(Vekâlet), bir kimsenin, bir işi
yapmak için, başkasını kendi yerine koyması [başkasına iş havâlesi] demekdir.
Yerine geçirilen başka kimseye (Vekîl) denir.
Vekîl edene (Sâhib) denir. Bir kimsenin
sözünü başkasına götürene (Resûl) veyâ (Haberci) denir.
Birini vekîl yapmak, îcâb ve kabûl ile olur. Ya’nî, (Seni vekîl yapdım) ve (Kabûl etdim) sözleri veyâ yazıları ile olur. Vekîl, cevâb
vermeden, işi yapmağa başlasa, kabûl etmiş olur. İş habersiz yapıldıkdan sonra,
sâhibinin, izn verdim demesi ile de, vekîl etmiş olur. Kirâcı kirâ ile,
kirâdaki malı ta’mîr etmeğe vekîl yapılabilir.
Bir iş için emr verince, ba’zan vekîl, ba’zan da haberci
yapılır. (Zahîret-ül-Bürhâniyye) sâhibi
“rahmetullahi teâlâ aleyh” diyor ki, (Bir kimse, birisine yüz lira verip, bunu
filâncaya ödünc vereceğim. Ona git! Bu parayı sana falan kimse ödünc yolladı
de! Bunu verip karşılığında rehn al dese, bu da giderek yüz lirayı verip, rehn
olarak bir mal alsa, bu (Haberci) olur.
Emr eden kimse, rehni haberciden alabilir. Çünki haberci, emr eden kimse için
konuşmuşdur. Kendi için konuşmamışdır. Sözleşmeden doğan haklar emr veren kimse
için olur. Haberci, onun sözünü iletmiş, rehni onun için almış olmakdadır. Rehn
habercinin elinde helâk olursa, emr veren kimsenin elinde helâk olmuş gibidir.
Bu kimse, ona, seni vekîl etdim dese, o da, kabûl etdim dese, bu kimse rehni
vekîlden alamaz. Çünki, vekîl, rehni kendi için istemişdir. Sözleşmesinin
hakları vekîle olur. Rehni saklamak da bu haklardandır. Rehni veren, vekîl için
vermişdir. Rehn vekîlin elinde helâk olursa, yine emr veren kimse öder. Çünki,
rehn helâk olunca, deyni almış da, rehni geri vermiş gibi olur. Deyni geri alıp
da, kendinde iken deyn helâk olsaydı, emr verene ödemezdi). Bir kimsenin emri
ile, hizmetcisi gidip mal satın alsa, onun vekîli olmuşdur. O kimse, pazarlık
etdiği malı almak için gönderse, efendisinin resûlü [habercisi] olur.
Vekîl yapmak, ba’zan şartlı olur. Meselâ, [şu sâatimi yüz
liraya satmağa seni vekîl etdim!] demek gibi.
Vekîl edenin, işi yapabilecek kimse olması şartdır. Vekîlin
âkıl olması şartdır. Bâlig olması şart değildir.
Hediyye, âriyet, rehn, emânet, ödünc vermek ve da’vâ
açmakda, şirket yapmakda, vekîl, sâhibinin adını söyliyerek iş görür.
Söylemezse, işleri sahîh olmaz.
Alışverişde, kirâya vermekde, da’vâcı ile uyuşmakda, kendi
adına yapması da câiz olur ise de, o işin haklarından kendi mes’ûl olur. Aldığı
şeyler sâhibinin olur. Sâhibinin adını söyliyerek yaparsa, haberci gibi olur.
Habercinin yapdığı işlerin mes’ûliyyeti, sâhibinin üzerine olur. (Dürer) kitâbında, yimeği, içmeği anlatırken
diyor ki, (Alışverişde ve vekîl etmekde, bir kişinin sözü kabûl edilir. Meselâ,
bir
kâfir,
bir kadın, bir fâsık veyâ bir köle, bu eti müslimândan veyâ yehûdîden veyâ
nasrânîden aldım dese, yimek halâl olur. Yalan zan ederse halâl olmaz. Ben,
filânın vekîliyim dese, onun malını bundan satın almak câiz olur).
Alışverişe, borc vermeğe veyâ ödemeğe vekîl olan kimsenin
teslîm aldığı mallar, kendinde emânet olur. Kendisi sebeb olmadan helâk olunca
ödemez. Habercide bulunan mal da emânet gibidir. Haberciyi gönderenin malı gitmiş
olur.
