İnsanlar birbirlerine muhtâc olup, birlikde
yaşamağa mecbûrdurlar. Bey’ ve şirâ olmasaydı, yer yüzünde nizâm olmazdı.
İslâmiyyetde bey’ ve şirâ, arz ve taleb esâsına göre yürür. İslâmiyyet, ferdin iktisâdî hürriyyetine saygı gösterir.
Husûsî teşebbüslere ve sermâyeye salâhiyyet verir. Allahü teâlânın emr
etdiği bu ticâret ahkâmı, Karl Marks ismli bir yehûdînin serhoş kafası ile
ortaya koyduğu, sosyalizm adındaki, siyâsî bir iktisâd rejimi ile taban tabana
zıddır. Hür dünyâ devletlerinde tatbîk edilmekde olan liberal iktisâd sistemi,
islâmın ticâret ahkâmına yakındır. İslâmiyyetin gösterdiği iktisâd yolu, özel
teşebbüsü ortadan kaldıran Markscı sosyalizm olmadığı gibi, devletin iktisâdî
hayâta hiç dokunmamasını istiyen Adam Smith liberalizmi de değildir. Uşr, harâc,
âşirin topladığı zekât, cizye, narh koymak, Beyt-ül-mâlın diğer gelirlerini
toplamak ve sarf etmek, devletin elinde olduğu için, islâm iktisâdı, başı boş
bir liberalizm değildir. İstihsalde mümkin olduğu kadar özel teşebbüsü, millî
gelirin ferdlere taksîminde de, sosyal adâleti sağlıyan hükmlerdir.
Bir kimse imâm-ı a’zam Ebû Hanîfeden “rahmetullahi aleyh”
sordu ki, (Vaktlerimi ibâdet ile geçirmek
istiyorum. Bana birşey yaz da, hep onu yapayım!) İmâm-ı a’zam alış veriş
bilgilerini yazıp verince, (Bu, tüccârlara lâzım olur. Ben evimde oturup ibâdet
ile meşgûl olacağım) dedi. Cevâbında, (Yiyecek ve giyecek lâzım olmıyan kimse
var mı? Ahkâm-ı islâmiyyenin alış veriş kısmını bilmiyen, harâm lokmadan
kurtulamaz ve ibâdetlerin sevâbını bulamaz. Zahmetleri boşa gider ve azâba
yakalanır ve çok pişmân olur) buyurdu. (Bezzâziyye)de
diyor ki, (Alış veriş bilgisini öğrenmiyenin, ticâret yapması harâmdır. İmâm-ı
Ebülleys de “rahmetullahi teâlâ aleyh” böyle buyurmuşdur. İmâm-ı Muhammed
Şeybânîye “rahmetullahi teâlâ aleyh”, Zühd hakkında bir kitâb yaz dediklerinde,
zühd için bey’ bilgisi yetişir buyurdu).
(Bey’), satmak demekdir. (Şirâ), satın almak demekdir. İslâmiyyetde bey’
ve şirâ, iki kişinin mallarını, râzı olarak, birbirlerine (Temlîk) etmeleri, ya’nî seve seve değişdirmelerine
denir ki, türkçesi (Satış)dır. Bir
kimse, Zeyde ve Amre, şu malımı size bin kuruşa satdım dese, yalnız Zeyd kabûl
etse, bey’ sahîh olmaz. [Gazetelerde, radyolarda yapılan satış i’lânları, bey’
olmaz. Tâlib olanlar gelip, satın alınca, sahîh bey’ olur.] Bey’ ve şirâ ve
bütün mu’âmelât bilgilerini Hanefî mezhebine göre bildireceğim. Bir kimseye
zarûrî lâzım olan malı ona satmak vâcibdir. Bey’in sahîh olması için (Îcâb) ve (Kabûl) denilen
tüccarlar arasında âdet olan sözlerin söylenmesi veyâ malların karşılıklı
verilmesi lâzımdır. Alıcı ve satıcıdan, râzı olduğunu hangisi önce söylerse,
buna (Îcâb) denir. İkincisinin sözüne, (Kabûl) denir.
(Mal), insanın arzûladığı,
ihtiyâc, ya’nî lâzım olunca, kullanmak için saklanabilen ayn, ya’nî madde, cism
demekdir. Buğday dânesi mal değildir. Çünki, kimse saklamaz. Hür insan ve hür
insanın her parçası, balık ve çekirgeden başka kendiliğinden ölmüş hayvân leşi
ve kan ve yerinde bulunan toprak ve su mal değildir. Sülük ve yerinden alınıp
götürülen toprak, su maldır.
(Mülk), insanın mâlik olduğu,
ya’nî başkasının rızâsını, iznini almadan kullanmağa hakkı olan şeye denir. Bu
şey, maldır veyâ malın kendi değil, yalnız menfe’atidir. Bir kimsenin her malı
[meselâ atı], onun mülküdür. Fekat her mülkü, meselâ kirâcının evi, [veyâ bir
makinayı kullanma hakkı] malı değildir.
(Mütekavvim mal) ya’nî (Kıymetli mal), kullanması mubâh ve mümkin olan
maldır. Müslimânlar için, şerâb, domuz ve Besmelesiz kesilen veyâ kesmeden
öldürülen hayvân, denizdeki balık (Kıymetli mal) değildirler.
Bir buğday dânesi kıymetli ise de, mal değildir.
Bey’in sahîh olması için, iki malın da mütekavvim olması
lâzımdır.
Bir yere götürülmesi mümkin olan mala (menkûl) denir. Vakf veyâ mîrî yer üze
rindeki
ağaçlar ve binâlar menkûl kabûl edilir.
(Nakd), külçe veyâ meskûk, ya’nî basılmış para hâlindeki altın ve gümüşlere (Nakd), (Nakdeyn)
ve
(Nukûd)
denir. Altını, gümüşü yarıdan fazla olan nukûddan; altını, gümüşü en
çok olanına
(Ceyyid),
dahâ az olanlarına
(Züyûf)
denir. Altın ve gümüş eşyâ nakd
değildir.
Mal, ölçü birimine göre beşe ayrılır: Ağırlık ile, hacm ile,
yüzey birimi ile, uzunluk birimi ile ve sayı ile ölçülenler.
(Mekîl), kile ile, ölçek ile,
ya’nî hacm ile ölçülen mal demekdir. Buğday, arpa, hurma ve tuz dâimâ mekîldir.
Dartı ile kullanılmaları, mekîl olmalarını değişdirmez. Müsâvî olmaları lâzım
olduğu zemân, hacmlarının müsâvî olması lâzım olur.
(Mevzûn) veyâ (Veznî), vezn ile, ya’nî ağırlıkla ölçülen mal
demekdir. Altın ile gümüş, dâimâ veznîdir. Bildirdiğimiz altı maldan başka
şeylerin mekîl veyâ mevzûn olmaları, âdete bağlıdır. Çarşıda, pazarda nasıl
ölçülüyorsa, öyle olduğu kabûl edilir.
(Kadr), bir satışda kadr
bulunması demek, karşılıklı değişdirilen iki malın ikisinin de mekîl veyâ
ikisinin de mevzûn olmaları demekdir.
(Cins), kullanıldıkları yerler
arasında çok fark bulunmıyan şeylere ortak olarak verilmiş olan ismdir. Deve,
hayvan sınıfının bir cinsidir. Tüylü deve, bu cinsden bir nev’dir. Aslı,
kaynağı başka olan veyâ kullanıldığı yer çok farklı olan yâhud başka ism alacak
kadar değişdirilmiş olan bir mal başka cinsden olur. Sığır eti koyun eti ile,
keçi kılı koyun yünü ile ve ekmek un ile başka cinsdendir. Keçi eti veyâ sütü
ise, koyun eti veyâ sütü ile bir cinsdendir.
Mal, (Mislî) ve (Kıyemî) olur. Mislî malı telef eden, benzerini
öder. Kıyemî malı telef eden, kıymetini öder. (Mislî),
çarşıda aynı evsâfda benzeri bulunan mal olup, fiyâtları başka
olmaz. Ağırlıkla, hacm ile ve uzunlukla ölçülenlerden fabrikada, tezgâhda
yapılan şeyler ve sayı ile ölçülenlerden aynı büyüklükde olanlar böyledir.
Yumurta, aynı büyüklükde karpuz, gibi.
Altın ve gümüşden başka paralara (Fülûs)
denir. Bunlar, meselâ başka metalden paralar ve kâğıd liralar, geçer
akça iseler, nakd gibi mislîdirler. Geçmez iseler veyâ geçer oldukları hâlde,
niyyet edilmekle urûz gibi kıyemî olurlar. Her iki hâlde de, âdete uyarak,
[ağırlık ile veyâ] aded ile, ya’nî sayarak ölçülürler.
(Kıyemî), ya’nî mislî olmıyan mal,
çarşıda benzeri bulunmıyan, bulunsa da fiyâtları farklı olan maldır. Uzunlukla
ölçülenlerden tarla, elde dokunan kumaş, halı ve elbise, ev, dükkân, yazma
kitâb, irili ufaklı olan karpuz kıyemîdirler. Hayvândan başka, menkûl olan
kıyemî mallara, (Urûz) denir. Bakır
tencere ve başka cins ile karışık mislî mal urûzdur.
