldu.
Büyüklerimiz, her aldıklarını biraz noksân, verdiklerini de, biraz fazla
ölçerdi. Bu az fark, Cehennem ile aramızda perdedir derlerdi. Bunu tam doğru
ölçememek korkusundan yaparlardı. Yedi kat yer ve yedi kat gökler genişliğinde
olan Cenneti, birkaç kuruşa satanlar ne kadar ahmakdır ve birkaç arpa dânesi için,
Cehennem azâbı ile müjdelenenler ne kadar ahmakdır, buyururlardı. Resûlullah
“sallallahü aleyhi ve sellem” her ne satın alsaydı, parasını biraz fazla
verirdi. Fudayl bin İyâd “rahmetullahi teâlâ aleyh”, oğlunu, birşey satın alıp,
vereceği altının kirlerini temizlerken görünce, (Ey oğlum! Bu yapdığın iş, sana
iki nâfile hacdan ve iki umreden dahâ fâidelidir) buyurdu. Büyüklerimiz buyu-
ruyor
ki, fâsıkların en kötüsü, alırken çok, satarken az ölçenlerdir.
Manifaturacılardan, kumaşı alırken gevşek, satarken gergin tutup ölçenler de böyledir. Kemiğini, âdetden
fazla koyan kasablar da böyledir. Hubûbât içine toz toprak karışdırıp
satan köylüler de böyledir. Malın iyisi ile kötüsünü karışdırıp, hepsini iyi
diye satan pazarcılar da böyledir. Bunların hepsini yapmak harâmdır. Vel-hâsıl,
alışverişde herkese karşı doğru hareket etmek vâcibdir. Hattâ, kendine
söylenmesini istemediği sözü başkalarına söylememelidir. Böyle harâmlardan
kurtulmak için de, kendini, din kardeşinden üstün görmemek lâzımdır. Bunu da, herkesin
yapması gücdür. Bunun için Allahü teâlâ, (Hepiniz Cehennemden geçeceksiniz!) buyuruyor. Ammâ, herkes Allahü teâlâdan
korkusuna göre, oradan çabuk veyâ geç kurtulacakdır.
4 - Satış fiyâtında hîle yapmamakdır. Peygamberimiz
“sallallahü aleyhi ve sellem”, (Müslimânların, şehre mal getiren köylüleri
karşılayıp piyasa fiyâtını gizliyerek, ucuz satın almalarını) men’ buyurdu.
Köylünün bu sûretle yapdığı satışdan vaz geçmesi câizdir. Köylü ucuz birşey
getirince, bunu karşılıyarak, malı bana bırak, ben sonra yüksek fiyâtla satarım
demekden de men’ buyurdu. Bir malın pahâlı satılması için, herkesin yanında,
onu yüksek fiyâtla satın almakdan da men’ buyurdu. Müşterîler, böyle bir satış
olduğunu anlarsa, satışı bozabilir. Piyasayı bilmiyenlere yüksek fiyâtla mal
satmak da harâmdır. Hattâ, acemî olup, ucuz satan veyâ pahâlı alanlar ile
alışveriş etmemelidir. Bunlarla alışveriş sahîh ve câiz ise de, piyasadaki
fiyâtı bunlardan gizlemek günâhdır. Basrada büyük bir tüccâr vardı. Îrânda, Süs
şehrinde bulunan adamlarından biri, mektûb yazarak, bu sene şeker kamışı
verimli olmadı. Başkaları duymadan, çok şeker al dedi. Tüccâr da, çok şeker
satın alıp, şeker piyasadan çekilince, pahâlı satarak, otuzbin dirhem gümüş kâr
etdi. Sonra, düşünüp, şeker kamışlarına âfet geldiğini müslimânlardan
saklıyarak, onlara hıyânet etdim, bu nasıl müslimânlıkdır deyip, otuzbin
dirhemi, şekerlerini almış olduğu kimselere götürdü. Her birine, bu para
senindir dedi. Niçin, dediklerinde, yapdığı yanlış işi anlatdı. Hiçbiri
almayıp, sana halâl olsun dediler. Akşam evinde düşündü ki, belki utanarak
almamışlardır. Din kardeşlerime hıyânet etdim, diyerek, ertesi gün tekrâr
götürdü. Her birine yalvararak otuzbin dirhem gümüşü taksîm etdi. Müşterîye
doğru söylemeli, hiç hîle etmemelidir. Malda bir ârıza oldu ise, haber
vermelidir. Malı, akrabâ veyâ ahbâbından, ona yardım olsun diye yüksek fiyâtla
aldı ise, müşterîsine bunu söyliyerek, doğru değerini bildirmelidir. Meselâ, on
lira etmiyen malı, on lira vererek aldı ise, o malı satarken, on liraya aldığını
söylememelidir. Ucuz aldığı bir malın fiyâtı yükselip pahâlı satıyor ise,
aldığı fiyâtı söylemelidir. Böyle misâller pekçokdur. Böyle hıyânetleri
bilmiyerek yapan çokdur. Hıyânet yapmakdan kurtulmak için, herkes, kendine
yapılmasını istemediği şeyleri, başkalarına yapmamalıdır. Çünki, herkes, dikkat
ile, pazarlıkla uğraşarak, tam değerini verip aldığını sanır. O hâlde,
aldatarak satmak, hıyânet ve dolandırıcılık olur.
[(Mecelle)nin
yirmialtıncı [26] maddesinde, (Çok kimseyi zarardan kurtarmak için, bir kimseye zarar
yapılabilir) diyor. Gıdâ maddelerini satanlar, piyasadaki değerin iki misline
satarak halka zarar verirlerse, hâkim piyasadaki değerine satdırır. Kıtlık zemânında, hükûmet, (İhtikâr)
yapanın, ya’nî karaborsacıların yığdığı gıdâ maddelerini, uygun
fiyât ile, aç kalanlara satdırabilir.