Bir kimse, iki kişiyi birlikde, bir işe vekîl etse,
vekîller, yalnız başına iş göremez. Ancak avukatlardan ve emâneti, borcu
ödemeğe vekîl olanlardan biri de yapabilir.
Vekîl, sâhibinden ayrıca izn almadıkca veyâ (istediğini yap)
diyerek (Umûmî vekîl) edilmedikce,
başkasını kendine vekîl yapamaz. Yalnız, zekât vermek için olan vekîl, iznsiz
olarak başkasını, o da başkasını vekîl yapabilirler. İkinci vekîl, doğrudan
doğruya sâhibin vekîli olur.
Vekîl ederken, ücret şart edildi ise, iş yapdığı zemân
ücreti alır. Ücret şart edilmedi ise, teberru’ etmiş olup, ücret istiyemez.
Alışverişde, malın cinsi, nev’i [veyâ fiyâtı] vekîle
bildirilmelidir. (Umûmî vekîl) ise, bildirmeğe lüzûm olmaz. (Bana bir at al)
demek sahîh olur. (Bana bir hayvân al) demek sahîh olmaz. Nasıl olursa olsun,
nasıl istersen öyle al! deyince, (Umûmî vekîl) olur. Malın maddesi [pamuk veyâ
yün olması], kullanma yeri, işçiliği ayrı olunca, cins ayrılır. Koyunun yünü
ile derisi başka cinsdir. Başka cinsden aldığı mal, vekîle kalır. Sâhibinin olmaz. Koç al denilen vekîl, dişi koyun alırsa,
vekîlin olur. Süt, pirinc gibi şeyleri al dese, piyasada bulunanı alması
câiz olur. Ev alacak vekîle, mahalle ve fiyâtını söylemek yetişir. Ölçü ile
alınan malın mikdârı veyâ fiyâtı söylenir. Evsâfını söylemek lâzım değildir.
Süleymâniyye kütübhânesi (Es’ad
efendi) kısmında [572] sayılı (Dürret-ül-beydâ)
kitâbında diyor ki, (Yemeğe çağrılan kimseye, malımdan istediğin
kadar yi ve al ve dilediğine ver, hepsi halâl olsun denilse, yidikleri halâl
olur. Aldıkları ve başkasına verdikleri halâl olmaz. Çünki, mikdârı bilinmiyen
ta’âmın yimesini halâl etmek câizdir. Fekat mikdârı bilinmiyen malı almak için
vekîl etmek ve mechûl ve ayrı olarak teslîmi mümkin olan malı ayırmadan hediyye
etmek sahîh değildir).
Şartı olan vekîl, şarta uymazsa, aldığı mal, kendinde kalır.
Şartı, sâhibinin lehine değişdirmesi câiz olur. Veresiye al deyince peşin alsa,
mal, kendinde kalır. Peşin al deyip de, veresiye alsa, sâhibi için almış olur.
Malın bir kısmını bulup alsa, bölmesi zararlı olan malda [kumaş gibi], sâhibi
için olmaz. Zararsız ise [pirinc, şeker gibi] sâhibi için almış olur.
Değeri bildirilmiyen malı, az aldanmak ile alabilir. Fekat,
et, ekmek, şeker gibi kıymeti meşhûr şeylerde az aldanmak afv olmaz. Fâhiş
aldanmakla alınan malı, sâhibi kabûl etmiyebilir.
Belli malı satın almağa vekîl olan, o malı kendisi için
satın alamaz. Kendim için aldım dese bile, sâhibinin olur. Sâhibi yanında iken
aldığı mal, vekîlin olur.
Vekîl, sâhibine kendi malını satamaz.
Vekîl, veresiye satın aldığı malın semenini, sâhibinden
peşin istiyemez. Peşin aldığı malın semenini, sâhibi te’cîl etdirse bile, peşin
istiyebilir. Semeni almadan önce, malı sâhibine teslîm etmiyebilir. Fekat, bu
zemân, mal telef olursa, vekîl başkasını satın alıp öder. Satın alma vekîli,
bey’i ikâle edemez.
Umûmî vekîl, sâhibinin malını, dilediği fiyâta satabilir.
