Bu mektûb, bir sâliha hânıma
“rahmetullahi teâlâ aleyhâ” yazılmış olup, kadınlara lâzım olan nasîhatleri bildirmekdedir:
Kadınların, Resûlullaha “sallallahü aleyhi ve sellem” söz
verdiklerini bildiren Mümtehine sûresindeki âyet-i kerîme, Mekke şehrinin
alındığı gün inmişdir. Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem” erkeklerle
sözleşdikden sonra, kadınlarla sözleşmeğe başladı. Kadınlarla yalnız söz ile
olup, mubârek eli, kadınların ellerine dokunmadı. Kötü huylar, kadınlarda,
erkeklerden dahâ çok olduğundan, kadınlarla sözleşirken, erkeklerden dahâ fazla
şart, araya kondu. Allahü teâlânın emrlerini yapmış olmak için, bunlardan
kaçınmak lâzım geldiği bildirildi.
Birinci şart: Allahü teâlâdan başka,
hiçbirşeye ibâdet etmemekdir. Bir kimse, başkaları görmek için ibâdet eder veyâ
Allahü teâlâ için eder ammâ, başkasının görmesi de hoşuna giderse veyâ
ibâdetinde başkasından bir karşılık, meselâ, bir (Âferin!) sözü beklerse, o
kimse, şirkden kurtulmuş olmaz ve hâlis muvahhid olmaz. Peygamberimiz
“sallallahü aleyhi ve sellem” buyurdu ki: (Küçük
şirkden korununuz!). (Küçük şirk nedir?) diye soruldukda, (Riyâ) buyurdu. Ya’nî başkasına göstermek için
ibâdet etmekdir.
Kâfirlerin bayramlarında, onların yapdıklarını yapmak, hep
şirkdir. Hem müslimânlığı, hem de kâfirlik ibâdetlerini yapan, (Müşrik)dir. Kâfirliği beğenen de müşrikdir.
Müslimân olmak için, kâfirlikden kaçınmak lâzımdır. Mü’min olmak için, şirkden
sıyrılmak şartdır.
Hastalıkdan kurtulmak için, putlardan, heykellerden,
papaslardan imdâd beklemek şirkdir ki, bu hâl müslimânlar arasında yayılmışdır.
İhtiyâclarını putlardan, heykellerden istemek, kâfirlikdir [Allaha
düşmanlıkdır]. Nisâ sûresi, ellidokuzuncu [59] âyetinde
meâlen, (Onlara, kâfirlere inanmayınız dediğim
hâlde, onlar kâfirlerin sözleri ile hareket ediyorlar. Şeytân onları aldatıyor) buyuruldu. Kadınların çoğu, bilmiyerek, bu belâya
düşüyor. Ne oldukları bilinmiyen bir takım ismlerden meded bekleyip, bunlarla
belâdan kurtulmak istiyorlar. Kâfirlerin âdetlerini, kâfirlik alâmetlerini
yapıyorlar. Bilhâssa, çiçek hastalığı
zemânında, bu belâ, iyilerinde de, fenâlarında da görülüyor. Bu şirkden
kurtulabilen ve kâfirlik alâmetlerinden birini yapmıyan kadın, çok azdır.
Hindûların bayram günlerine [ve ateşe tapınanların Nevruz günlerine ve
hıristiyanların Noel gecelerine ve diğer paskalyalarına] hurmet etmek ve o
zemânlarda, onların âdetlerini, onlar gibi yapmak, şirk olur. Küfre sebeb olur.
Kâfirlerin bayramlarında, müslimânların câhilleri ve hele kadınlar, kâfirlerin
yapdıklarını yapıyor ve bu günleri, müslimân bayramı zan ediyor ve kâfirler
gibi, birbirlerine hediyye gönderiyorlar. Eşyâlarını, sofralarını kâfirlerin
yapdığı gibi, süsliyorlar. O geceleri, başka gecelerden ayırd ediyorlar. Bunlar
hep şirkdir, kâfirlikdir. Sûre-i Yûsüfdeki âyet-i
kerîmede meâlen, (Biz, Allahü teâlânın
varlığına, birliğine, herşeyi yaratan O olduğuna inandık, müslimân olduk
diyenlerin çoğu, başkalarına ibâdet ve itâ’at ederek ve dahâ birçok hareketleri ve sözleri ile, müşrik
oluyorlar) buyuruldu. [Üçüncü kısmda, 60. cı maddenin
baş tarafına bakınız!]
Şeyhler için, türbeler için kurban adıyorlar. Götürüp mezâr
başında kesiyorlar. Fıkh kitâbları, bunu da şirk saymakdadır. Ba’zı kimseler,
dahâ ileri giderek, böyle kurbanları, cin kurbanı oluyor diyorlar. Dînimiz bunu
red ediyor ve şirk sayıyor. Adak yapmak, çok şeklde olur. Hayvân kesmeği
adamağa ve bunu kesip cin kurbanlarından oldu demeğe ve cinlere tapanlara
benzemeğe ne lüzûm var? [Birinci kısmda, seksenikinci maddeye ve (Hayât-ül-hayvân) kitâbına bakınız!].
Şeyhler için tutdukları oruclar da böyledir. Bir takım
ismler uydurup, o ismlere niyyet ediyor,
iftâr zemânı her oruc için, husûsî yemekler şart ediyor ve gün de ta’yîn
ediyorlar. İşleri, bu oruclar sâyesinde oluyor sanıyorlar. Bu da,
ibâdetde şirk-
dir.