Mal, (Ayn)
ve (Deyn) olarak ikiye
ayrılır: Ayn, lügatda madde, cism demekdir. Fekat, bey’ ve şirâ ilminde
ayn, belli bir mal demekdir. Bey’ ve şirâda, bir ev, bir at, bir sandalye gibi
kıyemî malların belli birer dânesine ve hâzır olup da gösterilenin hepsine veyâ
ayrılmış parçasına, mislî olan mallardan da, hâzır olup gösterilen hepsine veyâ
ayrı olarak gösterilen yâhud ayrılmamış belli mikdâr bir parçasına yâhud hâzır
olmayıp, benzerlerinden ayrı ve yalnız olarak bulunduğu yeri ve cinsi
bildirilen mala, (Ayn) denir. Ayrı
olarak bulunduğu yer, çuval, sandık, oda, ev veyâ şehrdir. Buralarda bulunan
malı müşterî biliyorsa veyâ ilk üç yerde bulunanı bilmiyor ise de, hep (Ayn) olur. Görülen bir yığın buğday, görülen bir
mikdâr para ayndır. Bu para semen olunca deyn olur. (Deyn):
Satış ve ödünc verme veyâ başka
sebeblerle ödenmesi lâzım olan borcdur. Alış verişde ise, hâzır olmayıp
ayrı olarak bulunduğu yeri bildirilmiyen her dürlü mala ve hâzır ise de, ayrı
olarak gösterilmiyen kıyemî mal parçasına, (Deyn) denir.
Ödünc alınan karz, deyndir. Fekat her deyn, ödünc alınan borc demek değildir.
Bir malı (Ta’yîn etmek) demek,
söz kesilirken bu malın ayn olması demekdir.
(Te’ayyün etmek) demek, söz kesilirken
ta’yîn edilince, ayn olarak kalmak, deyn hâline
dönmemek demekdir. Te’ayyün eden malın kendisini vermek lâzımdır. Benzerini, hattâ
dahâ iyisini alması için müşterîyi zorlayamaz. Rızâsı ile alırsa, yeniden
mukayada satışı yapmış olurlar. Teslîmden önce helâk olursa, bey’ fâsid olur.
Te’ayyün etmeyen mal helâk olursa, bey’ fâsid olmaz. Çünki, bunun yerine,
cinsi, mikdârı ve vasfı aynı olan, benzeri verilebilir.
(Ribâ) veyâ (Fâiz), bir satışda kadr varsa veyâ iki mal aynı
cins ise, bu satışda fâiz vardır denir. Yalnız, altın ve gümüşün, başka veznî
bir mal ile değişdirilmesi bundan müstesnâdır. Bunun için, herhangi bir malın
para karşılığı satışında fâiz olmaz. Fâizin iki şartı veyâ birisi bulunan
satışın peşin olması lâzımdır. İki maldan biri veresiye olursa harâm olur.
Altın ve gümüşün peşin olması, söz kesilince ayrılmadan önce kabz edilmeleri
ile olur. Başka mallar, te’ayyün etmekle peşin olurlar. İki maldan yalnız biri
ayn olursa da, bey’ câiz olur. Fekat, deyn olanın semen yapılması ve bunun
ayrılmadan önce kabz olunması lâzım olur.
Fâizin iki şartı birlikde bulunursa, peşin olmakla birlikde, iki malın mikdârlarının
da müsâvî olması lâzımdır. Bu maddenin sondan üçüncü sahîfesine bakınız!
(Mebî’) satılan maldır. Mebî’
ta’yîn edilir ve ta’yîn edilince, te’ayyün eder.
(Semen): Mebî’e karşılık
verilmesi lâzım olan mala, Semen [bedel] denir. Altın ile gümüş semen olarak
yaratılmışdır. Her ne hâlde olurlarsa olsunlar, dâimâ semendirler. Külçe ve
para hâlindeki altın ve gümüş ve ma’den ve kâğıd paralar, ta’yîn edilince,
te’ayyün etmezler. İşlenmiş eşyâ hâlindeki altın ve gümüş ve piyasada geçmiyen
ma’den ve kâğıd paralar ve semen yapılan başka mallar, ta’yîn edilince te’ayyün
ederler.
[(Hadîka)nın sonunda
diyor ki, (Semen, para ta’yîn edilince, sahîh olan sözleşmelerde te’ayyün
etmez. Ya’nî söz kesilirken ta’yîn edileni vermek lâzım değildir. Misli,
benzeri verilebilir. Fâsid olan akdlerde ve sarf satışında te’ayyün eder.
Mehrde ve nezrde ve vekîl yapmakda te’ayyün etmez. Emânet, hibe ve sadaka
vermekde, şirketde, mudârebe şirketinde ve gasbda te’ayyün eder. Mebî’ her
zemân te’ayyün eder.
Bir satışda, söz kesilirken, semenin cinsi söylenmeyip,
sonradan, harâm semen verilirse veyâ halâl
olan semen söylenip yâhud harâm semen söylenip fekat gösterilmez ve
harâm semen verilirse, hepsinde mebî’ halâl olur. Söz kesilirken harâm semen
gösterilir ve bu verilirse, satın alınan şey harâm olur, mülk-i habîs olur.
Gasb edilen veyâ vedî’a olan mal satılınca, ta’yîn edilmesi lâzım olduğu ve
te’ayyün etdiği için, alınan semen harâm olur. Gasb edilen veyâ emânet olan
paraya işâret olunup başka halâl para verilirse veyâ halâl semene işâret olunup
yâhud işâret olunmayıp, emânet veyâ gasb olunan para verilirse, mebî’ halâl
olur.)]
Her satışda, söz kesilirken, iki maldan herbiri yâ ayn veyâ
deyn olur. Bir satışda, mebî’in ve semenin ikisi de deyn olurlarsa, ayrılmadan
önce kabz edilseler dahî, bey’ sahîh olmaz. Akd, ya’nî sözleşme bâtıl olur.
Sarf satışı bundan müstesnâdır. Mebî’in ve semenin ayn veyâ deyn olmaları ve
kabz edilmeleri bakımından dört dürlü bey’ vardır:
1
- Mutlak bey’: Ayn olan malı, deyn
karşılığı satmakdır. Ya’nî mebî’i ta’yîn etmek lâzımdır. Kabz etmek lâzım
değildir. Semen ta’yîn edilmez. Semen peşin de, veresiye de olabilir. Bu satış
meşhûr olduğu için, kısaca (Bey’) denilmekdedir.
Bey’ kelimesi yalnız olarak görüldüğü zemân, mutlak bey’ anlaşılmalıdır.
2 -
Sarf satışı: Nakd hâlindeki veyâ
işlenmiş altını ve gümüşü, birbirleri karşılığında satmakdır. Ya’nî malın ikisi
de semendir. Söz kesilirken ikisi de ayn veyâ deyn olabilirler. Ayrılmadan
önce, ikisinin de kabz edilmeleri lâzımdır.
3 - Selem satışı: Semen
peşin olup, mebî’ veresiyedir. Semenin, söz kesilirken ta’yîn ve ayrılmadan
önce kabz edilmesi lâzımdır. Mebî’, ta’yîn edilmez ve kabz edil
mez.
Mevcûd olmıyan, mülkünde bulunmıyan mebî’, selem yolu ile satılır.
4 - Mukâyada satışı: Altın
ve gümüşden başka, ayn olan bir malı, yine ayn olan mal karşılığında satmakdır.
Şu iki kile buğdayı, bu yüz yumurta karşılığında satdım demek böyledir.
Malları, söz kesilirken ta’yîn etmek şart olup, kabz etmek şart değildir.
Mebî’in piyasadaki fiyâtına, değeri (kıymeti) denir. Ya’nî kıymet, o maldan anlayan
müşterîlerin verdikleri değer demekdir. Kıymete, (Semen-i
misl) de denir. (Bâyı’) ile (Müşterî) arasında uyuşulan değerine, (Pazarlık semeni) veyâ (Alış Semeni) veyâ (Fiyâtı) denir.
Alış fiyâtına, taşıma, işçilik ücretleri, vergi gibi masraflar eklenince, (Mâliyyet), ya’nî (Mal
oluş) fiyâtı denir.
Altın ile gümüşden başka eşyâdan, mislî olmıyanlar, meselâ
elbise, ev, hayvan, tarla, arsa, mutlak bey’de dâimâ mebî’dirler.
Mislî olanlar, altın veyâ gümüş ile veyâ kâğıd para ile
değişdirilirken ta’yîn edilirse, mebî’ olurlar. Meselâ, filân yerdeki şu kadar
kile buğdayımı, bu kadar altına sana satdım demek gibi. Eğer ta’yîn edilmez
iseler, yine mebî’ olurlar. Fekat, satış (Selem) olur.
Meselâ, şu kadar kile buğdayı, bu kadar liraya satın aldım deyince, selem olur.
Mislî olanlar, mislî olmıyan, ya’nî kıyemî mal ile
değişdirilirken, ta’yîn edilirler ise, bunlar da mebî’ olur ve (Mukâyada satışı) olur. Meselâ şu atı, bu yığın
buğdaya veyâ bu yığın buğdayı, şu ata satdım demek gibi. Mislî mal ta’yîn
edilmezse, iki dürlü olabilir: Mislî mal söylenirken, ismleri sonunda (ya, ile)
gibi sözler söyleniyorsa, semen olur. Şu kuzuyu, on kile buğda(ya) satın aldım
gibi. Eğer söylenmiyorsa, mebî’ olur ve satış selem olur. Bu kuzu (ile) on kile
buğday satın aldım demek gibi.
Mislî olan iki mal birbirleri ile değişdirildikleri zemân,
ikisi de ayn ise, her ikisi de mebî’ olur. Satış (Mukâyada)
olur. Biri ta’yîn edilirse, satış (Selem)
olur.
Yukarıda yazılı dört çeşid bey’den herbiri altı dürlü olabilir:
(1) - (Sahîh olan bey’): Aslı ve sıfatı islâmiyyete
uygun olan bey’ [satış]dir.