Fiyât söylenmiş ise, dahâ aşağı satamaz. Satarsa, öder. Vekîl, sâhibinin
malını, kendine satın alamaz. Akrabâsına da satamaz. Ancak, bunlar, umûmî vekîl
ise veyâ değerinden yüksek satabilir. Umûmî vekîl, peşin de, veresiye de
satabilir. Fekat, peşin sat veyâ şu malımı sat da borcumu ver denildi ise,
veresiye satamaz.
Veresiye satdığı malın semeni için rehn veyâ kefîl alabilir
ve bunlardan mes’ûl olmaz. Rehn ile, kefîl ile sat denildi ise, böyle satması
lâzımdır.
Vekîl, semeni almadan, sâhibine kendi malından vermeğe
zorlanamaz. Semeni, müşterîden, sâhibi de alabilir. Ücretsiz vekîl, müşterîden
semeni almağa mecbûr değildir. Fekat, semeni almak için, sâhibini vekîl etmesi
lâzımdır. Dellâl ya’nî komisyoncu ve simsâr gibi, ücretli vekîller, semeni
almağa mecbûrdur. Satmağa vekîl olan, alışverişi ikâle edebilir. Fekat bu
ikâle, sâhibi için olmaz. Mal kendinin olup, semeni sâhibine öder.
Borc ödeme vekîli, kendi malından ödese, sâhibinden bunu
ister. Kâğıd lira ödemeğe me’mûr olan
vekîl, kendi malından altın ödese, sâhibinden kâğıd lira alır. Altın ödemeğe
vekîl olan, kâğıd ödese, kâğıd alır. Vekîli, alacaklıya kendi malını satıp,
sâhibinin borcunu öderse, sâhibinden borc kadar alır.
Filâna ödünc veyâ sadaka veyâ hediyye ver dese, vekîl bunu
verince, emr edenden istiyemez. Sonra ben sana veririm dedi ise, istiyebilir.
Herkes, ancak kendi mülkü için emr verebilir. Başkasının
malını denize at dese, atılmaz. Atan öder. Borcumu, kendi malından öde dese,
vekîl kabûl etse bile, ödemeğe mecbûr olmaz. Fekat, vekîlde alacağı veyâ emânet
parası varsa, emri yapmağa [ödemeğe] mecbûrdur. Malımı satıp öde dese, bu emri,
yalnız ücretli vekîl yapmağa mecbûr olur.
Falan alacaklıma ver diye, vekîle para verse, bunu, sâhibin
başka alacaklılarına veremez. Parayı alacaklıya vermeden, sâhibi ölse, para
vârislerine geri verilir. Alacaklılar mîrâsdan isterler.
Alacaklıma verip, senedin arkasına yazdır veyâ vesîka al
diyerek vekîle para verse, vekîl ödeyip, vesîka almasa, alacaklı inkâr ederse,
vekîl öder.
Vekîle verilen para, ta’yîn ile te’ayyün eder. Bu para telef
olsa, vekîl azl olur. Vekîl, aldığı parayı kendi için harc edip, sâhibinin
istediği malı kendi parası ile satın alsa, aldığı mal kendisinin olur. (Dürer-ül-hükkâm).
[1288] de İstanbulda basılan (Dürr-üs-sükûk)
kitâbı, İstanbuldaki islâm mahkemelerinin ba’zı karârlarını
bildirmekdedir. Birinci cildi, onbeşinci [15] sahîfesinde diyor ki: (Bir
tüccâr, zekâtı olan beşyüz kuruş beyâz beşliği, hacca gitmekde olan Mûsâ
efendiye teslîm eder. Bu zekâtı, Medîne-i münevvere şehrinde bulunan İbrâhim
efendiye teslîm etmesini ve kendi zekâtı olduğunu ona söylemesini emr ederek
Mûsâ efendiyi vekîl yapar. Mûsâ efendi, vekîl olmağı kabûl edip, beşyüz kuruşu
teslîm alır. Fekat, İbrâhîm efendi vefât etmiş olduğundan, Mûsâ efendi, bu
zekâtı, Medînede bulunan başka fakîre verir. Vekîl, zekâtı, emre uygun
vermediğinden, beşyüz kuruşu, sâhibi geri
isteyince, sâhibine geri vermesi lâzım olur). Sadakayı belli bir fakîre vermeğe
vekîl olan kimse, sadakayı başkasına verirse, sadakanın sâhibi sadakayı,
vekîlden geri istiyemez.
