Aşağıdaki
yazı, (Rıyâd-un-nâsıhîn)den terceme edildi:
Kesb, halâl mal kazanmak demekdir. Bütün ibâdetlerin kabûl
olması, halâl lokmaya bağlıdır. Hadîs âlimi Ahmed bin Abdüllah İsfehânî, (Hilyet-ül-evliyâ) kitâbında diyor ki, (Büyüklerden çoğu buyurdu ki, ibâdetler on
kısmdır: Dokuz kısmı halâl kazanmakdır. Bir kısmı da bildiğimiz bütün
ibâdetlerdir). O hâlde, mü’minler halâl kazanmağa çalışmalıdır. Harâmdan ve
şübhelilerden kaçınmalıdır. Ebû Hüreyre “radıyallahü anh” buyuruyor ki,
Resûlullahdan “sallallahü aleyhi ve sellem” işitdim. Buyurdu ki, (Allahü teâlâ güzeldir. Yalnız güzel yapılan ibâdetleri
kabûl eder. Allahü teâlâ, Peygamberlerine emr etdiğini, mü’minlere de emr etdi
ve buyurdu ki, ey Peygamberlerim! Halâl yiyiniz ve sâlih, iyi işler yapınız!
Mü’minlere de emr etdi ki, ey îmân edenler! Sizlere verdiğim rızklardan halâl
olanları yiyiniz!). Resûl “aleyhisselâm” sözüne devâm ederek buyurdu
ki, (Uzak yoldan gelmiş, saçı sakalı dağılmış, yüzü
gözü toz içinde bir kimse, ellerini göke doğru uzatıp düâ ediyor. “Yâ Rabbî!” diye yalvarıyor. Hâlbuki yidiği
harâm, içdiği harâm, gıdâsı hep harâm. Bunun düâsı nasıl kabûl olur?). Ya’nî
harâm yiyenin düâsı kabûl olmaz buyurdu. İşte harâmı, halâli, şübhelileri ve
fâizi bilmiyen, bunları birbirinden ayıramıyan, harâmdan kurtulamayıp,
ibâdetleri boşuna gider.
En üstün kesb yolu, silâhla ve kalemle cihâddır. İkinci
derecede ticâret, üçüncüsü zirâ’at, dördüncüsü san’atdir. Demek ki, kıymetli
kazanç yolu, bu dördüdür.
[Cihâd, insanların islâmiyyeti işitmelerine ve müslimân
olmalarına mâni’ olan zâlimleri, sömürücüleri ortadan kaldırarak, insanların
müslimân olmakla şereflenmeleri için yâhud müslimânlara saldıran kâfir, zâlim
ordularına karşı müslimânların mallarını, canlarını ve ırzlarını, nâmûslarını
korumak için, can ile, mal ile, propaganda ile harb etmek, savaşmak demekdir.
Cihâdı devlet yapar. Milleti sulh zemânında cihâda hâzırlamak, yetişdirmek,
devletin vazîfesidir. Müslimânların cihâd yapması, cihâd sevâbına kavuşması,
devletin cihâd yapmak veyâ cihâda hâzırlanmak için yapdığı da’vete, çağrıya ve
kumandanların emrlerine itâ’at etmesi, askerlik vazîfesini yapması demekdir. Devletin izni ve kumandanının emri
olmadan, herkesin başkasına saldırması, cihâd olmaz. Çapulculuk, eşkıyâlık
olur. Büyük günâh olur. İbni Âbidîn diyor ki, (Devletin harb etmesi,
bunun için de, zemânın en mükemmel silâhlarını yapması, milletin de, devlete yardım,
itâ’at etmesi vâcibdir. Devletin, askerce ve silâhca dahâ üstün olan düşmana
harb i’lân etmesi, câiz değildir. Düşman hücûm edince, herkesin cihâd etmeleri
farz olur ise de, arzû edip de, devlet ve ordu, harb etmediği için veyâ men’
olunduğu için cihâd edememek günâh olmaz. Harb edince, boş yere ölecekleri,
etmezlerse esîr olacakları biliniyorsa, harb etmeleri lâzım olmaz.
