(Dürr-ül-muhtâr)ın beşinci cildinde
buyuruyor ki:
Şâfi’î mezhebindeki âlimlerden Necmeddîn-i Gazzî diyor ki:
(Tütün, önceleri yok idi. İlk olarak, 1015 [m. 1606] de, Şâmda kullanıldı.
İçenler, serhoş etmediğini iddi’â ediyorlar. Buna inanılsa bile, gevşeklik
verdiği meydândadır. Bu ise, harâm olmağa sebeb olur. Çünki imâm-ı Ahmedin,
Ümm-i Selemeden “radıyallahü anhâ” bildirdiği haberde, (Serhoş eden ve
gevşeklik veren şeyler yasak edildi) buyuruldu. Bir iki kerre içmek günâh olmaz.
Hükûmet yasak edince, harâm olur. Devâm edilirse, büyük günâh olur. Çünki,
küçük günâhlara devâm etmek büyük günâhdır).
Hanefî mezhebine gelince; büyük âlim İbni Nüceym-i Mısrî
“rahmetullahi teâlâ aleyh”, (Eşbâh) kitâbında
buyuruyor ki, (Âyet-i kerîmede ve hadîs-i şerîflerde harâm olduğu bildirilmiyen
şeyler, aslı üzere halâl olur. Veyâ halâl ve harâm diye hükm olunamaz. Hanefî
ve Şâfi’î âlimlerinin çoğu “rahmetullahi teâlâ aleyhim ecma’în”, böyle şeyler
halâl olur dedi. İbni Hümâm, (Tahrîr) kitâbında
da böyle söylüyor. Bunun için, Besmele ile kesildiği bilinmiyen hayvâna ve
zararı görülmiyen ota halâl denir). Tütün de böyledir. Âlimlerin çoğuna göre,
halâldir. Birkaçına göre ise, hükm verilemez. [(Uyûn-ül-besâir)de,
Hamevî (Eşbâh)ı şerh ederken, (Bundan,
tütün içmenin halâl olduğu anlaşılmakdadır) buyuruyor.] Hanefî âlimlerinden,
Şâm müftîsi, Abdürrahmân İmâdî, (Hediyye) adındaki
kitâbında, (Tütün; soğan, sarmısak gibi mekrûhdur) buyurdu. İbni Âbidîn, bu
satırları açıklarken buyuruyor ki:
(Vehbâniyye) şerhinde, (Tütün içmek
ve satmak yasak edilmelidir) diyor. [Dördüncü Murâd hân “rahmetullahi teâlâ
aleyh”, tütün içilmesini yasak etmişdi. Bunun zemânında bulunan Şernblâlî
“rahmetullahi teâlâ aleyh” de, (Halîfe mubâhları yasak edince harâm olur)
diyenler gibi, tütüne yasak demişdir. Dikkat edilirse, yasak edilmelidir,
dediği hâlde, yine harâm veyâ mekrûh dememişdir.]
Tütün içmek, orucu bozar. İsmâ’îl bin Abdülganî Nablüsî, (Dürer) şerhinde diyor ki, (Zevcenin soğan ve
sarmısak gibi ağzı kokutan şeyleri yimesi yasak edilebilir. Tütün kokusunu
sevmiyen kimse de, tütün içmesini men’ edebilir).
Mısrda, Mâlikî âlimlerinin büyüklerinden Alî Echürî, tütünün
halâl olduğunu bildiren kitâb yazmış,
burada dört mezheb âlimlerinin, tütünün halâl olduğunu bildiren fetvâlarını nakl
etmişdir. Allâme Abdülganî Nablüsî de tütünün mubâh olduğunu bildiren, (Essulh-u beynel-ihvân) kitâbını yazmışdır. Bu
kitâb ve tercemesi, Nûr-i Osmâniyye kütübhânesinde vardır. Harâm ve mekrûh
diyenlere cevâb vermekdedir. (Ba’zı kimselere zarar verirse, yalnız bunlara
harâm olur. Başkalarına harâm olmaz demekde ve bal, safra hastasına zarar
verir. Fekat, başkalarına harâm değildir. Hattâ şifâdır. Herşey aslında
halâldir. Harâm veyâ mekrûh diyebilmek için, delîl lâzımdır. Şerâb habîslerin
en kötüsü olduğu hâlde ve Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” islâmiyyetin
bildiricisi olduğu hâlde, şerâba harâm diyemedi. Âyet-i kerîme ile yasak
edilmesini bekledi. O hâlde, tütün içmek mubâhdır, halâldir. Kokusu mekrûhdur.
Tab’an mekrûhdur. Şer’an mekrûh değildir) demekdedir.
İbni Âbidîn, devâm ederek buyuruyor ki, (Tütün içmek Şâfi’î
mezhebinde harâm değildir. Kitâblarında, tenzîhen mekrûh denilmekdedir. Hattâ,
zevce tütünü bırakınca, zarar görmezse, meyve gibi olur. Zevcin, tütün parası
vermesi lâzım olur. Tütünü bırakınca, kadın zarar görürse, ilâç gibi olur.
Tütün parasını vermesi, vâcib olmaz dediler. Câmi’ içinde tütün içmek, soğan,
sarmısak yimek harâmdır.)
Tütüne harâm diyenlerin dayandığı, vesîka olarak ileri
sürdükleri, (Berîka) kitâbının sâhibi Hâdimî
“rahmetullahi teâlâ aleyh” seksenbeşinci sahîfesinde diyor ki: Âyet-i kerîmede, (Habîs olan şeyler harâmdır) buyuruldu.
(Vâhidî) tefsîrinde,
(Âyet-i kerîmedeki habîs, leş, kan ve domuz eti demekdir.
Âyet-i kerîme, bu üçünü harâm etmekdedir) diyor. Hâlbuki, habîs olan herşey
harâmdır. Her harâm habîsdir. Meselâ şirk, zulm, fâiz ve rüşvet habîsdir.
İnsanın iğrendiği, pis dediği herşey habîsdir denildi. Buna göre tütün de habîs
ve harâm olur.
Yüzotuzüçüncü sahîfede diyor ki: İbâdet için, sevâb kazanmak
için olmıyan bid’atlere, (Âdetde bid’at) denir.
Un eleği, kaşık kullanmak gibi. Âdetde bid’at olan şeyleri yapmak, dalâlet,
yoldan sapmak değildir. Vera’, takvâ sâhibleri de bunları zarûret olunca
kullanır. Kullanması günâh değil ise de, kullanmamak iyi olur. Ba’zıları,
(Tütün ve kahve kullanmak da, âdetde bid’atdir. İkisi de harâm değildir ve
mekrûh da değildir. Doğrusu da budur. Bunlara harâm diyen, bid’at-i âdiyyeyi
harâm etmiş olur. Sultânın yasak etmesine gelince, islâmiyyete uygun olan
emrleri dinlenir. Tabî’atine ve nefsine uyarak verilen emrleri değil) dedi.
Bize göre, kahve belki böyledir. Fekat, bunu da, kullanmamak dahâ iyidir.
Çünki, hakkında söz birliği yokdur. Tütüne gelince, harâm olmadığı doğru ise
de, mekrûh olduğunda şübhe yokdur. Çünki, halâl olmasında söz birliği yokdur.
Sultân, umûmun fâidesi için, bir mubâh şeyi yasak edince, dinlemek vâcib olur.
Söz birliği olmıyan şeyi yasak edince, elbette vâcib olur. (Telvîh) kitâbında diyor ki, (Şübhe edilen şeyler
harâm olur).