İşleri hâsıl olmak için, başkasına ibâdet etmekdir. Bunun çirkinliğini iyi
anlamak lâzımdır. Hâlbuki hadîs-i kudsîde buyuruldu ki, (Oruc benim için tutulur. Onun karşılığını ben veririm!). Ya’nî
oruc, yalnız benim için tutulur. Bana, orucda başkası şerîk olamaz. Hiçbir
ibâdetde, Allahü teâlâya birşeyi ortak etmek câiz değil ise de, yalnız orucu
buyurması, bunda şirk yapmamağa çok dikkat olunması içindir. Ba’zı kadınlar,
hîle yaparak, bu orucları, Allah için tutuyoruz ve sevâbını şeyhlerimize
hediyye ediyoruz diyor. Bu sözleri doğru ise, oruc için, niçin gün ta’yîn
ediyorlar ve mu’ayyen iftârlık yiyor ve iftâr zemânında çirkin işler
yapıyorlar? Çokları iftârda harâm işliyor. Bu şartları yapabilmek için,
dilencilik bile yapıyor ve işlerinin bu harâmlar sâyesinde hâsıl olduğuna
inanıyor. Bunlar, hep yoldan çıkmakdır. Şeytânın aldatmasıdır.
[(Redd-ül-muhtâr)da
(Zebâyıh)ı anlatırken, sonuna yakın
diyor ki, (Makâm sâhibleri gelince, hayvan kesmek harâmdır. Çünki, Allahdan başkası
için hayvan kesmek şirk olur. Keserken Allahü teâlânın ismini söylese de,
harâmdır. Eğer gelene yidirmek için keserse, harâm olmaz. Çünki, müsâfire
ziyâfet vermek, İbrâhîm aleyhisselâmın sünnetidir. Müsâfire ikrâm etmek
sevâbdır. (İnsana ikrâm için kesmek, Allahdan başkası için kesmek olur. Bu ise
halâl değildir) demenin doğru olmadığı (Bezzâziyye)
fetvâsında yazılıdır. Böyle söylemek, Kur’ân-ı kerîme, hadîs-i
şerîflere ve akla uygun değildir. Kassâb da, para kazanmak için kesiyor.
Hâlbuki, kassâbdaki etlere harâm diyen hiç olmamışdır. Para kazanmak niyyeti
ile kesilen hayvan necs olsaydı, hiçbir kassâb hayvan kesmezdi. Öyle söyliyen câhilin
kassâbdan et almaması, düğün için, akîka için kesilen hayvan etinden yimemesi
lâzım olur.
Bir kimse gelince kesilen hayvan etinden, ona da ikrâm
edilirse, ya’nî yidirilirse, hayvanı Allah
için kesmiş, fâidesi müsâfire olmuş olur. Kassâbın kesdiği de Allah içindir. Fâidesi,
kazancı, kassâbadır. Eğer etinden müsâfire yidirmez, hepsi başkalarına
verilirse, Allahdan başkası için kesilmiş olur, harâm olur. Görülüyor ki, bir
hayvanın insana ta’zîm için, Allahdan
başkası için kesilmesi veyâ Allah rızâsı için kesilmesi, etinin kesilene
yidirilip yidirilmemesi ile ayırd edilmekdedir. Bundan anlaşılıyor ki, temel
atılırken, hastalık gelince, hasta iyi olunca hayvan kesmek halâl olmakdadır.
Çünki, etleri fakîrlere yidirilmekdedir. Hamevî de böyle demekdedir. Dileği
olursa Allah için hayvan kesmeği adak yapmanın da böyle olduğu, (Bahr-ür-râık)da yazılıdır. Fekat etlerinin
yalnız fakîrlere verilmesi lâzımdır. Müsâfir gelince kesilen hayvan etinden o
müsâfire yidirip yidirmemek mühimdir. Etlerin hepsini ona veyâ başkasına verip
vermemek mühim değildir. Onun yidiği hayvanın etinden başkalarına da verilir.
Kesen de alır. Bunun ehemmiyyeti yokdur. Ona yidirmek ve yidirmemek için,
keserken yapılan niyyete bakılır. Keserken onu ta’zîm etmek niyyet edilmezse,
ona bu etden yidirmeyip, başka şeyler yidirilmesi, harâm olmasına sebeb olmaz.
Çünki, keserken ona yidirilmesi niyyet edilmişdir. Bundan anlaşılıyor ki,
hükûmet adamı gelince, hayvanı keserken ona ta’zîm etmeği niyyet ederse,
etinden ona yidirse de, halâl olmaz. Keserken ona ikrâm etmeği, yidirmeği
niyyet ederse, etinden hiç yidirmeyip, başka şeyler yidirse de, halâl olur.
Kesmek harâm olunca, küfr de olur mu, olmaz mı? İkisini de
söyliyenler olduğu (Bezzâziyye)de
yazılıdır. Niyyet gizli olduğu için, müslimâna kötü gözle bakmamak ve ihtilâflı
konularda küfr damgası basmamak lâzımdır. Bir müslimânın bir kimseye
yaklaşması, gözüne girmesi için ona ibâdet edeceği düşünülemez. Hayvan kesmesi,
onu sevdiğini göstermek içindir. Sevdiğini anlatarak, ona yaklaşmak, dünyâlığa
kavuşmak istemekdir. Allah için kesmeğe, insanı ta’zîm etmek karışınca, harâm
olursa da, küfr denilemez. Harâm ile küfr birbirinden çok uzakdır)].
Kadınlardan söz alınan ikinci şart: Hırsızlık etmemekdir.
Hırsızlık, büyük günâhlardan biridir. Çok kadınlar, bu günâha yakalanmışdır.
Hırsızlığın inceliklerin-
den
kurtulabilen kadın pek azdır. Bunun için, hırsızlıkdan kaçınmak, ikinci şart
oldu. Kocalarının malını, kocalarının izni olmadan harc eden kadınlar hırsız
oluyor. Bununla, büyük günâha girmiş oluyor. Bu hâl, hemen bütün kadınlarda var
gibidir. Hepsinde bu hiyânet hâsıl
olmakdadır. Ancak, Allahü
teâlânın koruduğu az kimse
bundan kurtulmakdadır. Keşki, bunun hırsızlık olduğunu, günâh olduğunu
bilselerdi. Bunu, halâl bilenleri çokdur. Halâl bilenlerin kâfir olmaları
korkusu çokdur. Allahü teâlâ, kadınları şirkden men’ etdikden sonra, ikinci
olarak, hırsızlıkdan men’ buyurdu. Çünki, bunu halâl sanarak, çoğu kâfir olur.