(2) - (Bâtıl olan bey’): Aslı da, sıfatı da islâmiyyete
uygun olmıyan bey’dir.
(3) - (Fâsid olan bey’): Aslı islâmiyyete uygun, fekat
sıfatı uygun değildir.
(4) - (Mekrûh olan bey’): Aslı
ve sıfatı islâmiyyete uygun ise de, kendisine, islâmiyyetin yasak etmiş olduğu
birşey karışmış olan şatışdır.
(5) - (Mevkûf bey’): Aslı ve sıfatı sahîh ise de,
başkasının hakkı karışan bey’dir.
(6) - (Vefâ ile satış): Alıcı ve satıcının, satışdan
vazgeçmek hakkı bulunan bey’dir.
Bu satışları ayrı ayrı açıklıyalım:
(1) - Sahîh bey’: Her
çeşid bey’in sahîh olması için, alıcı ve satıcının aynı kimse olmaması, ya’nî
bir kimsenin hem satıcıya, hem alıcıya vekîl olarak kendi kendine satış
yapmaması, akllı olmaları, (Akd) yapılması,
ya’nî birinin (Îcâb), ya’nî teklîf edip,
karşısındakinin, onu, ayrılmadan önce (Kabûl) etmesi,
ya’nî söz kesilmesi, mebî’in ve semenin mal olmaları ve mütekavvim olmaları
lâzımdır. Mebî’in, bir felsin i’tibârî kıymetinden aşağı olmaması da lâzım
olduğu, (Bahr-ür-râ’ık)da ve (Dürr-ül-muhtâr)da (Sarf)dan
önce yazılıdır.
Mutlak bey’in sahîh olması için, bu şartlardan başka,
mebî’in dâimâ, semenin ise fâiz olduğu hâllerde ta’yîn edilmesi, pazarlık
ederken hâzır olmayıp gösterilmiyen mebî’in ve semenin mikdârlarının
söylenmesi, mebî’in mevcûd ve satanın mülkü ve müşterîye teslîmi mümkin olması
ve semenin cinsinin belli olması lâzımdır. Her çeşid satışda, alıcı ve
satıcının bâlig ve hür olmaları ve müslimân olmaları şart değildir. Semenin
mevcûd olması ve mebî’in söz kesilen yerde hâzır olma-
sı
şart değildir. Mebî’in ayn olması ve semenin ayn olmaması lâzımdır. Tarlanın
sınırlarını bildirmek, mikdârı, ölçüsü demekdir. Bunlardan biri noksân olunca,
bey’ sahîh olmaz ve harâm olur.
Bey’ sahîh olunca, akd yapıldığı vakt,
semen bâyı’in mülkü olur. Mebî’ de müşterînin mülkü olur. Mebî’ sözleşme zemânında
bâyı’in mülkünde değilse, sonra satın alarak teslîm
etse de, bey’ sahîh olmaz. Mülkünde bulunmayıp da, sonra teslîm edeceği mebî’i satmak
için, (Selem) satışı yapmalı, yâhud
sözleşme yapmayıp, semeni emânet almalı, satacağı mal eline geçince, pazarlık
ve sözleşme yapmalıdır.
(Berâât satışı) ve imâm ve hoca
efendilerin evkâfdan alacakları malın satışı ve (Câmekiyye)
satışı câiz değildir. (Berâât), zekât
toplıyan âmillerin köylüden alacakları zekât ve uşr cinsini ve mikdârını
gösteren senedlerdir. Bunlarda yazılı mal, mevcûd değildir. İmâm ve hoca
efendiler, evkâfda mevcûd haklarını teslîm almadıkca, mâlik olmazlar. Ganîmet,
Dâr-i islâma nakl edildikden sonra askerin hakkı olursa da, taksîm edilmeden
önce mülk olmaz ve askerin bu hakkını, mülk olmadan önce satması câiz olmaz.
Câmekiyye, hizmet karşılığı alacağı ücretin, ma’âşın çeki, bonosudur. Bunları
teslîm almadan önce satmak, câiz değildir. Ücret, hak edilmiş ise de, kabz
edilmemiş, mülk olmamışdır. [Hem mülk değildir. Hem de deyndir.] Deyni peşin
olarak, borcludan başkasına satmak câiz değildir. Veresiye olarak, borcluya da
satılamaz.
İbni Âbidîn “rahmetullahi teâlâ aleyh”, (Görülmiyen mebî’de
muhayyerlik)de diyor ki: (Söz kesilirken veyâ dahâ önce görülmiyen mebî’in
satılması sahîh olur. Görülmiyen mebî’ bir cins ise ve hepsi bir yerde
bulunuyorsa, [bunu ta’yîn etmekle, ya’nî] yerini bildirmekle bey’ câiz olur.
Böylece mebî’in çok özellikleri tanınmış olur. Anlaşılamıyan ufak tefek yerleri de, (Muhayyer olmak)la düzeltilmekdedir). (Keşf-ü rümûz-i Gurer)de diyor ki: (Bey’in
câiz olması için, mebî’in [ta’yîn edilmesi, ya’nî] kendisine veyâ bulunduğu
yere işâret edilmesi lâzımdır. Mebî’in kendisine veyâ bulunduğu yere işâret
edilmezse, bey’ sözbirliği ile câiz olmaz. O yerde, aynı ismde başka bir malın
mebî’ ile birlikde bulunmaması lâzımdır). (Cevhere)de
diyor ki: (Mutlak bey’de söz kesilirken, semenin cins ve mikdârının
bildirilmesi ve mebî’in ta’yîn edilmesi lâzımdır. Bu ikisi yapılmazsa, yalnız
îcâb ve kabûl ile bey’ sahîh olmaz). Şernblâlî “rahmetullahi teâlâ aleyh” (Dürer) hâşiyesinde, muhayyerliği anlatırken
diyor ki: (Hâzır ise de, kapalı olduğu için veyâ hâzır olmadığı için görülmiyen
mebî’ler, işâret edilerek tanıtılmazsa, sözbirliği ile bey’ câiz olmaz).
[Altından ve gümüşden başka ma’denlerden basılmış paralara, (Fülûs) denir. Eskiden,
yalnız bakırdan, çeşidli ağırlıklarda fülûsler kullanılırdı. Fülûs, felsler
demekdir. Bir felse, türkçede mangır, fârisîde (pul) denir. Bugünkü pul başkadır. Bir felsin
ağırlığının bir santigramdan az olduğu, sekizyüzellidördüncü sahîfedeki yazıdan
anlaşılmakdadır. Semen olarak kullanılan fülûsların i’tibârî kıymetleri, ya’nî
râyic değerleri, şimdi kullanılan kâğıd paralarda olduğu gibi, kendi
değerlerinden katkat fazladır ve hep değişmekdedir. Evvelce yüz felsin,
ortalama, bir dirhem gümüş kıymetinde olduğu, İbni Âbidînin “rahmetullahi teâlâ
aleyh” fâiz kısmında, (Bezzâziyye)den
alarak yazılıdır. Ahkâm-ı islâmiyyede yirmi miskal altın veyâ ikiyüz dirhem
gümüş, fakîrlik ile zenginliği ayıran mal mikdârını gösterdiği için, bir miskal
ağırlığındaki altın kıymetinin on dirhem
ağırlığındaki gümüş kıymetine müsâvî olduğu ve bir altın liranın, bir
buçuk miskal ağırlığında olduğu zekât bahsinde bildirilmişdi. On dirhemin
ağırlığı, yedi miskalin ağırlığı kadar olduğu için, bir miskal altının kıymeti,
ahkâm-ı islâmiyyede yedi miskal gümüşün kıymeti kadardır. Bir felsin i’tibârî
kıymeti, şimdi bir altın liranın kıymeti olan kâğıd lira adedinin onbeşde biri
kadar kuruş olmakdadır. Meselâ, en ucuz altın liranın kıymeti 30.000 kâğıd lira
ise, bu fülûsün i’tibârî kıymeti 2000 kuruş olur. Buna göre 20 liradan aşağı
olan bir malın sa-
tılması
câiz olmamakdadır. Bu kadar ucuz malın, bir fels değerinde olacak fazla mikdârı
için veyâ başka cins mallar ile birlikde tek bir sözleşme yaparak topdan satmak
câiz olur].
Bey’in sahîh olması için, alıcı ve satıcının yalnız akllı
olması şartdır dedik. Bâlig olan akllı insanın bey’i her zemân sahîhdir. Bâlig
olmıyan akllı çocuğun bey’i, velîsinin izn vermesi ile sahîh olur. Hamza efendi
“rahmetullahi teâlâ aleyh”, (Bey’ ve şirâ risâlesi
şerhi) otuzdördüncü [34] sahîfede diyor ki: (Yirmiüçüncüsü budur ki,
akllı olmuş bir çocuk, şeker, meyve gibi kendine yarar şey isterse, ona satmak
câiz değildir. Çünki, velîsi izn vermemiş
demekdir. Eğer tuz, pirinç gibi şey isterse, satmak sahîh olur. Çünki, velîsinin
izn verdiği anlaşılır. Bunun izn ile alış veriş etmesi câizdir. Çocuk akllı
olmamış ise, velîsinin izni olsa da, alış
veriş etmesi sahîh olmaz. Velî, babasıdır. Baba olmaz ise, babanın vasî
etdiğidir. Bu da olmaz ise, babanın babasıdır. Bu da yok ise bunun vasî
etdiğidir. Bu da olmaz ise, kâdîdir veyâ kâdînin [ya’nî hâkimin] vasî ta’yîn
etdiği kimsedir. Ana ve kardeş ve amca velî olmaz. Ancak, kâdî veyâ velîlerden
biri bunları vasî yaparsa olabilirler. Çocuk, yedi yaşında akllı olur. Oniki
yaşında olan oğlan ve dokuz yaşında olan kız, bâlig olduğunu söyleyince kabûl
edilir. Onbeş yaşını doldurunca hayz ve menî olmasa da, bâlig sayılırlar. Yedi
ile onbeş arasında iken, akllı çocuk denir).