Binikiyüzkırküçüncü sahîfesinde diyor ki: (Yimeği ve içmeği
harâm eden sebebler altıdır: Serhoş edenler, şerâb gibi. Necs olanlar, bevl ve
kan gibi. Zarar verenler, kum, toprak gibi. İğrenç olanlar, menî ve sümük gibi.
Habîs olanlar, tahta kurusu [biti] gibi. Öldürücüler, zehrli maddeler gibi.
Tütün içmeği âdet edinenlere gelince, tütün bunlara zarar verir denildi.
Çoğunun hastalığa yakalandığı görülmekdedir. Böyle şeylerde, cinse, umûma
bakarak karâr verilir. Birkaç kişiye göre karar verilmez. Tütün ba’zı
hastalıklara fâideli olmakdadır. Meselâ balgam, safra sökmekdedir deniliyor.
Fekat bu, câhillerin sözüdür. Doktorlar kullanmıyor. Mütehassıslar böyle
yazmıyor. Tersini bildiriyorlar. Ba’zı doktorlardan işitdik ki, tütün
olmasaydı, Âdem oğlu bin sene yaşardı demişlerdir.
[Mütercim fakîr, doktorlardan nakl olunan bu sözü, akla uygun bulmamakda ve
hayret etmekdedir. Çünki, tütün ortaya çıkmadan önce de, insanlar, tabî’î
ömrlerine uygun olarak yaşamışdır. Asr-ı se’âdetden beri, bin sene yaşıyan bir
kimse işitilmemişdir.]
Tütün serhoş eder de denildi. Yeni başlıyanlarda böyledir.
Yavaş yavaş alışanları serhoş etmiyor. Şerâb da böyledir. İmâm-ı Muhammed, çoğu
harâm olanın, azı da harâmdır dedi. Ba’zıları, bu sebeble, tütüne harâm dedi.
Ba’zıları da, içmemek iyi olur dedi. Ba’zıları, tütün içmek, başkalarını
râhatsız ediyor. Başkasına eziyyet vermek harâmdır dedi. Ba’zısı da, tütün; (Soğan, sarmısak yiyen, mescidimize yaklaşmasın!) hadîs-i
şerîfine girer dedi. Fıkh âlimleri dedi ki, pis kokan şeyleri mescidden
çıkarmak lâzımdır. Tütüne bid’at denildi. Fekat, i’tikâdda, inanmakda ve
ibâdetlerde olan bid’at [devrim, değişiklik] harâmdır. Âdetlerde olan bid’atler
harâm değildir, mubâhdır. Sünnete ve sünnet olmakdaki sebebe uymıyan bid’atler
yasakdır. Meselâ, misvâkın sünnet olması, ağızdaki pis kokuyu giderdiği
içindir. Tütün ise, bu hikmeti bozmakdadır. Dîne fâideli olan bid’atler
güzeldir. Tütün böyle değildir. Tütün habîsdir denildi. Selîm tabî’atli kimse,
tütünden iğrenmekdedir. Oyun için, keyf için, kibr için içilir de denildi. Tütün
aslında mubâh olsa da, bu sebeble harâm olur. Tütün isrâfdır denildi. Çünki,
lüzûmlu değildir. Keyf için mal vermekdir. Çok mal verip alan da olur.
İbâdetleri, meselâ cemâ’at ile nemâz kılmağı bırakmağa sebeb olur. Yalan,
gıybet, nemîme, gevezelik gibi harâmlara da sebeb olur. Tütün içenlerin öldükden sonra rü’yâda
görülmesi, mezârları açılınca, yüzlerinin, ağızlarının değişmiş olması, mezârı
duman dolmuş olması da bu sözü kuvvetlendirmekdedir. Görülüyor ki, tütün için
sözler ve fetvâlar başka başkadır. Değil câhiller, âlimler de, bu işin içinden
çıkamamışdır. Ba’zıları halâldir, mubâhdır dedi. Ba’zıları tehlükelidir dedi.
Halâl diyenlere göre, birşeyin harâm olması
için,
harâm olduğu açıkca bildirilmiş olmalı veyâ harâm olduğu kolay anlaşılmalıdır.
Tütün, açıkca harâm edilmemişdir. Harâm olduğunu anlamak için de şimdi de
müctehid yokdur. Eski müctehidlerin de, tütün için bir sözü yokdur. Müctehid
olmıyanların, halâl veyâ harâm demesinin bir kıymeti olmaz. O hâlde tütün
içmek, aslı üzere mubâhdır, halâldir. Tehlükeli diyenler ise, dahâ yukarda
bildirilen sebebleri göz önünde tutmuşlardır. Tehlükeli diyenler, belki dahâ
haklıdır. Çünki, bu sebeblerden birkaçı yanlış olsa bile, şübheden kurtulmaz.
Hepsi bir araya gelince, kuvvetlenmiş olur. Şimdi müctehid kalmadı demek de,
şübhelidir. Mutlak müctehid yok ise de, ictihâdları karşılaşdırabilecek
(Mes’elelerde müctehid) şimdi belki vardır. Eski müctehidler, tütün için birşey
bildirmedi ise de, tütün, onların açık bildirdiği karârlardan birine bağlanabilir.
Müctehid olmıyan âlimler, bu işi yapabilir. Tütün içmek, nihâyet şübheli
kalmakdadır. Şübheliler ise, harâm olur. Hadîs-i şerîfde, (Şübheli şeyleri yapan, harâm da işler) buyuruldu.
Mubâh veyâ tehlükeli olan şeyi de çok yapmamak lâzımdır. Tütüne tehlükeli demek
insâf olur. Mubâhlara fazla dalmak da, küçük günâh olur. Tütüne, aslında halâl
desek bile, insan buna alışıyor. Mubâhlar için de, kıyâmetde hesâb vardır.
Tütünü ençok fâsıklar içiyor. Başkaları, bunlardan görerek alışıyor. İhtiyâtlı
davranmak her yerde iyidir.
Binüçyüzkırkyedinci sahîfede diyor ki: Hadîs-i şerîfde, (Soğan, sarmısak yiyen, mescidimize
gelmesin!) buyuruldu.
Çünki, melekler pis kokudan incinir. Pırasa gibi pis kokulu şeyleri
yiyenler ve cüzzâm, baras hastaları, yarası kokanlar, üzeri balık, et kokanlar
da böyledir. Bunlar mescide sokulmaz. Mescide giderken çiğ soğan, sarmısak
yimek, tenzîhen mekrûhdur. Pişmiş yimek mekrûh değildir. İlâc olarak yimek
câizdir. (Yahyâ efendi fetvâsı), tütünü
içmek de bunun için mekrûh olur dedi. Sâlih olan kimse, bu hadîs-i şerîfden
korkarak tütün içmez. (Berîka) kitâbından
terceme burada temâm oldu.
(Hadîka)nın [1290] hicrî senesi
İstanbul baskısı, yüzkırküçüncü sahîfesinde diyor ki, (Un eleği ve kaşık gibi
şeyler zemân-ı se’âdetde yok idi. Sonradan meydâna çıkdılar. Böyle, Allahü
teâlâya ibâdet etmek ve sevâb kazanmak niyyeti olmaksızın meydâna çıkarılan
şeylere, (Âdetde bid’at) denir. Bunlar,
hadîs-i şerîfde dalâlet, sapıklık olarak bildirilmiş olan bid’atlerden
değildirler. Bunları yapanlara cezâ verilmiyecekdir. Vera’ sâhiblerinin
yapmaması dahâ iyi olur. Erkeklerin fazla yiyerek yağ bağlaması da böyledir.