Müslimânların herhangi sûret ile helâk olmalarından korkulursa, kâfirlere mal
vererek sulh olunur). [Buradan anlaşılıyor ki, zulmden, fitneden kurtulmak
için, mal vermek câiz olmakdadır.] Kâfirler istîlâ ederse, Dâr-ül-islâma hicret
edilir. Hicret edemezse ve gelen kâfir devlet zulm ederse, zulm yapmıyan kâfir
memleketine hicret edilir.
(Fetâvâ-yı Hindiyye)de diyor ki,
(Müslimânların adedi, kâfirlerin yarısından az değil ise ve silâhları var ise,
kaçmaları halâl olmaz. Silâhları yok ise, silâhlı olan düşmandan kaçmaları câiz
olur. [Meselâ füzesi yok ise, füzesi olan düşmandan kaçması câiz olur.] Bunun
gibi, bir kişinin üç kişiden kaçması câiz olur. Adedleri oniki bin olan
ordunun, katkat fazla olan düşmandan
kaçması halâl olmaz. Düşmanın silâh ateşi ile hedef aldığı yerden kaçmak
câizdir).
Cihâd hakkında, fıkh kitâblarında uzun bilgi verilmekdedir.
Bilhâssa imâm-ı Muhammed Şeybânînin (Siyer-i kebîr)
kitâbını, allâme, şems-ül-eimme Serahsî şerh etmiş ve bunu, Ayntablı
Muhammed Münîb efendi türkceye terceme etmiş ve [1241] de basılmış olup, cihâda
âid ince bilgileri hâvî büyük bir kitâbdır.
Kesbin beşinci yolu, hizmetdir. Yûsüf “aleyhisselâm”,
Enbiyâ-i ülil-emr-i vel-ebsârdan olduğu hâlde, kulların sıkıntıda olduğunu
görüp, hükûmet reîsi kâfir olduğu hâlde, ona giderek vazîfe istedi. Böylece,
insanlara hizmet etdi. O hâlde, kullara hizmet edeceğini bilen ve bunu
kendinden başka yapacak kimsenin bulunmadığını gören, bu vazîfeye bir zâlimin
geçmesini önlemek ve müslimânlara hizmet etmek için, kâfir olan âmirden bile
vazîfe istemelidir. Münhal imâmlığı, müftîliği, vâ’ızlığı, öğretmenliği,
polisliği istid’â, ya’nî taleb etmelidir. Bir iyilik yapamasa da, hiç olmazsa,
müslimânların zararına çalışmağı önlemek de ibâdet olur. Vazîfeden isti’fâ
etmek de, bunun için, câiz değildir.
Kesb, malı artdırır. Fekat, rızkı artdırmaz. Rızk,
mukadderdir. İnsanlar (Müşevveş-üz-zihn) yaratıldığı
için, kesb etmek emr olundu. Rızk, ma’âşa, mala, çalışmağa bağlı değildir.
Böyle olmakla berâber, çalışmak lâzımdır. Çünki, ef’âl-i ilâhiyye, sebebler
altında tecellî eder. Âdet-i ilâhiyye böyledir. Fekat, ba’zan, denenilen sebeb
elde edilir de, fi’l hâsıl olmıyabilir. Yâhud, sebebsiz de, hâsıl olabilir].
Abdüllah bin Mes’ûd “radıyallahü anh” buyuruyor ki, alış
veriş, ya’nî ticâret ilmini bilmiyen fâiz yir. İmâm-ı Begavî, (Mesâbîh) kitâbında bildiriyor ki,
gasîl-ül-melâike adı ile şereflenmiş olan Hanzalanın oğlu Abdüllah “radıyallahü
anhümâ” dedi ki, Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” buyurdu ki: (Bile bile bir dirhem gümüş değerinde fâiz yimek, otuz
zinâdan dahâ çok günâhdır).
