Ödünc vermek, ya’nî (Karz-ı
hasen) çok sevâbdır. Çarşıda misli, ya’nî benzeri bulunan herşeyi,
belirsiz bir zemân sonra, misli geri verilmek üzere vermeğe, (Karz-ı hasen) denir. Ödünc vermek, îcâb ve kabûl
ile [aldım, verdim gibi sözleşme ile] sahîh olur. Bir altın ödünc alan, bir
altını öder. Değeri değişdi diyerek önceki veyâ sonraki değerde gümüş veyâ kâğıd lira veremez. Bunlar yerine altın da veremez.
Alacaklı kabûl ederse câiz olur. Bir kimse gücü var iken borcunu
ödemezse, alacaklı veyâ başkası, bundan zor ile alabilir. Borc ödenince, sened,
borc verenin mülkü ise, ödendiğini bildiren
vesîka verir. Ölüm hastasının çok alacaklısı varsa, hepsine taksîm eder.
Borclu, yüz liralık senedimi ver, sana doksan lira vereyim dese,
alacaklı senedi istemiyerek verse, on lira dahâ istiyebilir. Züyûf, ya’nî altın
ve gümüşden başka para, meselâ kâğıd lira ödünc verdikden sonra, o kâğıdların
kıymeti kalmasa, İmâmeyne göre, teslîm etdiği zemândaki kıymetinde altın veyâ
bu kadar altın karşılığı geçer akça ile ödenir. Kıymeti değişirse, Ebû Yûsüfe
göre, yine böyle olduğuna fetvâ verildiği, sarf kısmında yazılıdır. Hacm ile,
vezn ile ölçülen her şeyin kıymetlerinin değişmeleri de böyledir. Bir kimse, birindeki alacağını, buna borcu olan başkasından
istiyemez. Ev, dükkân, hayvan, elbise gibi kıyemî olan, ya’nî misli
bulunmıyan şeyleri ödünc vermek fâsiddir ve hemen geri vermek lâzımdır.
Kullanılması harâm olur. Satması, harâm ise de, sahîh olur. Çünki, kabz etmekle
mülkü olmuşdur. Ödünc alınan kıyemî şeyin kıymetini ödemek lâzımdır. Ahmede yüz
lira borcum var diyenin borclu olduğu anlaşılmaz. Ne sebeble, nasıl
borclandığını da bildirmesi lâzımdır.
(Hamza efendi risâlesi şerhı) ellidokuzuncu [59]
sahîfesinde diyor ki: (Ödünc verirken, zemân ta’yîn etmemelidir. Çünki, zemân
ta’yîn ederse, malı, misli ile veresiye satmış olur. Bu ise fâiz olur. Senede
ödeme târîhi koymamakla, ödünc veren verdiğini geri almak hakkına her zemân
mâlik olmakda, belli bir zemânı beklemek zorunda kalmamakdadır. Zemân ta’yîn
etmeksizin ödünc vermeli ve arzû etdiği zemân isteyip geri almalıdır.
Câhillerin, ödünc verilen şeyin ödenmesi istenirse, sevâbı kalmaz demeleri,
doğru değildir. Kalb kırmıyarak, başa kakmıyarak, hakkını istemek câizdir. Kalb
kırmak, ayrı bir günâhdır). Ödünc alan kimse, vereceği bonoya ödeme târîhi
koymamalıdır. Birşey satın alan kimsenin vereceği bonoya ödeme târîhi koyması
lâzımdır. Ödünc verdiği parayı geri alabilmek için, senedde ödeme târîhi
bulunmak îcâb ediyorsa, ödünc vereceği kimseden kefîl ister. Kefîl ile, belli
bir zemânda ödenmesine kefîl olması için anlaşır. Meselâ, kefîlden, ödeme
târîhi belli bono alır. Borclunun da kefîlin ödemesi lâzım geldiği zemân
ödemesi câiz olur denildi. Fekat kefîlin o zemân ödeyip, sonra borcludan alması
dahâ iyi olur. Yâhud, borclu, borcunu kendine borcu olan birine havâle eder.
