(Nikâye) kitâbının fârisî
şerhinde buyuruyor ki:
Nafaka, insanın yaşayabilmesi için lâzım olan şey demekdir.
Bu da, yiyecek, giyecek ve ev olduğu (Hadîka)da
ve (İbni Âbidîn)de, nafaka bâbında ve
hac bahsi başında da yazılıdır. Ya’nî mutbah masrafı ve giyim eşyâsı masrafı ve
ev kirâsı ile ev eşyâsı masrafıdır. Bu masraflar, şehrin âdetine, piyasaya ve
akrabâ ve arkadaşlara göre ayârlanır. Zemâna ve hâle göre değişir. Her
memleketde başkadır.
[Te’mîn etmesi farz olan nafakayı fıkh âlimleri üçe
ayırmışlardır. Birincisi, bedeni ve rûhu besleyen gıdâ ve hastalıklardan
koruyan devâlardır. Rûhun ve kalbin gıdâsı ve devâsı, ilmdir. İslâm ilmleri
ikiye ayrılır: Din bilgileri ve fen bilgileri. Din bilgileri, Ehl-i sünnet
âlimlerinin kitâbından öğrenilir. Bunlardan îmân ve fıkh bilgileri, her
memleketde vardır. İslâmın gizli düşmanları, bilhâssa ingiliz câsûsları, islâmiyyeti
içerden yıkmak için, uydurma din kitâbları yazıp dünyânın her yerine
gönderiyorlar. Gençlerin bu yaldızlı kitâbları okuyup aldanmamaları çok
mühîmdir. Elhamdülillah, Hakîkat Kitâbevi, Ehl-i sünnet âlimlerinin kitâblarını
bol bol basdırıp, bütün dünyâya göndermekdedir. Bu kitâblar kalblere, rûhlara
gıdâ olmakda, islâm bilgilerini doğru olarak bütün memleketlere yaymakdadır.
Müslimân evlâdları, fen bilgilerini de, müslimân fen adamlarının kitâblarından
öğrenmeli, islâmiyyeti fenne düşman gibi gösteren masonların ve zındıkların
kitâblarını okuyup aldanmamalıdır.]
Nafakayı veyâ bunların parasını vermek, beş
sebeble farz olur:
1 - Zevcesi zengin olsa bile, bunun nafakasını vermek, zevc
üzerine farzdır. Zevcesi kâfir ise, nafakası yine farzdır. Nafaka, nikâhdan
sonra hemen farz olur. Zevc ve zevce fakîr iseler, fakîr nafakası verir. Zengin
iseler, zengin nafakası vermesi lâzımdır. Zengin nafakasında, zevceye, ev
işlerini yapdırması için bir hizmetci de tutması lâzımdır. İkisinden biri
zengin olup, öteki fakîr ise, orta hâl nafakası verir.
İbni Âbidîn “rahmetullahi teâlâ aleyh” diyor ki, (Nafaka,
islâmiyyetde, ta’âm, kisve ve süknâ demekdir. Kitâbların çoğunda, yalnız ta’âm
ma’nâsına kullanılmak âdet olmuşdur. Fakîr olan zevcin, zengin olan zevcesine,
orta hâllilere âdet olan nafaka vermesi lâzımdır. Fakîr nafakası verip, aradaki
farkı, zengin olunca öder. Zevce, zevcinin gücü olup da, nafaka vermediğini
şikâyet ederse, hâkim nafaka ta’yîn edip vermesini emr eder. Yine vermezse,
zevci habs edip malını satarak, zevcesinin nafakasına sarf eder. Malını bulamaz
ise, fakîr olduğu anlaşılıncaya kadar habsde bırakır. Boşanmalarına karâr
vermez. Fakîr olup veyâ gâib olup nafakanın üçünü de veremediği için de,
aralarını ayırmaz ve habs de etmez. Şâfi’î mezhebinde, zevce isterse, hâkim
fakîr olan zevcinden ayırır. Hanefî hâkim, aralarını ayırabilmek için, Şâfi’î
olan bir hâkimi kendine vekîl yapar. Ayrılmak istiyen kadının dilekçesini buna
verir. Zevce ve zevc mahkemeye getirilir.
Zevce, nafaka vermediğini iki şâhid ile isbât eder ve zevc nafaka
vermeğe gücü yetdiğini isbât edemezse, aralarını ayırır. Gâib olan zevcin fakîr
olduğu anlaşılamıyacağı için, ayırmaz. Hanbelî mezhebinde, gâib olan zevcinden
nafaka almadığını isbât eden zevceyi de hâkim ayırır.