Mal mü’minin yardımcısıdır. Çalışınız, halâl kazanınız! Öyle
bir zemânda bulunuyorsunuz ki, muhtâc
olursanız, dîninizi verip alırsınız. Dîni verip de yimemek için, alın
teri ile yimelidir. Hadîs-i şerîfde, (Elinin emeği,
alnının teri ile yi, dînini satıp yime!) buyuruldu. Bir hadîs-i
şerîfde, (Halâle, harâma dikkat ederek çalışıp
kazanan kimseyi, Allahü teâlâ çok sever). Bir hadîs-i şerîfde, (Bir dirhem gümüş kıymetinde harâm alan kimseyi, yirmibeşbin
sene Cehennemde bırakacaklardır) buyuruldu. (Muhît) kitâbında diyor ki, (Açlıkdan ölmek üzere
olan kimse, ölmüş köpek ile başkasına âid koyun eti bulsa, ikisi de harâm ise
de, başkasının malını yimeyip, köpeği yimesi lâzımdır. Köpek yok ise,
başkasının malını, ölmiyecek kadar yiyebilir). Bir hadîs-i şerîfde buyuruldu
ki, (Bir zemân gelecek ki, insanlar, yalnız malın,
paranın gelmesini düşünüp, halâlini, harâmını düşünmiyecekler). O
hâlde, bir müslimân, her aldığını, halâl mi, harâm mı düşünmeli, harâm ise
almamalıdır. Aldığı şeyde hakkı olanlara vermeği, fakîrlere, garîblere yardım
etmeği düşünmelidir. Çünki, insanların iyisi, insanlara iyilik edendir.
İnsanların kötüsü, insanlara kötülük edendir. İnsan, kazandığına kanâ’at
etmeli, Allahü teâlânın taksîmine râzı olmalıdır. (Kanâ’at
eden doyar) buyuruldu. Allahü teâlâ, beş şeyi, beş şey içine
koymuşdur. Bu beş şeyi alan, içindekine kavuşur: İzzeti, şerefi, ibâdete;
zilleti, sefâleti, günâha; ilmi, hikmeti, çok yimemeğe; heybeti, i’tibârı, gece
nemâz kılmağa; zenginliği, kimseye muhtâc olmamağı da, kanâ’ate tâbi’
kılmışdır.
(Buhârî)deki bir hadîs-i şerîfde
buyuruluyor ki, (İnsanın yidiklerinin en hayrlısı,
iyisi, bileği ile kazanıp yidiğidir. Allahü teâlânın Peygamberi Dâvüd
“aleyhisselâm” elinin emeği ile kazanıp yirdi).
Fârisî (Tezkiret-ül-Evliyâ) kitâbında
diyor ki, İbrâhîm Edhem “kuddise sirruh” hazretlerine, falanca yerde bir genç
var. Gece gündüz ibâdet ediyor. Vecde gelip kendinden geçiyor, dediler. Gencin
yanına gidip, üç gün müsâfir kaldı. Dikkat etdi, söylediklerinden dahâ çok
şeyler gördü. Kendinin soğuk, hâlsiz, habersiz, gencin ise, böyle uykusuz ve
gayretli hâline şaşıp kaldı. Genci, şeytân aldatmış mıdır, yoksa hâlis ve doğru
mudur anlamak istiyordu. Yidiğine dikkat etdi. Lokması halâlden değildi.
(Allahü ekber, bu hâlleri hep şeytândandır) deyip, genci evine da’vet etdi.
Kendi lokmalarından bir dâne yidirince, gencin hâli değişip, o aşkı, o arzûsu,
o gayreti kalmadı. Genç, İbrâhîme sorup, (Bana ne yapdın?) deyince, (Lokmaların
halâlden değildi. Yemek yirken, şeytân da mi’dene giriyordu. O hâller,
şeytândan oluyordu. Halâl yiyince şeytân giremedi. Asl, doğru hâlin medyâ-
na
çıkdı) dedi. Harâm yimek, kalbi karartır, hasta eder. Aynı kitâbda Zünnûn-i
Mısrî “kaddesallahü teâlâ sirrehül’azîz” buyuruyor ki: Kalbin kararmasının dört
alâmeti vardır: 1- İbâdetin tadını duymaz. 2-Allah korkusu, hâtırına gelmez. 3-
Gördüklerinden ibret almaz. 4- Okuduklarını, öğrendiklerini anlamaz,
kavrıyamaz.
Ebû Süleymân-ı Dârânî “kuddise sirruh” buyurdu ki, halâlden
bir lokma az yimeği, akşamdan sabâha kadar nemâz kılmakdan dahâ çok severim.