İmâm-ı Münâvî, (Câmi’-us-sagîr) şerhinde,
kıyâmet alâmetlerinden biri, erkeklerin yağlanmasıdır dedi. Âdetde bid’atlerden
biri de, tütün ve kahve içmekdir. Zemânımızda iyi kötü her insan bunları
kullanmakdadır. Bunlar için çeşidli şeyler söyleniyor ise de, sözün doğrusu,
ikisine de harâm ve mekrûh dedirtecek bir sebeb yokdur. Her ikisi de, (Âdetde bid’at)dir. Herhangi bir sebeb göstererek
bunlara harâm diyen kimse, âdetde bid’at olan şeye harâm demiş olur. Âdetde
bid’ate harâm denilemiyeceğini, cümhûr-i ulemâ bildirmişdir. Sultânın emr ve
yasak etmesine gelince, bunlar, Allahü teâlânın emr ve yasaklarına uygun
olursa, itâ’at vâcib olur. Kendi düşüncesi, görüşü ile olana itâ’at vâcib
değildir. Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” bütün emr ve yasakları,
Allahü teâlânın emr ve yasaklarına uygun idi. Kendiliğinden
birşey bildirmedi. Böyle olmasaydı, Onun her sözüne itâ’at vâcib olmazdı. Sultânın,
kendi aklı, düşüncesi ile verdiği emre itâ’at da, elbette vâcib olmaz. Ancak,
emri veren, zulm, işkence yaparsa, milleti sıkışdırırsa, onun şerrinden,
öldürmesinden korkan kimsenin, hele kan dökücü başkanın böyle mubâhları
yasaklamasına itâ’at etmesi vâcib olur. Çünki, bir müslimânın kendini tehlükeye
sokması câiz değildir. İşte, böyle yasaklandığı zemân, kahve, sigara içmemek
vâcib olur. Fekat, yine, harâm veyâ mekrûh oldukları için değil, kanını, ırzını
kurtarmak için içmemeğe niyyet etmek lâzımdır. Ülül-emre itâ’at demek, müslimân
olan âmirlerin, hak üzere olan emr ve yasaklarına uymak demekdir).
İsmâ’îl Hakkı hazretleri, ilk zemânlarında tütünün harâm
olduğunu yazmışdı. Çünki, sultân Murâd, tütün içmeği yasak etmişdi. İçen
öldürülüyordu. Bu âlim, tütünü değil, tütün içmeği, i’dâma sebeb olduğu için
harâm demişdi. Hükûmet, tütün yasağını kaldırdıkdan sonra, yazdığı kitâbında,
tütünün harâm olmadığını bildirmişdir. Mütercim fakîr, Bursada Orhân
kütübhânesinde bu kitâbını gördüm.
(Feth-ur-rahîm) kitâbının yirmidokuzuncu
sahîfesinden başlıyarak diyor ki: Mâlikî âlimlerinden Alî Echürî (Gâyet-ül-beyân) kitâbında, şeyh Halîlden alarak
buyuruyor ki, (Aklı götürüp hissi gidermiyen ve keyf veren maddeye (Müskir), ya’nî serhoş edici denir. Aklı giderip, hissi gidermez ve keyf
vermezse (Müfsid), uyuşdurucu, heroik
denir. Aklı da, hissi de gideren maddeye, (Mürkıd)
veyâ (Münevvim), uyutucu,
hipnotik denir. Serhoş eden maddeyi içene Had cezâsı vurulur ve serhoş etmiyen
az mikdârını içmek de harâmdır ve bu maddeler necsdir. Abdüllah-i Menûfî, esrâr
otu veyâ haşîş denilen, hind keneviri otunun yaprakları için, müskirdir, çünki,
esrâr almak için evinin eşyâsını satıyorlar dedi. Keyf vermeseydi, böyle
yapmazlardı dedi. Şâfi’î âlimlerinden Zerkeşî de böyle dedi. Esrârın azı da, çoğu da harâmdır dedi. Şeyh Ebül-Hasen
“rahmetullahi teâlâ aleyh”, (Müdevvene) şerhinde
ve allâme İbni Merzûk ve Şehâb Karâfî ise, esrârın, müfsid, uyuşdurucu olduğunu
bildirdiler. Çünki, bunu alanlar kavga etmiyor, uyuşup kalıyorlar. Şâfi’î
âlimlerinden İbni Dakîk-ul İyd “rahmetullahi teâlâ aleyh” de böyle söyledi ve
haşhaşdan elde edilen afyon, esrârdan dahâ kuvvetlidir. Çünki, afyonun az
mikdârı serhoş ediyor. Hâlbuki, necs olmadığında sözbirliği vardır dedi. Esrâr
da necs değildir. Şerâbın serhoş etmiyen az mikdârını içmek harâm olduğu
hâlde, esrârın serhoş etmiyen az mikdârının harâm olmadığını imâm-ı Nevevî
“rahmetullahi teâlâ aleyh”, (Mühezzeb) şerhinde
bildirdi. Benc ya’nî Jüskiyam [ban otu] ve afyon da, esrâr gibi olup, serhoş
etmiyen az mikdârını yimek câizdir. [Fazla alındığı zemân, aklı ve a’sâbı bozan böyle otlardaki zararlı maddeleri
ayırıp, bunları ve benzerlerini hap ve iğne hâlinde keyf ve zevk ilâcı
ismi ile talebelere, işcilere ve futbolculara satıyorlar. Ahlâk, nâmûs, din ve
îmân ve vatan sevgisi gibi mukaddes bağlarımızı koparan bu uyuşturucu maddeleri
satın almak ve kullanmak harâmdır. Büyük günâhdır.]
Tütün içmeğe gelince, aklı gidermiyor. Necs de değildir.
Böyle olunca, tütün içmek harâm değildir.
Başka dürlü zararlara sebeb olursa harâm olur. Zarar vermiyen kimseye harâm
değildir. Güvenilen bir ârifin [ya’nî mütehassıs tabîbin] haber vermesi ile
veyâ kendi tecribesi ile zarar verdiğini anlıyana harâm olur. İslâmiyyetin
bildirmediği şeylerde ahkâm değişir. Zarar verince harâm olur. Zarar vermezse,
harâm olmaz. Tütünü yeni içenlerde gevşeklik yapması, sıcak suya girende veyâ
müshil ilâcı içende gevşeklik hâsıl olması gibidir. Yoksa, aklı giderdiği için
değildir. Aklı giderdiği için gevşeklik yapıyor denilse bile, yine müskirdir
denilemez. Çünki, keyf vermemekdedir. Afyonu, aklı gidermiyecek az mikdârda yimek câiz olduğu gibi, tütünü de aklı
gidermiyecek mikdârda içmek câiz olur. Bu ise, insanlara göre ve içilen mikdâra
göre değişir. Bir kimsenin aklını gideren mikdâr, başkasının aklını
gidermez. Görülüyor ki, tütün harâmdır, diyip kesin söylenemez. Bunu ancak din
câhili veyâ inâdcı, müte’assıb olan söyler. Aklı gidermeyince, halâl olduğu
anlaşılmakdadır. Tütün, ispirto ile yıkanıp temizlendiği için necsdir de
denilemez. Çünki bu söz, tütünün değil, ispirtonun harâm olduğunu
göstermekdedir. İspirtosuz temizlenenlerin harâm olmadığı anlaşılır. Tütün,
isrâf olduğu için harâmdır da denilemez. Çünki, mubâh olan şeyi almak için
verilen mal isrâf olmaz. Zararlı olduğundan harâmdır demek de ilmî bir söz
değildir. Çünki, zarar verene harâm olur. Zarar vermiyene harâm olmaz. Herkese
zararlıdır demek ilme ve tecribeye uygun değildir. Ba’zı hastalıklara fâidesi
olduğu da görülmüşdür. Hanefî âlimlerinden şeyh Muhammed Nihrîrî “rahmetullahi
teâlâ aleyh”, tabîb-i müslim-i ârifin sözü ile veyâ tecribe ile zarar verdiğini
anlıyan kimseye tütün içmek harâm olur. Böyle kesin anlaşılmadıkca, halâl
olduğuna fetvâ vermişdir. Bir başka fetvâsında da, aklını gi-
deren
veyâ zarar veren kimseye harâm olur. Başkalarına harâm olmaz, demişdir.