Hanefî mezhebindeki hâkim nafaka vermiyen fakîri ayırmaz ise
de, aylık veyâ senelik nafaka parası tesbît edip, zevce zengin ise, kendi
malından kullanmasını, fakîr ise, zevci ölmüş olsaydı, buna ve küçük
çocuklarına nafaka vermeleri farz olan zevcin ve zevcenin mahrem akrabâlarına,
buna şimdi ödünc vermelerini veyâ veresiye mal satmalarını emr eder. Ödünc
vermiyenleri veyâ satmıyanları habs eder. Böylece, zevcenin anası, babası,
amcası, erkek kardeşi ve çocukların amcaları, erkek kardeşleri veyâ kendisi
vermiş olduklarını, zevc zengin olunca bundan alırlar. [Ödünc, veresiye verecek
zengin akrabâ yoksa, Beyt-ül-mâl, ya’nî devlet ödünc verir. Bu da vermezse,
erkekle karışık olmıyan kadın işinde çalışır. Mese-
lâ,
hastahânede yalnız kadın hastalara bakar. Kadın ölüsünü yıkar. Süt annelik,
ebelik, kızlara hocalık yapar.] Hâkim, bunları da zevcine ödetir. Talâk iddeti
zemânında, nafaka sâkıt olmaz. Kadının iddet zemânı bitince, nafaka kesilir.
[Zarûret olmadan boşayarak evini barkını, yuvayı yıkmak,
huzûru, se’âdeti kaçırmak ve boşadığı kadına mehr parasını ödemek, bir erkek
için kolay şey değildir. Kadın, zevcine yemek hâzırlıyarak, çamaşırını
yıkayarak, yırtıklarını dikerek, çocuklara din ve ahlâk bilgisi vererek,
zevcinin râhat ve mes’ûd yaşamasını sağlar. Tatlı sözleri ile zevcini
neşelendirir. Zevcesini boşayan erkek, bu ni’metlerden mahrûm kalır. Çünki,
boşama âdeti olana kimse kızını vermez. Boşanılan kadının nafakasını vermek,
babasına, babası yoksa, zengin akrabâsına farz olur. Zengin akrabâsı yoksa,
islâmiyyete tâbi’ olan kadına, Beyt-ül-mâlın, ya’nî hükûmetin ma’âş vermesi
lâzım olur. İslâmiyyetin bu emri yapılmazsa, kadın çalışıp kazanmağa mecbûr
olur. Görülüyor ki, islâm dîninde, kadın değil, erkek acınacak hâldedir. Kız
olsun, dul olsun, evli olmıyan fakîr kadına babası bakmağa mecbûrdur. Bakmazsa
habs olunur. Babası yoksa veyâ fakîrse, zengin akrabâsı bakacakdır. Bunlar da
yoksa, devlet ma’âş bağlıyacakdır. Müslimân kadının çalışıp kazanmağa hiç
ihtiyâcı yokdur. İslâm dîni, kadının bütün ihtiyâclarını erkeğin sırtına
yüklemişdir. Erkeğin bu ağır yüküne karşılık, mîrâsın hepsinin yalnız erkeğe
verilmesi lâzım iken, Allahü teâlâ, kadınlara burada da ihsânda bulunarak,
erkek kardeşlerinin yarısı kadar da mîrâs almalarını emr buyurmuşdur. 1029. cu
sahîfeye bakınız! Zevc, zevcesini, evin içinde veyâ dışında çalışmağa
zorlayamaz. Kadın arzû ederse ve zevci izn verirse, erkek bulunmıyan yerlerde,
mestûre olarak çalışması câiz ise de, kazandığı kendi mülkü olur. Hiç kimse,
bunları ve mîrâsdan eline geçeni, kadından zorla alamaz. Kendisinin ve
çocukların ve evin herhangi bir ihtiyâcına sarf etmesi için zorlanamaz.
Bunların hepsini zevcin alıp getirmesi farzdır. Şimdi, komünist memleketlerde,
kadın da, erkeklerle birlikde, buğaz tokluğuna, hayvanlar gibi, en ağır işlerde
zorla çalışdırılıyor. Hür dünyâ dedikleri hıristiyan memleketlerde ve islâm
ülkeleri denilen arab memleketlerinde, (Hayât müşterekdir) denilerek, kadınlar
da, fabrikalarda, tarlalarda, ticâretde, erkekler gibi çalışıyorlar. Çoğunun evlendiklerine pişmân oldukları, mahkemelerin
boşanma da’vâları ile dolu olduğu, günlük gazetelerde sık sık
görülmekdedir. Kadınlar, islâm dîninin kendilerine verdiği kıymeti, râhatı,
huzûru, hürriyyeti ve boşanma hakkına mâlik olduklarını bilmiş olsalar, bütün
dünyâ kadınları, hemen müslimân olurlar ve islâmiyyetin her memlekete yayılması
için çalışırlar. Fekat, ne yazık ki, bu hakîkatleri anlıyamıyorlar. Allahü
teâlâ, bütün insanlara, islâm dîninin ışıklı yolunu, doğru olarak öğrenmek
nasîb eylesin!]
