(Berîka)da, mi’de âfetlerinde
diyor ki, (Yimesi, içmesi harâm olan şeyler şunlardır:
1 - (Harâm-ı li-aynihi) denilen, kendileri harâm olan
şeylerdir. Leş, hınzır eti, şerâb böyledir. Çok içince serhoş yapan
sıvıların, azını içmek de harâmdır. Mahmasa hâlinde olan, ya’nî açlıkdan ölmek
üzere olan ve ikrâh edilen, ya’nî öldürmekle korkutulan kimseden başkalarının
bunları yimeleri, içmeleri harâmdır.
2 - Kendileri harâm olmayıp, Dâr-ül-harbdeki
kâfirlerden dahî gasb, sirkat, rüşvet yolu ile alınan veyâ Dâr-ül-islâmda
kâfirden dahî fâsid akd, ya’nî şartlarına uymadan yapılan sözleşme ile satın
alınan şey. Bu şey, mülk olur ise de, mülk-i habîsdir. Kullanması harâmdır.
Geri vermek, alınmış olan bulunmazsa, fakîrlere sadaka olarak vermek lâzımdır.
3 - Doydukdan sonra yimek harâmdır.
4 - Toprak, çamur gibi zararlı şey yimek.
5 - Zehrli şeyler. Bakır çalığı, zehr karışdırılmış
yemek. Zehrli ot, kokmuş et. Kurdlanmış et, meyve, peynir de böyledir.
6 - Alışkanlık yapan uyuşdurucu maddeler. Esrâr otu,
afyon, morfin, benzin
böyledir. Bunların ilâc olarak, tabîbin izn verdiği kadar kullanılması câizdir.
7 - Necâset. İdrâr, damardan çıkıp akan kan, pislik
böyledir.
8 - Temiz, fekat iğrenç olan şeylerdir. Sümük,
kurbağa, sinek, yengeç, midye gibi şeylerdir.)
(Redd-ül-muhtâr) beşinci cild,
ikiyüzonbeşinci sahîfede buyuruyor ki, açlığı giderecek kadar yimek ve avret
yerini örtecek ve soğukdan, sıcakdan korunacak kadar giyinmek farzdır. Bunlara,
(Nafaka) denir. Nafaka parasını kazanmak
için çalışmak da farzdır. Halâlden bulmazsa, ölüm korkusu olunca, harâmdan da
almak câiz olur. Ölmiyecek kadar şerâb, yoksa bevl içebilir. Ölmiyecek kadar
leş, başkasının malını yiyebilir. [Üçüncü kısmda, altıncı maddeye bakınız!]. (Bezzâziyye) ve (Hulâsa)da
diyor ki, (Birisi, aç olup yimek için leş dahî bulamayana, kolumdan kes de,
yiyerek ölümden kurtul dese, kesmesi câiz olmaz. Zarûret hâlinde de, insan eti
halâl olmaz). [Bu sözden, ölüm tehlükesi olana insan kanı verilemiyeceği ve
insan organı takılamıyacağı anlaşılmamalıdır. Bu söz, insan etini yimeği
yasaklamakdadır. Libya hükûmeti Evkaf idâresinin çıkardığı (El-Hedyül-islâmî) adındaki Mecellenin 1393 Hicrî
ve 1973 Mîlâdî senesi ikinci sayısında, Libya Müftîsi şeyh Tâhir-üz-Zâvî,
fetvâsında diyor ki, (Hadîs-i şerîfde,
Allahü teâlânın her hastalık için ilâc yaratdığı bildirildi. Başka bir hadîs-i
şerîfde,
(Ey Allahın kulları! Hasta olunca,
tedâvî etdiriniz! Çünki Allahü teâlâ, hastalık gönderince, ilâcını da gönderir)
buyuruldu.
Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem”, hastaların karantinaya alınmaları,
perhiz yapmaları ve temizlenmeleri gibi birçok tedâvî yolları göstermişdir. Tıb
ilmini öğrenmek ve tedâvî yapmak, farz-ı kifâyedir. Tıb ilmi, din bilgisinden
önce gelmekdedir. Yeni ölen birinin kalbini ve başka organlarını diri insana
takmak câizdir. Bu iş ölüye hakâret olmaz. Müslimânın kendini koruması lâzım
olduğu gibi, din kardeşlerini koruması da lâzımdır. Düşman saldırınca ona karşı
koymak, ya’nî cihâd etmek bunun için farzdır. Dirinin veyâ ölünün, diri için
bir uzvunu vermesi, dirinin canını vermesinden, dahâ kolaydır. Zarûret olunca,
bir çok yasaklar mubâh olmakdadır. Ölünün de bir yerini kesmek harâmdır. İnsana
ölünce de kıymet vermek, saygı göstermek vâcibdir. Fekat, zarûret olunca, bu
harâmlık kalkar. Müslimân mütehassıs tabîbler bir hastanın ölümden kurtulması
için, kan, diriden veyâ ölüden organ naklinden başka çâre olmadığını bildirdikleri
zemân, bunu yapmak câiz olur. Din ayrılığı gözetilmez). (Eşbâh)ın sâ-
hibi
“rahmetullahi teâlâ aleyh”, yüzyirmi üç (123). cü sahîfesinde diyor ki,
(Çocuğun yaşıyacağı ümmîd edildiği zemân, çocuğu anasının karnından çıkarmak için, ölmüş olan anasının karnını yarmak
câiz olur. İmâm-ı a’zam Ebû Hanîfe, bu sebeb ile, bir kadının karnının
yarılmasını emr etmiş, kurtarılan çocuk, çok yaşamışdır). (Ben öldükden sonra,
kanımın ve organlarımın, hastalara, yaralılara verilmesini istiyorum) demek
câiz değildir. Çünki bu söz, organlarını vakf etmek veyâ sadaka olarak vermek,
yâhud vasıyyet etmek olur. Bunların üçünün de sahîh olabilmeleri için,
mütekavvim mal ile yapılmaları lâzımdır. Hür insan ve hiçbir parçası mal
değildir. Harbde esîr alınan kölenin ve câriyenin, yalnız canlı olan bütün
bedenine mal denilmiş ise de, organları ve ölüleri mal değildir. (Ben öldükden
sonra, kanımın, uzvlarımın bir müslimâna verilmesine zarûret olursa, verilmesi
için, izn veriyorum) demek câiz olur.
Yimeyip, içmeyip, açlıkdan, susuzlukdan ölen, günâha girer.
Hâlbuki, ilâc almayıp ölen, günâha girmez. Nemâzı ayakda kılacak ve oruc
tutacak kadar gıdâ almak farzdır. Doyuncaya kadar yiyip içmek mubâhdır.
Doydukdan sonra yimek, içmek harâmdır. Yalnız sahûrda ve müsâfiri utandırmamak
için harâm olmaz. Çeşidli meyve, tatlı yimek, içmek câiz ise de, vaz geçmek
iyidir. Sofrada, lüzûmundan fazla, çeşidli yemekler bulundurmak isrâfdır.
İbâdete kuvvetlenmek için ve müsâfir için bulundurmak, isrâf olmaz. Lüzûmundan
fazla ekmek bulundurmak da böyledir.
Domuz eti yimemelidir, şiddetli harâmdır. Ehlî eşek eti ve
sütü tahrîmen mekrûhdur. Yalnız Mâlikî mezhebinde halâldir. Kasden, ya’nî
hâtırında olduğu hâlde, bilerek besmele çekmeden kesilen hayvanı ve besmelesiz
tutulan av hayvanını, kitâbsız kâfirlerin, mürtedlerin kesdiği, avladığı
hayvanı yimek harâmdır. Böyle tutulan balığı yimek harâm değildir. Kesmeyip de,
bir yerine bıçak saplıyarak, ensesine ve alnına vurarak veyâ boğarak veyâ
ilâclıyarak, elektrikliyerek öldürülen kara hayvanları, leş olur. Bunları yimek
harâm olur. Besmele ile gönderilen av köpeğinin ve doğan kuşunun yakalayıp,
ısırarak yaralayıp öldürdüğü av hayvanı yinir. Diri getirdikleri av hayvanını kesmek lâzımdır. Köpeğin, yaralamayıp boğduğu ve
yaralayıp etinden yidiği av, yinmez.
Avını köpek dişi ile veyâ pençesi ile yakalayan hayvanın
etini yimek harâmdır. Karada, suda yaşıyan haşerâtı yimek, halâl değildir.