Abdülganî Nablüsî hazretleri “rahmetullahi teâlâ aleyh”, (Hadîka) kitâbının ikiyüzyedinci [207]
sahîfesinde buyuruyor ki, (Mezheblerin ruhsatlarını, ya’nî kolaylıklarını
araşdırarak, işini bunlara uygun olarak yapan kimseye (Müleffık) denir. Böyle yapmak câiz değildir.
Ahkâm-ı islâmiyyeye uymak istemiyenin yapacağı şeydir. İhtiyâcdan dolayı veyâ zarûret ile, bir işini veyâ her işini başka
mezhebe uyarak yapmak câizdir. Kolaylık için başka mezhebe geçmek, nefse
uymak olur. Câiz olmaz.
Harâmı halâl ve halâli harâm yapmak için, yâhud birinin
hakkına mâni’ olmak veyâ haksız mal ele geçirmek için, (Hîle-i bâtıla) yapmak câiz değildir. Hanefî ve
Şâfi’î mezheblerinde, (Hîle-i şer’ıyye)nin
câiz olması, harâm bir işi yapmağa izn vermek değildir.
Bir hâkime, bir da’vâ geldiği zemân, bunda hîle olduğunu bilmezse, lâzım gelen hükmü
vermesi câiz olur. Hîle olduğunu bilerek hükm verirse günâha girer). İmâm-ı
a’zam Ebû Hanîfe “radıyallahü anh”, müslimânlara böyle hîle öğreten müftî hicr
olunur dedi. Evet, İmâm-ı a’zam, hîle-i
şer’ıyye yapılması câiz olur buyurmuşdur. Fekat bu söz, islâmiyyete
uymıyan sebeblerin kullanılmasına izn vermek değildir. Böyle sebeb kullanınca,
bundan hâsıl olacak hükm mu’teber olur demekdir. Meselâ fâsid bey’ yapmak câiz
değildir, harâmdır. Fekat fâsid bey’ yapılınca, bunun ahkâmına uymak lâzım
olur. Cum’a ezânı okununca bey’ yapılması da böyledir. Iyne satışının harâm
kısmını yapmak da böyledir. Harâm sebeble yapılan hîleden hâsıl olan hükme
uymak, Şâfi’î mezhebinde de lâzımdır. Mâlikîde ve Hanbelîde lâzım değildir.
Nisâba mâlik kimsenin, bir sene temâm olmadan önce, mâlını güvendiği birine
temlîk etmesi, sene temâm oldukdan sonra geri alması, böylece zekâtın farz
olmasına mâni’ olmak için hîle yapması, Hanefîde de câiz değildir. Bir kimse,
kadını nikâh etmişdim diyerek, iki yalancı şâhid gösterse, kadın inkâr etse de,
onun zevcesi olur. Fekat, bu hükmün hâsıl olması için, yalancı şâhid kullanmak
harâm olur. Ödünç vermekde fâizi, mu’âmele satışı şeklinde câiz yapmak da
böyledir. Bid’atdir. [Ödünç alırken fâiz vermesi îcâb edenin, mu’âmele satışı
yaparak fâiz cezâsından kurtulacağı, üçüncü kısmda, 12. ci maddenin üçüncü
sahîfesinde bildirilmişdi. Bu fetvâ, nafaka temîninden âciz olup, fâizsiz
karz-ı hasen vereni bulamıyan kimse içindir. Ya’nî, fâiz ile ödünç almak
zarûreti bulunan fakîri fâiz günâhından korumak içindir. Yoksa, herkes mu’amele
satışı yapmak sûreti ile, fâiz vererek ödünç alabilir demek değildir.] Böyle
sözleşmelerde, elfâz değil, ma’nâ mu’teberdir. Harâmı halâl yapmak için (Hîle-i bâtıla) yapmak yehûdîlerin âdetidir.)
(Fetâvâ-yı Hindiyye)de altıncı cüz’de diyor
ki, (Harâmdan kurtulmak için, halâla kavuşmak için hîle-i şer’ıyye yapmak
câizdir ve iyidir. Böyle hîlenin câiz olmasına sened, Sâd sûresinin
kırkdördüncü âyetidir. Bu âyet-i kerîme, Eyyûb aleyhisselâm, zevcesine yüz sopa
vurmağa yemîn edince, bu yemîni yapmakdan kurtulması için yapılacak hîle-i
şer’iyyeyi bildirmekdedir.) (Eşi’at-ül-leme’ât)da
had cezâlarında diyor ki: Sa’îd bin Sa’d dedi ki, babam Sa’d, Resûlullahın
“sallallahü aleyhi ve sellem” yanına, hasta, sarsak birini getirdi. Bunu zinâ
yaparken yakaladık dedi. (Buna, üzerinde yüz filiz
bulunan bir dal ile bir kere vurunuz!) buyurdu. Böylece, bir
vurmakla, yüz sopa vurulmuş, had cezâsı yapılmış olur. Eşi’a tercemesi, hîle-i
şer’ıyyenin câiz ve lâzım olduğunu göstermekdedir.]
Hevâ ve hevesden kaçmak
isterim,
beni bana komaz, divâne
nefsim.
İyiyi kötüden
seçmek isterim,
beni bana
komaz, divâne nefsim.
Özümü düzene koymak isterim,
hayrımı, şerrimi, bilmek
isterim.
Aklımı başıma
dermek isterim,
beni bana
komaz, divâne nefsim.
Dünyâya her gelen,
gitmekde dâim,
Yolcuya düşeni, derim
yapayım.
Gelenden,
gidenden ibret alayım,
beni bana
komaz, divâne nefsim.