İslâm dîni, kadını en yüksek dereceye
çıkarmışdır. İslâmiyyetin kadına verdiği kıymeti hiçbir din, hiçbir düşünce
vermemişdir. Komünistler, kadının erkeğe eşit olduğunu söyleyip, kadın, erkeğin
bütün haklarına mâlikdir deyip, kadına en ağır işleri yapdırdılar. Kadınları
demir fabrikalarında, ma’den kuyularında, taş ocaklarında, Sibiryanın soğuk
ormanlarında, demir yollarında, beton dökmekde, toprak kazmakda insâfsızca ve
buğaz tokluğuna, zorla çalışdırdılar. İslâm kadınına, erkek akrabâsından, fıtra
verecek kadar zengin olanlardan, en yakın bulunanı, bakmağa mecbûrdur. Yakın
akrabâsı yoksa veyâ fakîr iseler, (Beyt-ül-mâl) ya’nî
devlet her dürlü ihtiyâclarını vermeğe me’mûrdur. Evli kadına, zevci her şeyi
getirmeğe ve ayrı bir ev tutmağa mecbûrdur. Kızın, babası evinde, hernesi
varsa, hattâ kaç hizmetcisi varsa, kocasının, bunları alması lâzımdır. Şâfi’î
mezhebinde tütün parasını vermesi bile lâzımdır. Hanefî mezhebinde, kahve ve
tütün parası vermek lâzım olmadığı (Redd-ül-muhtâr)da
yazılıdır. Zevci, kadına bakamıyacak kadar fakîr ise veyâ zengin olduğu hâlde, ihtiyâclarını almıyorsa, piyasa kıymetine göre
kadının ihtiyâcını mahkeme ta’yîn ederek, yakın akrabânın bu parayı
kadına borc vermesini emr eder. Erkeğin satılacak malı yoksa, çalışdırarak bu
borcları erkeğe ödetir. Çalışmazsa habs eder. O hâlde, islâm kızı, islâm kadını
geçim derdinden, düşüncesinden mu’afdır. O, çalışarak, didinerek para kazanmağa
mecbûr değildir. Herşey onun ayağına gelecekdir. Dîn-i islâm, ona bu kıymeti
vermişdir. Fekat, kadının, islâmiyyeti, dînini, îmânını, farzları, ibâdetleri,
harâmları öğrenmesi farzdır. Babasının veyâ zevcinin, ona bu ilmleri öğretmesi
lâzımdır. Öğretmezlerse, büyük günâha girerler. Kadının gidip dışardan
öğrenmesi lâzım olur. Kadın, erkekden iznsiz hiçbir yere gidemez iken, bu
ilmleri öğrenmek için gidebilir. İslâmiyyetin ilme ne kadar kıymet ve
ehemmiyyet verdiği buradan da anlaşılmakdadır. Müslimân kadını ticâret, fen,
san’at ve zirâ’at ile uğraşmağa mecbûr değil ise de, bunlarla meşgûl olması,
para kazanması, yasak ve günâh değildir. Yalnız, bunlarla meşgûl olurken ve ilm
öğrenirken, erkekler arasına girmemesi, onlara açık görünmemesi, harâmdan
sakınması lâzımdır. Çünki, müslimân kadının başı, kolları, bacakları açık
olarak sokağa çıkması, erkeklere göstermesi harâmdır, günâhdır. Ehemmiyyet vermezse,
aldırış etmezse îmânı gider, kâfir [Allahın düşmanı] olur. Cehennem ateşinde
sonsuz olarak yakılacağı bildirilmişdir. Sûre-i nisâ otuzbirinci âyet-i
kerîmede, kadınların kesb edeceği kazanclarından nasîb alacaklarını, Allahü
teâlâ bildirmekdedir. Hadîce-tül-kübrâ “radıyallahü anhâ”, islâmiyyetden evvel
ve sonra, ticâretle meşgûl oluyordu, kâtibleri, me’mûrları, hizmetcileri çokdu.
Hattâ bir kerre, Muhammed aleyhisselâmı ticâret kâfilesine reîs ta’yîn etmişdi.
Kadının yapacağı günâhlardan, ona izn veren erkekleri de cezâ görecekdir.
Hâlbuki, erkeğin günâhları, kadına zarar vermemekdedir. İslâmiyyetde, kadın,
harbe de gitmez. Dünyâda râhat ve mes’ûd olduğu gibi, onun Cennete gitmesi de
çok kolaydır. (Tenbîh-ul-gâfilîn)de
yazılı hadîs-i şerîfde, (Dört şeyi yapan, ya’nî
kocasına hıyânet etmiyen, beş vakt nemâz kılan, Ramezân-ı şerîfde oruc tutan ve
[onsekiz erkekden] başkasına, [başı,
saçı, kolları, bacakları] açık olarak görünmiyen
kadın Cennete gidecekdir) buyuruldu. Çünki, doğru kılınan nemâz,
insanı günâh işlemekden korur ve İslâmın şartlarını yerine getirmek sevgisini
hâsıl eder. Onsekiz mahrem erkeğin kimler oldukları, ikinci kısm, otuzdördüncü
maddede yazılıdır. (Tenbîh-ul-gâfilîn)de
ve (Şir’a) şerhinde yazılı hadîsi
şerîfde, Peygamberimiz “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem”, (Bir kadın, beş vakt nemâzını kılar, Ramezân ayında oruc
tutar, nâmûsunu korur ve zevcine itâ’at ederse, dilediği kapıdan Cennete girer)
buyurdu. Ebû Mutî’ Belhînin, (Lü’lü’iyyat)
kitâbından alarak (Rıyâd-un-nâsıhîn)de
yazılı hadîs-i şerîfde, (Beş şeyi yapan kadın
Cehennemden kurtulur: Beş vakt nemâzını kılar, Ramezân ayında orucunu tutar,
zevcini, anasını babasını üzmez, yüzünü ve saçlarını yabancı erkeklere
göstermez, dünyâ sıkıntılarına sabr eder) buyuruldu.