Çünki, mi’de dolu olunca, kalbe gaflet basar. İnsan Rabbini unutur. Halâlin
fazlası böyle yaparsa, mi’deyi harâm ile dolduranların hâli acabâ nasıl olur?
Sehl bin Abdüllah-i Tüsterî “kuddise sirruh” buyuruyor ki, yolumuzun esâsı üç
şeydir: Halâl yimek, ahlâk ve amelde Resûl aleyhisselâma tâbi’ olmak ve (ihlâs) ya’nî her işi, yalnız Allah rızâsı için
yapmakdır. (Risâle-i kuşeyriyye)de
buyuruyor ki, İbrâhîm Edhem “kuddise sirruhümâ” buyurdu ki: Temiz ve halâl yi
de, ister sabâha kadar ibâdet et, ister uyu ve ister, hergün oruc tut, ister
tutma!
(Kimyâ-i se’âdet) kitâbı, üçüncü aslında
buyuruyor ki: Bu dünyâ, âhıret yolcularının bir konak yeridir. İnsana burada
yiyecek ve giyecek lâzımdır. Bunlar ise çalışmadan ele geçmez. Her ân mal
kazanmak için uğraşan aldanmışdır. Hem âhıret için hâzırlanmalı, hem de dünyâ
ihtiyâclarını kazanmalıdır. Fekat, bunları da, âhıret yolculuğunda lâzım
olduğunu düşünerek kazanmalıdır.
Kendinin ve çoluk çocuğunun ihtiyâclarını halâlden kazanmak,
kimseye muhtâc kalmamak, cihâd etmekdir. Birçok ibâdetlerden dahâ sevâbdır.
Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem”, bir sabâh, Eshâbı ile konuşurken,
kuvvetli bir genç, erkenden dükkânına doğru geçdi. Ba’zıları, erkenden dünyâlık
kazanmağa gideceğine, buraya gelip birkaç şey öğrenseydi iyi olurdu, deyince,
Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem”, (Öyle söylemeyiniz!
Eğer kimseye muhtâc olmamak ve ana, baba, çoluk çocuğunu da muhtâc etmemek için
gidiyorsa, her adımı ibâdetdir. Eğer, herkese öğünmek, keyf sürmek niyyetinde
ise, şeytânla berâberdir) buyurdu. Bir hadîs-i şerîfde, (Bir müslimân, halâl kazanıp, kimseye muhtâc olmaz ve
komşularına, akrabâsına yardım ederse, kıyâmet günü, ayın ondördü gibi parlak,
nûrlu olacakdır). Bir hadîs-i şerîfde, (Doğru
olan tüccâr, kıyâmetde sıddîklarla ve şehîdlerle berâber olacakdır). Bir
hadîs-i şerîfde, (Allahü teâlâ, san’at sâhibi
mü’mini sever). Bir hadîs-i şerîfde, (En
halâl şey, san’at sâhibinin kazandığıdır). Bir hadîs-i şerîfde, (Ticâret yapınız! Rızkın onda dokuzu ticâretdedir). Bir
hadîs-i şerîfde, (Kendini başkasından sadaka
istiyecek hâle düşüreni, Allahü teâlâ yetmiş şeye muhtâc eder) buyurdu.
[Bu hadîs-i şerîfler karşısında, din düşmanları utansın!
İslâmiyyet ticârete, san’ate, ferdin istihsâl kapasitesinin genişlemesine,
ekonomik sâhada ilerlememize mâni’ olmuş diye gençleri aldatmakdan vaz
geçsinler!]
Îsâ “aleyhisselâm” birine, (Ne iş yapıyorsun?) dedi.
İbâdetle vakt geçiriyorum deyince, (Nerden yiyip geçiniyorsun?) buyurdu.
Herşeyimi kardeşim veriyor, deyince, (O hâlde, kardeşin senden dahâ kıymetli
ibâdet yapmakdadır) buyurdu.