Bundan dolayı, bu günâh, kadınlar için, başka günâhlardan dahâ büyük oldu.
Böyle kadınlar, kocalarının mallarını her zemân alarak hıyânete
alışdıklarından, böylece, başkasının malını kullanmanın çirkinliği kalblerinden
kalkar. Başkalarının mallarını da, habersiz kullanmak kendilerine hafîf gelir.
Çekinmeden başkalarının mallarına hıyânet ve hırsızlık eder. İyi düşünülürse,
böyle olacağı açıkca anlaşılır. O hâlde, kadınları hırsızlıkdan men’ etmek,
dîn-i islâmda çok ehemmiyyetlidir. Şirkden sonra, onlar için ikinci çirkin şey
bu oldu. [Bir mü’min, kendine sâdık ve emîn olan zevcesini bu büyük günâhdan
kurtarmak için, malını istediği şeklde sarf etmesine önceden izn vermelidir.]
İlâve: Peygamberimiz
“sallallahü aleyhi ve sellem” birgün Eshâb-ı kirâmına sorarak: (Hırsızların büyüğü kimdir bilir misiniz?) buyurdu.
Bilmiyoruz. Siz buyurun! dediklerinde: (Hırsızların büyüğü, nemâzından çalandır ki, nemâzın
erkânını temâm yapmaz!) buyurdu.
Bu hırsızlıkdan da sakınmalıdır ve büyük hırsız olmakdan kurtulmalıdır. Kalbe
hiçbir şey getirmiyerek, niyyet etmelidir. Niyyet doğru olmazsa, ibâdet sahîh
olmaz. Kırâeti doğru okumalıdır. Rükü’ü, secdeleri, kavmeyi ve celseyi, itmînân
ile yapmalıdır. Ya’nî, rükü’den kalkınca tam dikilip, bir tesbîh mikdârı
durmalı ve iki secde arasında doğru oturup yine bir tesbîh mikdârı öyle
durmalıdır. Böylece, kavmede ve celsede, itmînân [ya’nî tumânînet] hâsıl olur.
Böyle yapmıyanlar, hırsızlardan olur ve çok azâblara yakalanır.
[İbni Âbidîn, (Lukata) bahsinin
sonunda buyuruyor ki, İbni Hacer ve Nevevî ve başkaları
bildiriyor ki, gayb olan, çalınan birşeyi bulmak için, [hergün yirmibeş kerre]
(Yâ câmi’annâsi li-yevmin lâ raybe fîhi innallahe lâ yuhlif-ül mî’âd
icma’ beynî ve beyne...) düâsını okumalıdır. Buluncaya kadar okumalıdır.
Noktaların yerinde, gayb olan şeyin ismini söylemelidir. (Fetâvâ-i kâri-ül-hidâye)de diyor ki, (Murâdı
olan kimse, yatacağı zemân abdest almalı. Temiz bir örtü üzerinde oturup, üç
def’a salevât okumalı. Sonra, herbirine Besmele çekerek on Fâtiha ve sonra
onbir İhlâs okumalı. Sonra, üç salevât okumalı. Sonra sağ yanı üzere, yüzü
kıbleye karşı olarak ve sağ elini sağ yanağı altına koyarak yatıp uyumalıdır.
Niyyet etdiği şeyin nasıl olacağını, bi-iznillah rü’yâda görür). (Bostân-ül-ârifîn) sonunda diyor ki, İbni Ömer
buyurdu ki, birşeyi gayb olan, çalınan kimse, hergün iki rek’at nemâz kılıp,
selâmdan sonra, (Allahümme yâ Hâdî ve yâ Râddeddâlleti, erdid aleyye dâlletî
bi-izzetike ve sultânike fe-innehâ min fadlike ve atâike) okumalıdır. 110.cu sahîfede yazılı olan istigfâr düâsını okumak
da çok fâidelidir.]
Kadınlardan istenilen üçüncü şart: Zinâ etmemekdir. Bu
şartı, yalnız kadınlardan istemek, bu günâhın hâsıl olması, çok def’a onların
râzı olmalarına bağlı olduğu içindir ve
kendilerini gösterdikleri [erkeklerin kollarına atıldıkları] içindir. O hâlde,
bu günâhın ilk sebebi onlardır. Bu işde, onların rızâları mu’teberdir. Bunun
için, bu amelden, kadınların dahâ kuvvetli men’ edilmeleri îcâb etdi.
Bundan dolayı, Allahü teâlâ, Kur’ân-ı kerîmde, bu günâhda kadını erkekden evvel
söyledi ve (Kadına ve erkeğe yüz sopa vurunuz!) buyurdu.
Bu günâh insana, dünyâda ve âhıretde zarar verir ve bütün dinlerde yasak ve
çirkin olmuşdur. Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem” buyurdu ki: (Zinânın dünyâda üç fenâlığı vardır: Biri, güzelliği ve
parlaklığı giderir. İkincisi, fakîrliğe sebeb olur. Üçüncüsü, ömrün kısalmasına
sebeb olur. Âhıretdeki üç zararına gelince, Allahü teâlânın gadabına sebeb
olur. İkincisi, süâlin, hesâbın fenâ geçmesine sebeb olur. Üçüncüsü, Ce-
hennem ateşinde azâb çekmeğe sebeb olur). Bir hadîs-i şerîfde buyuruldu ki, (Yabancı kadınlara bakmak, gözlerin zinâsıdır. Onları
tutmak, ellerin zinâsıdır. Onlara gitmek, ayakların zinâsıdır). Nûr
sûresindeki otuzuncu âyet-i kerîmede meâlen, (Mü’minlere
söyle, yabancı kadınlara bakmasınlar ve zinâ etmesinler! Ve mü’min kadınlara
söyle! Onlar da, yabancı erkeklere bakmasınlar ve zinâ etmesinler!) buyruldu. Kalb, göze tâbi’dir. Gözler
harâmdan sakınmazsa, kalbi korumak güç
olur. Kalb, harâma dalarsa, zinâdan sakınmak güç olur.