Peygamber efendimizin “sallallahü aleyhi ve sellem” hicretin
onuncu yılı, son haccının hutbesindeki sözlerinden, son nasîhatlarından biri, (Kadınlarınıza eziyyet etmeyiniz!
Onlar, Allahü teâlânın sizlere emânetidir. Onlara yumuşak olunuz, iyilik ediniz!)
olmuşdur. İslâmiyyetde evlenmek, bir kızı mes’ûd etmek, ibâdetdir ve
bütün nâfile ibâdetlerden dahâ sevâbdır.
İslâmiyyetde dört kadına kadar almağa emr olunmamış, ancak
izn verilmişdir. Ya’nî mubâhdır. Bunun da şartları vardır. Bu şartları
taşımayan erkeğin, birden fazla evlenmesi günâhdır. Birinci şart, zevcelerinden
herbirini mes’ûd etdirecek kadar zengin olmakdır. Diğer şartları, fıkh
kitâblarında yazılıdır.
(Ni’met-i islâm)da diyor ki, (Dörde
kadar evlenmek, erkekler için kolaylık olduğu gibi, kadınlar için de, adedleri
çok olduğundan kolaylıkdır. İslâmiyyetden önce, bir erkek dilediği kadar
kadınla evlenirdi. İslâmiyyet bu sayıyı dörde indirmişdir. Birden fazla
evlenmek vâcib olmadığı gibi, mendûb da değildir. Birden fazla evlenmemenin
dahâ iyi olduğu bildirilmişdir). Devlet, mubâh olan birşeyi emr veyâ yasak
ederse, buna uymak câiz olur. (Berîka)nın
doksanbirinci sahîfesinde diyor ki, (Devletin islâmiyyete uygun emrlerini
yapmak vâcibdir. İslâmiyyete uymıyan emrlerine ısyân etmek, fitneye, anarşiye
sebeb olmak büyük günâhdır. Büyük zarardan kurtulmak için, küçük zararı yapmak
lâzım olur. Fâidesini düşünerek devletin emr etdiği her mubâhı yapmak millete
vâcib olur). Dokuzyüzyirmisekizinci sahîfede diyor ki, (Zâlim olan devlete
karşı da ısyân etmek câiz değildir). (Hadîka)da,
143. cü sahîfede diyor ki, (Zâlim devlet mubâh işlemeği yasak ederse, buna
itâ’at vâcib olur. Kendini tehlükeye atması câiz olmaz). İbni Âbidîn, kâdîlığı
anlatırken diyor ki, (Kâfir memleketlerinde kâfir kanûnlarına itâ’at etmek
zarûreti olduğundan, sulh ve hud’a yapılmış olur. Mallarına, canlarına,
ırzlarına saldırmak da câiz değildir). Yaradılışda, kadınlar, erkeklerden çok
olduğu gibi, harblerde, kazâlarda erkeklerin ölmesi, kadınların ölümünden dahâ
çokdur, ya’nî erkek adedi, kadından azdır. İslâmiyyetin dörde kadar izn
vermesi, kızların kocasız kalmaması, metres hayâtına, umûmî evlere düşmemesi ve
şereflerini, nâmûslarını, se’âdetlerini te’mînat altına almak gâyesi iledir.
Hıristiyanlıkda erkeğin bir kadından fazla alması yasak olduğu için, erkekler,
metres hayâtı yaşıyor. Komşu, ahbâb kızlarını, talebelerini, işçileri igfâl
ediyorlar. Birçok kadınla gizli evlilik bağı kuruyorlar. Bir yandan kadınlar,
kızlar fuhşa, felâkete sürükleniyor, istikbâlleri mahv oluyor, bir yandan da,
babası belirsiz milyonlarca çocuk, ya çöplüklere bırakılıyor. Yâhud, anasız,
babasız, terbiyesiz yetişerek cem’ıyyete yük ve belâ oluyorlar. İslâmiyyetde
zenginler dörde kadar evlenip, çocuklar, analı, babalı, terbiyeli yetişir.
Evler, âile yuvaları çoğalır. Cem’ıyyet hayâtı kuvvetli ve düzenli olur. Çok
evlenmek isteyenler de, zengin olmak için çalışır. İş hayâtı genişler. Ticâret,
teknik ilerler.
Erkeğin kadına karşı olan vazîfelerini (Mürşid-ül-müteehhilîn) kitâbı uzun yazmakdadır. (Ma’rifetnâme) kitâbında olanı aynen aşağıda
bildiriyoruz:
Ey azîz! Erkeğin zevcesi ile görüşmesinde, otuz şeyi yapması
lâzımdır:
1 - Ona karşı her zemân, güzel huylu olmalıdır. [Allahü
teâlâ iyi huylu olanları sever. Huysuzları sevmez. Bir insanı incitmek
harâmdır. İşkence yapanın evlenmesi harâmdır.]
2 - Ona karşı her zemân, yumuşak davranmalıdır.
Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve
sellem” buyurdu ki, (Müslimânların en iyisi, en fâidelisi,
zevcesine karşı iyi ve fâideli olandır).
3 - Eve gelince zevceye selâm vermeli, [ya’nî selâmün
aleyküm demeli] ve nasılsın? diye hâtırını sormalıdır.