Havâle olunanın borcunun ödeme zemânı, belli ise, alacaklıya da o zemânda öder.
Belli zemânı yoksa, alacaklı havâleyi kabûl eden ile, belli bir zemânda,
ödemesi için uyuşur. Bunun borcluya borcu yoksa, borclu, belli zemânda ödemek
üzere buna borclandığını bildirir. Ya’nî bono verir. İki borc da aynı târîhde
ödenir. Fekat, burada borclu, ödeme senedini alacaklıya vermiyor. Havâleyi
kabûl edene veriyor. Alacaklı, ödeme târîhi yazılı bononun kendisine
verilmesini isterse, ödünc vereceği parayı, emîn olduğu bir arkadaşına hediyye
eder. Bu da bu parayı, ödünc istiyene verir. Borcunu para sâhibine havâle
etmesini söyler. Para sâhibi havâleyi kabûl ederek dilediği ödeme târîhli bono
yazıp, arkadaşına verir. Borclu da para sâhibine aynı târîh yazılı bono verir.
Sonra, havâleyi alan, alacağını arkadaşına hediyye ederek, bonosunu geri verir.
Yâhud ödünc istiyene, ödünc vereceği kadar fiyâtla ucuz birşeyi veresiye satar.
Ondan bu satış için belli târîhli ödeme senedi alır. Sonra bu şeyi aynı
fiyâtla, peşin olarak, ondan geri satın alır. [Altıncı madde sonuna bakınız!]. (Hadîka)da, altıyüzyirminci [620] sahîfede diyor
ki: (Bir kimsenin, ödünc vereceği kimseye, hattâ bir kâğıd parçasını bin liraya
bile satması câizdir.
Mekrûh değildir). (Eşbâh)da
diyor ki: (Ödünc verirken, senede ödeme târîhi koyabilmek yollarından biri de,
Mâlikî mezhebini taklîd etmekdir. Mâlikî mezhebinde, ödünc verirken, ödeme
zemânının bildirilmesi lâzımdır). (Mîzân-ül-kübrâ)da
diyor ki: (Mâlikî mezhebinde, ödünc verilen malı ve satış semenini, ödeme
zemânından önce veyâ sonra istiyemez. Zemânında istemesi lâzımdır). Fekat,
başka mezhebi taklîd etmek, ancak, sıkışık durumlarda câiz olur. Taklîd edilen
mezhebin bütün şartlarını öğrenip bunlara uymak lâzım olur. (Beydâvî)nin (Şeyhzâde)
hâşiyesi, birinci cild, 590.cı sahîfesinde diyor ki, (Âyet-i
kerîmedeki müdâyene ya’nî borçlanma kelimesi, muâmele ya’nî bey’ ve şirâ
demekdir. Bu da, dört şeklde olabilir: Aynı ayna satmak, müdâyene değildir. Deyni deyne satmak da, bâtıldır. Aynı
deyn karşılığı satmak, bildiğimiz veresiye satışdır. Deyni ayn karşılığı
satmak, (selem)dir.Bu iki satışda, deynin belli vaktde ödenmesi için sened
yazılır. Ödünç vermek, bu iki satışa dâhil değildir. Ödünç vermekde, belli vakt
bildirmek, Hanefîde câiz değildir.) Vakt bildirilirse, fâiz olur.
Ödünc verirken bir menfe’at şart koymak fâiz olur. Harâm
olur. Şart koymadığı hâlde, öderken ayrıca
birşey fazla vermek câizdir. İbni Âbidîn “rahmetullahi teâlâ aleyh”, ödünc
vermeği anlatmağa başlamadan buyuruyor ki, (Falana olan borcuma kefîl ol dese,
o da kabûl edip ödese, kefîl borcluya, (Belli zemânda bana ödersin) diyebilir.
Fekat, falana olan borcumu öde dese, o da kabûl edip ödese, borclunun bunu ona belli
bir zemânda ödemesi câiz olmaz. Çünki, borclu için ödemiş, borclu şimdi buna
borclu olmuşdur. Borcun belli bir zemânda ödenmesi ise câiz değildir).
