RÛHLARIN HÂZIR OLMASI HAKKINDA MEKTÛB
Bu mektûb,
seyyid Abdülhakîm efendi “rahmetullahi aleyh” tarafından yazılmış
olup, Evliyâ rûhlarının, her yerde yardıma geldiklerini bildirmekdedir.
İki cihân kardeşim Alî beğefendi!
Son mektûbunuzu aldım. İştibşâr etdim. Hayrlı düâlarıma
selâmlarımı terdif etdim. Mektûbunuzun sonunda, pek edeble birşey soruyorsunuz.
Süâl: (Halebî)
kitâbının
tercemesi olan (Baba dağı)nda ve
(Birgivî vasıyyetnâmesi)nde [ve
(Bezzâziyye) fetvâsında] (Bir kimse, Evliyânın
rûhları, burada hâzırdır, dese kâfir olur) diyor. Hâlbuki, tesavvufcular arasında,
(Pîrimizin rûhu hâzırdır, nâzırdır) sözü de meşhûrdur. Bu iki sözün arasını
bulmak nasıl olur?
Cevâb:
Efendim!
Bu iki kitâbın dediği doğrudur. İki kitâb da kıymetlidir. Kâdî-zâde Ahmed
Efendi “rahmetullahi teâlâ aleyh” (Birgivî vasıyyetnâmesi)
şerhinde, (Ervâh-ı meşâyıh hâzırdır, bilirler dese kâfir olur dediler)
sözünü açıklarken, (Zîrâ, rûhların hâzır olması gaybdır. Gaybe hükm etdiği
için kâfir olur) diyor. Görülüyor ki, küfre sebeb olan şey, rûhların hâzır
olacağına inanmak değil, rûhların hâzır olduğunu söylemekdir. Ya’nî rûhların
hâzır olduklarını bilmediği hâlde, hâzırdır diyerek, gaybden haber verdiği
için kâfir olmakdadır. Allahü teâlâ hâzırdır ve nâzırdır. Böyle olduğunu bildirmek
için, Allahü teâlâ, her zemânda ve her yerde hâzır ve nâzırdır derler. Hâlbuki,
Allahü teâlâ, zemânlı değildir ve mekânlı değildir. O hâlde, bu söz, görünüş
üzere kalmaz, mecâz olur. Ya’nî zemânsız ve mekânsız, ya’nî hiçbir yerde olmıyarak,
hâzırdır [ya’nî bulunur] ve nâzırdır [ya’nî görür] demekdir. Böyle olmazsa,
Allahü teâlâyı zemânlı ve mekânlı bilmek olur.
Allahü teâlâ, hayy, alîm, kadîr ve mütekellim olarak
ve sonsuz zemânlarda, hep hâzır ve nâzırdır. Hayât, ilm, kudret ve kelâm sıfatları
zemânsız ve mekânsız olduğu gibi, hâzır ve nâzır olması da, zemân ile ve mekân
ile değildir. Allahü teâlânın sıfatlarının hepsi böyledir. Böylece, hiçbirşey,
Onun gibi değildir. Allahü teâlânın sıfatları, hep vardır. Önleri ve sonları,
yokluk değildir. Meselâ, hâzırdır ve bu hâzır olmakdan önce, gâib değil idi.
Bundan sonra, bir hayâtsızlık, ya’nî ölüm, câhillik olmıyacağı gibi, gâib
olmak da, olmaz. Çünki sıfatları da, kendi gibi ezelî ve ebedîdir. Ya’nî,
hep vardır. Hiçbir kimsenin sıfatları, Onun sıfatlarına benzemez.
Melekler ve Peygamberlerin “aleyhimüsselâm” ve Evliyânın
rûhları ve sâlih mü’minlerin rûhları, herkim nerede ve ne zemânda ve her ne
hâlde çağırırsa, orada bulunur, yardım ederler. Hızır aleyhisselâmın, sıkıntıda
olanların imdâdına yetişmesi böyledir. Fahr-i âlemin “sallallahü aleyhi ve
sellem”, ümmetinin her birine, hele ölüm zemânında, imdâda yetişmesi de böyledir.
Azrâil aleyhisselâm, rûh [cân] almak için her ânda, her yere gelmesi de, böyledir.
Her Mürşid-i kâmilin, talebesine yetişmesi de böyledir ki, bunlar zemânlı
ve mekânlıdır. Ezelî ve ebedî olarak değildir. Devâmlı da değildir. Hâzır
olmalarından önce, yok idiler. Bir zemân sonra da, oradan tekrâr yok olurlar.
Allahü teâlânın hâzır olması ile, rûhların hâzır olması arasında çok fark
vardır. Allahü teâlânın hâzır olması gibi, kimse hâzır değildir. Allahü teâlânın
sıfatlarının hepsi de böyledir. Ne bir melek, ne bir nebî ve ne de resûl ve
velî ve sâlih, cenâb-ı Hakkın hiçbir sıfatına ortak değildir.
Evliyâlık ilminin derecelerine yükselmemiş olana, büyüklerin
rûhları, her nerede ve her ne zemân çağrılırsa, imdâda yetişir diye öğretilirdi.
Rûh, orada hâzır olmadan önce, yok idi. Bir zemân sonra, orada yine bulunmaz.
Cenâb-ı Hak, rûhların hâzır olduğu gibi hâzır olmaz. Çünki, böyle hâzır olmak,
zemânlı ve mekânlıdır. Rûhlar da, Allahü
teâlânın hâzır olduğu gibi hâzır olamaz.