4 - Onu tenhâda neş’eli görünce saçlarını tutup,
okşamalı, gülerek, bûs etmeli ve sarılmalıdır.
5 - Tenhâda üzüntülü görünce, onu çok sevdiğini, acıdığını
söyleyip hâlini sormalı, tatlı şeyler söylemelidir.
6 - Yapamıyacağı şeyleri bile söz vererek gönlünü almalıdır.
Çünki o, evinde kapalı, başkalarından ümmîdsiz ve yalnız kendisine alışmış olan
dostu, dert ortağı, ekmek vericisi, kendini neş’elendiricisi, çocuklarını
yetişdiricisi ve ihtiyâclarını gidericisidir.
7 - Çocukları terbiyede, ona yardım etmelidir. Çünki, bebek,
anasına, gece gündüz ağlayıp, hiç râhat vermez. Onu insâfsızca üzen bir
alacaklıdır. O hâlde, ona imdâd edene, Allahü teâlâ yardım eder.
8 -
Zevcesine, memleketde âdet olan elbisenin, çamaşırın en kıymetlisini giydirmelidir. Ev içinde, her istediği, güzel
şeyleri giydirmelidir. Sokağa çıkarken, bunları da örtmeli, yabancıya
göstermemelidir.
9 - İyi şeyler yidirmelidir. Zengin ise, halâl olan
herşeyi almalıdır. Ona geniş, kullanışlı, sıhhî ve islâm hanımına yakışan
elbise ve nefîs ta’âm te’mîn etmeği, kendine borc bilmelidir. [İmâm-ı Gazâlî
“rahmetullahi aleyh” (Kimyâ-i se’âdet)in
yüzkırkbirinci sahîfesinde diyor ki, (Zevcenin nafakasını sıkmamalı, isrâf da
etmemelidir. Âilenin nafakasına verilen paranın sevâbı, sadaka sevâbından dahâ
çokdur. Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem” buyurdu ki: (Gazâ için sarf edilen, köle âzâd etmek için, fakîre sadaka
vermek için ve evindekilerin nafakası için sarf edilen altınların en üstünü ve
sevâbı çok olanı, evin nafakasına verilen altının sevâbıdır.) İbnî
Sîrîn “rahmetullahi teâlâ aleyh” buyuruyor ki, (Hiç olmazsa haftada bir kerre
tatlı yidirmelidir.) Nafaka te’mininden âciz olanın evlenmesi harâmdır. Yemeği
yalnız yimemelidir. Çoluk çocukla yimek sevâbdır. En mühim şey, nafakayı
halâlden kazanıp, halâlden yidirmekdir).]
10 - Zevcesini döğmemelidir. (Dürr-ül-muhtâr) üçüncü cild, yüzseksensekizinci sahîfedeki
suçlardan birini işlerse, onu ta’zîr etmesi, edeblendirmesi câiz olur ise de, yine
vâcib olmaz.
[Ba’zı kimseler, Nisâ sûresi
otuzüçüncü âyetinde, kadınların döğülmesi emr olunuyor diyorlar.
Hâlbuki, bu âyet-i kerîmede meâlen, (Erkekler, kadınlar üzerine hâkimdirler. Çünki, Allahü teâlâ,
ba’zı kullarını ba’zısından üstün yaratmışdır. Hem de, erkekler, kendi
mallarını, onlar için harc ederler. Kadınların iyileri, Allahü teâlâya itâ’at
eder ve zevclerinin haklarını gözetirler. Zevcleri hâzır olmadıkları zemân,
onların nâmûslarını ve mallarını, Allahın yardımı ile korurlar. Hıyânet etmesinden korkduğunuz kadınlara, zevc haklarını
öğretin ve tatlı sözlerle nasîhat edin! Onları yatağınızdan ayırın. Yine
uslanmaz iseler, hafîf döğün! Uslanırlarsa, onları üzecek şey yapmayın!) buyuruluyor. Görülüyor ki, mala ve nâmûsa
hıyânet etmiyen kadınları döğmek değil, onları hiçbir sûretle üzmek câiz
değildir. Hâin olanları da, yumruksuz açık el ile veyâ düğümsüz açık mendil ile
hafîf vurarak islâh etmeğe izn verilmişdir. Nâmûsa ve mala hiyânet edenlere,
her hükûmet, her kanûn, ağır cezâ yapmakdadır. İslâmiyyet, kadınlara, çok
kıymet verdiği, çok acıdığı için, hâin olanlarını kanûn pençesine düşürmeden
önce, hafîf vurmakla islâh edilmelerinin de tecribe olunmasını emr etmekdedir.
Bir hadîs-i şerîfde buyuruldu ki, (Bir erkek, zevcesini döğerse, kıyâmetde ben onun da’vâcısı olurum). Dünyâ
işlerindeki kusûru için, döğmek şöyle dursun, acı, sert bile söylememelidir.
Kadınların kalbleri ince, nâzik ve hislerine tâbi’
olduğundan, birbirlerine hased edenleri çokdur. Bu bakımdan, bilhâssa yeni
evliler, uyanık olmalı, ana, kız kardeş ve başka kadınların, zevcesini
çekişdirmelerine aldanmamalı, böyle şeyler söylenmesine fırsat vermemelidir.
Böyle sözlere uyarak zevcesini incitmekden çok çekinmelidir.
Anası ve kız kardeşleri için zevcesinin söylediklerine karşı
da uyanık olmalı. Ana-
ya
eziyyet olunmasına hiçbir sûretle göz yummamalıdır. Anasına, kendisi, zevcesi
ve çocukları, herhâlde saygı göstermelidir. Ana babaya, kayın vâlide ve kayın
pedere hurmet, hizmet edilmesi birinci vazîfe olmalıdır. Büyüklerin rızâsını,
düâsını almağa çalışmalı, hayr düâlarını, büyük kazanc bilmelidir].