(El-Ukûd-üd-dürriyye) sâhibi “rahmetullahi
teâlâ aleyh” diyor ki, (Alacaklısına, evini verip ücretsiz otur demek,
fâsiddir. Ecr-i misl lâzım olur. Alacaklısına evini rehn verip, ücretsiz
oturmasına izn verse, ücret lâzım olmaz. Alacaklıya rehni kirâya verirse, rehn
fâsid olur. Alacaklının rehnden istifâde etmesi tahrîmen mekrûhdur. Bir kadın,
oğlunu evinde, ta’mîr etmek şartı ile oturtsa, senelerce oturup, ta’mîr etmeden
çıksa, anasına ecr-i misl ödemesi lâzım olur).
Büyük âlim Hayreddîn Remlî hanefî “rahmetullahi teâlâ
aleyh”, (Fetâvâ-i Hayriyye)de diyor ki,
(Zimmî zimmîye elli lira ödünc verip, fâizi ile birlikde ellibeş lira alsa, beş
lirayı geri vermesi lâzımdır. Çünki, fâiz her dinde harâmdır.)
Abdülvehhâb-ı Şa’rânî “rahmetullahi teâlâ aleyh”, (Mîzân-ül-kübrâ) kitâbında diyor ki, (Dört
mezhebde de ödünc vermek müstehabdır. Belli bir zemân sonra alacağı satış
parasının bir kısmını, vaktinden önce almak için, geri kalandan vaz geçmesi
câiz değildir. Bir kısmını vaktinden önce alıp, geri kalanı, vaktinden sonra,
başka vakte bırakması da câiz değildir. Vaktinden önce, bir kısmını aynen,
gerisini de, başka şey olarak almak câiz değildir. Vakti gelince, bir kısmını
alıp, geri kalanı, başka vakte bırakması veyâ vaz geçmesi câizdir). Peşin olan
satış semeni için, yarısını şimdi (veyâ yarın) verirsen, gerisi bir sene sonra
olsun demek câizdir.
Ödünc verirken veyâ verdikden sonra, alacağının taksîdler
hâlinde ödenmesine râzı olmak câiz değildir. Taksîd ile, uzun zemânda
ödenmesini kabûl eden alacaklı, bu sözünden vaz geçebilir. Hepsini birden peşin
istiyebilir. Borclu, elinde taksîdle ödiyeceğini bildiren sened olduğu hâlde,
gücü yeterse, hepsini birden ödemeğe mecbûrdur. Borclu bir kısmını inkâr
ederse, mümkin olanı belli zemânda almak câiz olur. Mehr-i mu’accelin de
te’cîli câiz değildir. Kadın veyâ vârisleri, hepsini hemen alır. Borcludan
kefîl istemesi ve kefîlin belirli târîhlerde taksîdlerle ödemesi câizdir.
Bir vakte kadar ödünc vermek câiz olmadığı gibi, bu vakti
beklemeden, alacağını istemesi câizdir. (Mâlikî mezhebinde, ödünc verenin, şart
olmasa dahî, borcludan hediyye alması, yemeğini yimesi ve ondan herhangi bir
sûretle menfe’atlenmesi câiz değildir. Şâfi’î ve Hanbelî mezheblerinde, söz
kesilirken şart edilmezse,
câiz
olur). Hanefî mezhebinde, ba’zı âlimler, şart etmeden alması câiz olur dedi ise
de, ba’zıları, şartsız hediyye almak da câiz olmaz dedi. Birincisi, kendisine
her zemân hediyye vermesi âdeti olan kimseden alması olup, fetvâ yoludur.
İkincisi ise, takvâ sâhibleri içindir. Borc alanın âkıl ve hicr edilmemiş
olması lâzımdır.
Ödünc verirken şart edilmediği hâlde, borclunun, sonradan
yüksek fiyâtla, alacaklıdan mal satın alması câiz ise de, mekrûhdur.