Çünki, cenâb-ı Hakkın hâzır olması, zemânlı ve mekânlı değildir, ezelîdir,
ebedîdir.
(Birgivî vasıyyetnâmesi)
ve
benzeri kıymetli kitâblar demek istiyor ki:
Bir kimse eğer, benim üstâdım, dâimî ve ezelî ve ebedî
olarak hâzır ve nâzırdır dese, kâfir olur. Fekat, bunlar diyor ki, Allahü
teâlâ, benim üstâdımın rûhuna öyle bir kuvvet vermişdir ki, her nerede ve
ne zemânda çağırır isem, imdâdıma hâzır olur.
Görülüyor ki, Fahr-i âlem “sallallahü aleyhi ve sellem”,
yeryüzünün her tarafında, o zemândan bugüne kadar, ümmetinden herhangi biri
ve hele, keşf, şühûd sâhibleri çağırınca, imdâdlarına yetişir. Hızır aleyhisselâmın
rûhu, çağıranlardan ba’zılarının imdâdlarına geliyor. Melekler, rûh [can]
almak için, bir ânda, istediği zemânda ve yerde bulunuyor. Şâziliyye yolunun
reîsi, Ebül-Hasen Alî Şâzilînin “kuddise sirruh” (Her ân ve zemân, Peygamberimizin
“sallallahü aleyhi ve sellem” mubârek yüzü, gözümün önündedir) buyurduğu,
(Mîzân-ı kübrâ)da yazılıdır.
[Evliyânın rûhları çağrılınca,
işiteceklerini ve çağrılan yerde hâzır olacaklarını, Allahü
teâlâ,
birinci kısmın kırkaltıncı maddesi sonunda yazılı hadîs-i kudsîde açıkca bildirmekdedir.]
Kitâbların yazdığı doğrudur. Fekat, tesavvufcuların
sözü, başkadır. Ya’nî, Evliyânın rûhları, Allahü teâlâ gibi hâzırdır demek
küfrdür. Allahü teâlânın âlim, kâdir ve mütekellim ve hâzır olması gibi, hiç
kimse, âlim, kâdir ve mütekellim ve hâzır değildir. Allahü teâlânın ilmi ve
hayâtı ve kudreti ve kelâmı ve hâzır olması ve başka bütün sıfatları, Allahü
teâlâya yakışan bir hayât, ilm ve kelâm ve kudret ve huzûrdur. Mahlûkların
hayâtı, ilmi ve kudreti ve kelâmı ise, kendileri gibi, sonradan olma ve zemânlı
ve mekânlı ve çabuk geçip biten ve çeşidli şeylere bağlıdır. Bununla berâber,
Peygamberler “aleyhimüsselâm” ve Evliyâ “aleyhimürrıdvân” ve âlimler “aleyhimürrahme”
ve bütün mü’minler “esle ha-hümüllah” âlimdir, haydır, kâdirdir, hâzırdır
ve mevcûddur denir. Bunlar, Allahü teâlânın âlim, hay, kâdir, hâzır ve mevcûd
olması gibi demek değildir. Allahü teâlânın hâzır olması ile Evliyânın rûhlarının
hâzır olması arasında, çok fark vardır. O kitâbların yazıldığı zemânda, câhil
tarîkatcılar, böyle sözler söylüyordu. Kendilerini tesavvuf adamı göstermek
için, pîrimiz hâzır ve nâzırdır diyorlardı. Din âlimleri, fıkh kitâblarını
yazanlar, bu büyük günâhın yayılmaması için, böylece yazarak önlemişlerdir.
Bununla berâber, bunlardan dahâ büyük olan din imâmlarımız, bu işi dahâ umûmî,
dahâ etrâflı ve gereği gibi anlatmışdır. Allahü teâlânın sıfatlarına, kimse
şerîk değildir. Bunların hepsi (Lâ ilâhe illallah)
kelimesinin içine girmekdedir. Ya’nî, ilâh olmağa, ibâdet olunmağa
hakkı olan kimse yokdur. Ancak, hiçbir sıfatında şerîki bulunmıyan Allahü
teâlâ vardır. Bu ma’nâ iyi ve derin düşünülürse, iş kökünden çözülmüş olur.
Efendim! Bu cevâbı böyle uzun ve açık yazdım. Çünki,
bu mes’ele, çok kimseleri şübheye düşürmüşdür. Tesavvuf büyüklerinin âlim
olması lâzımdır ki, böyle şübheleri herkesin anlıyabileceği şeklde çözebilsin.
Son zemânlarda, tekkeler câhillerin eline düşdü. Dinden, îmândan haberi olmıyanlara
şeyh denildi. Din düşmanları da, bu şeyhlerin sözlerini, oyunlarını ele alarak,
dîne hurâfeler karışmışdır, islâm dîni bozulmuşdur dedi. Hâlbuki tarîkatcıların
sözlerini, işlerini, din sanmak, bunları tesavvuf
büyükleri ile karışdırmak, çok yanlışdır. Dîni bilmemek, anlamamakdır. Dinde
söz sâhibi olmak için, Ehl-i sünnet âlimlerini tanımak, o büyüklerin
kitâblarını okuyup, iyi anlıyabilmek ve bildiğini yapmak lâzımdır. Böyle bir
âlim bulunmazsa, din düşmanları, meydânı boş bulup, din adamı şekline girer.
Va’zları ile, kitâbları ile, genclerin îmânını çalmağa saldırarak, milleti,
memleketi felâkete götürür.
Gel aldanma bu dünyâya,
sonu virân olur, birgün,
senin bu sürdüğün
demler, elbet yalan olur, birgün.
|