11 - Allahü teâlânın emrlerini yapmak husûsunda
olan kusûru için, bir günden çok dargın durmamalıdır.
12 - Zevcesinin huysuzluklarını yumuşak
karşılamalıdır. Çünki, kadınlar iğri kaburga kemiğinden yaratılmışdır. Aklları
ve dinleri erkeklerden azdır. Erkeğe emânet olunmuşlardır. Gülerek, tatlılıkla
geçinmek için alınmışlardır.
[Aklı olan zevc ve zevce, birbirlerini üzmezler. Hayât
arkadaşını üzmek, incitmek, ahmaklık alâmetidir. Zâlim, huysuz kimsenin hayât
arkadaşı devâmlı üzülerek a’sâbı bozulur. Sinir hastası olur. Sinirler
bozulunca, çeşidli hastalıklar hâsıl olur. Hayât arkadaşı hasta olan bir eş,
mahv olmuşdur. Se’âdeti sona ermişdir. Eşinin hizmetinden, yardımlarından
mahrûm kalmışdır. Ömrü, onun dertlerini dinlemekle, ona doktor aramakla, ona,
alışmamış olduğu hizmetleri yapmakla geçer. Bütün bu felâketlere, bitmiyen
sıkıntılara kendi huysuzluğu sebeb olmuşdur. Dizlerini döğmekde ise de, ne
yazık ki, bu pişmânlığının fâidesi yokdur. O hâlde, ey müslimân! Hayât
arkadaşına yapacağın huysuzlukların, işkencelerin zararlarının kendine de
olacağını düşün! Ona karşı, hep güler yüzlü, tatlı dilli olmağa çalış! Bunu
yapabilirsen, rahât ve huzûr içinde yaşar, Rabbinin rızâsını da kazanırsın!]
13 - Zevcesinin ahlâkında bir değişiklik
görürse, kabâhati kendinde bulup, ben iyi olsaydım, o da böyle olmazdı, diye
düşünmelidir. Evliyâdan birinin zevcesi, huysuz idi. Buna hep sabr eder,
soranlara derdi ki, eğer onu boşarsam, ona sabr edemiyen biri alır da, ikisinin
birden felâkete düşmelerinden korkarım. Büyükler “rahmetullahi teâlâ aleyhim
ecma’în” buyurmuş ki, (Bir kimse âilesinin huysuzluğuna sabr ederse, altı şey,
ziyândan kurtulur: Çocuk dayakdan, tabak bardak, kırılmakdan, ahırdakiler
döğülmekden, kedi sövülmekden, müsâfir gücendirilmekden, elbise yırtılmakdan
kurtulur). Bunlar, (Şir’at-ül-islâm)da
da yazılıdır.
14 - Ehli kızınca, susmalıdır. Böylece
kadın, pişmân olup, özr dilemeğe başlar. Çünki o, za’îfdir. Susunca mağlûb
olur.
15 - Ehlinin iyiliği çoğalıp, her işi seve
seve yapınca, ona düâ etmeli ve Allahü teâlâya şükr etmelidir. Çünki, uygun bir
kadın büyük ni’metdir.
16 - Zevcesi ile öyle olmalıdır ki, zevcim
beni herkesden çok seviyor, bilsin.
17 - Bakkal, kasab, çarşı, pazar işlerini
aslâ ona bırakmamalı, evin idâresinde onun fikrini sormalı, dışardaki, büyük
işleri söyliyerek, onu üzmemelidir.
18 - Zevcesinin câhilce hareketleri için
dâimâ uyanık bulunmalıdır. Çünki, Âdem babamız
“aleyhissalâtü vesselâm”, ehli, Havvâ anamızın da’veti üzerine, yanlış iş
işledi.
19 - Zevcesinin, günâh olmıyan kusûrlarını
görmemezlikden gelmelidir. Günâh iş ve
sözden vazgeçmesini ve nemâza, oruca ve gusl abdesti almağa devâm etmesini
tatlı ve yumuşak sözlerle nasîhat etmelidir. Kıymetli elbise ve zînet
eşyâsı alacağını va’d ederek ibâdetleri yapdırmalı, günâhlarını önlemelidir.
20 - Zevcesinin ayblarını, sırlarını,
herkesden gizlemelidir.
21 -
Zevcesine latîfe, şaka söylemeli ve kadın gibi olup, oyunlar yapmalıdır. Nitekim,
Allahü teâlânın sevgilisi “sallallahü aleyhi ve sellem”, ezvâc-ı mütahherasına karşı,
insanların en zarîfi idi. Hattâ bir kerre Âişe “radıyallahü anhâ” ile yarış
etdi. Âişe vâldemiz geçdi. Bir dahâ yarış etdiklerinde, Server-i âlem
“sallallahü aleyhi ve sellem” geçdi. Müslimânın ehli ile oynaması, boş ve günâh
değildir, sevâbdır. İbni Âbidîn beşinci cild, 253. cü sahîfede diyor ki, (Lu’b,
la’ib, lehv ve abes, hepsi oyun ile vakt geçirmekdir. Nerd, ya’nî tavla
oynamak, satranc, ondört taş oyna-
mak
ve bütün çalgıları çalmak ve dinlemek, raks, dans etmek, hokkabazlık,
şaklabanlık etmek, başkaları ile alay etmek, el çırpmak, hep oyun olup,
tahrîmen mekrûhdurlar. Devâmlı yapılırsa veyâ farzları yapmağa mâni’ olurlarsa
ve kumâr ile yapılırsa, sözbirliği ile harâm olurlar. Def ve kaval, ney çalmak
ve dinlemek de böyledir. Hadîs-i şerîfde, (Her
dürlü lehv harâmdır. Yalnız, zevce ile oynamak, at ve silâh ile ta’lîm, yarış
yapmak câizdir) buyuruldu. Harbe hâzırlanmak için, güreş câizdir).