Ömer “radıyallahü anh” buyuruyor ki, (Çalışınız, kazanınız,
Allahü teâlâ rızkımı çalışmadan gönderir, demeyiniz! Allahü teâlâ, gökden para
yağdırmaz). Lokman hakîm, oğluna nasîhat verirken, (Çalış, kazan! Çalışmayıp,
herkese muhtâc kalanların dîni ve aklı noksân olur ve iyilik etmekden mahrûm
kalır ve herkesden hakâret görür) buyurdu. Büyüklerden birine sordular ki, özü
sözü doğru olan tüccâr mı, yoksa geceleri nemâz kılan, gündüzleri oruc tutan
âbid mi yüksekdir? (Emîn olan tüccâr dahâ kıymetlidir. Çünki, şeytânla her sâat
cihâd etmekdedir. Şeytân, alışda, verişde, dartmada onu aldatmağa uğraşmakda, o
ise Allahü teâlânın emrini, rızâsını gözetmekdedir) dedi. Ömer “radıyallahü anh” buyuruyor ki, (Alış veriş
ederken, halâl kazanırken cân vermeği, başka şeklde ölmekden dahâ çok
severim). İmâm-ı Ahmed ibni Hanbelden “rahmetullahi aleyh” sordular ki, hergün
sabâhdan akşama kadar câmi’de ibâdet edip Allahü teâlâ, benim rızkımı
nerden
olsa gönderir diyen bir kimse nasıl bir adamdır? Cevâbında buyurdu ki, (Bu
kimse câhildir. İslâmiyyetden haberi yokdur. Çünki, Resûlullah “sallallahü
aleyhi ve sellem” buyurdu ki, (Allahü teâlâ benim
rızkımı, süngümün ucuna koymuşdur). Ya’nî rızkım, islâm dînine ve
müslimânlara saldıran kâfirlerle harb etmekle gelmekdedir). Görülüyor ki,
harbde düşmandan alınan ganîmet ve sulhde, harbe hâzırlananların aldıkları
ücret halâl rızkdır. İmâm-ı Evzâî, İbrâhîm Edhemi “rahmetullahi aleyhimâ” gördü
ki, sırtında bir yığın odun götürüyor. Niçin bu kadar sıkıntı çekiyorsun?
Kardeşlerin, seni hiçbirşeye muhtâc bırakmıyor dedi. İbrâhîm Edhem
“kaddesallahü teâlâ sirrehül’azîz” buyurdu ki, öyle söyleme, hadîs-i şerîfde
buyuruldu ki, (Halâl kazanmak için sıkıntı
çekenlere Cennet vâcib olur).
Süâl: Peygamberimiz
“sallallahü aleyhi ve sellem” buyurdu ki: (Bana,
tüccâr ol, mal topla diye emr olunmadı. Fekat, Rabbini tesbîh et ve ona secde
et. Rabbine ölünciye kadar ibâdet et! diye emr olundu). Bu hadîs-i
şerîf, ibâdetin, mal kazanmakdan dahâ iyi olduğunu göstermiyor mu?
Cevâb: Kendinin ve çoluk
çocuğunun ihtiyâclarına mâlik olan zengin bir kimsenin, vaktlerini ibâdetle
geçirmesi, para kazanmakdan dahâ sevâbdır. İhtiyâcı olmıyanların mal kazanmak
için uğraşması sevâb değildir. Hattâ kalbini dünyâya bağlamak olur. Dünyâya
bağlamak ise, bütün günâhların başıdır. Malı olmıyan, fekat, vazîfe görüp ma’âş
alanların da, mal kazanmak için ayrıca uğraşmaması dahâ iyidir. Meselâ ilm
adamlarının, millete ilm öğretmesi, ya’nî din âlimlerinin, tabîblik, hâkimlik,
subaylık ve her dürlü fâideli ilmleri bilenlerin ve tesavvuf büyüklerinin,
ya’nî kalb gözü açılmış olanların ihtiyâcları, hükûmetce veyâ hayr müesseseleri
ve hayr sâhibleri tarafından istenmeden veriliyorsa, bunların halkı irşâd
etmeleri, onlara yardım etmeleri, mal kazanmakdan dahâ sevâbdır. Fekat, zemân
değişir, bunlara, istemeden, boyun bükmeden birşey verilmez olursa, bunların da
çalışarak kazanması dahâ iyi olur. Çünki, istemek
harâmdır. Ancak zarûret hâlinde mubâh olabilir. Mal kazanırken halâle, harâma dikkat
edenin, ya’nî Allahü teâlâyı unutmıyanın, kesb etmesi dahâ iyidir. Çünki bütün
ibâdetlerin rûhu, özü, Allahü teâlâyı hâtırlamakdır. (Kimyâ-i se’âdet)den terceme burada temâm oldu.