Şems-ül-eimme Hulvânî harâm olur dedi. Fekat, ödünc verme sözleşmesi olmadan
önce, meselâ bin lira değerindeki kumaşı binbeşyüz liraya satın alsa,
ayrıldıkdan sonra, tekrâr gelip dörtbin lira da ödünc alsa, câiz olur ve satana
beşbinbeşyüz lira borcu olur. Hâlbuki borcu beşbin olmak lâzımdır. (Dürr-ül-muhtâr)da diyor ki, böyle mu’âmeleye
yüzde beşden fazla olmamak şartı ile câiz olur denildi. Yüzde beşden fazla
farklı ödünc verirse, ya’nî ödünc vermeden önce, (Mu’âmele)
ile, satacağı malın fiyâtı, ödünc verdiği paranın, yüzde beşinden
fazla olursa, harâm olur ve böyle ödünc veren habs olunur. İbni Âbidîn
“rahmetullahi aleyh” (Dürr-ül-muhtâr)ın
bu satırlarını geniş açıklıyor. Sultânın emri ile, yüzde onbeşe kadar mu’âmele
ile satış fetvâsı verildiğini, buna câiz diyen âlimleri ve büyük fıkh kitâblarını bildiriyor. (Bezzâziyye) fetvâsında, sarf bahsinde diyor ki,
(Ribh ile ödünc istiyen muhtâc kimse, buna bir malı on liraya satsa ve
teslîm etse, ödünc verecek olan da, bu malı, sonra o kimseye on iki liraya
satsa câiz olur. Satışı, ödünc verildikden sonra yapmak iyi olur. Mal, ödünc
verenin ise, bunu ödünc isteyene, dilediği bir müddetle, meselâ oniki liraya,
veresiye satar. Malı teslîm alınca, üçüncü kimseye on liraya satıp teslîm eder.
Bu kimse, ödünc verene on liraya peşin satıp, malı buna verir. Aldığı on lirayı, ödünc isteyene vererek borcunu
öder. (Bahr)de diyor ki, (On lira
alacağı olan bir kimse, belli zemân sonra onüç lira almak isterse,
borclusundan bir malı bu on lira karşılığı satın alıp, malı kabz etdikden
sonra, belli zemân sonra ödemek üzere, ona onüç liraya satar).
İslâm mahkemelerinde yüzde onbeşe kadar mu’âmele ile satış
da’vâları kabûl ediliyordu. Meselâ, [1288] de basılan (Dürr-üs-sukûk) adındaki kitâbda, sultân
Abdülmecîd hân “rahmetullahi teâlâ aleyh” zemânındaki şer’ıyye mahkemelerinin
birkaçyüz karâr sûreti yazılıdır. İkinci cild, altmışbeşinci [65] sahîfede
diyor ki: Alî ağa, Velî ağa karşısında ikrâr-ı kelâm ediyor. İşbu Velî ağa,
malından bana üçbin kuruş ödünc teslîm etdikde, ben dahî teslîm aldım. Bu para
ve semeni işbu târîhden bir sene temâmına değin müeccel, yine Velî ağadan satın
aldığım bir cild (Kudûrî) kitâbı semeninden dahî dörtyüzelli kuruş ki, cem’an
üçbindörtyüzelli kuruş deynimdir, dedikde, tasdîk olundu). Dörtyüzelli
kuruş, üçbin kuruşun yüzde onbeşi olduğundan, câiz görülmüşdür.
Fâiz günâhından kurtulmak için (Iyne)
yolu ile de ödünc vermek câiz olur denilmişdir.
İbni Âbidîn (Sarf) ve (Kefâlet) sonunda buyuruyor ki, (Iyne satışında
zengin on lira değerindeki malı fakîre meselâ oniki liraya veresiye
satar. Fakîr, malı alıp, başkasına, peşin on liraya satarak, on lira almış
olur. Zengine oniki lira borclu olur. İmâm-ı Ebû Yûsüfe göre câizdir. (Feth-ul-kadîr)de mekrûh bile olmadığı yazılıdır.