Futbol oynamak, çeşidli bakımlardan harâm olmakdadır.
22 - Zevcesini cadde üstünde, parklara, oyun
yerlerine, spor sâhalarına, mekteblere karşı olan evlerde oturtmamalı, yabancı
erkekleri görmesine, onlarla konuşmasına sebeb olmamalıdır. Mescide yakın ve
sâlih müslimân komşular arasında oturtmalıdır. [38. ci maddeye bakınız!] Sâlih
komşular, bunların birbirlerine zulm, işkence
yapmalarına mâni’ olurlar. Nasîhat ederler. Yardımlarına koşarlar. Mahkemede, haklı
olana şâhidlik yaparlar. Böyle mahalleye, böyle şehre hicret etmek vâcibdir. Müslimânlar,
âilesini, iyi havalarda, çayırlara, su kenârlarına, harâm bulunmıyan, kalabalık
olmıyan yerlere götürerek gezdirmeli, hava aldırmalıdır. Ta’til günlerinde, kalabalık zemânlarda gezdirmemelidir. Fısk
meclislerine götürmemelidir. Birinci kısmda, ellisekizinci madde sonuna
bakınız!
23 - Zevcesini, islâmiyyetin yasak etdiği
şeklde tahsîle, vazîfeye, fitneye sebeb olan
yerlere göndermemelidir. (Behcet-ül-fetâvâ) sâhibi
“rahmetullahi teâlâ aleyh” diyor ki, (Kadınlar câmi’de, erkeklere
verilen va’zı dinlemeğe gelirlerse, vazîfelilerin bunları men’ etmesi lâzım
olur). [Mevlid dinlemeğe gelmeleri de böyledir.]
(Hadîka)da, bütün bedenle
yapılan günâhların otuzikincisinde diyor ki: Hür olan kadının, yanında zevci
veyâ ebedî mahremlerinden biri olmadan yüzdört kilometre uzağa gitmesi
harâmdır. Kadınlar çok olsa da harâmdır. Yâ Resûlallah, zevcem hacca gidiyor
denildikde, (Sen de berâber git!) buyurdu.
(Mahrem) demek, kadınla evlenmeleri
ebedî harâm olan, soydan, sütden veyâ nikâhdan akrabâları demekdir. Kız
kardeşin, teyzenin, halanın zevcleri mahrem değildirler. Çünki bu kadın,
bunlarla evlenebilir. Birinci kısm, ellisekizinci maddeye bakınız! Zimmî
mahremi de, müslimân mahremi gibidir. Fâsık olan [kötü kimse olan], emîn
olmıyan ve bâlig olmamış küçük mahremi ile gitmesi câiz değildir. Bâlig olmamış
gösterişli kızlar da, kadın gibidirler. Kadınların mahremsiz olarak sefere
gitmelerinin harâm olduğunu hanefî âlimleri sözbirliği ile bildirmişlerdir.
Şâfi’î mezhebinde emîn olunan kadınların toplu olarak mahremsiz, yalnız hacca
gitmeleri câizdir. Yanlarında hiçbir erkeğin bulunmaması ve fitne çıkmamasından
emîn olmaları lâzımdır. [Hanefî mezhebinde olan kadınların Şâfi’î mezhebini
taklîd ederek mahremsiz hacca gitmeleri câiz değildir. Bir hanefînin Şâfi’î
mezhebini taklîd etmesi, ancak bir farzı yaparken veyâ harâmdan sakınırken
karşılaşdığı haracdan, sıkıntıdan kurtulması için câiz olur. Câiz olduğu zemân
da, taklîd edilen mezhebin bütün şartlarına uymak lâzım olur. Haccın hepsini
Şâfi’î mezhebine göre yapmaları lâzım olur. Çünki, bir ibâdeti yaparken, harac
[sıkıntı] yok iken, iki mezhebi karışdırmak (Telfîk)
olur. Müleffikın ibâdeti sahîh olmaz. Bâtıl olur.] (Hadîka)dan terceme temâm oldu.
24 -
Zevcesine Kur’ân-ı kerîm okumasını, farzlardan, harâmlardan, ona lâzım olanları
öğretmelidir. [Hakîkat Kitâbevinin kitâblarını eve getirip, okumasını te’mîn etmelidir.]
Allahü teâlânın emrlerini ve yasaklarını bilmiyen fâsık [kötü kimse] ve zevcesine
ve çocuklarına öğretmiyen, Cehennemde azâb çekecekdir.
25 -
Ehlinden iznsiz, nutfeyi ondan azl etmemeli ve muvâka’ada, o râhatlanmayınca ferâgat etmemelidir. İbni Âbidîn
“rahime-hullahü teâlâ” nikâhda kısmeti anlatırken diyor ki, (Bir kerre
cimâ’ ile zevcenin hakkı ödenmiş olur. Tekrârlamak diyâneten vâcibdir. Kadâen
vâcib olmaz. Ya’nî kadın, hâkime mürâceat edemez.