Tütün hakkında bir hadîs-i şerîf yokdur. (Pis kokulu ağaçdan yiyen, mescidimize yaklaşmasın! İnsanlara
eziyyet veren şeyi melekler de sevmez) hadîsinde bildirilen ağacın,
soğan, sarmısak olduğu (Eşî’a)
üçyüzyirmisekizinci sahîfede yazılıdır. Şâfi’î âlimlerinden Alî bin Yahyâ Ziyâdî
fetvâsında, aklını giderene harâm olur. Başkalarının içmeleri harâm olmaz dedi.
Büyük Şâfi’î âlimi Abdür-Raûf-i Münâvî de böyle fetvâ verdi. Şâfi’î âlimlerinden
Şems-üd-dîn Muhammed bin Ahmed Şevberî de böyle cevâb yazdı. Tütün, başka mubâhlar gibidir. Ya’nî kendisi harâm değildir. Aksini
bildirenlerin ellerinde hiçbir vesîka yokdur. İnâd etmekdedirler dedi.
Hanbelî âlimlerinden Mer’î bin Yûsüf Mukaddisî “rahmetullahi
teâlâ aleyh”, (Tahkîk-ul-burhân fî-şân-id-dûhân)
kitâbında, başka zarar vermedikce tütünün harâm olmadığını, ateş dumanını ağza
çekmek gibi olduğunu, bunun harâm olacağını ise kimsenin bildirmemiş olduğunu
yazmakdadır.
Yeni meydâna çıkan birşey, mubâha benzerse mubâh olur. Harâma
benzerse harâm olur. Aklı olan bir din adamı, tütünü elbet mubâhlara benzetir.
Zarara sebeb olmadıkca harâm diyemez.
Abdür-Raûf-i Münâvî, tütünü kötüliyen
bir hadîs-i şerîf yokdur dedi. Görülüyor ki, aklı gidermiyecek kadar tütün
içmenin harâm olmadığını dört mezheb âlimleri sözbirliği ile bildirmişlerdir).
Alî Echürînin sözü burada temâm oldu.
1355 [m. 1936] senesinde, İskenderiyyede basılan (Celâl-ül-hak fî keşf-i ahvâl-i şirâr-il-halk)
kitâbında ve Zerkânînin (İzziyye)
şerhinde diyorlar ki, Alî Echürîye “rahmetullahi teâlâ aleyh” soruldu: Tütün
için, (Şerâbdan ve yeşil otdan sakınınız!) hadîsi vardır. Çünki, Huzeyfe
“radıyallahü teâlâ anh” buyurdu ki, Resûlullah “sallallahü
teâlâ aleyhi ve sellem” ile gidiyorduk. Bir ot görüp başını salladı. Sebebini
sordum. (Âhır
zemânda, bu otun yapraklarını içecekler. Onunla serhoş olup, nemâz kılacaklar.
Onlar kötü kimselerdir. Benden uzakdırlar. Allahü teâlâ onları sevmez)
buyurdu. Hazret-i Alînin “radıyallahü teâlâ anh” bildirdiğine göre, (Onu
içenler, Cehennemde sonsuz kalacaklardır. Şeytânın arkadaşıdırlar. Tütün içenle
müsâfeha etmeyiniz! Boynuna sarılmayınız! Ona selâm vermeyiniz! Çünki o, benim
ümmetimden değildir) buyurdu. Bir habere göre de, (Onlar, eshâb-ı şimâldendir.
Tütün, şakîlerin içkisidir. İblîsin bevlinden yaratılmışdır. Allahü teâlâ,
sevdiğim kullarımı aldatamazsın buyurunca, bevl yapmışdı. Ondan tütün otu hâsıl
oldu) deniliyor. Bunlara ne dersiniz? Alî Echürî hazretleri, cevâbında buyurdu
ki, (Bunların hiçbiri hadîs değildir. Hadîs âlimleri, bunların yalan ve iftirâ
olduklarını bildirdiler. Hem de, bu sözlerin düzgün ve edebiyyâta uygun olmaması
da, Resûlullahın mubârek ağzından çıkmadıklarını göstermekdedir. Rebî’ bin
Haysem buyurdu ki, güneşde ışık olduğu gibi, hadîs-i şerîflerde de nûr vardır.
İftirâ olarak uydurulan sözlerde ise, zulmet vardır. Hadîs uyduran, Cehenneme
gidecekdir. (Buhârî) ve (Müslim)de yazılı hadîs-i şerîfde, (Söylemediğim birşeyi hadîs diyerek yalan söyliyen,
Cehennemde ateşden kazık üzerine oturtulacakdır) buyuruldu.
İmâm-ül-Haremeyn Abdülmelik “rahmetullahi teâlâ aleyh”, hadîs uyduran kâfir olur
dedi ise de, küfr değil, büyük günâhdır. Tütün içmek aklını giderir veyâ zarar
verirse yâhud nafakası vâcib olanın nafakasını terke veyâ nemâzın vaktini
kaçırmağa sebeb olursa, bu kimseye harâm olur. Başkalarının içmesi harâm olmaz.)
Müfsid, ya’nî uyuşdurucu olan maddelerin aklı gidermiyecek
kadar az mikdârlarını satmak ve her ilâcı satmak câizdir. Tütünü de, aklını
gidermiyen kimselere satmak câizdir.
Yukarıdaki örnek yazılardan anlaşılıyor ki, tütün içmek,
alkollü içkiler ve afyon, morfin, esrâr ve benzerleri uyuşdurucu maddeler gibi,
harâm edilmemişdir. Bu fakîr, tütün dumanından hoşlanmıyorum. Hiç içmedim.
Evimde bulunanlar da içmez. Fekat tabî’atim sevmiyor diye, harâm diyemem.
Halâller belli, harâmlar bellidir. Müctehidlerin bildirdiği şübheliler de
meydândadır. Şübheliler, müctehidlerden
bir
kısmının halâl, bir kısmının harâm dediği şeylerdir. Harâm diyenlerin,
yapmaması lâzım olur. Câiz diyenlerin de yapmaması, iyi olur. Tütün böyle
değildir. Müctehid olmıyanların, üsûl ilmlerini okumıyanların, halâli, harâmı
bilmemesi, şübheli demek olmaz. (Müctehid olmıyanların sözü, delîl-i şer’î
olmaz) buyurulduğu, (Berîka)nın 94. cü
sahîfesinde yazılıdır. Birşeyin halâl olması için delîl aranmaz. Fekat, harâm
olması için aranır.
Bir cinsden olan şeylerin bütünü, nass ile harâm edilmiş
olursa, bunlardan birkaçına halâl diyebilmek için, ancak bu zemân, bunların
halâl olmasına delîl aramak lâzım olur. Harâm olduğu bildirilmiyen birşeye,
halâl denir. Buna harâm diyebilmek için, delîl aramak, isbât etmek lâzımdır.