Mebî’, ya’nî satılık mal yedi dürlü olur:
1
- Hâzır ve ayn olur. Satması sahîhdir.
2 - Hâzır değildir. Fekat ayndır. Ya’nî ta’yîn
edilmişdir ve teslîmi mümkindir. Hudûdü bildirilen arsa gibi. Satması sahîhdir.
3 - Mülkdür. Fekat teslîmi mümkin olmaz. Firârî
hayvânı, gayb olan eşyâyı satmak bâtıldır.
4 - Teslîmi mümkin, fekat ayn değildir. Müşterî
tanımaz. Fâsiddir. Bir sürüden bir koyun satmak gibi. Teslîmi mümkin, fekat
zararlı olursa yine fâsiddir. Evin bir direğini satmak gibi.
5 - Bir kimseye
ödünc verilmişdir. Yalnız ona ve peşin satmak câiz olup, başkasına satmak
fâsiddir.
6 - Bir kimseye emânet, âriyet, yâhud kirâ veyâ rehn,
yâhud sermâye olarak verilmişdir. O kimseye satmak câiz ise de, alıp, tekrâr
teslîm etmek lâzımdır.
7 - Mebî, gasb veyâ
sirkat yâhut hıyânet sûreti ile müşterîde bulunur. Bu müşterîye satılabilir.
İkinci teslîme ihtiyâc yokdur.
Semen olan para veyâ mal sekiz dürlüdür:
1 - Külçe hâlinde veyâ işlenmiş eşyâ hâlinde veyâ para
olarak kesilmiş altın veyâ altın yerine kullanılan ma’den ve kâğıd paralar.
Bunlar dâimâ semendirler. Bunlarla, herhangi bir mal satın alınırken, hiçbir
zemân, fâiz olmaz. Bey’ fâsid olabilir. O hâlde, para ile yapılan alış verişde,
harâmdan sakınmak için bey’in fâsid olmamasına dikkat etmelidir.
2 - Külçe hâlinde veyâ işlenmiş eşyâ hâlinde veyâ para
olarak kesilmiş gümüş veyâ gümüş yerine kullanılan ma’den ve kâğıd paralar,
dâimâ semendirler.
3 - Ölçek ile hacmi ölçülen şeyler. Cinsi, mikdârı ve
sıfâtı bildirilmek şartı ile bunlarla peşin ve veresiye mal satın almak
câizdir.
4 - Dartılarak vezni ölçülen şeyler. Hacmi ölçülenler
gibidir.
5 - Uzunluğu ölçülen şeyler. Bunlardan tarla, arsa ve
mislî olmıyan kumaş ile yalnız peşin olarak mal satın alınır. Mislî olan kumaş
ile veresiye de alınır.
6 - Sayılabilen şeylerin birbirine benziyenleri [mislî
mal], hacmi ölçülenler gibidir.
7 - Hayvândır. Hayvân ile yalnız peşin almak câizdir.
Hayvân, binâ, tarla, köle gibi kıyemî mallar hiç deyn olamaz. Semen ayn olunca,
bey’, Mukâyada satışı
olur.
Meselâ mu’ayyen bir atı, mu’ayyen bir at ile veyâ mu’ayyen bir halı ile
değişdirmek gibi. Her iki mal, mebî’ olur. Satış, (Mukâyada)
olur. Hayvânın selemde de semen olacağı, Alî Haydar beğin Mecelle
şerhi, yüzellibeşinci maddesinde yazılıdır.
8 - Binâdır. Binâ ile yalnız peşin olarak satın alınabilir.
Satış, (Mukâyada) olur.
Bey’, îcâb ya’nî teklîf ve teklîf olunan yerden ayrılmadan
önce yapılan kabûl ile ya’nî sözleşme ile temâm olur. Sözleşme temâm olunca,
mebî’ müşterînin mülkü olur. Semenin hepsi veyâ bir kısmı veresiye olduğu
zemân, ileride verilecek taksîdleri de, söz kesildiği anda bâyı’in mülkü olur.
Bunlar, müşterînin bâyı’a borcu olur. Bunların hepsi, bâyı’in zekâtının
nisâbına katılır.
(Îcâb), karşısındakinin
anlıyacağı bir lisân ile, satdım, verdim, hediyye etdim gibi, (Kabûl)de, aldım, aynen kabûl etdim, râzı oldum
gibi, mâdî, ya’nî geçmiş zemânı bildirecek şeklde söylenmelidir. Îcâb ve
kabûlün ikisi de, o yerde âdet olan kelimelerle ve mâdî şeklinde olunca, niyyet
etmeleri lâzım değildir. Biri mâdî, ikincisi hâl şeklinde söylenirse, mâdî
şeklinde söylenende yine niyyete lüzûm olmaz ve bey’ sahîh olur. Hâl şeklinde
söyliyenin niyyet etmesi lâzım olur. Teklîf eden, kabûlden önce vaz geçebilir
veyâ teklîfi değişdirebilir. Bâyı’ al dese, müşterî, aynen aldım veyâ kabûl
etdim dese, câiz olur. Kabûl edilen şeyin, îcâb, ya’nî teklîf olunanın aynı
olması ve mebî’in ve semenin temâmının kabûl edilmesi lâzımdır. Kabûl îcâba
benzemezse, yeni bir îcâb olur. Diğeri bunu kabûl ederse, ikinci bir sözleşme
yapılmış olur.
Yalnız bir tarafdan veyâ her iki tarafdan (Te’âtî) ya’nî teslîm etmek ile de akd yapılmış
olur. Bâyı’, bu malı bin liraya sana satdım dese, müşterî dahî birşey
söylemiyerek alsa, câiz olur. Ya’nî bey’ temâm olur. Bâyı’ malı verse, müşterî
parasını verse, hiçbirşey söylemeden câiz olur.
Bir kimse, bakkala, otuz liradan üç kilo patates dart dese,
bakkal da, bir şey söylemiyerek dartsa, akd yapılmış olur. Ya’nî bey’ temâm
olur.
Müşterî bâyı’a beş lira verip, bu buğdayı kaça satıyorsun
diyip, o da kilesi bir liraya dese, yâhud önce fiyâtını öğrenip, beş lirayı
sonra verse, bundan sonra, bana beş kile ver dese, bâyı’ yarın veririm dese,
bey’ akd edilmiş olur. Ertesi gün, fiyâtı değişse, beş lira için yine beş kile
vermesi lâzım olur. Bu koyunun şurasından, bana şu kadar liralık dart dese veyâ hepsini dart dese, kassâb da
dartsa, akd yapılmış olur. Parasını vermesi lâzım olur. Fekat, bu
koyundan, şu kadar kilo dart dese, o da dartsa, müşterî kabz etmedikçe veyâ
uzatdığı kaba koydurmadıkca, akd yapılmış olmaz. Çünki etin her yeri aynı
değildir. Müşterî muhayyer olur. Bu hayvan üzerindeki odun yükü kaçadır dese,
on liradır dedikde, evime sür dese, odun eve boşaltılıp semen verilmedikce,
bey’ akd edilmiş olmaz. Çünki, îcâb ve kabûl sözleşmesi olmadığı gibi, te’âtî,
ya’nî teslîm de yokdur.
Bir kimse, yanında bulunmıyan birine malımı satdım dese,
işitenlerden biri gidip ona söylese, câiz olmaz. Fekat satan ona birini
gönderip, o da kabûl etse, bey’ sahîh olur. Gönderilen adama (Resûl) veyâ (Haberci)
denir.
Bey’de ciddî söylemek şartdır. Şaka ile söylenirse câiz
olmaz.
Süâl şeklinde teklîf câiz olmaz. Şu malı bana şu kadar
liraya satar mısın diyene, bâyı’ satdım dese, bey’, sahîh olmaz. Müşterî kabûl
etdim dese, sahîh olur. Alırım, alıyorum ve satarım, satıyorum gibi mudâri’ ve
hâl şeklinde ve emr şeklinde söylemekle de, bey’ sahîh olursa da, söylerken,
şimdi diye niyyet etmeleri lâzımdır.
Îcâb ile kabûl, söz ile olduğu gibi, bir tarafdan veyâ iki
tarafdan mektûblaşma ile de veyâ adam göndermekle de olur. Meselâ, bir kimse,
mu’ayyen bir malını, şu kadar liraya satdığını birisine mektûbla bildirse, o
da, mektûbu okuyunca, kabûl etdim dese veyâ kabûl etdiğini mektûbla bildirse
bey’ sahîh olur. Bey’de, kirâda,
hediyye
vermekde ve nikâhda mektûb, söz gibidir. Bir kimse, mu’ayyen malı, şu kadar
liraya satın aldığını, birisine yazsa, o da okuyunca satdım dese veyâ mektûbla
bildirse sahîh olur. Mektûb gitmeden veyâ gidip de kabûl edilmeden önce,
birinci yazan vaz geçerse, bey’ bozulur.