Tekrârını taleb etmek zevcenin de hakkı olup, taleb edince zevc üzerine vâcib
olur. Bu husûsda zemân ve adet bildirilmedi). İfrâtı bedene, tefrîti rûha zarar
verir. Dört geceden fazla boş bırakmamalı, denildi. Hayz hâlinde, ya’nî âdet
zemâ-
nında,
ona tekarrüb, ya’nî yaklaşmak harâmdır. Büyük günâhdır. Âdet (regle) on günden
sonra kesilirse, gusl etmese bile, muvâka’a câiz olur. On günden önce, fekat
âdet temâm olunca, kesilirse, gusl etdikden veyâ bir nemâz vakti geçdikden
sonra câiz olur. On günden ve âdetden önce kesilirse, gusl etse dahî, âdeti
olan günler temâm oluncıya kadar, âilesi ile cimâ’ câiz olmaz. Fekat, bu zemân
içinde, nemâz kılması ve oruc tutması lâzımdır. Birinci kısmda, ellidördüncü
maddeye bakınız!
26 - Zevce, yalnız evde zevcine karşı süslenip, başka
kimselere süslenmemelidir. Zevcesi ve kızları açık gezen erkekler, onlarla
birlikde Cehenneme gidecek, çok acı azâb çekeceklerdir.
(Halebî-yi
kebîr)de diyor ki, (Hür kadının avuç içinden ve yüzünden ve
ayaklarından başka
bütün vücûdü avretdir. Çünki, Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem”,
(Göbekle dizkapağı arası
avretdir) buyurdu. Hanefî mezhebinde, erkeğin dizi avretdir. Açması
harâmdır. Şâfi’îde diz avret değildir. Mâlikî ve Hanbelî mezheblerinde, göbek
de, diz de avret değildir. Bu iki mezhebde yalnız sev’eteyn avretdir. Bu
hadîs-i şerîfler karşısında, müslimân hânımlarının örtünmeleri, çıplakların
bulundukları yerlere gitmemeleri lâzımdır. [Müslimânların, apartman katlarında
oturmayıp, bağçe içinde müstekıl evlerde oturmaları ve evlerindeki banyolarda
yıkanmaları muvâfıkdır. Müslimân erkekler, toplu olarak, çıplakların
bulunmadıkları tenhâ sâhillerde denize girer. Hanefî ve Şâfi’î mezhebinde olan
erkeğin, gusl abdesti almak için veyâ nafakasını, hakkını kurtarmak için veyâ
fitne çıkmasını önlemek için, sıkışık durumda kalınca, diğer iki mezhebi taklîd
ederek dizlerini, uyluklarını örtmemesi câiz olur. Fekat sıkışık hâl geçince,
bir dakîka bile açık kalması harâm olur. Kadınların sıkışık durumda, mezheb
taklîd ederek, hiçbir yerlerini açmaları mümkin değildir. Çünki, dört mezhebde
de, kadınların her yerlerini örtmeleri lâzımdır. Kadınları sıkışık duruma düşürecek
sebeb de yokdur.
(Tefsîr-i Mazherî) sâhibi “rahmetullahi
teâlâ aleyh”, Nûr sûresinin tefsîrinde diyor ki, (Kadın ancak zarûret olduğu
zemân ve başı, saçları, boynu ve bütün bedeni örtülü olarak sokağa çıkmalıdır.
Kadının sokağa çıkması için zarûret, ihtiyâc maddelerini alacak ve dînini
öğretecek kimsesi bulunmamakdır. Baş örtüsü ile yüzünü de örterek ve bedenini
örtecek her şeklde kumaş ile örtünerek çıkması câizdir. Burada, yüzünü
kelimesi, başını demekdir. Çünki, yüzü açık çıkması, dört mezhebde de câizdir).
Buradan anlaşılıyor ki, Osmânlı devletinin son zemânlarında kadınların
örtündükleri çarşaf ile örtünmeleri şart değildir. Geniş ve dizden aşağı uzun
manto, çorab ve baş örtüsü ile örtünmeleri de câizdir. Yüzaltmışbeşinci
sahîfeye bakınız! İmâm-ı Rabbânî “rahmetullahi aleyh”, birinci cildin,
üçyüzonüçüncü mektûbunda, (Bütün arab memleketlerinde, pîrâhen, ya’nî kamîs,
ya’nî antârî denilen uzun gömlek giyen erkeklerin de, kadınların da çok
olduğunu, kadın gömleklerinin yakası kapalı, erkek elbisesinin önü açık, kamîs
olduğunu) yazmakdadır. Ahzâb sûresi, kadınların (Celâbîb)lerinden
ba’zısı ile örtünmelerini emr etmekdedir. Celâbîb, cilbâblar demekdir.
Ebüssü’ûd efendi tefsîrinde diyor ki, (Cilbâb, baş örtüsünden dahâ geniş ve
gömlekden kısa olan örtüdür. Kadınlar bununla başlarını örterler. Yüzü ve
bedeni örten her örtüye de denir). Türkçe (Tibyân) tefsîri
sâhibi “rahmetullahi teâlâ aleyh”, buna Milhafe, ya’nî dışa giyilen örtü diyor.
(Mevâkib) tefsîrinde de ve (Lugat-ı Nâcî)de (câr, ya’nî ferâce uzun gömlek)
olduğu yazılıdır ki, manto demekdirler. Bunun iki parçadan yapılmış çarşaf
demek olduğu ve kadınların yalnız bu çarşafı giymeleri lâzım olduğu,
tefsîrlerde ve fıkh kitâblarında yazılı değildir. Hattâ, (Harâmdan olan Cilbâb giyenin nemâzı kabûl olmaz!) hadîs-i
şerîfindeki (Cilbâb) kelimesine, (Kitâb-ül-fıkh-ı alel-mezâhib-il erbe’a)da kamîs,
ya’nî uzun gömlek ma’nâsı verilmişdir. (Müncid)de
de, cilbâb, kamîs demekdir diyor. (Câliyet-ül-ekdâr)ın
son sahîfesinde de, (Ya Rabbî! Bize hikmetinin celâbîbini giydir) demekdedir.