İmâm-ı Muhammede göre câiz değildir. (Hadîka) ve
(Berîka) kitâblarında diyor ki, (Iyne,
bir malı veresiye satıp, bunu aynı meclisde, bu müşterîden peşin ve ucuz satın
almakdır. İkinci semen ayn, ya’nî peşin olduğu için, böyle satışa, (Iyne satışı) denildi. İki semen, önceden
karârlaşdırılıp şart edilirse, sözbirliği ile harâmdır. Önceden şart edilmezse,
Şâfi’îde câiz olur. Müşterî, bu malı aynı meclisde, başkasına satarsa, câizdir.
Hadîs-i şerîfde, (Iyne satışı yaparsanız ve cihâdı
terkedip, zirâ’at ile uğraşırsanız, Allahü teâlâ sizi zelîl eder. Dîninize
dönmedikce, bu zilletden kurtulamazsınız!) buyuruldu. Bu hadîs-i
şerîf, harâm olan Iyne satışını bildirmekdedir. Eshâb-ı kirâm, halâl olan Iyne
satışı yapardı. Meselâ, bir zengin, ödünc isteyen bir fakîre, bir malı ikibin
liraya veresiye satar. Başkasını gönderip, bu da kendi için o malı fakîrden bin
liraya peşin alır. Sonra zen-
gine
bin liraya satıp, fakîri zengine havâle eder. Zengin de, kendine havâle olunan
bin lirayı fakîre öder. Günü gelince, fakîrden iki bin lira semeni alır. Böyle
satışı, Resûlullah emr buyurmuşdur. (Kâdîhân)da
yazılıdır).
[(Bahr)da diyor ki,
(Muhtâc olanın fâiz ile borc alması câizdir). Fekat, buna da fâiz ile ödünc
vermek harâmdır [Eşbâh]. Nafakası olmayıp
bulamıyanlara muhtâc denir. İslâmiyyet, bu ihtiyâcı zarûret kabûl etmekdedir
[Eşbâh]. Böyle bir fakîr fâizsiz (Karz-ı hasen) bulamazsa,
harâm olduğu için fâiz ile de ödünc veren bulunmazsa, bu fakîri telef olmakdan
kurtarmak için, ihtiyâcı kadar mu’âmele ve îne yolu ile ödünc verilmesi câiz
oldu. Nafakasından fazla mal, binâ sâhibi olmak için ve ticâretine sermâye
yapmak için fâiz ile ödünc almak ve buna, mu’âmele ve îne yolları ile de ödünc
vermek câiz değildir.] Sekizyüzelliüçüncü sahîfeye bakınız!
Selem yolu ile ödünc vermek, ya’nî köylüye, ödünc parayı,
çok ucuza selem semeni olarak peşin verip, sonra bu para karşılığı olarak, yeni
senenin mahsûlünden çok fazla buğday veyâ pancar veyâ pamuk satın almak câiz
değildir. Sözleşme zemânında çarşıda bulunmıyan gelecek sene mahsûlü selem
yapılmaz. Köylüye, böyle câiz olmıyan, selem yolu ile para vermek, (Mu’âmele) ile ödünc vermekden ve (Iyne)den dahâ fenâdır. Köylüleri ve köyleri
harâb etmekdedir.
Âriyet diyerek verilen mal, ödünc verilmiş olur. Zâten ödünc
vermek, âriyet vermek demekdir. Âriyet, bir malı, kullanmak için vermekdir.
Malın kendi geri alınır. Ödünc verilen mal ise, geri alınırken, misli satılmış
olup, semen alınmış olur. [(Mecelle)de
diyor ki, (Âriyet), ücretsiz olarak
kullanmak için verilen mala denir.]
Al, sarf et diye verilip, hediyye olduğu söylenmiyen para,
teslîm edilince, ödünc verilmiş olur. Al, giy diyerek verilen elbise, hediyye
olur.