(Hadîka)da, amelde iktisâd
faslında diyor ki, (Kesb, yaşamak için lâzım olan malları halâlden kazanmağa
çalışmak demekdir. Kendine, evlâdına ve ıyâline ve borclarını ödemeğe lâzım
olanları kesb etmek farzdır. Bunun için çalışan sevâb kazanır. Özrsüz terk
edene azâb yapılacakdır. Kendilerine nafaka verilmesi vâcib olanlara (Iyâl) denir. Borc ödemek farzdır. Ödeyemeden
vefât edenin, ödemek niyyeti varsa, günâhlı olmaz. Hadîs-i şerîfde, (Beş vakt nemâzı kıldıkdan sonra, çalışıp halâl kazanmak,
her müslimâna farzdır) buyuruldu. Peygamberlerin “aleyhimüsselâm”
hepsi, çalışıp kazanmışlardır. Çalışmayıp, câmi’de oturarak, Allaha tevekkül
ediyorum diyene inanmamalıdır. Bu, çalışmağı terk etdiği için, günâh
işlemekdedir. Sâlih değil, fâsıkdır. Bunun kalbi, Allahü teâlâya değil,
kulların mallarına bağlıdır. Önce sebebe yapışmak, sonra bu sebebin te’sîrini
Allahü teâlâdan beklemek emr olundu. Muhtâc olduğu malı kazandıkdan sonra,
fazla çalışmayıp, ibâdet etmek câizdir. Bunun için, çalışmayıp ibâdet edene
sû-i zan ve tecessüs etmemelidir. İkisi de harâmdır. İhtiyâcdan fazla çalışıp, kazandıklarını, senelerce saklamak
mubâhdır. Saklamayıp hayra, hasenâta sarf etmek müstehabdır. Nâfile
ibâdetlerden dahâ sevâbdır. Hadîs-i şerîfde, (İnsanların
iyisi, insanlara fâidesi olanlardır) buyuruldu. Öğünmek için,
kibrlenmek için, ihtiyâcdan fazla kazanmak harâmdır). Görülüyor ki, ehlinin ve
ıyâlinin nafakalarını ve borçlarını ödemek için çalışıp, halâl kazanmak, nâfile
ibâdetleri yapmakdan katkat dahâ sevâbdır. (Râmûz-ül-ehâdîs)
s. 105 deki hadîs-i şerîfde, (Eshâbım
için fakîrlik se’âdetdir. Âhır zemândaki ümmetim için, zenginlik se’âdetdir) buyuruldu.
Hakîkî islâm âlimi, büyük Velî Abdüllah Dehlevî
“rahmetullahi teâlâ aleyh” seksensekizinci mektûbunda buyuruyor ki, (Çoluk
çocuğunun ihtiyâclarını te’min için ve fukarâya yardım ve İslâmiyyete hizmet
için,
çalışıp
halâl mal kazanmak, çok iyidir. Süleymân aleyhisselâm ve emîr-ül-mü’minîn Osmân
ve Abdürrahmân bin Avf ve Eshâb-ı kirâmdan ba’zıları çok zengin idiler. Bu
zenginlikleri, Allahü teâlâ indindeki derecelerinin azalmasına sebeb olmadı.
Fukarâ-yı sâbirîn ve agniyâyı şâkirînden hangisinin
efdal olduğu ihtilâflıdır. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” fakîrliği
ihtiyâr etmişdi. (Rabbim, beni doyuruyor,
içiriyor) buyururdu. Fakîrlik, ibâdete ve hizmete mâni’ olursa,
tâ’at yapmağa kuvvet hâsıl etmek için, zengin olmak efdaldir. Böyle zenginlik
büyük ni’metdir. Allahü teâlâ, bu ni’meti dilediğine ihsân eder).