Bu hadîs-i şerîf ve bu düâ, cilbâbı erkeklerin de kullandığını bildiriyor. Şâfi’î (El-envâr) kitâbının
hâşiyesinde diyor ki, (Kadının nemâzda, geniş, uzun antârî ve baş örtüsü
ile örtünmesi ve elbisesinin üstüne kalın cilbâb örtmesi müstehabdır. Cilbâb,
milhafe [ferâce, manto denilen] uzun, geniş antârî örtü veyâ baş örtüsü
demekdir). Âyet-i kerîmedeki cilbâb kelimesine, çarşaf diyerek, geniş ve uzun
manto ile örtünmeği red etmek, Kur’ân-ı kerîmi kendi re’yi, kendi görüşü ile,
yanlış tefsîr etmek olur.
Şimdi zemân böyle. Zemâna uymadan
olmıyor gibi sözler doğru değildir. Masonların yaydıkları yalanlardır. Komünistler,
işkence yaparak, öldürerek müslimânları yok ediyor. Masonlar ise, yalan ve
bozuk sözlerle okşıyarak müslimânları dinden çıkarıyorlar. Mezhebsizler
[zındıklar] de, islâmiyyeti değişdiriyorlar. Âyet-i kerîme ve hadîs-i şerîflere
yanlış ma’nâlar veriyorlar.]
27 - Zevcesinden iznsiz sefere, hattâ nâfile
hacca gitmemelidir.
28 - Zevcesi nemâz kılıyor ve kendisine
itâ’at ediyorsa ve yabancı erkeklere açık saçık görünmiyorsa, ondan başka
evlenmemelidir. Zîrâ, zevceleri arasında adâlet ve müsâvât yapmıyanlar
Cehenneme gideceklerdir. Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem” buyurdu
ki: (İki zevcesi olup da, ikisine müsâvî bakmıyan
kimse, kıyâmet günü, mahşer meydânına yarı iğrilmiş olarak gelecekdir).
29 - Zevceye, gamını, kederini, düşmanlarını,
borclarını söylememelidir.
30 - Ona, yanında ve olmadığı zemânlarda, hep
hayr düâ etmeli, fenâ düâ etmemelidir. Çünki, gece gündüz onun için
çalışmakdadır. Onun ekmekcisi, aşçısı, terzisi ve hamâmcısı ve malının bekcisi
ve yoldaşı ve mûnisi ve yârı ve nigârıdır.
(Kimyâ-i se’âdet) sâhibi “rahmetullahi
teâlâ aleyh” yüzkırküçüncü sahîfesinde buyuruyor ki, (Erkeğin vazîfelerinden
onikincisi, zevcesini boşamamakdır. Allahü teâlâ, bütün mubâhlar [ya’nî izn
verdiği şeyler] içinde yalnız, talâk vermeği [ya’nî boşamağı] sevmez. Zarûret
olmadıkca, birini incitmek câiz değildir).
Dînini bilen ve seven erkekler, her hareketinde islâmiyyete
uyarak, hem kendilerine, hem de âile ve
akrabâlarına ve bütün mahlûklara hayrlı ve fâideli olur. Bunun için, kızını seven
ve onun dünyâda ve âhıretde mes’ûd olmasını istiyen, onu açık sokağa
çıkarmamalı, dîni ve ahlâkı bozan televizyonları, radyoları dinlemesine ve böyle
olan sinemalara ve topluluklara gitmesine mâni’ olmalıdır. Müslimân olan kimse,
kızını müslimân ve sâlih kimselere vermelidir. Mal ve apartman ve mevkı’ sâhibi
değil, din ve ahlâk sâhibi dâmâd aramalıdır. Kızını kâfire veren kimsenin
kendisi de, kızı da kâfir olur. Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem”
buyurdu ki, (Bir kimse, kızını fâsıka [kötü
kimseye] verirse, Allahü teâlânın emânetine hıyânet
etmiş olur. Emânete hıyânet edenlerin gideceği yer, Cehennemdir). Bir
hadîs-i şerîfde buyurdu ki, (Kızını fâsıka veren
kimse, mel’ûndur). (Şir’a) şerhindeki hadîs-i şerîfde, (Şefâ’atime kavuşmak istiyen, kızını fâsıka vermesin!) buyuruldu.
(Eşi’atül-lemeât)da, nemâzı
gecikdirmemeli bâbındaki hadîs-i şerîfde, (Yâ Alî!
Üç şeyi gecikdirme! Nemâzı evvel vaktinde kıl! Hâzırlanmış cenâzenin nemâzını
hemen kıl! Dul veyâ kızı küfvü isteyince, hemen evlendir!) Ya’nî
nemâzını kılan ve günâh işlemiyen ve nafakasını halâlden kazanan birini
bulunca, hemen ona ver, buyurdu.
Sun’î İlkâh: (El-halâl
vel-harâm)da
diyor ki, (Erkeğin menîsini, bir tüp veyâ başka şey içinde, nikâhlı zevcesi
olmıyan yabancı bir kadının rahmine koyup, çocuk hâsıl olmasına, (Sun’î ilkâh)
denir. Harâmdır. Çocuk, veled-i zinâ, piç olur).
Süâl: Şer’î nikâhı bulunan bir
âilenin çocuğu olmaz ise, (Sun’î ilkâh) ve (Tüp bebek) denilen üsûl ile, çocuk
olmasına teşebbüs etmek câiz midir?