Ödünc verileni kendisi veyâ vekîli teslîm alınca, ona mâlik
olur. Veren, verdiğini geri istiyemez. (Fetâvâ-i
Hindiyye)de diyor ki, (Ödünc alınanı kabz etmeden önce kullanmak
câizdir). Borclu, ödünc aldığı malın veyâ paranın mislini, ya’nî benzerini
ödemesi lâzımdır. Ödemeden önce, borcunu [ödünc aldığı şeyin kendisini değil]
alacaklısından peşin satın alabilir ise de, veresiye satın alamaz. Ödünc
aldığını alacaklısına satabilir. Bunun gibi, bir kimsenin, mal satmakdan veyâ
ödünc vermekden veyâ mîrâs, hediyye, sadakadan ve ücretden ölçülebilen mal veyâ
para alacağı olsa, bunu teslîm almadan önce, borclusuna veyâ başkasına veresiye
satması câiz değildir, harâmdır. Pazarlık etdiği yerde semenini alsa, peşin
satmış olur. Bu da, yalnız borclusuna câizdir. Para bozdururken birinin peşin
kabz edilmesi lâzım olduğu buradan da anlaşılmakdadır. Yalnız, taşınabilen bir
mal satın alındığı zemân, bunu teslîm almadan
önce, peşin de olsa, hiç kimseye satmak câiz değildir. Görülüyor ki, ödünc mal alan
kimse, ödemek için bunun benzerini bulamayınca, yerine başka mal veyâ parasını vermek için sözleşirlerse bunu, söz kesilen yerde,
hemen peşin vermesi lâzım olur. Malı veyâ parayı ilerde vermek için
sözleşmeleri harâm olur. Harâmdan kurtulmak için, borclusundan borc karşılığı
az bir malı peşin satın alıp, kabz etdikden sonra, bu malı ona o paraya
veresiye satar. Anlaşamazlarsa, benzeri bulununcıya kadar beklenir. Dördüncü madde sonuna bakınız! Buğday ödünc alsa,
buğdayın fiyâtı çok değişse, yine aynı hacmda buğday ödemesi lâzımdır.
Bir kimsenin, birisinden yüz lira alacağı varken, bu kimsenin, alacağı ile
takas edilmemek şartı ile ondan yüz liraya mal satın alması fâsiddir.
(Mecmû’a-i cedîde)de, (Kâdîhân)dan alarak diyor ki, (Ödünc almakla,
gasb etmekle veyâ mal satın almakla yüz lira borclanan kimse, alacaklısına bir
altın ödünc verse, bu alacaklarını [ya’nî yüz lira ile bir altını] birbirlerine
satmaları câiz olur. Başka cinsden olan böyle borclarını birbirlerine
satmaları, bu mallar ellerinde imiş de birbirlerine satıyorlarmış gibidir. Yüz
lirayı ve bir altını birbirlerine teslîm etmiş gibi olurlar. Borclarını takas
etmeleri, ellerindekilerini mubâdele gibidir. Bunun gibi, bir teneke dolusu
buğday borcu olan kimse, alacaklısına bir teneke dolusu arpa ödünc verse, sonra
bu buğday ile arpa borclarını birbirlerine
satmaları
câiz olur). Ondokuzuncu madde ortasına bakınız!
Eti dartarak, ekmeği dartarak veyâ sayarak ödünc vermek
câizdir.
Alacaklı, borclunun malını görünce, borcun benzeri mal ise,
onun rızâsı olmadan alabilir. Başka bir kimse de alıp, alacaklıya verebilir.
Bir kimsenin, birisinde elli altın alacağı varken, borclu, alacaklıya
elli altın emânet bırakırsa, her ikisi râzı olmadıkca borca sayılmaz.
Bir kimsenin borcunu başkası ödiyebilir. Borc ödiyenin, borc
senedi kendi mülkü ise, geri istiyebilir.
Ödünc verilen borc, belli mikdâr ve belli zemânlarda taksîde bağlanamaz. Eline
geçdiği zemân, geçdiği kadar ödiyerek borcunu bitirir. Fekat borcunu başkasına
havâle ederse, havâleyi kabûl eden, belli taksîtlerle ödiyebilir.