Da’vâcı ve zanlı, birbirinin gönlü olmasa bile, kendilerine
avukat [ya’nî da’vâ vekîli] tutabilir. Avukat, sâhibi aleyhinde, mahkemede
konuşabilir, başka yerde konuşamaz. Konuşursa dinlenmez ve vekîllikden çıkar.
Aleyhe hiç konuşmamak üzere, avukat tutulabilir. Konuşursa azl olur.
Avukat, mal almağa vekîl değildir. Mal almağa vekîl olan da,
sâhibine avukatlık yapamaz.
Sâhibi, başkasının hakkı karışan vekîlini azl edemez.
Başkasının hakkı karışmadı ise azl edebilir. Bu takdîrde vekîl de kendini azl
edebilir. Azl olunan vekîlin azl haberini alıncıya kadar yapdığı işler, câiz
olur. Kendi kendini azl eden vekîl, sâhibine bildirinciye kadar iş yapar. Alacaklı,
borclunun bildiği vekîlini, borclunun haberi olmadan azl edemez.
Vekîlin işi bitince, vekîllik de biter. Sâhibin ölümü ile
de, vekîllik biter ise de başkasının hakkı karışmış ise bitmez. Vekîlin ölmesi
ile de, vekîllik biterek, vâris-
leri
vekîl olamaz.
Herşeye vekîlimsin denilen (Umûmî vekîl), talâk, hediyye,
sadaka ve vakfdan başka herşeyi, sâhibi adına yapabilir.
Birinden ödünc istemek için başkasını vekîl yapmak bâtıldır.
Bunun için haberci göndermek sahîhdir. Ödünc istenilen malı almak için vekîl
yapmak câizdir.
(Fetâvâ-i Hayriyye)de diyor ki, (Zevcesini,
sefer uzaklığında bulunan babasının [veyâ mahreminin] yanından alıp getirmek
için, zevcin kendi kardeşini veyâ yabancı bir erkeği vekîl etmesi câizdir.
Onlar, zevcenin bu vekîl ile gitmesine mâni’ olamaz. Mâni’ olmaları günâhdır).
Kırküçüncü sahîfesinde diyor ki: Kıtlık zemânında, bir kadın, bir bileyziğini
zevcine verip, bunu sat! Parası ile bize nafaka al! Sonra, aynı değerde bir
bileyzik bana verirsin diyor. Sonra bileyziğin değerinde uyuşamıyorlar. Zevcin
yemîn ederek söylediğine inanılır. Çünki, satmak için, zevcesinin vekîli
olmuşdur. Satış vekîlinden bileyziğin benzerini geri istemesi sahîh değildir.
Sat demeseydi, ödünc olurdu. O zemân, kıymeti kadar istemesi fâsid olurdu).
(Fetâvâ-yı Hindiyye)de diyor ki, (Vekîlin,
vekîl olmağı kabûl etmesi şart değildir. Red etmezse, kabûl etdiği anlaşılır.
Dâr-ül-harbde bulunan mürted, Dâr-ül-islâmda bulunan malını satmak için birini
vekîl etse, câiz olmaz. Çünki, mürted Dâr-ül-harbe [ya’nî, İtalya, Fransa gibi
hıristiyan memleketine] gidince, malları mülkünden çıkar. Dâr-ül-islâmda
bulunan müslimânın Dâr-ül-harbde bulunan kâfiri vekîl etmesi bâtıldır.