[Müslimân, dünyâyı sevdiği, dünyâya düşkün olduğu için
değil, Allahü teâlâ, çalışmağı emr etdiği için çalışıp kazanır. Nefsinin kötü
arzûlarına, zevklerine kavuşmak için çalışıp para kazanmak ve çalışırken halâli
harâmdan ayırmamak, başkalarının haklarına saldırmak, onlara olan borçlarını
ödememek, kanûnlara karşı gelmek, vergilerini vermemek, dünyâya düşkün olmağı
gösterir. Dünyâya düşkün olmak, büyük günâhdır.
Allahü teâlâ emr etdiği için çok çalışıp, çok kazanmak ve Onun emr etdiği gibi çalışıp,
kazandığını, Onun emr etdiği yerlere sarf etmek, ibâdet yapmak olur. Çok sevâb
olur.]
(Hadîka), ikinci cild,
ikiyüzaltmışyedinci [267] sahîfede diyor ki, (Zarûret olmadan birşey istemek
harâm olduğu gibi, ücretsiz olarak başkasına iş gördürmek de harâmdır.
Başkasının çocuğuna, kölesine iş gördürmek ise, dahâ büyük günâhdır. (Müslim)de Abdüllah ibni Abbâs “radıyallahü teâlâ
anhümâ” diyor ki, çocuklarla oynuyordum. Ansızın Resûlullah geldi. Kapı
arkasına saklandım. Yanıma gelip, avucu ile sırtımı okşadı. (Git bana Mu’âviyeyi çağır) buyurdu.
Bu hadîs-i şerîfe göre, çocukların, harâm olmıyan oyunları oynaması ve
çocuğa birisini çağırmak için güvenilmesi ve ufak işlerin yapdırılması câizdir. Kendi küçük oğlunu ve
kızını ve torunlarını bir işde kullanmak, fakîr olana veyâ çocuğu
yetişdirmek için olursa câizdir. Çocuğun, babasına hizmet etmesi vâcibdir).
Başkasından sadaka istemesi harâm olan kimsenin, zekât
istemesi de harâm olur. Başkasında olan alacağını istemek, söz birliği ile
câizdir. Zenginin fakîrdeki alacağını istemesi de böyledir. Fekat fakîrin,
ödiyebilecek güce gelmesini beklemesi vâcibdir. Afv etmesi dahâ sevâbdır. Din
adamlarının, hâfızların ve din düşmanları ile beden, söz ve kalemle cihâd
edenlerin, müslimânların mallarını, cânlarını ve haklarını koruyan devlet
adamlarının ve hâkimlerin, Beyt-ül-mâldan, geçinecek kadar para veyâ mal almak
hakları vardır. Bu haklarını istemeleri câizdir.
Kadının ev işlerini yapması, zevcine teberru’ ve ihsândır.
Çok sevâbdır. Yapmazsa, günâha girmez. Zevc, bunları zevcesine zorla
yapdıramaz. Kadın tutup yapdırması lâzımdır. Kadın, zevcine karşı bu ihsânını
esirgememeli, erkek de, zevcesine nafakadan fazla ihsânlarda bulunmalıdır.
Allahü teâlâ ihsân edenleri çok sever. Resûlullah efendimizin zemânından bugüne
kadar, müslimân kadınları zevclerine bu ihsânı yapmışlardır. Kadının vazîfesi
ikidir: Kendini zevcine teslîm etmesi ve evden iznsiz ve örtüsüz sokağa
çıkmamasıdır. Görülüyor ki, islâmiyyetde kadın, ev içinde de, evin dışında da
çalışmağa, para kazanmağa mecbûr değildir. Evli ise kocası, evli değil ise
babası, babası yoksa veyâ fakîr ise, zengin olan yakın akrabâsı çalışıp, kadına
lâzım olan herşeyi getirmeğe mecbûrdur. Kimsesi olmıyan kadına, (Beyt-ül-mâl) denilen, devletin yardım sandığı bakar.
İslâmiyyetde, karı koca arasında, hayât mücâdelesi, ya’nî para kazanmak,
müşterek değildir. Erkek kadını tarlada, fabrikada, vel-hâsıl hiçbir yerde çalışmağa zorlıyamaz. Kadın isterse ve erkeği
izn verirse, yabancı erkekler arasına karışmadan, kadın işi olan
yerlerde çalışabilir. Fekat, kazandığı kadının olur. Erkek, ondan zorla birşey
alamaz. Kadının kendi ihtiyâclarını kendisinin alması için de, onu zorlıyamaz.