Ödünc alınan mal karşılığı olarak, iki tarafın uyuşduğu
semen, para şeklinde peşin olarak ödenebilir. Bu sûretle, malı alacaklıdan
peşin satın almış olur.
Borclu, alacaklının senedi gayb etmesi ile borcu ödemekden
kaçınamaz. Sâlih olan iki şâhid göstererek, alacaklı olduğunu mahkemede isbât
eder. Bunun için, şâhid yanında ödünc vermelidir.
Borclu borcunu, aldığı yerde veyâ alacaklının râzı olduğu
yerde öder.
Kefîl ve havâle olmadan, kimse başkasının borcunu ödemeğe
zorlanamaz. Vâris, kendi malından, meyyitin borcunu ödemeğe zorlanamaz. Deliye
ve çocuğa ödünc verilmez. (Bahr-ül-fetâvâ)da,
Hibe bahsinde diyor ki, ([Hükûmetdeki işini ta’kîb etmesi için, borclusuna emr
vermek fâiz olur]. Borclu bu işi yapınca, borcundan onu ibrâ eylemek rüşvet
olur. Alacağını yine istiyebilir). (Fetâvâ-yı
Feyziyye)de diyor ki, (Kendi malından zevcine verip, bunu sat!
Semeni ile nafaka al dese, zevcini satmağa vekîl etmiş ve semeni ona âriyet
vermiş olur. Âriyet olarak verilen mislî mal, karz olur).
Ödünc verilecek parayı almak için (Vekîl) olunur. Birisinden ödünc istemek için vekîl olunmaz.
Bunun için, yirmi kişiye verilen ödünc parayı almak için içlerinden birini
vekîl yapsalar, aldığı paranın yirmide birini öder. Zengin, paranın hepsini
sana vermişdim, hepsini sen ödiyeceksin diyemez. Birisinden ödünc istemek için (Resûl), ya’nî haberci göndermek câizdir. Malı
zenginden isterken, kendi için isterse, vekîl olur ki, câiz değildir. Fakîr
için ödünc verilmesini söylerse veyâ falanca kimse, senden ödünc istiyor diyerek alırsa, resûl olur. Falan kimse için bana
ödünc ver, yâhud bana ödünc ver derse vekîl olur. Alışverişde de
böyledir. Kendi için söz keserse, vekîl olur. Gönderen kimse için söz keserse,
resûl olur.
Malı olduğu hâlde, borcu az olsa dahî, ödememek harâmdır.
Böyle kimse akrabâsı ve kadın, çocuk olsa bile, habs olunur. Yalnız ana, baba,
çocuklarına borclu oldukları için habs olunmaz. Habsde bulunanın, cum’a,
bayram, cenâze nemâzlarına, hacca, hastaya gitmesine izn verilmez. Ödeyinciye
veyâ fakîr olduğunu isbât edinciye kadar habsde kalır.
(Fetâvâ-i Hayriyye), ikinci kısm başında
diyor ki, (Malı olan, borcunu ödemeyince habs olunur. Yine ödemezse, İmâm-ı
a’zama göre, ödeyinciye kadar habsde bırakılır. İki imâma göre, kâdî malını,
evini satarak öder. Sonra habsden çıkarır. Fetvâ da böyledir. Dayak atmak câiz
değildir). Üst katın sâhibi, alt katı, sâhibinin izni ile ta’mîr etse, masrafını
alt katın sâhibinden ister. Vermezse habs olunur.
(Mecelle)nin altıyüzellialtıncı
[656] maddesinde diyor ki: (Semenin ödeme günü gelmeden evvel borclu başka
memlekete gitmek istese, alacaklı hâkime mürâce’at ederek, ondan kefîl veyâ
rehn isteyince, bunu vermeğe mecbûr olur. Vermezse sefere gitmekden men’
olunur. Başka yere gitmiyen borcludan kefîl istenemez. Borclunun arzûsu ile
kefîl olan da, borclu başka yere giderken, borcu bana veyâ alacaklıya öde!