Meselâ, kertenkele, kaplumbağa, yılan, kurbağa, arı, pire, bit, sinek, akrep,
midye, yengeç ve fare, köstebek, kirpi, sincap yimek halâl değildir. Avlanılan,
yakalanan her balığı yimek halâl olduğu, Mâide sûresinde bildirilmekdedir. Su
içinde kendiliğinden ölüp, karnı üst tarafda duran balık yinmez. Ağ ile, saçma
ile, ilâc ile, sarsıntı ile ölen her balık yinir. Kitâblı kâfirlerin, kendi
kitâblarına göre ve kendi dilleri ile Allahü teâlânın ismini söyliyerek
kesdiklerini ve kadının, çocuğun ve cünüb olanın kesdiğini yimek câizdir.
Besmele çekmesi unutularak kesileni ve avlananı yimek câizdir. Şâfi’î
mezhebinde Besmelesiz kesileni yimek de câizdir. Mâlikî mezhebinde, Besmelesi
unutulan da yinmez. Tiryâk denilen ilâcda, yılan eti, ispirto varsa, içmesi harâm, satması câizdir. Bunların bulunduğu
bilinmiyorsa, içmek de câiz olur. İkinci kısm, kırkıncı maddeye bakınız!
[Tiryâk, afyon demekdir. Afyona alışmış olanlara tiryâkî denir. Eski Yunan
hakîmlerinin, zehrlenmelere karşı yapdıkları bir ilâca da denir. İçinde afyon,
yılan eti ve ispirto vardır]. Müslimân kasabdan alınan bir etin, nasıl
kesildiği bilinmiyorsa, halâl olmak ihtimâli varsa, [ya’nî, kesenler müslimân
ve mürted karışık ise], yimek câiz olur. Harâm olduğu, görerek veyâ âdil bir
müslimânın haber vermesi ile anlaşılarak bilinirse, yimemelidir. Fekat, sorup
araşdırmak lâzım değildir. Dâr-ül-islâmda, müslimândan satın alınan şübheli eti
yimeli, vesvese etmemelidir.
Yabânî eşek eti ve sütü halâldir. Tezek ve başka necs
şeyleri yiyen hayvânın eti kokarsa, yanına yaklaşınca pis koku gelirse, eti,
sütü ve teri necs olup, yimesi mek-
rûhdur.
Temiz şey ile beslenip, pis kokusu kalmazsa câiz olur. Bunun için, tavuk üç
gün, koyun dört, deve ve sığır on gün habs olunur denildi. At eti ve sütü
temizdir, halâldir. Nesli azalmamak için, mekrûh denildi. Tavşan eti halâldir.
(Bedâyı’) kitâbında diyor ki,
(Abdüllah ibni Abbâs buyurdu ki, Resûlullahın yanında oturuyorduk. Bir köylü,
tavşan kebâbı hediyye getirdi. Bize, (Yiyiniz!) buyurdu.
Muhammed bin Safvân “radıyallahü teâlâ anhümâ” dedi ki, iki tavşan yakaladım,
kesdim. Resûlullaha sordum. İkisini de yimemi emr buyurdu).
(Kitâb-ül-irşâd) sâhibi “rahmetullahi
teâlâ aleyh” diyor ki, (Tavşan kanı, kelef denilen yüzdeki çillere ve Behak
denilen esmer lekelere ve Beras, ya’nî abraş denilen beyâz lekelere iyi
gelmekdedir. Kanı bu lekelere sürülür. Tavşan beyni yimek, hastalıklardan sonra
hâsıl olan titremeğe iyi gelir. Çocukların diş etlerine sürülünce, diş
gelmesine yardım eder. Tavşan yavrusunu kesip mi’desinden çıkan (Enfiha)
denilen sıvı, sirke ile karışdırılıp üç gün öğleden sonra kadın içince, hâmile
kalmasını önler ve sar’a illetine ve zehrlenmelere karşı iyi gelir). Eti yinen
hayvânların idrârını içmek mekrûhdur. İnsan veyâ hayvân necâseti ile sulanmış
sebzeleri yıkayıp yimek câizdir. Lağım suyu ile sulanmış sebzeleri yimek câiz
değildir.