İbni Âbidîn “rahmetullahi teâlâ aleyh”, (Zebâ’ih) kısmında,
En’âm sûresinin yüzkırkbeşinci âyetini ve (Allahü
teâlânın, halâl ve harâm diye açıklamadığı şey, Allahü teâlânın afv etdiği
şeylerdendir) hadîs-i şerîfini yazarak, harâm olduğu bildirilmiyen
ve harâm edilmiş olanlara benzemiyen her şeyin mubâh olduğunu göstermekdedir. O
hâlde, tütün için birşey bildirilmedi diyenlerin, tütüne harâm, mekrûh
dememeleri, mubâh demeleri lâzımdır. Tütün hakkında hadîs-i şerîf denilen
sözlerin iftirâ ve yalan oldukları açıkdır. Çünki, asr-ı se’âdetde Arabistânda
tütün yokdu. İslâm memleketlerine 1015 senesinde geldiğini yukarıda
bildirmişdik.
Din bilgisi olan bir kimse, tütüne tahrîmen mekrûh diyemez.
Çünki, İbni Âbidîn, beşinci cildde (İmâm-ı Muhammed buyurdu ki, tahrîmen mekrûh
demek, harâm demekdir. İki imâm ise, harâma
yakındır dedi. Ya’nî, vâcibi terk eden gibi, Cehennemde azâb görür ise
de, inanmıyan kâfir olmaz dedi. Şübheli şeyler de böyledir. Şübheli şey demek,
müctehidin, muhkem olmıyan, açık olmıyan, te’vîl edilen âyet-i kerîmelerden
veyâ hadîs-i şerîflerden, yâhud muhkem ise de, bir kişinin bildirmiş olduğu
hadîs-i şerîflerden çıkardığı hükm demekdir. Tehlükeli demek, islâmiyyetin
yasak etdiği şey demekdir) diyor. Görülüyor ki, tütün içmeğe tehlükelidir de
denilemez.
Kötü alışkanlık, harâm işlemeğe alışmak demekdir. Harâm
olmıyan şeyi kullanmağa kötü alışkanlık demek, din adamına yakışmaz. Câhil
olan, cesûr olur. İslâmiyyetin izn vermediği sözleri, sıkılmadan söyler. Kendi
tabî’atine, görüşüne uymadığı için, din büyüklerinin sözlerine saçma demekden,
Allahü teâlâya sığınırız.
Buğazına düşkün olanlar, yiyeceğe benzetilemez diyerek de
tütünü kötülüyorlar. Tütün bitkisini yakıp, dumanını çekmek, ihtiyâc değildir,
câiz olmaz diyorlar. Günnük, ud ağacı, tütsü otunu yakıp koklamağa, acabâ ne
diyecekler? Bunlar, yinmez, içilmez, câiz olmaz mı diyecekler? Ölülerde ve
dirilerde kullanılması sünnet olan şeyi de, yakılıp dumanı savruluyor diye,
kötüliyecekler mi? Hâlbuki bunlar ve pis kokulu olan birçok otlar, A’râf sûresindeki, (Yerden çıkardığı zînet) kelimesine dâhil
olunmuşdur. Fukahâ-i kirâm “aleyhimürrahme” menâzır-i hasene ve
cevârî-yi cemîle ile tena’um etmeği bile,
İbni Âbidîn “rahmetullahi teâlâ aleyh”, (Zebâ’ih) kısmı sonunda buyuruyor ki, (Habîs
demek, Eshâb-ı kirâmın beğenmediği şey demekdir. Çünki Kur’ân-ı kerîm, bunu
onlara bildiriyor. Onlardan sonra meydâna çıkan şeyler, onların iyi veyâ ha-
bîs
dediklerinden hangisine benziyorsa, o da öyle olur). Tütün habîs değildir. Fıkh
kitâbları, uyuşdurucu otlara bile habîs demiyor. (Redd-ül-muhtâr)
beşinci cild, ikiyüzdoksanbeşinci sahîfede, (Çok yiyince serhoş eden katı maddelerin, otların aslı tâhirdir,
temizdir, mubâhdır) diyor.
Bir kimseye zarar veren mubâh şey, ona harâm olur. Zarar
vermediği kimselere harâm olmaz. Tütünün
zarar vermediği kimseler çokdur. Aşırı içen ba’zı kimselere zarar verirse,
bunların çok içmesi harâm olur. Fekat, bunların az içmelerine ve zarar
görmiyenlere de harâm olur denilemez. Çoğu zarar veren şeyin azı da harâm olur
demek pek yanlışdır. Herşeyin çoğu zarar verir. Ekmeğin, suyun da çoğu, zarar
verir. Bunun içindir ki, doydukdan sonra yimek harâmdır. Fekat, çoğu zarar
veriyor diye, az yimek, içmek, harâm olur mu? Hattâ, ibâdet yapacak kadar yiyip
içmek farzdır. Yukarıda yazılı yanlış söz, âlimlerin, (Çoğu serhoş eden şeyin
azı harâm olur) sözünden, bir câhilin anladığı şey olabilir. Serhoş eden şeyler
zararlıdır. Fekat, her zarar veren şey serhoş edici değildir. Bu inceliği
anlamak lâzımdır.
Kendi sevmediği için, kendi düşünüşü
ile tütünü harâmların arasına karışdırmak, çok tehlükelidir. Kur’ân-ı kerîmi, kendi
re’yi ile tefsîr etmek olur.
(Hadîka) kitâbının sâhibi
“rahmetullahi teâlâ aleyh”, yimesi harâm olanları anlatırken buyuruyor ki, (Yimesi, içmesi zararlı olanlar üçe
ayrılır: Birincilerinin zararını herkes bilir. Bunlar öldürücüdür. Her
zehr ve cam tozu, demir ve cıva bileşikleri, kirec ve benzerleri böyledir.
Bunları yimek, içmek harâmdır. İkincilerinin zararlı olduğu bilinir ise de,
öldürücü değildirler. Toprak, çamur, kil ve benzerleri böyledir. Bunları çok
yimek, içmek mekrûh olup, zararsız mikdârları mubâhdır. Üçüncüleri,
organlarında za’fiyyet olanlara zarar verirler. Sağlam olanlara zarar
vermezler. Ba’zı kimselere balık eti, süt [yumurta, pasdırma, turşu, konserve
eti], bal, zeytin yağı, biber zarar verir. Bunlar, yalnız zarar verenlere
harâm, mekrûh olur. Zarar vermiyenlere ise mubâhdırlar). Tütüne zararlıdır
diyenler de, üçüncü kısmdan olduğunu söyliyebilmekdedirler. Her içeni öldürücü
bir zehr olduğunu
bildiren bir ilm adamı
yokdur. Çünki, böyle olmadığını
herkes bilmekdedir. Tütünde bulunan (Nikotin)
maddesi zehrli olduğu için, günde bir iki sigara içmek de,
zehrlenmek olur diyen de işitilmemişdir. Çünki bu söz, havada, boğucu olan
karbon di-oksid gazı bulunduğu için, nefes almak zehrlenmek olur demeğe benzer.
Nikotinden katkat dahâ zehrli olan siyanür asidi, acı bâdemdeki amigdalin
glikozidinde vardır. Bu zehr bulunduğu
için, acı bâdem zehrlidir diyen ve acı bâdem yimek harâmdır, mekrûhdur
diyen yokdur. İstanbul diş hekimliği fakültesi öğretim üyelerinin 1972 senesi
toplantısındaki konuşmada, (Günde birkaç sigara içmekle ağızda meydâna gelen
nikotinin diş etlerini koruduğu, fazlasının ise zararlı olduğu) bildirilmişdir.