Yâhud alacaklıya beni afv etdir, sonra git diyebilir). Binaltıyüzdo-
kuzuncu
[1609] maddesinde diyor ki, (Bir kimse, kendisi yazıp yâhud bir kâtibe yazdırıp
da, imzâlı yâhud mührlü olarak başkasına vermiş olduğu deyn senedi, üsûl ve
âdete uygun olarak yazılmış ise, söylemesi gibi kıymetli olur. Senedin,
kendisinin olduğunu söyleyip de, seneddeki borcu inkâr ederse, inkârı kabûl
edilmez. Ödemesi lâzım olur). 1296 [m. 1879] târîhli icrâ kanununun otuzikinci
[32] maddesinde, (Borcunu ödemek istemiyen borclunun malı olduğu, vesîka veyâ
ihbâr ile anlaşılırsa, mahkeme, borcluyu habs eder veyâ hacz etdirir).
Altmışbeşinci [65] maddesinde, (Satılan eşyâ ve mülk parasından, önce icrâ
masrafları, sonra borc ödenir). Damga kanûnunun onüçüncü [13] maddesinde,
(Makbûz senedleri için damga vergisini, pul harcını, parayı alan öder) diyor. İbni Âbidîn “rahmetullahi teâlâ aleyh”,
hâkim ve müftîlerin sened ve evrâk yazmak için ücret almalarının câiz
olduğunu açıklamasından anlaşılıyor ki, ödünc verme, sened ve başka
masraflarını, âdete göre ödünc veren ve alandan herhangi birinin ödemesi
câizdir.
Ödünc istemek ancak lâzım olunca câiz olur. Lâzım olmak üç
dürlüdür:
1 - Lüzûm-i îcâbî. Nafakası olmıyanın veyâ kazancı
şübheli olanın, halâl nafaka almak için, ödünc istemesidir. Setr-i avret için
çamaşır parası da böyledir.
2 - Lüzûm-i aklî. Evi olmıyan kimsenin, memleketin
âdetine göre, kirâ veyâ satın almak için ödünc istemesidir. Soğukdan korunmak
için, elbise parası da böyledir.
3 - Lüzûm-i istihsânî. Mevkı’i, vazîfesi sebebi ile,
âdete uygun giyinmek için, ödünc istemekdir. Bu üç lüzûm için, fâizsiz ödünc
istemek câiz olur. Yalnız bunlara ödünc verilir. Başkalarına, zâlimlere,
fâsıklara ödünc verilmez. İhtiyâcı olana ödünc verilir. İhtiyâcı olmıyana,
malını lüzûmsuz yerlere, harâma harc edene verilmez. Başkasına ödünc vererek,
kendini sıkıntıya düşürmek doğru değildir. Nisâba mâlik olmıyan kimsenin,
kurban kesmek için ödünc istemesi câiz değildir.
Çün ezelde, kün deyip ol
perverdigâr,
bir bedîa halk edip, o
kirdigâr.
Rûh deyû nâm eyledi, ol
dilbere,
künhünü bildirmedi âcizlere.
Bu değildi, âlem-i halkdan,
meğer,
âlem-i emr-i Hudâdır
mu’teber.
Şöyle
fermân eyledi, Rabb-i mu’în,
âmir ol nefse, ona uyma
sakın!
Çünki rûh, emr-i Celîli
dinledi,
ol mübârek, gör ki, oldem
neyledi:
Tutdu fermân-ı Hudâyı, o
latîf,
başladı seyr-ü sülûke, ol
şerîf.
Aşk-ı Hakla, uçdu cevlân
eyledi,
çok
âlemler gördü, seyrân eyledi.
Buldu bir âlem ki, nâ
mahdûd idi,
mâ verâ-i Arşa dek, memdûd
idi.
Öyle vâsi’ ki, bulunmaz
gâyeti,
şâmil olmuş, Arş-ü nâr-ü
Cenneti.
Her hakâyık, orda etmişdi
zuhûr,
cism-ü cismânî değildi,
cümle nûr.