Kadın ve erkeğin altın ve gümüş kap ile yimesi, içmesi, her
dürlü kullanması tahrîmen mekrûhdur. Altın ve gümüş kaşık, sâat, kalem, abdest
ibriği, bıçak, sandalya ve benzeri şeyleri kullanmaları da böyledir. Bunları
kendi bedeni için kullanmayıp, başka yerde
kullanmaları câiz olur. Meselâ yağı, balı gümüş bıçakla ekmeğe sürmek ve bu
ekmeği eli ile yimek câizdir. Altın kapdaki ilâcı başına dökmek harâmdır.
Fekat, buradan eline döküp, elindekini başına sürmek câizdir. Fekat, suyu ve
ilâcı kullanmak için, önceden bu kablara koymak câiz değildir.
Gümüş tasdan çorbayı tahta kaşıkla alıp yimek câiz olmaz.
Çünki tas, zâten kaşıkla kullanılır. Gümüş tüpdeki merhemi ele sıkıp, el ile
başa sürmek de böyledir. İbrikdeki suyu ele döküp, yüzü yıkamak da böyledir.
Mevlidde, gümüş kapdan avuca gül suyu serpip, avucu yüze, elbiseye sürmek de,
böyle câiz değildir.
Altın ile gümüşü süs olarak takmak yalnız kadınlara
halâldir. Fekat, bunları [meselâ, parmağındaki yüzüğünü] mahrem olmıyan
erkeklere göstermeleri harâmdır. Altın ve gümüşü
süs olarak takmak erkeklere harâm olup, yalnız gümüş kemer, yüzük ve sâatin, çakının
zinciri gümüşden olmak câizdir. Altından olursa harâmdırlar. Taş, tunç, pirinç,
plâtin, bakır ve diğer ma’denlerden zînet olarak yüzük takmaları kadınlara da
harâmdır. Ma’denin rengi ve kaplaması
değil, içi, cinsi mûteberdir. Bunun için, meselâ altın yaldızlı gümüş
yüzük takmak erkeklere de câiz olur. Gümüş kaplı altın, bakır yüzük, altın,
bakır sayılırsa da, altın, bakır görülmedikleri, gümüş göründüğü için,
takılması câiz olur.
(Redd-ül-muhtâr) kitâbı, beşinci cildde
diyor ki, (Erkeklere yalnız gümüş yüzüğün halâl olduğu ve altın, demir ve sarı
pirincden yüzük takmanın harâm olduğu, hadîs-i şerîf ile bildirilmişdir. Bunu
Molla Hüsrev de yazmakdadır. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem”, vefât
edinciye kadar, yalnız gümüş yüzük kullandı). Böyle olduğu, (Mevâhib-i ledünniyye)de de yazılıdır. Tirmizînin
(Şemâil-i şerîfe)sinde, Alî “radıyallahü
anh” buyurdu ki, (Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” yüzüğünü sağ eline
takardı). Sol eline de takdığı görülmüşdür. Sağ ele de, sol ele de takmak
câizdir. Küçük parmağa veyâ yanındaki parmağa takılır. Üzerinde yazı bulunan
yüzüğü, halâya girerken, sol elden sağ ele geçirmek müstehabdır. Hâkim, vâlî ve
müftîden başka erkeklerin yüzük takmamaları dahâ iyidir. Bayramlarda herkesin
takması müstehabdır. Gösteriş için, öğünmek için takmak harâmdır.
(Mevâhib-i ledünniyye) tercemesi,
üçyüzyetmişikinci sahîfede diyor ki, (Erkeklerin altın yüzük takmaları, dört mezhebde de câiz değildir). (Cevhere)de ve (İbni
Âbidîn)de, (Dürr-ül-müntekâ) ve
(Fetâvâ-yı Hindiyye)de diyor ki,
(Altından ve gümüşden başka ma’denlerden yüzük takmak, kadınlara da mekrûhdur.)
(Bostân)da, yüzüncü babda
buyuruyor ki, (Nu’mân bin Beşîr, Resûlullahın yanına geldi. Parmağında altın
yüzük vardı. (Cennete girmeden önce, niçin Cennet
zînetini kullanmışsın?) buyurdu. Demir yüzük kullanmağa başladı.
Bunu görünce, (Niçin Cehennem eşyâsı taşıyorsun?) buyurdu.
Bunu da çıkardı. Bronz, ya’nî tunçdan yüzük takdı. Bunu görünce, (Niçin sende put kokusu duyuyorum?) buyurdu.