Bir kimse birisine, falan malını bana şu kadar liraya sat
diye yazıp, o da, o malı satdım diye cevâb yazsa, bey’ olmaz. Birincisinin
kabûl etdim diye tekrâr yazması lâzımdır. Bâyı’ teklîf edince, müşterî, bir
kısmını kabûl etse, sahîh olmaz. Bâyı’in tekrâr, o kısmı verdim demesi veyâ önceden, o kısmın semenini, ya’nî bedelini
ayrıca söylemiş olması lâzımdır. Ekmek, gazete gibi kıymeti ma’lûm
birşeyi, bâyı’ verse, müşteri alsa, birşey söylemeseler, bey’ sahîh olur.
Dellâl ya’nî komisyoncu, mal sâhibinin izni ile malı kendi
satdığı zemân, komisyon ücretini bâyı’dan alır. Müşterîden birşey istiyemez.
Çünki, hakîkatda malı satan kendisidir. Burada, tüccârlar arasındaki âdete
bakılmaz. Eğer komisyoncu, bâyı’ ile müşterî arasında aracılık yapıp, malı
bâyı’ satarsa, komisyon ücretini, âdete göre bâyı’ veyâ müşterî yâhud her ikisi
ortaklaşa verirler.
Satışı teklîf eden, öteki kabûl etmeden önce vaz geçerse
veyâ cevâb verilmeden, ikisinden biri kalkıp giderse veyâ bâyı’ vefât etse,
îcâb bâtıl olur. Bir adam, hem bâyı’e, hem de müşterîye vekîl olup da, kendi
kendine bey’ yapamaz. Bey’ ve şirâ, her lisân ile söylenebilir. Müşterî, (Filân
malını şu fiyâta, bana satdın mı?) dese, bâyı’ de, (Evet) dese, bey’ sahîh olur
ise de, evet yerine, işâret etse, meselâ başını ileri eğse, müşterî de aldım
dese câiz olmaz. Alırım, satarım gibi mudâri’ fi’l söylenince hâl, ya’nî şimdi
ma’nâsı düşünülürse câiz olup, istikbâl ma’nâsı düşünülür veyâ ma’nâ
düşünülmezse câiz olmaz. Alacağım, satacağım gibi söz ile, bey’ olmaz.
Müteaddid malların fiyâtlarını ayrı ayrı bildirip veyâ
bildirmeksizin fiyâtların toplamı söylenerek, hepsini satdım demek sahîh ve
müşterînin hepsini alması lâzım olur.
Bey’ akd edilince, bâyı’ ve müşterîden biri, satışdan vaz
geçemez. Fekat, ikisi birlikde fesh edebilirler. Söz kesildikden sonra, orada
veyâ dahâ sonra, başka bir söz kesseler, ikincisi kabûl edilir.
Sahîh bey’de müşterînin mebî’e mâlik olması için, teslîm
alması şart değildir. Bir kimse, başka şehrde bulunan ma’lûm eşyâsını, ma’lûm
semen ile birisine satdıkdan sonra pişmân olsa, müşterîye teslîm etmediği için
bey’i bozamaz.
Mutlak bey’ peşin ve mebî’ hâzır ve müşterî muhayyer değil
olsalar bile, mebî’i ve te’cîli câiz olan semeni, söz keserken, kabz şart
değildir. Akdden sonra, önce müşterî, peşin olan semeni bâyı’a teslîm etmeğe,
sonra bâyı’ mebî’i müşterîye teslîm etmeğe, öteki
de teslîm almağa mecbûr olur. Çünki, söz kesildiği zemân, mebî’ müşterînin
mülkü olur. Müşterînin izni olmadıkca, başka kimseye teslîm edemez.
Müşterî peşin parayı temâm teslîm edinciye kadar, bâyı’ malı vermiyebilir.
Peşin satışda, önce, mebî’in teslîm edilmesi şart edilirse, bey’ fâsid olur.
Mebî’ hâzır değilse bâyı’ mebî’i hâzırlayıncaya kadar, müşterî semeni vermiyebilir.
Hattâ, başka şehrdeki bir evi satın alan müşterî, semeni hemen vermeğe mecbûr
olmaz. Bâyı’ veyâ vekîli oraya gidip, evin teslîme hâzır olduğunu müşterîye
veyâ müşterînin vekîline gösterir. Semeni sonra alabilir.
Bâyı’ üç şeyi yapınca, mebî’i müşterîye teslîm etmiş olur:
1 - Bâyı’in veyâ vekîlinin, söz kesildikden sonra
(Teslîm etdim) veyâ (Teslîm al) demesi.
2 - Mebî’ müşterînin önünde olup, kolay tesellümüne
mâni’ bulunmamak.
3 - Başka maldan ayrı ve başkasının hakkı ile meşgûl
edilmemiş olmak.
Bu şartlar bulundukdan sonra, müşterî mebî’i teslîm almağa
mecbûr olur. Almazsa telef olursa, bâyı’ ödemez. Çabuk bozulan şeyleri söz
kesilirken teslîm et-
mek
lâzımdır. Hemen teslîm edilmezse, bey’ fâsid olur.
Müşterî semeni vermeden önce gayb olursa, bâyı’ iki şâhidle
isbât edince, hâkim menkûl olan mebî’i satarak, bâyı’a semeni verir. Müşterînin
yeri ma’lûm ise, veyâ mebî’i teslîm almış ise yâhud mebî’ menkûl değil ise,
mebî’ satılamaz. Mebî’ durmakla bozulacak şey ise, bunu bâyı’ da başkasına satabilir.
Peşin satışda, müşterî semeni vermeden, bâyı’dan iznsiz mebî’i alırsa, bâyı’
geri alabilir. İzn ile almış ise veyâ vedî’a, âriyet olarak müşterîde
bulunuyorsa, bâyı’ semeni alıncıya kadar saklamak üzere, mebî’i müşterîden
alamaz. Semeni hemen ister. Mebî’ telef olunca, müşterî teslîm almadan önce
telef oldu, bâyı’ ise, teslîmden sonra telef oldu derlerse, müşterînin sözü
kabûl edilir. İkisi de şâhid gösterirse, bâyı’ın şâhidleri kabûl edilir.
(Sevm-ı şirâ), bâyı’ın ve müşterînin, mebî’a fiyât koymaları
demekdir. Fiyâtda uyuşup, götür, beğenirsen al deyip, müşteri de, beğenirsem
alırım diyerek, götürürken, mebî’ telef ve zâyı’ olsa, kıymetini veyâ mislini
öder. Müşterî birşey söylemeden veyâ bu hayvanı beğenirsem, bin liraya alırım
deyip, bâyı’ın cevâb vermeden hayvanı teslîm etmesi ile de olur. Teslîm
ederken, müşteri tazmîn etmiyecekdir denilse bile, tazmîn eder. Müşterî vekîl
ise, sâhibi kabûl etmeyip geri götürürken telef olsa, vekîl tazmîn eder.
Sâhibinin emri ile oldu ise, sonra sâhibinden ister. Çünki, şirâ için olan emr,
sevm-ı şirâ için emr olmaz. Mebî’ telef olmayıp, müşterî helâk etmiş ise,
semenini verir. Semende uyuşmamışlar ise, bâyı’ın dediği semeni öder. Semen hiç
söylenmemiş veyâ yalnız bâyı’ söyleyip müşterî, satın almak için değil de, incelemek
veyâ başkasına göstermek için bâyı’in izni ile götürmüş ise, mebî’ müşterîde
emânet olur.
Veresiye olduğu söylenilen satışda, önce mebî’ teslîm
edilir.
Satışda söz kesilirken, mebî’in teslîm yerini söylemek şart
değildir ve söylemedi ise, söz kesilirken
mebî’ nerede ise orada teslîm edilir. Semen taşınacak birşey ise semenin teslîm
yerini bildirmek şart olur. Mebî’in bulunduğu yer söylenince, müşterî sonradan,
başka şehrde olduğunu duyunca, satışdan vaz geçebilir. Mebî’i teslîm yerinden
kaldırmak müşterîye âiddir.
Bey’, peşin semen ile câiz olduğu gibi, semenin te’cîli,
ya’nî veresiye olması ile de câizdir. Te’cîl, ancak semen ile mebî’ aynı
cinsden olmadıkları ve ikisi hacm ile veyâ dartarak ölçülmedikleri ve semen ayn
olmayıp, deyn olduğu zemân ve mu’ayyen bir vakte kadar olmak şartı ile, câiz
olur. Ayn olan semen te’cîl edilirse, bey’ fâsid olur. Meselâ, şu keçimi, şu beş kile buğday karşılığı, bir ay veresiye satdım
demek fâsid olur. Mebî’ dâimâ ayn olduğu için, mebî’in te’cîli olamaz.
Meselâ, mebî’in bir ay sonra verilmesi şart edilirse, bey’ fâsid olur. Taksîtle
bey’in sahîh olması için, taksît adedinin ve her taksît ödeme târîhlerinin ve
her taksîtde ödenecek semen mikdârlarının belli olmaları lâzımdır. (Dürer-ül-hükkâm).