O hâlde, îmânı olanların, Allahü teâlâdan korkanların, harâma bakmaması
lâzımdır. Ancak bu sûretle, kendini korumak, dünyâ ve âhıretde zarardan
kurtulmak mümkin olur. Allahü teâlâ, Kur’ân-ı kerîmde kadınların, kızların,
yabancı erkeklerle yumuşak sesle, nezâketle konuşmalarını, böylece kötü
adamların kalblerine fenâlık getirmelerini men’ buyurmakda, buna sebeb
olmıyacak şeklde söylemelerini istemekdedir. Kadınların, yabancı erkeklere
süslenmelerini yasak etmekdedir. Bileyziklerinin sesini duyurmamak için, yavaş,
sessiz yürümelerini emr etmekdedir. Ya’nî fıska, günâha sebeb olan herşey de
günâhdır. O hâlde günâha, harâma sebeb olan şeylerden kaçmak lâzımdır.
(Safizm), ya’nî kadınların,
yabancı kadınlara şehvet ile bakması ve dokunması, kadınların, kocasından
başkasına, erkek ve kadın, kim olursa olsun, yabancıya süslenmeleri câiz
değildir. Erkeklerin homoseksüel olması, ya’nî oğlanlara şehvet ile bakmaları
ve dokunmaları harâm olduğu gibi, kadının da homoseksüel olması, ya’nî kadına
şehvet ile dokunması ve bakması harâmdır. Dünyâda ve âhıretde felâketlerden
kurtulmak için, bu incelikleri iyi gözetmek lâzımdır. Erkekle kadın, başka
cinsden oldukları için, bir araya gelmeleri gücdür. Kadının kadına yaklaşması
böyle olmayıp kolaydır. Bunun için kadının kadına bakmasını ve dokunmasını,
erkeğin kadına ve kadının erkeğe bakmasından dahâ şiddetle men’ etmelidir.
[(Pedérastie)nin,
ya’nî gulâmpâreliğin Romalılarda ve eski Yunanlılarda ve İngilterede yaygın
olduğu, doktor Fahreddîn kerîmin 1343 [m. 1925] târîhli, (Gayr-i tabî’î aşklar) kitâbında uzun yazılıdır].
Kadınlardan istenilen dördüncü şart: Çocuğunu öldürmemekdir.
O zemân, kadınlar, fakîrlikden korkarak, kızlarını öldürürlerdi. Bu çirkin
hareket, haksız yere câna kıymak olduğu gibi, evlâd hakkını da tanımamakdır ve
her ikisi de büyük günâhdır. [Çocuk aldırmak da böyledir. İbni Âbidîn, beşinci
cild, ikiyüzyetmişaltıncı [276] sahîfede diyor ki, (Özrsüz, çocuk düşürmek,
herhâlinde harâmdır. Ananın veyâ süt emen diğer çocuğun ölümüne sebeb olan bir
özr varsa, uzvları teşekkül etmeden düşürmek câiz olur.) Uzvlar yüzyirmi gün
sonra teşekkül eder denildi. Cânlı çocuğu almak da, aldırmak da harâmdır. Çocuk
olmaması için önceden tedbîr almak, meselâ prezervatif kullanmak câizdir.
Fakîrlikden dolayı iyi bakamamak, besliyememek korkusu, çocuk düşürmek için özr
olmaz. Din düşmanlarının yasaklamasından dolayı, din bilgisi verememek, islâm
terbiyesi ile yetişdirememek korkusu özr olur. Çocuğun râhat tevellüd etmesi
için (Bostân-ül-ârifîn) sonunda diyor
ki, Abdüllah ibni Abbâs “radıyallahü teâlâ anhümâ” buyurdu ki, bir tas, tabak
içine (Bismillâhillezî lâ ilâhe illâ huv El-Halîm-ül Kerîm. Sübhâne Rabbil’
Arş-il’azîm Elhamdülillahi Rabbil’ âlemîn) ve sonra (Nâzi’ât) sûresinin son
âyetini ve Ke-ennehüm’den i’tibâren (Ahkaf) sûresinin son âyetini islâm
harfleri ile yazıp, eritip anasına içirmelidir.
İbni Âbidîn, beşinci cild, 249. cu sahîfede ve (Berîka)da ve (Hadîka)da,
ferc âfetlerinde diyor ki, (Kassâb hayvanlarını, semizlemeleri için, ihsâ etmek
[kısırlaşdırmak] câizdir. Diğer hayvanları ve insânları ihsâ harâmdır.)]
Kadınlardan istenilen beşinci şart: Bühtân ve iftirâ
etmemekdir. Bu günâh, kadınlarda çok olduğundan onlara şart edildi. İftirâ
büyük günâhdır ve çok fenâdır. Bunda yalan söylemek de vardır ki, yalan, her
dinde harâmdır. İftirâda bir mü’mini incitmek de vardır ki, bu da, başkaca
harâmdır. Bunlardan başka, iftirâ etmek, yeryüzünde fesâd çıkarmağa, ortalığı
karışdırmağa sebeb olur ki, bu da harâmdır.
Altıncı şart: Peygamber “sallallahü
aleyhi ve sellem” efendimizin her emrine itâ’at etmekdir. Bu şart, bütün
farzları, sünnetleri yapmak ve bütün yasaklardan kaçınmak demekdir ve islâmın
beş şartını bildirmekdedir.
İslâmın beş şartından biri, nemâzdır. Beş vakt nemâzı
üşenmeden, seve seve kılmalıdır. Malın zekâtını, emr edilen yerine, hevesle
vermelidir. Ramezân-ı şerîf orucu, bir senelik günâhların afvına sebebdir. Oruc
tutmakdan zevk almalıdır. Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem” buyurdu
ki: (Hac edenin geçmiş günâhları afv olur!). Kâ’be-i
mu’azzamaya gidip hac etmeği büyük kazanc bilmelidir. Vera’ ve takvâyı elden
bırakmamalıdır. Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem” buyurdu ki; (Dînin direği vera’dır). İçki içmemelidir. Serhoş
yapan herşey, şerâb gibi harâmdır. Mûsikîden de kaçınmalıdır ki, lehv ve
la’bdir. Ya’nî nefsin istediği fâidesiz işdir ve harâmdır. Bir hadîs-i şerîfde,
(Mûsikî, zinâya yol açar) buyuruldu.