(Bahr-ür-râık)da diyor ki, (Zevcin,
zevcesine nafakayı temlîk etmesi farzdır. Zevcenin aldığı nafaka, mülkü olur.
Bunu satabilir. Hediyye ve sadaka verebilir. Zengin olan zevc nafaka vermezse,
hâkim bunun malını satıp nafakayı verir. Evini satmaz. Açıkda malı yoksa, bunu
habs eder. Kisve, senede iki dır’ ve iki himâr ve iki milhafedir. Milhafe,
kadının sokağa çıkarken giydiği bir şeydir. [Şimdi buna ferâce, saya, manto
deniyor.] Bunların biri yazlık, biri kışlıkdır. Şimdi, bunlara iç donu, cübbe
[kalın manto], yatak, yorgan da ilâve etmek lâzımdır. Kış mevsiminde, dır’
yünden, manto ve himâr ipekden olur. [Himâr, baş örtüsüdür.] Ayakkabı, mest
sokağa çıkmak için olduklarından, nafakaya dâhil edilmemişdir. Fekat, zemânın
ve memleketin âdetine göre dâhil edilirler. Dır’ göğsü açılabilen uzun
gömlekdir. Kamîs, omuzu açılabilen uzun gömlek [ya’nî antâri]dir. Memleketin
âdetine göre, kadına lâzım olan gıdâ, elbise ve ev eşyâsının hepsi nafakaya
dâhil olur. Zevcin bunları getirmesi lâzımdır. Lâzım olduğu zemân getirmezse
veyâ hıyânet ederse, zevce, zevcinin parası ile kendi satın alıp getirir.
Yâhud, vekîl tutar. Bu vekîl satın alır. Lâzım olan şeylerin kadında bulunması,
bunların nafakadan düşmesine sebeb olmaz. Kadın kendi malını kullanmağa
zorlanamaz. Kullanırsa, zevc bunların parasını zevcesine öder. Herşeyi erkeğin
getirmesi lâzımdır. Kadını çalışıp ka-
zanmağa
zorlaması harâmdır. Nâşize olan, ya’nî zevcinden kaçan zevceye nafaka verilmez. Geri gelince, nafaka da başlar. Üç günlük
yoldan uzakda olan zevce, mahremi olmadığı için, zevcinin yanına
gitmezse veyâ zevc, zevcesini böyle uzağa götürmek ister, o da gitmezse, nâşize
olmaz. Zevc, kendi mülkü olan veyâ kirâladığı yâhud âriyet olarak aldığı evde
zevcesini oturtur. Sâlih komşular arasında barındırması lâzımdır. Sâlih
komşuları olmıyan ev, şer’î mesken değildir).
[(Hindiyye)de diyor
ki: (Ev zevcenin mülkü olup, zevcini evine sokmazsa, nafakası verilmez. Beni
evine götür derse, zevc de götürmezse, kendi evine sokmadığı için nafakasını
kesemez. Zevcinin gasb etdiği evde oturmak istemiyen kadının nafakası kesilmez.
Kadın, nemâz kılmıyan zevcinden ayrılmaz. Zemânımızda, zevc, zevcesini başka
memlekete götüremez. Zevc üç günden uzak memleketde olup, yol parası
göndererek, zevcesini yanına çağırır, o da mahremi olmadığı için gidemezse ve
zevcin evinde hastalanan kadının nafakaları kesilmez. Şâhidsiz nikâh ile
yapılan izdivâcda nafaka lâzım olur. Zevce, yemek pişirmek için ücret
istiyemez. Pişirmeğe de zorlanamaz ise de, zevci ona peynir, zeytin gibi şeyler
getirir. Kadının zevcine karşı temiz ve zînetli olması vâcibdir).
(Bezzâziyye)de diyor ki: (Babası
hasta olup, bakacak kimse bulunamazsa, zevcinden iznsiz gidip hizmet eder.