Nasıl yüzük kullanayım, yâ Resûlallah dedi. (Gümüş
yüzük takabilirsin. Ağırlığı da bir miskâli geçmesin ve sağ eline tak!) buyurdu.
Amr ibni Şu’âyb diyor ki, Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem”, altın ve
demir yüzükleri çıkartır, gümüş yüzüklere mâni’ olmazdı). Bunlar, (Mevâhib-i ledünniyye)de de yazılıdır.
Her taşdan ve ma’denden yüzük taşı yapmak câizdir.
Şimdi, altın yüzük takanlar arasında, (Eshâb fakîr oldukları
için, altın yüzük yasak edildi. Fakîrlere harâm ise de, zenginlere câizdir)
diye fetvâ verenleri işitiyoruz. Bu sözleri, hiçbir esâsa dayanmamakdadır.
Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” altın yüzüğü yasak ederken, sebebini
de bildirdi. Fakîrlere değil, her erkeğe yasak etdi. Yalnız fakîrlere harâm
olsaydı, fakîr kadınlara da harâm olurdu. Bundan başka, yalnız altını değil,
çok ucuz olan başka ma’denlerden yüzük takmağı da yasak etmişdir. Şunu da
bildirelim ki, gümüşden başka yüzüklerin erkeklere yasak edilmesi, Medînede
iken oldu. Eshâb-ı kirâmın fakîr olduklarını bildiren haberler ise, hicretden
önce Mekkede iken idi. Bedr gazâsında bulunan üçyüzbeş Sahâbîden altmış dört
adedi Muhâcir olduğuna göre, Mekkede îmâna gelenlerin sayısı yüzden azdı.
Medîneli Ensârın fakîr olanları ile Muhâcirlerin fakîrleri, (Mescid-i nebî) yanındaki (Soffa) denilen büyük çardak altında yaşarlar,
ilm öğrenmek ve öğretmekle uğraşırlar, ömrlerinin çoğu Resûlullah ile birlikde
cihâd etmekle geçerdi. Bunlara (Eshâb-ı soffa) denirdi.
Sayıları değişirdi. Çok zemân yetmiş kişi olurdu. Çoğu şehîd oldu. Bunlardan
başka bütün Eshâb zengin idi. İçlerinde çok zengin olanları az değildi. (Bostân) kitâbının sâhibi “rahmetullahi teâlâ
aleyh” yetmişinci sahîfesinde diyor ki, (Zübeyr bin Avvâm “radıyallahü teâlâ
anh” ölünce, mîrâscılarının herbirine kırkbin dirhem gümüş kaldı. Abdürrahmân
bin Avf “radıyallahü teâlâ anh”, hastalığında boşamış olduğu zevcesine,
mîrâsının yirmidörtde birinin verilmesini söylemişdi. Buna seksenüçbin altın
verildi. Hazret-i Talhanın “radıyallahü teâlâ anh” günlük geliri, bin altın
idi). Bunların üçü de Cennetle müjdelenmiş idi. Hazret-i Osmânın “radıyallahü
teâlâ anh” servetinin hesâbı bilinemedi. Zekât ve ganîmet ve ticâret sebebi ile
Medînede fakîr kimse kalmadı. Altın yüzüğün yasak edilmesini fakîrliğe bağlamak
istiyenlerin pek çürük ipe sarılmakda oldukları meydândadır. Dört mezhebde de
harâm olan birşeyin harâm olduğuna inanmak lâzımdır. Bulunduğu mezhebin harâm
dediğini değişdirmeğe kalkışarak, âyet-i kerîmelere veyâ hadîs-i şerîflere
başka ma’nâ verenin mezhebsiz olduğu anlaşılır. Mezhebsiz olan da, yâ sapık
veyâ kâfir olur. (Hadîka)da, dil
âfetlerinde diyor ki, (Peygamberimizin “sallallahü aleyhi ve sellem” yüzük
taşında üç satır yazılı idi. Birinci satırda (Muhammed),
ikincisinde (Resûl), üçüncüsünde
(Allah) idi. Vefât edince, bunu hazret-i
Ebû Bekr, bundan sonra hazret-i Ömer kullandı. Sonra Osmân “radıyallahü teâlâ
anhüm” kullanırken, (Erîs) kuyusuna
düşürdü. Çok mal sarf etdi ise de, bulunamadı. Bu iş fitne çıkmasına sebeb
oldu).