Müslimânları gîbet etmek, ya’nî kötülemek niyyeti ile çekişdirmek, iki müslimân
arasında söz taşımak, mûsikîden dahâ büyük harâmdır. [Zimmîyi gîbet etmenin de
harâm olduğu, (Behcet-ül-fetâvâ)da
yazılıdır.] Bunlardan kaçınmak lâzımdır. Müslimânla alay etmek, kalbini kırmak
da harâm olup, sakınmak lâzımdır.
Uğursuzluğa inanmamalı, te’sîr eder sanmamalıdır. (Rûh-ul-beyân)da, Tevbe sûresi, otuzyedinci
âyetinin tefsîrinde diyor ki, (Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” teşrîf
edince, günlerin mü’minlere uğursuz olmaları kalmadı). Bir hastalığın sağlam
insana elbette geçeceğini kabûl etmemelidir. Allahü teâlâ dilerse geçer,
dilemezse geçmez. Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem” buyurdu ki: (Müslimânlıkda, uğursuzluk ve hastalığın sağlam kimseye
muhakkak geçmesi yokdur). [Bununla beraber, tehlükeli şeylerden,
şübheli yerlerden kaçınmak vâcibdir. Hastalığa yakalanmamak için tedbîr
almalıdır.] Kâhinlere, falcılara inanmamalıdır. Bilinmiyen şeyleri bunlara
sormamalıdır. Bunları gaybleri bilir sanmamalıdır. [(Şerh-ı
akâid) kitâbının başında diyor
ki, (İnsanın birşeyi bilmesi, his organı ile, güvenilir haber ile veyâ akl
ile olur. His organları beşdir. Güvenilir haber ikidir: Tevâtür ve Peygamber
haberleri. Tevâtür, her asrın güvenilen insanlarının hepsinin söylemesidir. Akl
ile bilmek de ikidir: Düşünmeden hemen bilinirse, (Bedîhî)
denir. Düşünmekle bilinirse, (İstidlâlî)
denir. Herşeyin, kendi parçasından büyük olduğu bedîhîdir. Hesâbla
edinilen bilgiler istidlâlîdir. His organları ve akl ile birlikde hâsıl olan
bilgiler, (Tecrübî)dir). Görülüyor ki,
islâm dîninin, hesâbın ve tecribenin bildirmediği şeylere (Gayb) denir. Gaybi ancak, Allahü teâlâ ve Onun
bildirdikleri bilir.]
(Sihr), ya’nî
büyü yapmamalıdır ve sihr yapdırmamalıdır, harâmdır ve küfre en yakın olan, en fenâ harâmdır.
Sihre âid ufak birşey yapmamağa çok dikkat etmelidir. Hadîs-i şerîfde buyuruldu
ki, (Müslimân sihr yapamaz. Allah saklasın îmânı
gitdikden sonra, sihri te’sîr eder.) Sanki sihr yapınca, îmânı
gider.
[İmâm-ı Nevevî “rahmetullahi aleyh” dedi ki: (Sihr yaparken
küfre sebeb olan kelime veyâ iş olursa, küfrdür. Böyle kelime veyâ iş
bulunmazsa, büyük günâhdır). Sihr insanları hasta yapar. Sevgi veyâ
muhabbetsizlik yapar. Ya’nî cesede ve rûha te’sîr eder. Sihr, kadınlara ve
çocuklara dahâ çok te’sîr eder. Sihrin te’sîri kat’î değildir. İlâcın te’sîri
gibi olup, Allahü teâlâ, isterse te’sîrini yaratır. İstemezse, hiç te’sîr
etdirmez. Açlık çekerek, sıkıntılı işler yaparak, nefsini ezen, harâm
işlemekden zevk alamaz hâle getiren kâfirlerin yapdığı sihr te’sîr etmekdedir.
Böyle papazların sihr çözmeleri de te’sîrli olmakdadır. Şimdiki papazlar, dünyâ
zevklerine düşkün ve nefsleri azgın olduğundan, sihr yapamaz ve bozamazlar.
Bir sâhir, sihr ile istediğini elbette yapar, sihr muhakkak
te’sîr eder diyen ve inanan kâfir olur.
Sihr, Allahü teâlâ takdîr etmiş ise, te’sîr edebilir, demelidir. Büyü yapılmış
olan kimse, (Mevâhib-i ledünniyye) tercemesi
ikinci cildi, yüzseksenyedinci [187] sahîfedeki âyet-i kerîmeleri ve
düâları ve arabî (Teshîl-ül-menâfi’) sonundaki
(Âyât-i hırz)ı sabâh ve ikindi
nemâzlarından sonra, yedi gün birer
kerre
okur ve boynuna asarsa, şifâ bulur. Bir mikdâr suya, (Âyet-el-kürsî) ve (İhlâs) ve
(Mu’avvizeteyn) okumalı. Büyülenmiş
kimse bundan üç yudum içmeli, kalan ile gusl abdesti almalıdır. Şifâ bulur. (İbni Âbidîn)de, hastalık sebebi ile boşanmakda, (Zerkânî)nin 7.ci cild, 104. cü sahîfesinde ve (Mevâhib-i ledünniyye) tercemesinde diyorlar ki,
(Sidr ağacının yeşil yaprağından yedi adedi iki taş arasında ezilip su ile
karışdırılır. Üzerine Âyet-el-kürsi, İhlâs ve Kul’e’ûzüler okunur. Üç yudum
içip, gusl edilir). Sidr, Lotus denilen yabânî kiraz [Kâzib abanoz] ağacıdır. (Mekâtîb-i şerîfe)nin doksanaltıncı mektûbunda
diyor ki, (Hâcetlere kavuşmak için, iki rek’at nemâz kılıp, sevâbını (silsile-i aliyye)nin rûhlarına hediyye etmeli,
bunların hurmeti için diyerek düâ etmelidir).