Dâr-ül-harbde bulunan kâfirin Dâr-ül-islâmdaki müslimânı vekîl etmesi de
bâtıldır. Dâr-ül-harbdeki kâfir, Dâr-ül-islâmdaki alacağını almak için,
Dâr-ül-harbde bulunan bir müslimânı veyâ zimmîyi veyâ harbîyi, iki müslimân
şâhid yanında vekîl etse, câiz olur. Bu işi alışveriş için yapması da câiz
olur. Müslimân ve zimmî, Dâr-ül-islâmda bulunan harbîyi vekîl etseler câiz
olur. Dâr-ül-harbe giderse, vekîl olması biter. Mürtedi de vekîl etmeleri
böyledir. Alışverişde, kirâya vermekde, nikâhda, talâkda, hul’da, uyuşmak,
anlaşmakda, borc ödemekde ve rehnde vekîl tutmak câizdir. Herkes için mubâh
olan odun kesmekde, ot toplamakda, yerden ma’den, petrol çıkarmakda câiz
değildir. Ya’nî ele geçenler vekîlin olur. Hediyye, vedî’a, âriyet, ödünc ve
rehn vermeğe vekîl olanın bunları geri almağa hakkı yokdur. Mutlak olan, ya’nî
(İstediğini yap!) denilen vekîl başkasını da vekîl yapabilir. Bu yenisi,
vekâlet sâhibinin vekîli olur. İkinci vekîl, bir üçüncü vekîl yapamaz. [İbni
Âbidîn diyor ki, (Vekîl, sâhibinin izni ile, başkasını vekîl yapabilir. Kurban
satın almağa vekîl olan, başkasını, bu da başkasını vekîl edip, sonuncu vekîl
satın alsa, sâhibi izn verirse câiz olur. Zekât vermek vekîli, izne bağlı
olmaksızın başkasını, bu da diğerini vekîl yapabilir. Sonuncu vekîlin vermesi
câiz olur).] Vekîli zemân ve mekân ile sınırlamak câizdir. Müşterî, haberci
olduğunu söyler, bâyı’ ise vekîlsin diyerek
semeni isterse, müşterîye inanılır. Bâyı’ın sözünü isbât etmesi lâzım olur.
Satmak için vekîl olan, kendisi için satın alamaz. Çünki, bir kimse hem alıcı,
hem satıcı olamaz. Selem satışında bâyı’ vekîl tutamaz. Haberci ile sarf satışı
yapılmaz, vekîl ile yapılır. Mu’ayyen bin lira ile birşey satın almak için
vekîl edip, vekîl bu bin lirayı almadan önce başka bin lirasını alıp, o şeyi
satın alsa câiz olur. O bin lirayı teslîm aldıkdan sonra başka bin lirası ile
satın alsa câiz olmaz. İki kimse birisine para verip birşey satın alması için
vekîl etseler, paraları birbiri ile karışdırırsa, vekîlliği kalmaz. [Aldığı
şeyler kendinin olur. Paralarını geri vermesi lâzım olur.] Hediyye ve sadaka
veren ve alan, vekîl ta’yîn edebilirler. Şerâb veyâ hınzır hediyyeleşen iki
zimmîye müslimânların vekîl olması câizdir. Sendeki alacağımdan on altını benim
için sadaka ver yâhud yemîn keffâretimi yap yâhud zekâtımı ver diyerek fakîri
vekîl etmek sahîhdir. Bir zengin, bir fakîre, filâncada alacağım olan elli
dirhemi, zekâtım olarak ondan al dese, fakîr de, o değerde altın alsa câiz
olmaz. Falancadaki alacağımı sana hediyye etdim, ondan al dese, gümüş yerine
altın alsa, câiz olur. Borclunun vekîli, borcu ödeyince, borc-
ludan
ister. Yemîn keffâreti veyâ zekât vermek için vekîl olan, verince, emr edenden
istiyebilmesi için, emr verilirken, sonra sana öderim denilmesi lâzımdır.
Filâna benim tarafımdan on altın ver dese, yâhud benim tarafımdan demeyip, ona
olan borcumu dese, sonra vekîle ödemesi lâzım olur. Mâlımın zekâtı olarak veyâ
sadakam olarak veyâ filâna hediyyem olarak ver dese, sonra öderim demezse,
vekîl verdiğini âmirden istiyemez. Vekîl öderken Beyyine [ya’nî iki şâhid]
bulunmazsa veyâ makbûz almazsa, mes’ûl olmaz. Emr verilirken, bunlar istenildi
ise, mes’ûl olur. Falana olan borcumu ver diyerek vekîl etdikden sonra,
alacaklı mürted olsa ve ölse, vekîl borclunun parasını öder. Çünki mürtede
vermesi câiz değildir. Borcumu öde diyerek vekîline on altın verse, vekîl bunu
vermeyip kendi parasından verse veyâ alacaklıya on altınlık mal satsa, yâhud
ondan alacağı on altın ile takas etse [ödeşse] câiz olur. Ya’nî borclunun borcu
ödenmiş olur. Dâr-ül-harbde harbînin vekîli olsa, biri veyâ ikisi müslimân
olunca, vekâlet bâtıl olur. Sadaka için verilen parayı kendi ihtiyâcına sarf
edip, sonra kendi parasından o kadar sadaka verse, câiz olmaz. Sarf etdiğini
geri verir. Aldığı para yanında iken, kendi malından verirse câiz olur. Sendeki
buğdayımı falana sadaka ver dese, falan da vekîle buğdayı sat parasını bana ver
dese, buğday sâhibinin izni olmadan satamaz. Çünki, sadaka kabz edilmedikce
mülk olmaz. Falandaki alacağımı alıp sadaka ver dese, vekîl de önce kendi
malından sadaka verip, sonra borcludan alması câiz olur). (Fetâvâ-yı Kâdîhân)da diyor ki, (Birisine,
herşeyde vekîlimsin dese, yalnız malını korumak için vekîl etmiş olur. Her
şeyde vekîlimsin, emrin câizdir dese, bey’ ve şirâ ve hibe, ya’nî hediyye etmek
ve sadaka gibi bütün alış verişde vekîl yapmış olur).