Herşeyi fazla yimek, içmek zararlı olur. Aşırı mikdârda tütün içenlerin de
zarar görecekleri şübhesizdir. Bunu işitenlerin, sigara zararlıdır, kansere
sebeb oluyor diyerek, günde bir, iki sigaranın da zararlı olacağını sanmaları,
bu yüzden harâm olur, mekrûh olur demeleri ilme ve akla uygun değildir.
Hanefî âlimlerinden seyyid Ahmed Tahtâvî “rahmetullahi teâlâ
aleyh”, (Dürr-ül-muhtâr) hâşiyesinde
diyor ki, (Necmüddîn Gazzî şâfi’î, tütün serhoş etmese de, gevşeklik verdiği
için, harâm olur. Bir iki kerre içmek, büyük günâh olmaz dedi. Harâm demesi, küçük günâhdır demekdir. Şâfi’î
âlimlerinin çoğu, tenzîhen mekrûh dedi. Hanefî mezhebinde, soğan,
sarmısak gibi, tenzîhen mekrûhdur.)
Tekrâr edelim ki, ictihâd, Peygamber efendimizin “sallallahü
aleyhi ve sellem” bildirmediği şeyleri bulup bildirmek değildir. İctihâd,
âyet-i kerîmelerde ve hadîs-i şerîflerde
kapalı bildirilenleri anlayıp meydâna çıkarmakdır. Resûlullah “sallallahü
aleyhi ve sellem” ileride ümmetinin başına gelecek şeyleri bilmiyor mu
idi? Yoksa, harâm şeylerin meydâna çıkacağını bilip de, bildirmedi mi? Hâlbuki
bildir-
mesi
farzdır. Herşeyi bildirmesine lüzûm yokdur. Fekat harâmları bildirmesi
vazîfesidir. Harâmların adını ayrı ayrı bildirmeğe de lüzûm yokdur. Tütünün,
hadîs-i şerîflerde ve ictihâdlarda açıkca söylenmemesi,
onların zemânında bulunmadığı için değildir. O zemânda bulunan birçok şeyin
adı da, ayrı ayrı bildirilmedi. Müctehidler, kıyâmete kadar meydâna çıkacak
herbirşeye halâl veyâ harâm diyebilmek için, umûmî üsûller, metodlar, kâ’ideler
kurmuşdur. Kur’ân-ı kerîmde ve hadîs-i şerîflerde adı bildirilen şeyler, bu
üsûlleri kurmağa yarayan temel ölçülerdir. Lüzûmu olmıyanlar bildirilmemişdir.
İşte, Hanefî mezhebinin kavâid ve üsûl-i mezhebiyyesine göre, harâmlık
şartlarını taşımıyan herşey mubâh olur. İbni Âbidîn, abdestin sünnetlerini ve
üçüncü cildde, kâfirlerin islâm memleketlerini almasını anlatırken diyor ki, (Pezdevî) üsûlünde denildiği gibi, harâm olduğu
açıkca bildirilmiyen herşey, sözbirliği ile mubâhdır. Çünki, Allahü teâlâ Bekara sûresinde, (Yerlerde
olan herşeyi sizin için yaratdım) meâlindeki
âyet-i kerîmede, hepsinin mubâh olduğunu
bildirmekdedir. Harâm edilmiyen şeylerin mubâh olduğunu mu’tezilî olanlar söyler
demek de, üsûl kitâblarına uygun değildir. (Tahrîr)
kitâbında bildirildiği gibi, Hanefî ve Şâfi’î âlimlerinin
çoğunluğuna göre, herşey yaratılışında halâldir. Ekmel-üd-dîn, (Pezdevî) şerhinde de böyle bildiriyor ve
birşeyin harâm olduğunu işitmiyen kimselerin, o şeyi yimesi mubâhdır diyor.
İmâm-ı Muhammed, (Leş ve şerâb, yasak edildikden sonra harâm oldu) diyerek,
herşeyin aslında mubâh olduğunu, yasak edilince harâm olduklarını bildiriyor.
Tütünü seven yok demek, güneş yok demeğe benzer. Milyonlarca
insan seve seve içiyor ve övüyor, savunuyor. Tütünü beğenmek, ona karşı aşk
i’lân etmek değildir. Zevk alarak içmek demekdir. Müftî, vâ’ız, imâm, âlim,
câhil, fen adamı, devlet adamı, tabîb, kimyâger, beğ, paşa, her zümrenin,
zevkle içdiği nasıl inkâr olunabilir? Milyonlarla sâlih müslimânın ve halîfe-i
müslimînin, şeyh-ül-islâmların kullandığı şeye, kendi aklı ile ve kendi beğenmediği için, kötü alışkanlık demek,
bunu harâmlara benzetmeğe kalkışmak, ancak câhillerin yapacağı işdir.
İkinci Abdülhamîd hân “rahmetullahi aleyh” tütün içerdi. Kendisine Şemdinândan
ve İskeçe şehrinden tütün gelirdi. İskeçe, Şemdinân ve Samsun tütünleri,
kıyılmış hâlinde, birkaç karış uzun, sarı ve latîf kokmakdadır. Çubuğa koyup
içerlerken, etrâfa hoş kokusu yayılmakdadır. Bozuk, karışık tütün içerken iyi
kokmazsa, hâlis ve hoş kokulusu kötülenemez. Acı biberi sevmiyen kimse, tatlı
biberi, hattâ acısını da kötüliyemez. Bunlara mekrûh diyemez. Eğer derse,
sözünün kıymeti olmaz. Herkes, sevmediği şeye harâm, mekrûh derse, dîn-i islâm,
hıristiyanlığa döner. Onun gibi karmakarışık olur.
İsrâf, harâm olan kötü birşeydir. Ceffel kalem, tütün mutlak
olarak isrâfdır demek, ne büyük cesâretdir. Din âlimlerinin sözlerine temâmen
yersiz ve değersiz demek ise, aczin, cehâletin ifâdesi olur. Bunları önce
anlamak, sonra birer birer vesîkalarla çürütmek gerekir. Evet, isrâfın
islâmiyyetdeki îzâhını, kısmlarını anlamayıp, lügat ma’nâsı ile tasarlıyan bir
kimse, isrâfın en fenâsı, tütün içmekdir deyip geçer. Çoluk çocuğun nafakasını
kesmek suçdur. Bu durumda olanın suçu, niçin yalnız tütüne yükletiliyor da, en
büyük sebeb olan tenbellik ve parayı çeşidli harâmlara, ihtiyâc olmıyan yerlere harc etmek kötülenmiyor? Zenginin
günde bir iki dâne içdiği sigara veyâ fakîrin kendine ikrâm olunan bir
sigarayı içmesine harâm diyebilmek için, fakîrin hergün nafakadan kesip tütün
alması, sebeb olarak, neden ileri sürülüyor? Bu sözler, tütün düşmanlığını,
koyu bir te’assubu göstermekdedir.
Tütünü bırakmak nefs ile mücâdele sevâbı kazandırmaz. Bedene
ihtiyâcını vermemek, zulm olur. Günâh olur. Nefs, ihtiyâca kavuşmakla doymaz.
İhtiyâcdan fazlasını ve harâmları ister. O hâlde, nefsle mücâdele, harâmlardan
ve mubâhların fazlasından sakınmakdır. Günde bir kerre tütün içmemek, nefsle
mücâdele değildir. Tütünü, sıhhate ve keseye zararlı olacak mikdârda fazla
içmemek mücâdeledir. Yalnız tütün ile değil, bütün mubâhlarla da nefs
mücâdelesi böyle olmak gerekir.