Semen ile mebî’in ikisi de hacm ile ölçüldükleri zemân veyâ
ikisi de dartı ile ölçüldükleri zemân yâhud ikisi de aynı cins mal oldukları
zemân, satışda fâiz bulunur. Fâiz bulunan satışlar veresiye olamaz, ya’nî semen
de te’cil edilemez. Sözleşmede semenin de peşin olması lâzım olur. Deyn olan
semenin peşin olması, kabz edilmesi ile olur. Ayn olan semen ise, zâten peşin
demekdir. Aynın kabz edilmesi lâzım olmaz. Çünki, aynın te’cîli olmaz. Mebî’
ta’yîn edilmezse, ya’nî deyn olursa, bey’ fâsid olur. Yalnız selem satışı
müstesnâdır. Selemde mebî’ deyn olduğu hâlde, selem câizdir. Fekat, selem
şartlarına uymak lâzımdır. Semenin ve mebî’in ağırlıkla ölçüldükleri zemân,
semenin te’cîli câiz olmaz ise de, altın veyâ gümüşün semen olması müstesnâ
edilmişdir. Bunun için, para ile yapılan mal satışlarında fâiz olmaz. Peşin
satış yapıp, semeni sonra te’cîl etmesi de câizdir. Falan zemâna te’cîl etdim
demesi lâzımdır. Falan zemânda ver şeklinde emr etmekle te’cîl olmaz. Satışdaki
te’cîl müddetini, bâyı’ ve müşterînin bilmesi şartdır. Ödeme müddeti, mebî’i
teslîm târîhinden başlar. Hâcılar geldiği, yağmur yağdığı, gibi iyi
belli
olmıyan zemânlara te’cîl câiz değildir, fâsiddir. Meselâ, semenin yarısını
peşin, yarısını da, yolcusu geldiği zemân vermek şartı ile satın almak fâsid
olur. Yolcunun geleceği günü bildirirse sahîh olur. Peşin satışdan sonra
yapılan borcun te’cîli zemânının iyi belli olması şart değildir. Veresiye
satışda bâyı’ vakt gelmeden parayı istiyemez. Bunun için müşterînin bir sened
veyâ bono yazıp bâyı’a vermesi iyi olur. Semen belli günlerde taksîdle olup,
taksîdlerin biri vaktinde ödenmezse,
sonrakilerin hepsi peşin olması şartı ile bey’ câizdir. (Bey’ ve şirâda fâiz)in sahîfe sonuna
bakınız!
Kirâ karşılığı ve mal telef etmek karşılığı olan borclar da,
iyi belli zemâna te’cîl olunabilir ise de,
ödünc verme ile olan borc veyâ sarf satışı bedeli ve ölünün borcu te’cîl olunamaz.
Çünki borcun te’cîli, aynı cins malın, belli zemânda, veresiye bey’i olup, fâiz
olur. Müşterî vefât ederse, te’cîl zemânı beklenmeden mîrâsından borcu hemen
ödenir. Bâyı’ ölünce, vârisleri te’cîl zemânını beklemeğe mecbûrdur. Veresiye
pazarlık edip, zemân bildirilmez ise, te’cîl bir ay sayılır. Nitekim selemde ve
yemînde de bir ay kabûl olunur. Veresiye veyâ peşin olmasında, sonradan
uyuşulmazsa, bâyı’in sözü kabûl edilir. Ya’nî peşin olduğu kabûl edilir. Te’cîl
zemânında uyuşulmazsa, müşterînin sözü kabûl olunur. İstanbulda mal satın alıp,
parasını Bursaya gidince gönderirim dese, ödeme günü belli olmadığı için câiz
olmaz.
Semenin cinsi söylenmedi ise, söz kesilirken orada
kullanılan semen anlaşılır. Burada, piyasadaki paraların mâliyyeti, ya’nî
hakîkî kıymeti ve revâcı, ya’nî geçer kıymeti müsâvî ise, bey’ sahîh olur.
Müşterî hangi parayı isterse verebilir. Geçer kıymetleri farklı ise, en
yükseğini verir. Geçer kıymetleri aynı olup, mâliyyetleri farklı ise, cinsi,
sıfatı söylenemezse, bey’ fâsid olur.
Söz kesilirken, şu kadar lira denildi ise, piyasada
kullanılan yüzlük veyâ elliliklerden dilediğini verir. Fekat semenin cinsi
söylendi ise, cinsi değişdirilemez. Meselâ Hamîd, Reşâd, İngiliz, Cumhûriyyet
altını veyâ kâğıd lira denildi ise, o cinsi vermek lâzım olur. Değeri
değişince, adedini değişdiremez. Ödünc ödemek de ve kirâ bedeli de böyle olup
aynı cinsden ödemek lâzımdır. Ya’nî semenin kendi ta’yîn edilince, te’ayyün
etmez ise de, cinsi, mikdârı ve vasfı ta’yîn edilince, bunlar te’ayyün ederler.
Ma’den ve kâğıd paralar (Kesâd) olursa,
ya’nî kıymetden düşerse, ya’nî geçmez olursa, imâm-ı Ebû Yûsüfe göre
pazarlıkdaki, imâm-ı Muhammede göre, revâcdan kalkdığı zemândaki kıymeti
verilir. İmâm-ı Ebû Yûsüf kavli ile hareket olunur. Bâyı’, geçer akçadan o
kadar parayı almağa mecbûrdur.
(Hadîka) sonunda diyor ki, (Bey’
ve şirâda ve icârede ve ödünc vermekde ve nikâhda altın ve gümüş mikdârını
ağırlık olarak bildirmek lâzımdır. Semen sözleşme zemânında hâzır ise,
göstermek yetişir. Mikdârını bildirmeğe lüzûm kalmaz. Altının, gümüşün
mikdârları ağırlık olarak bildirilmezse, sözleşmeleri sahîh olmaz. Fâsid olur.
Sayı ile bildirilince de sahîh olacağı imâm-ı Ebû Yûsüfden haber verildi ise
de, bu haber za’îfdir. Buna uymak câiz olmaz. Tarafeyne göre, [ya’nî İmâm-ı
a’zama ve imâm-ı Muhammede göre] nass olan yerde urf mu’teber değildir. Lâkin
hükûmetler tarafından basılmış olan altınların ve gümüşlerin ağırlıkları bellidir.
Söz kesilirken sayıları söylenince, belli olan ağırlıkları kasd olunmakdadır.
Eshâb-ı kirâm ve Tâbi’în, sözleşmelerinde
yalnız sayı söylerlerdi. Sayı söylemek, ağırlık söylemek yerine geçerdi. Bunun
için, bugün de, söz kesilirken gösterilmiyen altın ve gümüş paralar sayı ile
söylenince, ağırlıkları düşünülmelidir. Böyle düşünülerek yapılan sözleşmeler
sahîh olur. [Bir altının, bir gümüşün kaç gram olduğunu bilmek ve ağırlığın
mikdârını düşünmek şart değildir.] Yeryüzünde, altın ve gümüşden ilk para basan
Âdem aleyhisselâmdır. İslâmiyyetde ilk para basan hazret-i Ömerdir. Hicretin
onsekizinci senesinde, acem paralarının şeklini ve yazısını aynen basdırdı.
Hazret-i Mu’âviyenin basdırdığı altınlar üzerinde, elinde kılınç bulunan resm
vardı. İlk olarak yuvarlak gümüş parayı, Mekkede Abdüllah
bin
Zübeyr basdırdı. Ondan evvelki paralar, kısa ve kalın parçalar hâlinde idi. [(Hadîka)da, Makrîzîden alarak, islâmiyyetde ilk
basılan paralar hakkında geniş bilgi vardır. Ahmed bin Alî Makrîzî, islâm âlimi
olmayıp, târîhci ve şî’î görüşlü olduğundan bu yazıları almak uygun görülmedi.]
İslâmiyyetden evvel Mekkede, altın ve gümüş para vardı. Ağırlıkları, müslimân
parasının iki misli idi. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” ve hazret-i
Ebû Bekr “radıyallahü teâlâ anh”, bu paraları da kullandılar).
(Uyûn-ül-besâir)de, zekât nisâbını
anlatırken diyor ki: (Önceleri üç çeşid dirhem vardı. Bir dirhem gümüş yirmi
kırât veyâ oniki kırât yâhud on kırât ağırlığında idi. Bunlara, onluk, altılık,
beşlik dirhemler denir. Hazret-i Ömer, bu üç dirhemin kırâtlarını toplayıp
kırkiki oldu. Bunu üçe bölüp ondört kırât ağırlığında ortalama bir dirhem
yapdı. Buna yedilik dirhem denir. Çünki, on dirhemin ağırlığı, yedi miskalin
ağırlığı kadar olmakdadır. [Bir miskal, yirmi kırât ağırlığındadır.] Dirhemler,
önceleri çekirdek şeklinde idi. Bildiğimiz yuvarlak şeklde ilk baskı yapan,
hazret-i Ömerdir sözü meşhûrdur. (Fetâvâ-i
Zahîriyye)de de böyle yazılıdır). (Mir’ât-ül-haremeyn)in
Mekke kısmında diyor ki, (Belli ağırlıkda basılmış olan altın ve gümüş
paralara, (Meskûkât) denir. Altın
paralara (Dînâr), gümüş paralara (Dirhem) denir. Târîhcilerin bulduğu en eski
meskûkât, eski yûnânlılar zemânında basılandır. Eshâb-ı kirâm zemânında, eski
arab meskûkâtı kullanıldığı gibi,
basılmamış altın ve gümüş parçaları da, dartarak kullanılırdı. O zemân,
ağırlıkları başka üç dürlü dirhem vardı. Hazret-i Ömer “radıyallahü anh”,
ortalama ağırlıkda başka tek bir dirhem kabûl etdi. Kırâtın ağırlığını da
değişdirip, dirhemin ağırlığının ondörtde birine bir kırât dedi. Yirmi kırâta
bir miskâl dedi. Hazret-i Osmân, hicretin yirmisekizinci senesinde Taberistânda
(Hertek) şehrinde, bu hesâb üzere altın
ve gümüş basdı.