İbni Âbidîn (Hibe)yi
anlatırken diyor ki, (Hibe, ya’nî teberru’ ve hediyye, karşılık beklemeden, ayn
olan malını, zengine vermekdir. Menfe’at hediyye edilmez. İ’âre edilir. Deyn,
ya’nî alacak, ancak borcluya veyâ bundan almasını emr etmek şartı ile,
başkalarına hediyye edilebilir. Verdiği malın, kendi malı ile meşgûl olmaması
ve hisse-i şâyı’alı olmıyacak sûretde ayrı olarak kabz olunması lâzımdır.
Kurban maddesine bakınız! Verenin, hediyye etdim, hibe etdim gibi âdet olan
sözü söylemesi, alanın kabûl etdim demesi veyâ kabz etmesi ile temâm olur. Kabz
edince, mülkü olur. Tabağı, hayvanı, evi hediyye ve teslîm edip de, yemeğini,
semerini, evdeki eşyâyı hediyye etmez ise, câiz olmaz. Bunların aksi câiz olur.
Çünki, yemek, semer ve eşyâ, verenin mülkü ile meşgûl değil, şâgildirler.
Kısaca, şâgil hediyye edilir. Meşgûl hediyye edilmez. Yalnız, tarladaki ekin,
ağaç şâgil oldukları hâlde, hibe edilemezler. Sadakanın ve rehnin kabz
edilmeleri de böyledir. İki kimse, ortak oldukları bir evi birine hediyye
etseler, câiz olur. Bir kimse, evini iki kişiye hediyye etse, câiz olmaz.
Çünki, taksîmi mümkin olan şeyi, hisse-i
şâyı’alı olarak vermek câiz değildir. On lirayı iki fakîre sadaka veyâ hediyye etmek
câiz olur. Çünki, fakîre hediyye olarak verilen şey sadaka olur. Ya’nî, sadaka
ahkâmına uymak lâzım olur. Sadakanın hisse-i şâyı’alı verilmesi câizdir ve
sadakayı geri almak câiz değildir. On lirayı iki zengine sadaka veyâ hediyye
etmek câiz değildir. Çünki zengine sadaka diyerek verilen şey hediyye olur ve
hediyye ahkâmına uymak lâzım olur. Şüyû’ olmaması için, on lirayı ikiye ayırıp,
herbirine beşer lira vermek lâzımdır. Hediyye verirken belli olmıyan birşey
karşılık isterse, bu şart bâtıl olur. Belli birşey isterse, ikisinin de
birlikde kabz etmesi lâzım olur. Kabzdan evvel hibe ahkâmı, kabzdan sonra bey’ ahkâmı
cârî olur. Bunun için, kabzdan sonra, yalnız birisi vazgeçemez. Birisi kabz
etmezse, herbiri vazgeçebilir).
(İhtiyâr)da diyor ki, (Ömrî) denilen hibe câizdir. Ya’nî, ömrün boyunca
evim senin olsun deyince, öldükden sonra ev, sâhibine, sâhibi ölmüş ise,
vârislerine geri verilir. (Rukbî) denilen
hibe, tarafeyne göre bâtıldır. Ya’nî, sen ölürsen benim olsun. Ben ölürsem
senin olsun diyerek evini birisine vermek bâtıldır. Herbiri, ötekinin ölümünü
terakkub etdiği, beklediği için, rukbî denilmişdir. Mülk edinmeği hatara,
zarara ta’lîk etmek sahîh değildir. Bir kimseye giyecek gönderilse, hediy-
ye
olur. Kabz edince mülkü olur. Başkalarına verebilir. Bir kimseyi yemeğe
çağırınca, önüne konan şey, hediyye edilmiş olmaz, (ibâha), yimesine izn vermek
olur. Ancak yidiği mülkü olur. Ondan izn almadan, başkalarına veremez.