Hazret-i Ebû Bekrin yüzüğünde, (Ni’mel
kâdir Allah) yazılı idi. Hazret-i Ömerin (Kefâ
bil-mevt vâ’ızan yâ Ömer), hazret-i Osmânın (Le-nasbirenne), hazret-i Alînin (El-mülkü lillah) yazılı idi. Hazret-i Hasenin
yüzüğünde, (El-izzetü lillah) yazılı
idi. Hazret-i Mu’âviyenin yüzüğünde (Rabbigfir-lî),
İbni Ebî Leylânın (Ed-dünyâ garûrün), İmâm-ı
a’zam Ebû Hanîfenin (Kul-il-hayr ve illâ fesküt), imâm-ı
Ebû Yûsüfün (Men amile bi-re’yihî nedime), imâm-ı
Muhammedin (Men sabere zafire), imâm-ı
Şâfi’înin (El-Bereketü fil kanâ’a) yazılı
idi. Yüzüklerini mühr olarak kullanırlardı. Osmânlı pâdişâhlarının mührlerine, (Tuğra) denir. Tuğraları yüzüklerinde değildi.
Tuğrayı, buna mahsûs vezîr taşırdı. Her tuğrada pâdişâhın
adı,
bunun üstünde babasının adı, dahâ yukarıda (El-muzaffer
dâimâ) yazılıdır. Osmânlılarda altın para basması, sultân Orhân
zemânında başladı. Her pâdişâhın basdırdığı altın ve gümüş paraların bir
yüzünde bir tuğra, arka yüzünde, basıldığı şehrin adı ile pâdişâhın tahta cülûs
etdiği yıl yazılıdır. Tuğraların son şekli, ikinci sultân Mustafâ hân zemânında
başlamışdır.
Nişân yüzüğü takmak emr olunmadı.
Âdete uyarak takılmakdadır. (Kimyâ-i se’âdet) kitâbında buyuruyor ki,
(Parmağında altın yüzük takılı bir adamın bulunduğu sofraya oturmamalı ve
birinci safda, böyle birisi yanında nemâz kılmayıp, ikinci safa kaçmalıdır.
Başka harâmları kullananlardan da böyle uzaklaşmalıdır.)
Altın, gümüş eşyâyı kullanmayıp süs olarak evde bulundurmak
câizdir.
Kalaysız bakır, pirinc ve tunc kaplarda yimek câiz değildir.
Çanak, çömlek, porselen kaplar efdaldir. Kalaylı kapları, başka ma’denlerden
yapılmış kapları ve cam, plâstik kapları
kullanmak câizdir. Altın ve gümüş levhaları, parçaları yapışdırılarak veyâ
tellerini sararak süslenmiş eşyâ da kullanılır. Altın ve gümüşlü
yerlerini tutmak da câiz, fekat, buralarını ağza değdirmek, üzerine oturmak
câiz değildir. Galvaniz, yaldız şeklinde çok ince ve yerinden ayıramıyacak
şeklde yapılmış altın ve gümüş kaplı eşyâyı, kapları kullanmak câizdir.
(Dürr-ül-muhtâr)da ve (Redd-ül-muhtâr)da buyuruyor ki, (Erkeklerin iç
çamaşır ve dış elbise olarak ipek giymesi harâmdır. İpek, ipek böceğinin
yapdığı ipliklerden örülmüş kumaş demekdir. [İpek böceği kozayı delerek
çıkınca, elde edilen iplikler kısa ve kıymetsiz oluyor ise de, bunları hiçbir
kitâb, uzun iplikden ayrı tutmamışdır. Bunlara halâl diyen olmamışdır. İpeğin
her çeşidi harâmdır.]
(Muhît-i Burhânî) kitâbının sâhibi
“rahmetullahi teâlâ aleyh”, deriye değmeyen dış elbisenin câiz olduğuna bir
rivâyet bildiriyor ise de, başka kitâblarda böyle birşey yokdur. Deriye değsin,
değmesin harâmdır. İki imâma göre yalnız harbde giymek câiz olur. Elbisenin ve başlığın astarını ipekden
yapmak mekrûhdur. Elbisenin kol, etek, ceb, paça, yaka ve başlık gibi
yerlerine, dört parmak enine kadar geniş ipek şerit dikmek câizdir. Birçok
şerit dikilebilir. Herbirine ayrı ayrı bakılır. Genişliklerinin toplamına
bakılmaz. Dört parmağa kadar altın iplikden örülmüş şeritler de câizdir.