İslâm devletlerinin çoğu, kendi zemânlarında çeşidli paralar
basdılar. Osmânlılarda ilk zemânlarda Selçuklu sultânlarının paraları
kullanıldı. Sultân Orhân hân 729 [m. 1329] senesinde ilk Osmânlı parasını
basdırmışdır. Dahâ sonra çeşidli paralar basılmış ve bu işi düzene koyan çeşidli kanûnlar yapılmışdır). Miskâl ve dirhem
ağırlıkları, Hanefî ve Şâfi’î mezheblerinde başka başkadır.
1333 hicrî şemsî senesinde Tahranda basılmış olan (Ferheng-i fârisî)de, (Çav)
kelimesini anlatırken diyor ki, (Çince bir kelimedir. Çok eskiden
Çinde kullanılan kâğıd paradır. Îrân şâhlarından Keyhâtun, 693 hicrî kamerî
senesinde Îrânda, Çinlilerin çav paraları gibi kâğıd para basdırıp, altın ve
gümüş yerine kullanılmasını emr etdi ise de, halk kullanmadı. Terk edildi). (Burhân-ı kâtı’) tercemesinde diyor ki, (Çav ve
çad denilen dikdörtgen şeklindeki mukavva parçaları, Cengizden sonraki Mogol
sultânlarından biri tarafından ve sonra Azerbaycan sultânı İzzeddîn Muzaffer
tarafından para olarak kullanıldı. Halk kabûl etmeyip, İzzeddîni öldürdüler).
Osmânlı devletinde ilk kâğıd paranın 1256
hicrî senesinde kullanıldığı, sonra terk edildiği, birinci kısmda, zekât bahsinde
bildirilmişdi. [İslâm devletleri ma’denî para kullanmağı tercîh etmişlerdir.
Bunun bir sebebi de tesarruf idi. 29 Mart 1986 târîhli Türkiye gazetesinde
diyor ki, (Türkiyede tedâvülde bin ton kâğıd lira vardır. Bunlar, büyük masraf
ile yapılmakdadır. Bunları, kullanırken harâb oldukları için, her sene dörtyüz
ton tekrâr basılmakdadır. Bu büyük masrafdan kurtulabilmek için, hiç olmazsa
bir kısmı yerine ma’denî liralıklar basılması için çalışılmakdadır.)]
Semen, para olmayıp mal ise, hattâ altın veyâ gümüşden
işlenmiş eşyâ ise, pazarlıkda ta’yîn edilince, mebî’ gibi te’ayyün eder. Satış
da, (Mukâyada) olur. Ya’nî, onu aynen
vermek îcâb eder. Meselâ müşterî, bir gümüş kaşığı gösterip, şu kaşık ile, bu
horozu satın aldım dese, kaşığı vermesi lâzım olup, aynı ağırlıkda ve şeklde ve
aynı kıymetde başka gümüş kaşık veremez. Nakd ve râyic olan diğer paralar da,
emânetde ve şirketde ve vekâletde ve kirâ bedelinde ve hibede, ya’nî he-
diyye
vermekde ve zekât, sadaka ve satın almak için vekîl olmakda ve gasbda ta’yîn
edilince, te’ayyün ederler. Ya’nî, emânetci, emânet bırakılan parayı aynen geri
verir. Telef oldu ise, benzerini veremez, kıymetini öder. Satın alma vekîli,
sâhibinin verdiği parayı kendi için kullanamaz. Kullanırsa, vekîlliği bozulur.
Bir altın lira gasb eden, bunu, aynen öder. Bu yok ise, benzerini veremez.
Kıymetini öder.
Pazarlıkda peşin veyâ veresiye
denilmezse, peşin demekdir. Fekat bu semen, âdete göre, gelecek hafta veyâ
ay başında da verilebilir.
Bâyı’in, sözleşme yerindeki malı veyâ adamı göstererek, bunu
rehn veyâ kefîl isterim demesi câizdir. Müşterî kabûl etmezse, bey’ sahîh
olmaz.
Semenin teslîmi ve satış senedleri masrafları, müşterîye
âiddir. Topdan olmıyan satışlarda, mebî’in ölçülmesi ve teslîmi masrafları
bâyı’a âid ise de, topdan satışda mebî’in teslîm masrafları da müşterîye
âiddir. Meselâ, bir mavna buğday veyâ odun satıldıkda, bunları mavnadan
boşaltmak ve taşımak müşterîye âiddir.
Mebî’in mikdârının bilinmesi bakımından, dört nev’ satış
vardır:
1 - Hacm ile, vezn ile, metre ile ve sayarak ölçülen
mislî malın ölçü biriminin fiyâtı ile mebî’in mikdârı bildirilir. Âdet olan
satışlar hep böyledir.
2 - Mebî’ ile semen aynı cinsden değilseler, ölçmeden (Götürü) olarak, (Topdan)
gösterilip verilebilir. Paket, kutu içinde, ölçmeden alınan şeyler,
mikdârı yazılı olsa bile, söylenmedikce topdan satış demekdir. Hacm ve vezn,
belli olmıyan herhangi bir ölçek veyâ taşla ölçülebilir. Selemde semeni böyle
ölçmek câiz olmaz.
3 - Bir teneke zeytinyağının bir litresinin fiyâtı
söylenip, kaç litre olduğu söylenmezse, İmâm-ı a’zama göre, yalnız bir litresi
satılmış olur. Sözleşme yerinde söylemekle veyâ ölçmekle mikdârı anlaşılırsa,
hepsi satılmış olur. İmameyne göre, hiç ölçmeden sahîh olur. Fetvâ da böyledir.
Koyun sürüsünde ise, sürü de ve bir koyun da satılmış olmaz. Çünki koyunlar
birbirine benzemez. Kumaşda da olmaz. Karpuz gibi sayı ile satılan ve
birbirinden farklı kıyemî şeyler de böyledir. (İmâmeyn)
[ya’nî imâm-ı Ebû Yûsüf ile imâm-ı Muhammedin ikisi], bunlar da
zeytinyağı gibidir buyurdular. Fetvâ da böyledir. Bağ, arsa, tarla satışları da
böyledir.
4 - Ölçü birimi kadar mikdârının fiyâtı bildirilmeyip
temâmının mikdârı ve fiyâtı bildirilince, temâmı satılmış olur. Ölçülmesi lâzım
olmaz. Birinci ve dördüncü nev’ satışlarda
müşterî, mebî’i teslîm alınca ölçüp, noksân bulursa, dilerse fesh eder. Dilerse
semenin farkını geri alır. Mebî’in farkını istiyemez. Çok fazla çıkarsa,
farkını bâyı’a geri verir. Çünki, dâimâ söz kesilirken söylenen mikdâr mu’teber
olur. Fark, binde beş dirhem gümüş veyâ bir habbe altın kıymetinden az ise,
geri vermez. Dördüncü nev’ satışda vezn ile satılan ma’mûl eşyânın, meselâ
bakır tencerenin ve uzunluk ile ölçülen şeylerin, meselâ kumaşın, arsanın farkı
ayrılamıyacağı için, noksân çıkınca, müşterî muhayyer olup, dilerse fesh eder.
Dilerse söz kesilen fiyât ile kabûl eder. Fazla çıkarsa bey’ lâzım olup,
fazlası müşterînin olur. Birinci nev’ satışda, fazla çıkınca da müşterî
muhayyer olur. Kıyemî mal dördüncü nev’ üzere satışında fazla veya noksan
çıkarsa bey’ fâsid olur. Bu satış birinci nev’ üzere olsaydı, noksan olunca,
müşterî muhayyer olup, dilerse bey’i fesh eder. Dilerse, noksanın kıymetini,
bâyı’den geri alır. Fazla çıkarsa, bey’ fâsid olur. Yüz kile buğday yüz liraya
satılsa câizdir. Fekat, müşterî ölçünce noksân çıksa, isterse noksân fiyâtı ile
alır. İsterse hepsinden vaz geçebilir. Fazla çıkarsa, fazlası satanın olur.
Vezn ile ve sayı ile ölçülen misilli şeyler ve ucuz kumaşlar da böyledir.
Kıymetli kumaşda noksân çıkarsa, isterse fiyâtdan düşmeden alır. İsterse vaz
geçer. Fazla çıkarsa müşterînin olur ve bâyı’ vaz geçemez. Kumaşın her
metresinin değeri de söylendi ise, müşterî, noksân çıkarsa da, fazla çıkarsa da
isterse fiyât farkı ile alır. İsterse vaz geçer. Tarla da böyledir. Yüz hisseli
bir arsanın meselâ on hissesi satılabilir. Müşterî istediği tarafdan alır. Yüz
dönüm arsanın, meselâ on dönümünü satmak câiz değildir. İmâmeyn ise, câiz olur
buyurdu. Mislî olmayan şeyin
adedi
söylenerek topdan satılsa, meselâ, bir denk elbise, on elbise olarak hepsi bin
liraya satılsa, noksân veyâ fazla çıksa, bey’ fâsid olur. Çünki mislî olmıyan
şeyler birbirine benzemediği için, satılan şeyin herbiri başka değerde olur.
Bir arsa satılınca, içindeki binâlar, anahtarlar da satılmış
olur. Bir bağçe satılınca, içindeki ağaclar da satılmış olur. Tarla satılınca,
içindeki ekini, ağac satılınca meyvesi, ev satılınca eşyâsı satılmış olmaz.
Bâyı’ ekini ve meyveyi, eşyâyı toplayıp tahliye etmeğe mecbûr olur. Ekini ile,
meyvesi ile derse, böylece satılmış olur. Bir ağacın tâm belirmiş meyvesini
yiyecek hâlde olmasa bile satmak câizdir. Müşterî hemen toplar. Ağacda
kalmasını isterse, bey’ fâsid olur. Müşterî istemez, fekat bâyı’ izn verirse,
iyi olur. Meyveyi satın aldıkdan sonra, toplamayıp ağacı kirâlasa, kirâlamak
fâsid olup meyvenin büyümesi halâl olur. Satın aldığı ekini biçmemek için
tarlayı kirâlamak da fâsid olur. Bu ekinin büyümesi, müşterîye iyi olmaz.