Mevlânâ Muhammed Osmân sâhib “rahmetullahi teâlâ aleyh”, (Fevâid-i Osmâniyye) kitâbının yüzüçüncü sahîfesi
sonunda buyuruyor ki, (Sihr ve cadı, ya’nî büyü âfetlerinden kurtulmak için, üç
kerre Salevât-ı şerîfe okumalı, sonra yedi Fâtiha, yedi Âyet-el-kürsî, yedi
Kâfirûn sûresi, yedi İhlâs-ı şerîf, yedi Felak ve yedi Nâs sûreleri okuyup
kendi üzerine veyâ hasta üzerine üflemelidir. Bunları tekrâr okuyup, büyülenmiş
olanın odasına, yatağına, evin her yerine, bağçesine üflemelidir. İnşâallahü
teâlâ, büyüden halâs olur. [Buna karşılık ücret almamalıdır.] Bütün hastalıklar
için de iyidir. Tarlaya bereket gelmesi için, mahsûlün uşrunu vermeli, sonra
Eshâb-ı Kehfin ismleri dört kâğıda yazılıp, ayrı ayrı sarılıp, tarlanın ayak
basmıyan dört köşesine defn edilmelidir. Sabâh ve yatsı nemâzlarından sonra
büyük âlimlerin [silsile-i aliyyenin] ismlerini, sonra Fâtiha-i şerîfeyi
okuyarak rûhlarına gönderip, onları vesîle ederek yapılan düânın kabûl olduğu
tecribe edilmişdir). 148.ci sahîfesinde ve (Rûh-ul-beyân)da
diyor ki, (Eshâb-ı Kehfin ismleri yazılı kâğıdı evinde, üstünde bulundurmak da,
korur. Bereket verir). Roma imperatörlerinden Domityanus veyâ Dokyanus denilen
kimse, çok rezîl, zâlim ve putperest idi. Tanrılığını i’lân etdi. 95 de
öldürüldü. Efsus, ya’nî Tarsus şehrine gelince, yedi genç Îsâ aleyhisselâmın
dînini bırakmayıp, şehrin onbeş kilometre şimâl garbîsinde bir mağarada
saklandılar. Üçyüzdokuz sene devâmlı uyudular. İmperatör Teodos zemânında
uyanıp Aryüsün talebeleri ile konuşdular. Tekrâr
uyudular. Teodos putperestliği yıkdı. Nasrâniyyeti yaydı. Mağaraya gidip
Eshâb-ı Kehf ile görüşdü. Düâlarını aldı. Mağara kapısında bir mescid
yapdı. 395 de öldü. Abbâsî halîfelerinin yedincisi olan Me’mûn, Hârûn Reşîdin
oğlu olup, kabri Tarsusdadır. (Eshâb-ı Kehfin
ismleri), Yemlîhâ, Mekselînâ, Mislînâ, Mernûş, Debernûş, Şâzenûş,
Kefeştatayyûş ve köpekleri Kıtmîrdir. Ehl-i Bedrin ismleri ile tevessül, şifâ
ve bereket verdiği, Kabânînin (Esmâ-i Ehl-i Bedr) kitâbında
yazılıdır. Bu kitâb Bombayda basılmışdır.
Nazar değmesi hakdır. Ya’nî, göz değmesi doğrudur. Ba’zı
kimseler, birşeye bakıp, beğendiği zemân, gözlerinden çıkan şuâ’ zararlı olup
cânlı ve cânsız, herşeyin bozulmasına sebeb oluyor. Bunun misâlleri çokdur.
Fen, belki birgün, bu şuâ’ları ve te’sîrlerini anlıyabilecekdir. Nazarı değen
kimse, hattâ herkes, beğendiği birşeyi görünce (Mâşâallah)
demeli, ondan sonra o şeyi söylemelidir. Önce Mâşâallah deyince,
nazar değmez. Nazar değen veyâ korkan çocuk için, çöp yakıp etrâfında
döndürerek tütsülemek veyâ ergimiş mumu başı üzerinde suya dökmek [ve kurşun
dökmek] câiz olduğu, (Fetâvâ-yı Hindiyye)de
yazılıdır. (Fâtiha, Âyet-el-kürsî ve E’ûzü bi-kelimâtillâhittâmmeti... okumak)
hadîs-i şerîfde emr edildiği (Teshîl) 76.cı
sahîfede yazılıdır. (Mevâhib)de ve (Medâric)de diyor ki, (İmâm-ı Mâlike göre
“rahmetullahi teâlâ aleyh”, demirle, tuzla, iplik düğümlemekle ve mühr-i
Süleymânla Rukye yapmak mekrûhdur).
(Rukye), okuyup üflemek veyâ
üzerinde taşımak demekdir. Âyet-i kerîme ile ve Resûlullahdan gelen düâlar ile Rukye yapmağa, (Ta’vîz) denir. Ta’vîz câizdir ve inanan, güvenen
kimseye fâide verir. Ta’vîz yazılı muskayı [muşamba, naylon gibi su geçirmez şeylere] sarılı olarak cünübün taşıması ve halâya
girilmesinin câiz olduğu (Halebî)de ve (Dürr-ül-muhtâr)da, tahâret bahsi sonunda [s. 119
da] yazılıdır.
Ma’nâsı bilinmiyen veyâ küfre sebeb olan rukyeyi
okumağa, (Efsûn) denir. Bunu veyâ
nazarlık denilen şeyleri kendi üzerinde taşımağa, (Temîme)
denir. Muhabbet hâsıl etmek için yapılan rukyelere (Tivele) denir. İbni Âbidîn beşinci cild,
ikiyüzotuzikinci [232] ve ikiyüzyetmişbeşinci [275] sahîfelerinde ve (Mevâhib)de ve (Medâric)de
yazılı hadîs-i şerîfde, (Temîme ve Tivele şirkdir) buyuruldu.