Kadınlara ipek elbise ve her mikdârda altın şerit câizdir. Erkek çocuklara ipek
giydirmek mekrûhdur. Erkeklerin de, ipek cibinlik kullanması câizdir. İpekden
bel bağı câiz denildi. Başa ipek takke giymek ve boyuna ipek kese asmak
mekrûhdur. İpek seccâdede nemâz kılmak câizdir. İpek yorganla örtünmek câiz
değildir. Sâat, anahtar, tesbîh ipleri ve cebe konulan kese, çantalar, mushaf
kesesi ve boğçanın ipekden olması câizdir. Dıvarları ipek kumaş ve halı ile
örtmek, kibr ve zînet için olmazsa, câizdir. İpek halı, yaygı kullanmak,
üzerine oturmak câizdir. İpek yemek peşkiri, iç donu mekrûhdur. Abdest havlusu
câizdir.
Çözgüsü ipek olan, luhmesi ya’nî atkısı ipek olmıyan elbise
erkeklere de harâm değildir. Çünki, kumaşın atkısı mühimdir. Çözgüsünün değeri
yokdur. Atkısı ipek olup, çözgüsü ipek olmıyan elbise, sâf ipek gibi harâmdır.
Sun’î ipek giymek erkeklere de halâldir. Çünki, bunlar parlak pamuk
bileşikleridir. İpek böceğini öldürmek için kozayı güneşe koymak câizdir).
Güneşde öldürmeyip de, ateşde ısıtarak, kaynar suya koyarak öldürmek câiz
olmadığı, (Berîka)da yazılıdır.
İbni Âbidîn “rahmetullahi teâlâ aleyh”, (Hazar ve ibâha) kısmında diyor ki, (Bir mürted,
bu eti yehûdîden satın aldım derse, inanılır ve yinir. Mürted olduğu bilinen
kimseden aldığını söylerse yinmez. Çünki, (Mu’âmelât)da,
meselâ alış verişde, îmân ve adâlet aranmaz. Çocuğun, kitâblı ve kitâbsız
kâfirlerin sözüne inanılır.
Sofradakiler, içeri gelen kimseyi
yemeğe çağırsalar, âdil bir müslimân da, yidikleri eti mürted kesdi veyâ
içdiklerinde şerâb karışık dese, çağıranlar âdil ise, oturur. Âdil değilseler
oturmaz. İkisi âdil ise, yine oturur. Biri âdil ise, teharrî eder,
ya’nî
araşdırır. Karâr veremezse, oturup yir ve içer ve suları ile abdest alır.
Temiz ve necs şey bulunan kaplar karışık olup, temizleri
fazla ise, zarûret olsa da, olmasa da, temizlerini araşdırıp bunlardakini yir,
içer ve abdest alır. Temizlerin adedi müsâvî veyâ az ise, yalnız zarûret
hâlinde, abdest için temizlerini araşdırıp kullanır. Kasabdaki hayvanlardan
meşrû’ kesilmiş olanı, zarûret hâlinde araşdırıp alır. Zarûret yoksa, meşrû’
kesenler çok ise, araşdırıp alır. Müsâvî ise, almaz. Elbise, kumaş da böyledir.
Kısacası, temiz adedi çok ise, iki hâlde de araşdırır. Müsâvî veyâ az ise,
zarûret olmadığı zemân temizleri araşdırmaz. Zarûret hâlinde, yalnız abdest
için, kapların temizlerini araşdırmaz. Diğerlerinde araşdırarak, temiz zan
etdiklerini kullanır. Çünki, abdest yerine, teyemmüm edebilir. Setr-i avret ve
yimek, içmek için ise, başka yapacak şey yokdur. Görülüyor ki, temizleri çok
ise, hep araşdırıp seçer. Çok değilse, yalnız zarûret hâlinde ve abdestden
gayrısı için araşdırır.