Zimmî baba da böyledir. Zengin olan oğul, zengin olan babasına bakmağa mecbûr
değildir). Hediyyeleşmeleri sünnetdir. Anaya, babaya karşı gelmek, sert
konuşmak, kalblerini incitmek harâmdır. İslâm kadını, her zemân bir milhafe ile
örtünmüşdür. Bu da, geniş manto demekdir. İki parça olan çarşaf sonradan ortaya
çıkmışdır. Şimdi çarşaf âdet olan yerlerde çarşafla, manto âdet olan yerde
geniş manto ve kalın baş örtüsü ile
örtünmelidir. Mubâh olan şeylerde âdete uymamak fitneye sebeb olur.
Harâm olur].
Zevcin izni ile zevcesi babasının evinde olunca, hasta
olunca nafakası kesilmez. Zevcinin evinde kendisini teslîm etmezse, nafaka kesilmez.
Borcu olduğu için habs edilmiş olan ve düğünden önce hasta olan ve başkası ile
hacca giden kadına nafaka verilmez. Hacca zevci ile giden kadına, evdeki nafaka
verilir. Seferî nafaka verilmez ve yol
parasını vermek vâcib olmaz. Cenâze masrafı nafakaya dâhildir. Vefât eden
kadının cenâze masrafını zevci verir. Kadının mirâsını alanlar vermez.
Zevc nafaka vermezse veyâ fakîr olup, habsde, firârda olup
vermezse, hâkim zevcesini ayırmaz. Zevcin ve zevcenin zengin olan mahrem
akrabâsına, buna zevci adına ödünc olarak veyâ veresiye satarak vermelerini emr
eder. Vermiyeni habs eder. Parayı, malı veren, sonra zevcden ister. Ödemezse,
habs olunur. Mahkeme karârı olmadan, ödünc veyâ veresiye alırsa, zevcden
istemez. İmâm-ı Şâfi’î “rahmetullahi teâlâ aleyh”, hâkim zevceyi ayırır dedi.
Kocasından nafaka alamıyan Hanefî bir kadın, boşanmak isterse, Şâfi’î
mezhebindeki hâkime başvurur.
Geçmiş zemânın nafakası, zevcden istenemez. Ancak, her ay
vermeği sözleşirlerse veyâ hâkim emr etmiş ise, almadığı aylıkları, ölünciye
kadar istiyebilir. Zevc, birkaç ay veyâ yıl için peşin verdiği nafakayı, zevce
bu müddet bitmeden ölürse, geri alamaz. İmâm-ı Şâfi’î “rahmetullahi teâlâ
aleyh”, zevc hesâb ederek, geri kalan zemâna düşen nafakaları geri alır dedi.
Zevcin akrabâsından hiç kimsenin evde bulunmasını istememek,
zevcenin hakkıdır. Zevce izn verirse, zevc mahrem akrabâsını evinde
bulundurabilir. Fakîr nafakası için, kilidi olan bir oda, mutbah ve halâ
yetişir. Zevc, zevcesinin ana, baba ve kardeşlerini bile eve sokmıyabilir. Fekat
görmelerine ve konuşmalarına mâni’ olamaz. Bunlardan sâlih olanlarına, haftada
bir kerre, gelip oturmaları için mâni’ olmaması iyi olur. Diğer akrabâsının da, senede bir kerre gelip
oturmalarına mâni’ olmamalıdır. [Zevcesinin sâlih olan akrabâsını, kendi
de da’vet eder. Karşılar. Anasının, babasının ellerini öper. Yiyecek, içecek
ikrâm eder. Onlarla sohbet eder. Emr-i ma’rûf ve nehy-i münkerde bulunur. Başka
şehrden gelmiş olanlarına, gece kalmalarını söyler. Onların kalblerini
kazanmağa, hayrlı düâlarını al-
mağa
çalışır. Kendisinin ve zevcesinin akrabâsından fâsık olanlar [kötü kimseler],
zevcesinin dînini, ahlâkını bozmak istiyenler varsa, onları evine almaz ve
evlerine gitmez. Onlarla görüşmez ve zevcesini görüşdürmez. Fekat, onlara da ve
hiçkimseye sert davranmaz. Hattâ, münâkaşa etmez. Fitne çıkmasına sebeb olmaz.
Dinlerine ve dünyâlarına zarar gelecek şeylerden sakınır. Herkese karşı, güler
yüzlü olmalıdır.