İbni Âbidîn burada, nazar değmemek için tarlaya kemik, hayvân kafası koymak
câiz olduğunu bildirmekdedir. Bakan kimse, önce bunu görüp tarlayı sonra görür.
Mâvi boncuk ve başka şeyleri bu niyyet ile taşımanın (Temîme) olmıyacağı, câiz olacağı buradan anlaşılmakdadır.
Nazar değen kimseye şifâ için (Âyet-el-kürsî),
(Fâtiha), (Mu’avvizeteyn) ve (Nûn
sûresi)nin sonunu
okumak muhakkak iyi geldiği, fârisî (Medâric-ün-Nübüvve) kitâbında ve (Mevâhib-i ledünniyye) tercemesi ikinci cild,
[179]. cu sahîfesinde yazılıdır. Bu iki kitâbdaki ve (Teshîl-ül-menâfi’) kitâbının ikiyüzüncü [200] sahîfesinde
yazılı düâları okumak da fâidelidir. Düâların en kıymetlisi ve fâidelisi (Fâtiha) sûresidir. (Tefsîr-i
Mazherî) son sahîfesinde diyor ki, (İbni Mâcede yazılı, hazret-i
Alînin bildirdiği hadîs-i şerîfde, (İlâcların en
iyisi Kur’ân-ı kerîmdir) buyuruldu. Hastaya okunursa, hastalığı
hafîfler). Eceli gelmemiş ise, iyi olur.
Eceli gelmiş ise, rûhunu teslîm etmesi kolay olur. Resûlullah “sallallahü
aleyhi ve sellem” gam, gussa, sıkıntıyı gidermek için, (Lâ ilâhe illallâhül’azîm-ül-halîm lâ ilâhe illallâhü
Rabbül-Arş-il’azîm lâ ilâhe illallahü Rabbüs-semâvâti ve Rabbül-Erdı
Rabbül’Arş-il-kerîm) okurdu. (Bismillâhirrahmânirrahîm
ve lâ-havle ve lâ-kuvvete illâ billâhil’
aliyyil’azîm) okumak, sinir hastalığına ve bütün hastalıklara iyi
geldiğini Enes bin Mâlik haber vermişdir. Harâm işliyenin ve kalbi gâfil olanın
düâsı kabûl olmaz. Mâide sûresinde Allahü teâlânın yaratması için, vesîleye,
ya’nî sebeblere yapışmak emr olunmakdadır. Te’sîri kat’î olan sebeblere
yapışmak farzdır. Meselâ, Allahü teâlânın rızâsına, sevgisine kavuşmak için,
islâmiyyete uymak ve düâ etmek emr olundu. Diğer sebebler ve te’sîrleri açıkca
bildirilmediği için bunlara uymak sünnet oldu. Peygamberlerin ve Evliyânın
rûhlarından ve ilâclardan şifâ beklemek ve dertlerden, belâlardan kurtulmak
için bunları vesîle yapmak sünnet oldu. Vehhâbîler bu sünnete şirk, küfr
diyerek, âyet-i kerîmeyi inkâr ediyorlar. Rûhların vesîle olduğu (Kıyâmet ve Âhıret) kitâbının
ikiyüzyirmisekizinci ve sonraki sahîfelerinde açıkca yazılıdır. Ehl-i sünnet
i’tikâdında olmıyanın düâsı fâide vermez. Allahü teâlâ, herşeyi bir sebeb ile
yaratmakdadır. Birşeye kavuşmak istiyen, o şeyin sebebine kavuşmak için düâ
etmelidir. Sebebine kavuşunca, bu sebebe yapışır. İnsana sihhat, şifâ vermek
için, düâ etmeği, sadaka vermeği ve ilâc kullanmağı sebeb yapmışdır. Âyet-i
kerîme veyâ düâ bir çanağa yazılır. Yâhud kâğıda yazılıp, kâğıd çanağa konur.
Üzerine su konur. Yazı eriyince, hergün içilir. Yâhud, bu kâğıdı muska yapıp,
üzerinde taşır. Yâhud, bunları okuyup, iki avucuna üfürür. Avuçları ile
vücûdünü sıvar. (Tibyân tefsîri) son
sahîfesinde diyor ki, (Âişe vâldemiz buyurdu ki, Resûlullahın bir yerinde ağrı
olsa iki Kûl e’ûzü sûresini okuyup, mubârek avucuna üfler, elini ağrı olan yere
sürerdi). Düâ ve ilâc, ömrü uzatmaz. Eceli geleni ölümden kurtarmaz. Ömür, ecel
bilinmediği için, düâ etmek, ilâc kullanmak lâzımdır. Eceli gelmemiş olan, sihhata,
kuvvete kavuşur. Şifâyı ilâcdan değil, Allahü teâlâdan beklemelidir. Muhammed
Ma’sûm “rahmetullahi aleyh” (Mektûbât)da
buyuruyor ki, (Murâd için âyet-i kerîme ve düâyı izn alarak okumalı
demişlerdir). İzn veren, onu kendine vekil etmiş olur. Meşhûr bir Âlimin,
Velînin kitâbında (okumalıdır) yazmış olması, izn vermek olur. İzn vereni ve
iznini düşünerek okuyunca, o zât okumuş gibi fâideli, te’sîrli olur. Kur’ân-ı
kerîmi ve düâyı ücret ile okumak, ya’nî okuması için, önceden birşey istemek büyük günâhdır. İstemesi ve alması harâm olur ve
okuduğunun fâidesi olmaz. Birşey istemeyip, sonradan verilirse, hediyye
olur. Hediyyeyi alması câiz olur. (Fetâvâ-i
fıkhiyye)nin otuzyedinci [37] sahîfesinde diyor ki, (Kâfirlere
gönderilen mektûbda Kur’ân-ı kerîmden bir iki âyet yazmak câizdir. Fazla
yazılmaz. Bir iki âyet de, onlara va’z için veyâ huccet, vesîka olarak câiz
olur. Kâfir, muskanın fâidesine inansa bile, ona âyet-i kerîme ile
mubârek
ismler ile muska yazmak câiz olmaz. Harâm olur. Harfleri ayrı ayrı yazmakla da
câiz değildir. İster müslimân yazsın, ister kâfir yazmış olsun, bir muskayı
kullanmak için, içinde küfr veyâ harâm olan yazının bulunmadığını bilmek
lâzımdır). (Mevâhib-i ledünniyye)de
diyor ki, (Üç şart bulununca, Rukye câiz olur: Âyet-i kerîme ile veyâ Allahü
teâlânın ismleri ile olmakdır. Arabî lisânı ile veyâ ma’nâsı anlaşılan lisân
ile olmalıdır. Rukyenin, ilâc gibi olup, Allahü teâlâ dilerse te’sîr edeceğine,
te’sîrini Allahü teâlânın verdiğine inanmakdır. Göz değen kimseye, Peygamber efendimizin
bildirdiği şu ta’vîzi okumalıdır: (E’ûzü
bi-kelimâtillâhittâmmati min şerri külli şeytânın ve hâmmatin ve min şerri
külli aynin lâmmetin). Bu ta’vîz her sabâh ve akşam üç def’a okunup
kendi üzerine veyâ yanındakilerin üzerine üflenirse, göz değmesinden ve
şeytânların ve hayvanların zararından korur). Bir kimseye okurken, E’ûzü yerine
(Ü’îzüke) denir. İki kişiye okurken (Ü’îzü-kümâ) denir. İkiden fazla kimseye okurken,
(Ü’îzüküm) demelidir].