[Seyyid Ahmed Hamevî, (Eşbâh) şerhi,
üçüncü kâidesinde diyor ki, (Şek, şübhe üç dürlü olur: Aslı harâm olan, aslı
mubâh olan, aslı bilinmiyen şeyde olur. İslâmiyyete uygun kesenlerin ve
mürtedlerin bulundukları yerde, kesilmiş bir koyun görünce, bunun islâmiyyete
uygun kesilmiş olduğunu bilmek lâzımdır. Çünki, aslı harâm olup, halâl olması
şübhe edilmekdedir. Kesenler içinde mürted az ise, alıp yimek câiz olur.
[Kasabdan satın alıp yimek de câiz olur.] Bozuk renkli, bulanık suyun temiz
olduğu kabûl edilir. Çünki, suyun aslı temizdir. Necs olması ise, şübhelidir.
Kazancının çoğu harâmdan olanın verdiği malın harâmdan olduğu yakîn olarak,
kesin olarak bilinmediği zemân, bu malını satın almak harâm olmaz, mekrûh
olur). Yüzkırkyedinci sahîfede diyor ki, (Malının çoğu halâl olanın hediyyesi
alınır ve yinir. Çoğu harâm ise, halâl diyerek verdiği alınır. Verirken
söylemedi ise, araşdırıp zannına göre amel eder. Satın alınan mallar da
böyledir.)] Kitâbsız kâfirin, mürtedin kesip satdığı et alınmaz. Bunu müslimân
kesdi dese, halâl olduğunu haber vermiş olur ki, buna inanılmaz. Alkolsüz bira
demek de böyledir. Çünki bira meşhûr olan alkollü bir içkinin ismidir. Bu
sözleri, bevlin necs olmadığını söylemek gibidir. Necs olmıyan şeye bevl
dememek, alkolsüz olan içkiye de bira dememek lâzımdır. (Mecelle)nin dokuzuncu maddesi, (Bir şeyin
sıfatları devâm eder. Bunları değişdirdik diyenin sözü kabûl olunmaz). Onuncu
maddesinde, (Bir zemânda mevcûd olan şeyin devâmı kabûl edilir. Aksini isbât
etmeleri lâzım olur.) 42. ci maddesinde, (Meşhûr olana i’tibâr olunur. Maglûb
ve nâdire olunmaz) ve 46. cı maddesinde, (Mâni’ ve muktadî birlikde olunca,
mâni’ tercîh olunur) denilmekdedir. Müslimândan satın alınan eti, mürted
kesdiğini, sonradan, âdil bir müslimân haber verse, yimek ve yidirmek câiz olmaz.
Fekat parasını geri alamaz. Birinci kısm, ellialtıncı maddenin sonuna bakınız!
(Merâkıl-felâh)da ve bunun Tahtâvî
şerhinde, (Artıklar) faslından sonra
diyor ki, (Bir âdil kimse, bu eti mecûsî kesdi
dese, başka bir âdil de, müslimân kesdi dese, yimesi halâl olmaz. Ya’nî
harâmlığı devâm eder. Çünki, kesilmiş görülen hayvanın harâm olması
asldır. İslâmiyyete uygun kesilmiş olduğu tehakkuk edince halâl olur. İki haber
ters düşünce, halâl olması tehakkuk etmeyip, anlaşılmayıp, harâmlığı devâm
eder. Şek, şübhe etmek, iki haberin birbirlerine ters düşmesi gibidir. Aslı
harâm olan şeyde şek olunursa, meselâ, müslimânların ve mecûsîlerin ya’nî
kitâbsız kâfirlerin karışık bulundukları bir şehrde kesilmiş görülen hayvan,
müslimânın kesdiği bilinmedikçe halâl olmaz. Zîrâ, hayvanın harâm yoldan ölmesi
asldır. İslâmiyyete uygun kesilmiş olduğu ise şübhelidir. Şehrde müslimânlar
çok ise, halâl kabûl edilir).
(Makâmât-i
mazheriyye)de, kerâmet faslında diyor ki, (Gulâm Haseni görünce,
kâfir ta’âmı
yimişsin. Kalbinde küfr zulmeti hâsıl olmuş, buyurdu. Evet, Hindûnun verdiğini
yidim dedi). Küfr ve harâm alâmetleri bulunan yemekler, kalbi karartır ve
kabrde çürümeğe sebeb olur.