Cevâb: Bir erkekle kızın şer’î
nikâh yaparak, Allahü teâlâdan çocuk taleb etmelerini tergîb ve teşvîk buyuran
hadîs-i şerîfler çokdur. Çocuğu olmıyan zevceynin, Silsile-i aliyyeyi vâsıta
yaparak, düâ etmeleri ve meşrû’ sebeblere teşebbüs etmeleri lâzımdır. Zevceynin
menîleri alınıp, bir tüpe konuyor. Tüpde ilkâh vâkı’ oldukdan sonra zevcenin
rahmine konuyor. Buna (Sun’î ilkâh) ve
(tüp bebek) deniyor. Bunun câiz olacağı anlaşılmakdadır. Ancak, buna zarûret
olmadığı için, bu işi zevceynin kendilerinin yapmaları,
tabîb, hemşîre, ebe gibi yabancıların, bunların avret mahallerini görmemeleri ve
sun’î ilkâhın, nikâhsız olan erkekle kız arasında yapılmaması lâzımdır.
(Mecelle)nin yediyüzaltmışikinci
(762) maddesinde diyor ki: Güvenilen kimseye bırakılan mala (Emânet) denir. Emânet üçe ayrılır:
1 - (Vedî’a),
güvenilen kimseye saklamak için verilen maldır. Söz veyâ hâl ile yapılan îcâb
ve kabûl ile hâsıl olur. Veren ve alan, diledikleri zemân fesh edebilir. Bâlig
olmaları lâzım değildir. Parasız Vedî’a zâyı’ olursa, ödemez. Ödemesi şart
edilirse, sözleşme bâtıl olur. Ücretli olan Vedî’a helâk olunca, ödenir. Mümkin
ve fâideli şartla Vedî’a sözleşmesi câizdir. Vedî’a olan malı kendi malı gibi
saklar. Ve-
dî’a
olan hayvanın nafakası, sâhibine âiddir. Vedî’a, sâhibinden iznsiz kullanılamaz
ve vedî’a, âriyet, kirâ ve rehn ve ödünc verilemez ve sâhibinin borcunu, onun
izni olmadan ödeyemez. Bunları izn ile yapabilir. Sâhibi isteyince aynen geri
vermesi lâzımdır. Ödemezse gâsıb olur. Vedî’a olan paranın da kendisini verir.
Başkasını veremez.
2 - Kirâ veyâ âriyet olarak verilen emânetdir. Îcâb ve
kabûl ile hâsıl olurlar. Bâlig olmaları şart değildir. (Âriyet), bedelsiz kullanmak demekdir. Âriyet
hayvânın nafakası, kullanana âiddir. Zemân ve mekân ve istifâde şekli sınırlı
olarak âriyet vermek câizdir. Şartsız âriyet verilen eve, dükkâna, tarlaya
dilediğini koyabilir. Âriyet alan, bunu vedî’a verebilir. Kirâya ve rehne
veremez. Sâhibi isteyince veyâ sözleşmedeki müddeti bitince, geri vermesi lâzım
olur.
3 - Sözleşme olmadan ele geçer. Meselâ, rüzgârın
getirdiği mal emânet olur.
Çık da, bir seyret dışarda, her tarafın rengini,
kudret-i Hakkın cihânda, görünen âhengini!
Bir temiz kan, bir yeşil can, yağdırıp kudret,
yere,
yemyeşil olmuş her tepe, neş’elenmiş dağ, dere.
En kısır toprak doğurmuş, emzirir birçok nebât,
fışkırır
bir damlacık otdan, tutup sıksan, hayât!
Dün kemikden dahâ katı idi, her çıplak fidan,
bak, ne sağlam kan bugün, her birisinden
damlıyan!
Dün uykudaydı belli, milyarlarca canlı teni,
silkinip kalkmış yatakdan, elbiseler hep yeni.
Dün ne mâtemdeydi âlem, yer mahzûn, gökler
mahzûn,
şimdi, sevincden her bitki gülmekde uzun uzun.
İşlemiş kırlarda yer yer, Allahın kudret eli,
yalnız
söylemekle olmaz, bir gidip de görmeli.
Öyle amma, gördüğüm binbir hikmetin tersine,
bende hâlâ, zevke benzer, duygu yok aslâ yine.
Bir değil, yüzbin behârlar gökden indirseydi
Hak,
öyle kararmış ki kalbim, nerde birşey anlamak?
Dem çeker bülbül, beynimde benim, baykuşlar
öter.
ne bu sersemlik, eyvâh, bana neler olmuş neler?
Bir tanıdık yok, hayâlim konsa, en bildik yere,
cedlerin rûhu ağlıyor, din düşmüş, yâd ellere.
Atom, füze lâfı yok, yalnız (dinde reform) sesi,
iktisad,
teknik düşünmez, bir dinsizlik hevesi.
Ahlâksızın, hayâsızın, zulmün dinde yok yeri,
reform ister, bunun için ırz düşmanı serseri.
Duygusuz olmak kadar dünyâda büyük derd yok,
öyle salgınmış ki mel’un kurtulan bir ferd yok.
Fende yüksek olsa da, dîni bozulmuş bir millet,
çok baskı yapılsa da, yaşamaz, mahvolur elbet.
Ey ölüm hâlindeki, topraklara hayât veren!
ni’mete küfrân da etsek îmânın za’fı neden?
Bir hâlim yok, bilirim şâyân olan ihsânına,
ah, yükselsem de, bir düşsem, senin dâmânına!
Bir esim ister, kımıldanmak için, canlar bugün,
bir nesîm olsun ilâhî, canlansın kanlar bugün,
İlkbehârın rûhu etsin, bir de bizlerden zuhûr,
yoksa
artık, Sûr-i İsrâfîle mi kaldı nüşûr!