(Fetâvâ-yı Bezzâziyye)de diyor ki, (Bunu sana
hediyye etdim dese, o da kabûl etdim demeyip onun yanında alsa, yâhud almayıp,
kabûl etdim dese sahîh olur. Falancadaki alacağımı sana hediyye etdim, ondan al
derse câiz olur. Sana zekât verdim. Ondan al dese, câiz olmaz. Çünki zekât ayn
olan maldan verilir. [Bunun için, zekât olarak kâğıd para vermek câiz olmaz.
Çünki kâğıd paralar ayn olan mal değildir. Değerleri kadar mal ile
değişdirilecek senedlerdir. Kâğıd paraların zekâtları altın verilir.] Sana
borcum olan mehrini bana hediyye etmezsen, babanın evine hiç gidemezsin dese,
zevcesi de hediyye etse, sahîh olmaz. Çünki kerhen, zor ile hediyye vermek
sahîh olmaz. Mehri zevcine hediyye etmeği şarta bağlamak, meselâ şu işi
yaparsan mehrim sana halâl olsun demek sahîh değildir. (Fetâvâ-yı Feyziyye)de diyor ki, (Eğer diyerek
şarta bağlanan hibe, bâtıl olur. Üzere diyerek şarta bağlanan hibe sahîh olup,
şartı mülâyım ise sahîh, muhâlif ise bâtıl olur. Bir işi yapmasını şart ederse,
hibe olmaz. Onu ecîr yapmış olur). Küçük çocuğa verilen hediyyeyi babası kabz
eder. Babası yok ise, babanın vasîsi, o da yoksa, dedesi kabûl eder. Dedesi de
yoksa, dedesinin vasıyyet etdiği kabûl eder. Bu dördünden biri varken, çocuğa
bakan akrabâsı bile alamaz. Bu dördünden biri yoksa, çocuğa evinde bakan kabûl
eder. Aklı başında çocuğun kendisi kabûl edebilir. Sâlih olan oğlan ve
kızlarına hediyyeyi, müsâvî mikdârda vermek efdaldir. Ölüm hastası olmıyanın
malının hepsini oğluna hediyye etmek câiz olur ise de günâhdır. Çocuğun mülkü
olur ise de babaya günâh olur [Hindiyye].
Reşîd ve sâlih veyâ ilm tahsîlinde olan çocuklarına dahâ çok vermek
câizdir. Salâhları müsâvî ise, müsâvî
dağıtmalıdır. Çocukları fâsık olanın mîrâs bırakmayıp,
sâlihlere, hayrâta vermesi efdaldir. Çünki, günâha yardım etmemiş olur. [Üçüncü
kısmda, yedinci maddeye bakınız!] Fâsık çocuğa nafakadan fazla yardım
yapmamalıdır. Çocuğa gelen hediyyeden ananın babanın yimesi câizdir. Çocuğun
yapdığı iyiliklerin sevâbı kendisinedir. Anasına babasına, öğretmek ve
yapdırmak sevâbı verilir. Satılan malı teslîm etmek, hediyye olunanın ise kabz
olunması da lâzımdır).
Ey nazlı yavrum, unutmam seni,
aylar, günler değil, geçse de yıllar!
Yakdı, mahv eyledi, ayrılık beni,
çıkar mı gönülden, o tatlı diller?
Kıyamaz iken hiç, öpmeğe tenin,
şimdi ne hâldedir, nâzik bedenin?
Andıkca her zemân, gonca dihenin,
yansın âhım ile, kül olsun güller!
Tegayyürler gelip, güzel cismine,
döküldü mü, siyâh kaşlar yüzüne?
Sırma saçlar, dağıldı mı üstüne,
sarardı mı, kokladığım sünbüller?
Temiz rûhun, Cennetine uçdu mu?
gül yanağın, tatlı yüzün soldu mu?
Çürüyüp de, şimdi toprak oldu mu,
öpüp kokladığım, o pamuk eller.