Meyvesi satılan ağac meyve toplamadan, yeniden meyve verse, bey’ fâsid olur. Eğer
topladıkdan sonra verirse, yeni meyvede, bâyı’ ile müşterî ortak olur. Yalnız
başına satılması câiz olan birşeyi, mebî’den ayırıp satmamak veyâ bu şeyi
kendine bırakıp, geri kalanı satmak câizdir. Yalnız başına satılamıyan şey,
mebî’den ayrılamaz. Ağacda olan veyâ toplanmış olan meyvenin belli bir
mikdârını bâyı’a bırakıp, geri kalanı topdan satmak câizdir. Buğdayı başağında
iken, başka birşey karşılığı satmak câizdir. Bakla, pirinc ve susamı da,
böylece, ya’nî başka şey karşılığı satmak câizdir. Bâdemi, fıstığı, cevizi, iç
kabuğu ile satmak da böyledir. Kovandaki arıyı, ipek böceğini ve tohmunu,
sülüğü, av köpeğini, avcı kediyi, kuşu, fili ve fâidesi olan her hayvânı satmak
sahîhdir. (Hisse-i şâyı’a) ortağından
izn almadan satılabilir.
Mikdârı ile bir ölçüsünün fiyâtı
bildirilerek satın alınan, kile ile veyâ vezn ederek veyâ sayarak ölçülen birşeyi
[satın alırken veyâ sonra] ölçmeden yimek veyâ satmak câiz değildir.
Pazarlıkdan sonra, satıcının, müşterî önünde ölçmesi kâfîdir. [Çocukla veyâ
telefonla haber göndererek, bakkaldan ba’zı şeyler ve kassâbdan et istenip,
çırak eve getirdiği zemân bunları evde dartmak güç olursa, her paketin üstünde
fiyâtı yazılmış olmalı, her paketin ağırlığı düşünülmeyip, her biri götürü
satın alınmalıdır. Böylece, ikinci bir akd, ya’nî sözleşme yapılmış, birinci
akd fesh edilmiş olur. Evde dartmadan yimesi câiz olur.] Ağırlıkla ölçülen
şeyleri, dara ile dartınca, daranın ağırlığını düşmek lâzımdır. Bunun için,
darayı doldurmadan önce veyâ boşalınca dartmalıdır. Üçüncü kısm, altıncı
maddeye bakınız! Kese kâğıdı ve benzerleri ile dartılan şeyden, kâğıdın
darasını anlayıp düşmek güç olduğundan, harâm yimemek için, dartmadan önce
sözleşme, ya’nî îcâb ve kabûl yapmamalıdır. Dartdıkdan sonra, (Buna ne
vereceğim?) veyâ (Bu, kaç liradır?) deyip, o parayı verip topdan ya’nî götürü
olarak satın almalıdır. Yâhud, fiyâtını sormadan, meselâ, (Şu kadar liralık
peynir ver) demeli. Dartınca parasını verip almalıdır. Metre ile ölçülen şeyler
böyle değildir. Müşterî bunları ölçmeden kullanabilir ve satabilir. Peşin veyâ
veresiye satılan herhangi bir malı teslîm etdikden sonra, semeni almadan önce,
bu malı bu müşterîden, dahâ ucuz veyâ dahâ uzun müddetle veresiye olarak, aynı
cins semenle satın almak fâsiddir. Bu müşterî bu malı başkasına satmış veyâ
hediyye etmiş ise, ondan satın almak câiz olur. Bâyı’ semenin hepsini aldıkdan
sonra veyâ satdığı fiyâta veyâ başka cins semenle farklı fiyâtla satın alması
da câizdir.
Nakl edilebilen birşey satın alındığı zemân, müşterînin veyâ
vekîlinin bunu teslîm almadan önce, hiç kimseye, ya’nî ne bâyı’a, ne de
başkasına satması câiz değildir. Fekat hediyye, sadaka veyâ ödünc vermesi
câizdir. Bununla borc ödenmez. Peşin olan semeni ödenen binâyı teslîm almadan
önce, ancak başkasına hediyye etmesi, satması câizdir. Fekat kirâya veremez.
Her dürlü alacak, teslîm almadan, kimseye, veresiye satılamaz. Ya’nî deyn, deyn
karşılığı satılamaz.
Bâyı’, mislî olan her çeşid semeni, teslîm almadan ve
ölçmeden evvel, semen ayn
ise,
dilediğine peşin satabilir, hediyye, vasıyyet edebilir. Kirâya verebilir. Deyn
ise, yalnız müşterîye veyâ vekîline peşin olarak satabilir. Ya’nî müşterîden
semen yerine başka mal peşin alabilir. Ona hediyye ve sadaka verebilir veyâ
evini kirâlıyabilir. Yâhud semeni bir mikdâr azaltabilir ve müşterî kabûl
ederse artdırabilir. Bâyı’ın semenden bir mikdârını müşterîye hibe etmesi şartı
ile bey’ fâsiddir. Semen deyn ise, bâyı’ dilediği alacaklısını müşterîye havâle
ve müşterîdeki alacağını vasıyyet edebilir. Satın alınan mebî’den ve sarf ve
selemden başka, herhangi bir alacak, ayn ise, borcluya veyâ başkasına peşin
olarak satılabilir. Deyn ise, teslîm almadan önce, peşin olarak, yalnız borcluya satabilir. Veyâ bununla borclusundan
birşey satın alabilir. Başkasına satılamaz ve semen olarak verilemez.
Deyni veresiye, ya’nî deyn karşılığı olarak borcluya da satmak bâtıldır. Ya’nî,
alacağı yerine başka birşeyi ileride alması bâtıldır. Senedler, bonolar,
alınacak deyni gösterdikleri için, para gibi kullanılmaz. Bunlarla, senedi
verenden başka kimseden peşin dahî birşey satın alınamaz. Bu bonoyu bankaya
kırdırmak da, deyni başkasına satmakdır. Yalnız havâle edilebilirler. Üçüncü
kısmda, altıncı, onikinci ve ondördüncü maddelere bakınız!
Alış verişde şâhid bulunması veyâ sened yazılması lâzım
değildir. Fekat her ikisi de câizdir ve iyi olur. Sened ücreti müşterîye
âiddir.
Birisi, bir kimseye, bu malını bana bin liraya sat deyip, o
da binyediyüz liradan aşağıya satmam dese, bir başkası da o kimseye, bin liraya
ona sat, semeninden yediyüz lirasını ben veririm dese, satarsa, yediyüz lirayı,
o başkasından alır.
Allahü teâlâ, her insanın ve her hayvânın rızkını ezelde
takdîr etmiş, ayırmışdır. İnsanların ve hayvânların ecelleri ve nefeslerinin
sayısı belli olduğu gibi, her insanın bedeninin ve rûhunun rızkları da bellidir.
Rızk hiç değişmez. Azalmaz ve çoğalmaz. Kimse kimsenin rızkını yiyemez. Kimse
kendi rızkını yimeden, bitirmeden ölmez. Bir kimse, Allahü teâlâ emr etdiği
için çalışır, rızkını halâl yoldan ararsa, ezelde belli olan rızkına kavuşur.
Bu rızk, ona bereketli olur. Bu çalışmaları için de sevâb kazanır. Eğer,
rızkını Allahü teâlânın yasak etdiği yerlerde ararsa, yine ezelde ayrılmış olan
o belli rızka kavuşur. Fekat, bu rızk ona hayrsız, bereketsiz olur. Rızkına
kavuşmak için kazandığı günâhlar da, onu felâketlere sürükler.
Şimdi, zemâna, modaya uymadan olmuyor diyerek, çocuklarını
ve hele kızlarını, para kazanmak için harâm yerlere gönderenler çoğalmakdadır.
Aç kalmalarından korkarak, onlara dinlerini öğretmiyor, Kur’ân-ı kerîm
okutmuyor, yavrularını câhillerin ellerine bırakıyorlar. Çocukları dinsiz,
îmânsız yetişiyor. İstikbâllerini kazansınlar diyerek, nâmûsları, hayâları yok
edilmesine hangi vicdan râzı olur? Sıkıntılar çekerek, ezelde ayrılmış olan
rızklarına kavuşuyorlar. (Nemâz karın doyurmuyor, kızların ev işlerini
öğrenmesi, ekmek parası getirmiyor. Zemâna uymazsak, dîne bağlı kalırsak
sürünürüz) gibi çılgınca konuşanlar da oluyor. Hâlbuki, oğullarına, küçük iken
dinleri, îmânları öğretilir. Kur’ân-ı kerîm okutulur. Bundan sonra da, Allahü
teâlânın emrlerine uygun olarak para kazanmağa çalışdırılırsa, yine aynı rızka,
hem de kolayca, râhatca kavuşurlar. Anaları, babaları ve çocuklar hem sevâb
kazanır, hem de kazanclarının hayrını görürler. Dünyâda ve âhıretde mes’ûd
olurlar. Aklımızı başımıza toplıyalım! Rızklarımızı halâl yoldan arıyalım!
Biz Allahı severiz, her
emrini dinleriz,
Beş vakt nemâz kılar, Ona ısyân etmeyiz.
Mü’min iyi huyludur, herkes
ondan memnûndur.
Kimseye zulm eylemez, kendi
de huzûrludur.