Hulâsa, Muhbir-i sâdık [ya’nî hep doğru söyleyici] ne bildirdi
ise ve Ehl-i sünnet âlimleri “rahmetullahi teâlâ aleyhim ecma’în” din
kitâblarında ne yazdı ise, onları yapmağa canla başla çalışmalıdır. Bunların
aksini şiddetli zehr bilmelidir ki, sonsuz ölüme sürüklerler. Ya’nî, ebedî ve
çeşid çeşid azâblara sebeb olurlar.
Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem” efendimizin
huzûrunda bulunan kadınlar, bunların hepsini kabûl etdi ve yalnız söz ile ahd
etdiler. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” bunlara hayr düâ etdi ve
afvlarını diledi. Bu düâlarının kabûl olduğu tam umulur ve hepsinin afv olduğu
ma’lûm olur. Ebû Süfyânın zevcesi ve Mu’âviyenin “radıyallahü anhümâ” annesi olan Hind “radıyallahü anhâ” bunların
arasında idi ve hattâ başkanları idi. Kadınlar nâmına o konuşmuşdu. Bu
ahdından ve bu istigfâr düâsına kavuşmasından dolayı, kazandığı çok umulur.
Müslimân kadınlardan herhangisi de, bu şartları kabûl
ederek, bunlara uyarsa, bu sözleşmeğe dâhil sayılır ve bu düâdan fâidelenir. Nisâ sûresi, yüzkırkyedinci [147] âyetinin meâl-i
şerîfi: (Allahın ni’metlerine şükr eder ve îmân
ederseniz, Allah size niçin azâb etsin?)dir. Ya’nî azâb etmez.
Allahü teâlâya şükr etmek, Onun dînini kabûl etmek demekdir ve islâmiyyetin
ahkâmını yapmak demekdir. [Bunu, 102.ci sahîfedeki onyedinci [17] mektûb
tercemesinde okuyunuz!]. Cehennemden kurtulmak için, i’tikâdda ve amelde, dînin
sâhibine “sallallahü aleyhi ve sellem” uymakdan başka çâre yokdur. Üstâd aramakdan maksad, islâmiyyeti
öğrenmekdir. Onlardan görerek, i’tikâdda ve islâmiyyete uymakda kolaylık
elde etmekdir. Yoksa, istediğini yapıp, istediğini yiyip de, mürşidin eteğine
yapışarak azâbdan kurtulmak yokdur. Böyle sanmak, tam bir hayâle kapılmakdır.
Kıyâmetde izn verilmeden kimse, kimseye şefâ’at edemiyecekdir. İzn alan da,
râzı olduğuna şefâ’at edecekdir. Râzı etmek için islâmiyyete uymak lâzımdır. Bundan sonra, insanlık îcâbı kusûru
bulunursa, ancak böyle kusûrlar, şefâ’atle afv olacakdır.
Süâl: Kusûrlu olan, günâhı
olan kimseden râzı olurlar mı?
Cevâb: Allahü teâlâ, onu afv
etmek isterse ve afv için sebeb araya korsa, o kimse, görünüşde günâhı bulunsa
bile, elbette râzı olunmuşlardan demekdir. Allahü teâlâ hepimizi râzı olduğu
kullardan eyliye! Âmîn.
TENBÎH: Sihr (Büyü): Cinlerin insanlarda yapdıkları
hastalıklardır. Müslimân cinlerden insanlara zarar gelmez. Cinler her şeklde
görünür. Kâfir cinler, sâlih insan şekline de girer. Kâfir insanlar gibi, bir
iyilik yapınca, küfre, fıska da sebeb olurlar. Arkadaşlık etdiği insanın
göstereceği kimselerde hastalık, sihr yaparlar. Bu hastalıkdan kurtulmak için,
bu cinni öldürmek veyâ kovmak lâzımdır. Cinnin zararından kurtulmak için, en
te’sîrli iki silâh, (Kelime-i temcîd) ve
(İstigfâr düâsı)dır. Kelime-i temcîd, (Lâ havle ve lâ kuvvete illâ billâhil aliyyil azîm)dir.
Bunu okuyandan cinlerin kaçdığını, büyünün bozulduğunu, imâm-ı Rabbânî 174.cü
mektûbunda ve istigfâr düâsının, derdlere devâ olduğu hadîs-i şerîflerde
bildirilmişdir.