Tütünü, afyona benzetmek de, onun herkese harâm olacağını
göstermez. Tersine olarak, zarar yapmıyacak kadar az içenlere mekrûh bile
olmadığını, gösterir. Çünki, derin âlimler, ya’nî müctehidler, afyon gibi
uyuşdurucu maddeleri, harâm olan içkilerden ayırmakdadır. (Dürr-ül-muhtâr) üçüncü cild, yüzaltmışaltıncı
sahîfede, (Benc, ya’nî Ban otu denilen uyuşdurucu otu yimek mubâhdır. Çünki
otdur. Bununla serhoş olmak harâmdır) diyor. (Hâd-id-dâllîn)
kitâbına bakınız! Ban otuna tabâbetde jusquiame ve Hyoscyaunus denilmekdedir. İnsana zararlı ve
fâideli te’sîrleri Dr. A.Heraudun fransızca (Plantes medicinales 1927)
kitâbında uzun yazılıdır. İbni Âbidîn bunu açıklarken buyuruyor ki, (İmâm-ı
a’zam ile, İmâm-ı Ebû Yûsüf mubâh dedi. İmâm-ı Muhammede göre, çoğu serhoş
edenin azı da harâm olur. Fetvâ da böyledir denildi. Fekat çoğu serhoş edenin
azı da harâm olur sözü, sıvı olan içkiler içindir. Ba’zı kitâblar, böyle
olduğunu açıkca bildirmekdedir. Böyle olmasaydı, safran, anber gibi, fazlası
serhoş eden birçok katı maddelerin az mikdârını yimek de harâm olurdu. Bunlara
harâm diyen hiçbir âlim görmedim. Hattâ şâfi’î âlimlerinden, çok içilince
serhoş eden sıvıların, azını içene de had vurulur diyenler, yalnız sıvılar için
söylemişlerdir. İmâm-ı Muhammede göre, Ban otu ve safran gibi maddelerin az
mikdârını yimek harâm olsaydı, bunlar necs, pis olurdu. Çünki, imâm-ı Muhammede
göre, çoğu serhoş edenin, azı da harâmdır ve necsdir. Hâlbuki, Ban otu ve
benzerlerinin necs olduğunu hiçbir âlim bildirmedi. Ban otunun ilâc olarak
kullanılması câizdir. Aklı giderip keyf verici olarak kullanılması câiz
değildir. İmâm-ı Muhammedin sözü mâyı’, ya’nî sıvı hâldeki içkiler içindir. Ban
otu ve benzerleri, katı oldukları için, ancak serhoş olmak için kullanılmaları
harâm olur. Bu da, çok mikdârda kullanılmaları harâm olur demekdir. Az mikdârda
kullanılmaları harâm olmaz. Meselâ, Anberi ve benzerlerini koku için ve
Skamonya denilen zehrli mahmûde otunu müshil olarak kullanmak ve diğer katı
zehrli ilâcları az mikdârda kullanmak harâm olmaz. Bunların az mikdârını
kullanmak câizdir. Zarar veren çok mikdârlarını kullanmak harâmdır). Çok
içilince serhoş eden sıvı hâlindeki içkilerin, serhoş etmiyen az mikdârlarını
ilâc için kullanmak ise, böyle değildir. Sıvı içkilerin az mikdârını zarûret
olmadan, ilâc olarak kullanmak, sözbirliği ile câiz değildir, harâmdır.
Kırkbirinci maddede tiryâk kelimesine bakınız!
Kötü alışkanlıkların islâmiyyetde yeri yokdur. Çünki, kötü
alışkanlık, harâm işlemeğe alışmak demekdir. İçki, kumâr, zinâ alışkanlığı
böyledir. Tütün harâm değildir ki, kötü alışkanlık olsun. Tütünün harâm, kötü
olduğunu isbât için söyledikleri bütün sözlere dikkat edilirse, bunlar birer
sebeb, vesîka olmayıp, tütünü zâten harâm kabûl ederek, peşin verilen hükmler
olduğu hemen görülür. Böyle başlangıclar ise, mantık ilminde, delîl, sened
olmakdan uzakdır.
Tütün neden abes olsun? Abes, lehv ve la’b demekdir. Fâidesiz
iş yapmağa, boşyere vakt geçirmeğe denir. Çalgı ile, oyun ile vakt geçirmek
böyledir. Tütün, vakt öldüren bir iş değildir ki, abes denilsin. Tütün içmek,
fâideli iş yapmağa mâni’ olmuyor. Tütün içerken kitâb okunur. Müsâfir ile
sohbet edilir.
Büyüklerin yanında, câmi’lerde, va’zlarda, muhterem yerlerde
içilmemesi de, harâm veyâ mekrûh olacağını göstermez. Büyüklerin yanında
yatılmaz. Bunlara ve Kâ’beye karşı ayak uzatılmaz. Va’zda, dersde meyve, ekmek
bile yinmez. Böyle, birçok yerlerde ve sıkıntı duyanların yanında yapılmıyan
çok şey vardır ki, başka yerlerde ve yalnız iken hiçbiri harâm veyâ mekrûh
değildir. Câmi’de alış veriş etmek, yüksek sesle konuşmak, kan aldırmak
mekrûhdur. [Birinci kısmda, yetmişbirinci maddeye bakınız!]. Fekat bunlar,
câmi’ dışında mekrûh değildir. Hattâ dışarda alış veriş ibâdetdir. Kan
aldırmak, mekrûh değil, sünnetdir. Tütüne abes denilemez. Nitekim, çatal, kaşık
kullanmak, koku, esans sürünmek de abes değildir.
İhtiyâc deyince yalnız mi’deye giren şeyleri anlamak, pek
basît bir görüşdür. Bedenin, rûhun çeşidli ihtiyâcları olduğu, din kitâblarında
da, aktüel anlayışda da yer
almakdadır.
Bütün duyu organlarımızın başka başka ihtiyâcları olduğu gibi, sinir
sisteminin, hattâ her organın ayrı ihtiyâcları vardır. Bu ihtiyâcların, ekmek,
su gibi mühim olduğu, bedîhiyyât hâlini almışdır. Fıkh kitâblarında, akla
gelmiyen, çeşidli ihtiyâclar görüyoruz. Meselâ, (Dürr-ül-muhtâr)da,
(Burnu ve teri silmek için mendil satın almak, ihtiyâc için olursa câizdir.
Kibr, gösteriş için olursa, tahrîmen mekrûhdur) diyor. Görülüyor ki, birşeyi
kullanmak bile, niyyete göre ihtiyâc olmakdadır. Doydukdan sonra yimek
harâmdır. Fekat, oruc tutmak veyâ müsâfiri utandırmamak için olunca, halâl,
hattâ sevâb oluyor. Müsâfire ikrâm için, harâm, halâl oluyor da, harâm olmıyan
tütünü ikrâm etmek neden suç olsun? Tütünü kötüliyenler, bu hücûmlarını, keşki,
islâmiyyetin harâm etdiği şeylere karşı
yapsalardı, çok sevâb kazanırlardı. İslâma büyük hizmet etmiş olurlardı.