İslâmiyyetin kadına böyle hak tanıması ve onu erkeklerin elinde esîr, oyuncak
olmak-
dan
koruması, Allahü teâlânın kadına çok kıymet verdiğini göstermekdedir.
Kadın da, erkek de, para kazanmak için harâm işlememelidir
ve hiçbir nemâzı kaçırmamalıdır. Ezelde ayrılmış olan rızk değişmez. Aynı rızk,
halâlden istiyene halâl yoldan gelir. Harâm işliyerek istiyene de, harâm yoldan
gelir. Câhillerin, (Bu zemânda kızım okumazsa aç kalır. Oğlum fâiz almazsa, işi
bozulur) demeleri doğru değildir. Harâm işliyerek kazanmamalı demek, boş
oturmalı, çalışmamalı demek değildir. Halâl yoldan çalışıp kazanmalı demekdir.
Harâm yoldan kazanan, hem büyük günâhları işlemiş olur, hem de kazandıklarının
hayrını görmez. Kazandıkları, hekîme, hâkime ve düşmanlarına gider ve günâh
işlemekde kullanılır, insanı felâkete sürükler. Kazançları şübheli olan,
hediyyeleşmeli ve ödünc almalı, aldıklarını kullanmalıdır. Hediyye ve ödünc
gelen şeyler halâldir.
(Bey’ ve şirâ risâlesi) sonunda diyor ki, (Yetîm
oğlana ücretsiz olarak, yalnız annesi iş yapdırabilir. Velîsi, akllı çocuğu,
hocaya veyâ ustaya verip, buna öğret! Bu da sana hizmet etsin dese, bunlar
çocuğa hafîf iş yapdırabilir. [İlm ve edeb öğreten velîsi de, hocası gibidir.]
Fekat, yapdıracakları işin ve sokakdaki çeşmeden getireceği suyun, piyasaya
göre ücretinin, öğretmek ücretinden fazla olmaması ve hizmet etmeği, velînin
söylemiş olması lâzımdır. Âkıl, bâlig kimsenin kendisi gelip, bana öğret, ben
de sana hizmet edeyim demesi de böyledir. Üçüncü kısmda, yirmialtıncı maddeye
bakınız! Çocuğun kendisi ve malı için velîsi, ya’nî babası, baba yoksa babanın
vasîsi, vasî yoksa dedesi, dedesi de yoksa, bunun vasîsi, bu da yoksa hâkim,
ücret ile, hafîf işlerde çalışdırabilir. Ücret, yalnız çocuk için sarf edilir).
Kadın, velî olamaz.
Cânân elinden gelmişim,
fânî mekânı neylerim,
Ol mülke meylim salmışım, ben bu cihânı neylerim.
Hep i’tibârım atmışım,
âşıklığa el katmışım,
Ben nefsi dosta satmışım, bu düşmanı neylerim.
Aşkı tabîbim kılmışım,
derdinde derman bulmuşum,
Abdülhakîmi görmüşüm, yünâniyânı neylerim.
Ma’rifet tadın almışım,
fenâ tahtına varmışım,
Mahfice sultân olmuşum, dünyâ varlığı neylerim.
Herne gelirse yahşîdir,
zirâ o dostun bahşıdır,
Çün cümle onun işidir, ben bed gümânı neylerim.
Gerçi zemân devran ile, pîr
etdi cismim şân ile,
Gönlüm civândır can ile, pir-ü civânı neylerim.
Yâri bana bes görmüşüm,
ağyârı dilden sürmüşüm,
Ünsile tenhâ durmuşum, ben ins-ü cânı neylerim.
Dilden dile bin tercüman,
varken ne söyler bu lisan,
Çün cân-ü dildir hem zebân, nutk-u beyânı neylerim.
Şimdi! cemî’i halkdan,
müstağniyim billâhi ben,
Hallâk-ı âlem var iken,
halk-ı zemânı neylerim?
------------------
Allahümme yâ muhavvilel
havli vel-ahvâl
havvil hâlenâ ilâ ahsenil hâl!
------------------
Ey! herkesin hâllerini
değişdiren Allahım!
bize iyi hâller ihsân eyle!