Fekat, şeytân herkesi bir tarafdan yakalıyor. Hem islâmiyyete saldırtıyor, hem
de, ibâdet yapdığını sanarak, kibre, ucba sürüklüyor. Bunları anlamadan
konuşmak, dîne de, söz sâhibine de kusûr getirir. Din adamının önce iyi
yetişmesi, bundan sonra konuşması ve yazması lâzımdır. Hissî konuşmak, ya’nî
kendi görüşlerini, dînin emrleri ve yasakları durumunda göstermeğe kalkışmak ve
yapılan işlerin, halâl mi, harâm mı olacağını ayırırken te’assuba kapılıp,
nüsûsa dayanmamak, insanı hüsrâna götürür. Hele, tütüne harâm demek için, bunun
fizyolojik, terapötik ve toksik te’sîrlerini, (Elbette şöyledir, elbette
böyledir) diye kesin açıklamak, pek gülünc olmakdadır. Tütünün te’sîrlerini
bildirmek için, almancadan terceme etdiğim ve Amerikan doktorlarının neşr
etdiği mütehassıs raporları, üçüncü kısm, ellidördüncü madde sonuna doğru
bildirildi. İyi okunursa, bu konudaki söz sâhiblerinin, tütüne kötü demediği,
birkaç günde bir içilen bir iki sigaranın, alkol gibi zararlı olmadığı
anlaşılır.
Tütüne harâm diyen birkaç âlim ve mekrûh diyenler oldu.
Dikkat edilirse, bütün bu kitâblarda, tütüne ba’zı şartlar (Nafakadan
kesilmesi, dumanı ile başkasını râhatsız etmesi, çok içerek bedene zarar
vermesi... gibi şeyler) bağlanmakda, bu şartlar için kötülenmekdedir. Yoksa,
mücerred tütünün içilmesini kötüliyen hiçbir âlim yokdur. Hâdimînin
“rahmetullahi teâlâ aleyh” (Berîka) kitâbından
yapdığım, yukarıda yazılı terceme bunu açık göstermekdedir. Dinde söz sâhibi
olmıyan kimselerin, ilmî kıymetden mahrûm konuşmaları ve duhân risâleleri,
şübhesiz, sözümüzün dışında kalmakdadır. O hâlde, sigara içmenin kötülenmesine
sebeb olan şartları taşımıyan bir kimsenin az mikdârda tütün içmesine, harâm ve
mekrûh dememek lâzım gelir. (El-Ukûd-üd-dürriyye)nin
ve (Hadîka) ikinci cildinin sonunda,
tütünün harâm olmadığı vesîkalarla isbât edilmişdir. Tahtâvînin (Merâkıl-felâh) hâşiyesi, orucu bozanlarda da
uzun yazılıdır.
Şâm âlimlerinden Mustafâ Rüşdünün [1318] senesinde
İskenderiyyede basılan (Tuhfet-ül-ihvân mâ kîle
fiddühân) kitâbında, insanın sıhhatini bozan, zarar veren şeyleri ve
isrâfı uzun anlatıyor. Tütünün böyle olmadığını bildiriyor. Tütüne harâm demek,
vera’ ve takvâ da olmaz. Vera’ sâhibleri, Allahü teâlânın harâm etmediği şeye,
harâm diyemez diyor. Hanefî âlimlerinden allâme Abdüllah bin Muhammed Nihrîrî
ve Şâfi’î âlimlerinden Alî bin Yahyâ Nevreddîn Ziyâdî ve Abdürraûf-i Münâvî ve
şeyh Alî Şevberî ve şeyh İsmâ’îl-i Sencîdî ve Mâlikî âlimlerinden allâme Küllî
ve Hanbelî âlimlerinden şeyh Mer’î “rahmetullahi teâlâ aleyhim ecma’în”,
tütünün harâm olmadığına fetvâ vermişlerdir diyor. Zararı ve lüzûmu olmıyan şey
için mubâh, zihn durgunluğunu giderip, hâfızasını kuvvetlendirene mendûb, terk
edince zarar verene vâcib, kullanınca zarar verene harâm, içmek istemiyene,
tütün içmesi mekrûh olur, diyor. Şerâb böyle değildir. Şerâba alışan, tevbe etse,
şerâbı terk etdiği için hasta olup, ölse, sevâb olur.
Tütünü, alkollü içkilerden dahâ kötü bilenlere ve sigara
içenleri sevmiyenlere doğru yolu göstermek için, uzun yazmak zorunda kaldım.
Kendi hislerine aldanmamalı, âlimlerin çoğunun, meselâ şeyh-ul-islâm Ebülbekâ,
Ahmed bin Alî Ha-
rîrî,
İsmâ’îl Mer’aşî, kâdî Abdürrahîm, Ganîm bin Muhammed Bağdâdî, şeyh-ul-islâm
Behâî, Muhammed Tarsûsî, Muhammed Kehvâkî, Mısr âlimlerinden Yûsüf Decvî ve
Muhammed bin Abdülbâkî Zerkânî, allâme Abdülganî Nablûsî, Abdürrahmân bin
Muhammed İmâdî [978-1051], allâme Alî Echürî, Mahmûd-i Saminî, Osmân Bedreddîn,
seyyid Abdülhakîm efendi ve büyük âlim, veliyy-i kâmil mevlânâ Hâlid-i
Bağdâdînin “rahmetullahi teâlâ aleyhim ecma’în” buyurdukları gibi, zarar ve
alışkanlık yapmıyacak kadar az içilen tütüne harâm ve mekrûh demekden
sakınmalı, kesesine ve sıhhatine zarar vermiyecek kadar az içenleri fâsık,
günâhkâr bilmemelidir. Türkiye gazetesinin (İnsan
ve Kâinât) dergisi, 1986 Mayıs nüshasında diyor ki, (78 Amerikan
hastahânesinde, beşbin hastada yapılan tecribelerde anlaşıldı ki, fazla sigara
içenlerde kalb hastalığı tehlükesi üç misli artmakda, sigarayı bırakdıkdan bir
sene sonra, tehlüke yarıya inmekde, iki sene sonra hiç içmiyen gibi
olmakdadır.)
Teshîr edici gözler, neş’e
verici sözler,
hepsi hayâl oldular, ayrılık yamân oldu.
Derin derin bakışlar, içli
bir hayât gizler.
dertliyim,
görmiyeli, bir hayli zemân oldu.
Tâli’ yüzüme
gülüp, bana sevdirdi seni,
hasret de, elem
gibi, yakdı bitirdi beni.
Ben geleceğim
artık, bekleyemem gelmeni,
kalbimi zulmet
basdı, gözlerimde kan doldu.
Mecnûn olmuş gezerim,
aşkınla bunca yıldır,
yâ bu aşkla öleyim, yâhud
yanına aldır.
Ayrılık perdelerin, bir bir
gözümden kaldır,
en kıymetli günlerim, ne
çâre hicrân oldu.
Seni kalbime
koydum, yâd ellere bakmadım,
en mu’allâ dost
gibi, dilimden bırakmadım.
Ben bir ma’sûm
bir kulum, başka yola sapmadım,
derim ki, candan
yakın, bana bu cânan oldu.
Hayâller perde perde, gelir
geçer gözümden,
hasretlik çizgileri,
okunuyor yüzümden.
Sizi sevdim diyorum, aslâ
dönmem sözümden,
ben râzıyım aşkımdan, bana
bu, dermân oldu.
Mâziyi eşme
sakın, yüreğim kan ağlıyor,
o eski
hâtıralar, hep bir bir canlanıyor.
Birçok
tanımıyanlar, beni mecnûn sanıyor,
ve diyorlar bu
serây, vaktsiz vîrân oldu.
Ayrı kalalı beri, dünyâ
bana zındandır,
kalbimde neş’e sürûr, eğer
varsa, ondandır.
Benim en azîz dostum,
senelerce filândır,
istemiyerek ism, bir kalıp
(filân) oldu.
Sevmenin sonu
varmı? ben, yok zan ediyorum,
ve benim gibi
âşık, cihânda yok diyorum.
Öyle temiz, öyle
saf, bir aşkla seviyorum,
kalbim, sessiz,
dalgasız, engin bir ummân oldu.