(Ukûd-üd-dürriyye)de diyor ki: (Zevc
sefere çıkmak isteyince, zevcesi, nafaka vermiyeceğinden korkarak, bir aylık
nafakası için, kefîl göstermesini hâkimden istiyebilir. Sefere çıkmıyan
zevcinden kefîl istiyebilmesi için, nafaka mikdârının, hâkim tarafından veyâ
ikisi aralarında anlaşarak tesbît edilmiş olması lâzımdır). (Behcet-ül-fetâvâ)da diyor ki: (Zeyd kızını Amre
tezvîc edip, Amr zevcesini çağırmadığı için, zevcesinin babası evinde kaldığı
zemânın nafakasını verir). (Feyziyye)de
diyor ki: (Zevci zengin olan kadın, oğlundan nafaka istiyemez. Bâlig ise de,
farz olan ilmleri tahsîl etdiği için fakîr olana, zengin olan babası bakar). (Bahr-ül-fetâvâ)da diyor ki: (Zevci nafaka
bırakmadan, başka diyâra giden kadın, zevcinin emânet bırakmış olduğu maldan
nafaka vermesi için, emânet bulunan kimseyi zorlıyamaz. Hâkim vâsıtası ile
alabileceği, (Hindiyye)de yazılıdır.
İnsan, hayvanına nafaka vermesi için, İmâm-ı Ebû Yûsüfe göre cebr olunur.)
Otuzdokuzuncu maddeye bakınız!]
Bâin ve ric’î talâkla boşanan kadının, iddet zemânında,
nafakasını zevcin vermesi farzdır. Mürted olmak veyâ üvey oğlunu şehvetle öpmek
gibi suç ile ayrılarak veyâ kocası ölerek iddet bekliyen kadına nafaka vermesi
farz değildir. Üç talâkda boş olan kadın, iddet zemânında mürted olursa, nafaka
verilmez.
[Şimdi, hayât müşterekdir diyenleri işitiyoruz. Bu sözleri
doğrudur. Fekat, bu sözün ma’nâsı, onların anladıkları gibi değildir. Ya’nî,
kadın da gitsin, para kazansın demek değildir. Bunun ma’nâsı, erkek gitsin,
çalışsın, kazansın. Lüzûmlu şeyleri, dışardan alıp getirsin. Kadın da, hergün
zevkınde gezmeyip, boş vakt geçirmeyip, ev içindeki kadınlık vazîfelerini
yapsın demekdir. Erkeğin vazîfesi, dışardaki işleri, kadının vazîfesi içerdeki
işleri yapmakdır.]
2 - Fakîr çocuğun nafakasını yalnız babası verir.
Babası fakîr ise, babasına ödetmek üzere, zengin olan anası verir. Anası da fakîr
ise, zengin olan dedesi verir. Çocuk zengin ise, kendi malından nafakalanır.
Malı olmıyan yetîmin anası, dayısı ve amca çocukları zengin olsalar, nafakasını
anası verir. Babası gâib, anası fakîr, amcası zengin olan çocuğun nafakasını
amcası verir. Yakın asebe gâib veyâ fakîr olunca, uzak olanı verir. Anadan
başkası, çocuğa verdiği nafakayı babasından istiyemez. Anası, çocuğunu
emzirmeğe zorlanamaz. Para ile emzirecek başka kadın bulunamazsa, ananın
emzirmesi vâcib olur. Anaya ücret verilmez. Boşanan anayı, iddetden sonra, para
ile süt anası tutmak câiz olur. Ana ücret ile, yabancı kadın parasız emzirmek istese,
çocuk yabancıya emzirtilir.
Erkek çocuğa, bâlig oluncaya kadar nafaka verilir. Kız
çocuklara evleninciye kadar ve bâlig olan hasta oğula iyi oluncaya kadar babası
bakar. Bunlar zengin ise, kendi malları ile nafakalanırlar. Veled-i zinâya
babası nafaka vermez.
(Lakît), geçim sıkıntısı veyâ
nâmûs korkusu ile terkedilmiş çocuk demekdir. Çocuğu terk etmek günâh, görünce
alıp ölümden kurtarmak şehrde sünnet, tenhâ yerde ise farzdır. Kuyuya düşecek
a’mâyı kurtarmak da böyledir. Dâr-ül-islâmda bulunan çocuk, hür ve mü’min olur.
Nafakası ve sultân nikâhını yapınca mehr parası çocuğun malından veyâ
akrabâsından alınır. Bunlar yoksa, Beyt-ül-mâl verir. Çocuğu başkası bundan
zorla alamaz. Benim çocuğumdur diyen bir adamın sözü kabûl edilir. Kadın
söylerse, iki şâhid istenir. İlm öğretilir. Sonra san’ate verilir. Bulunduğu
yerin mülkî âmirinden izn almadan sünnet etdirilemez ve malı satılamaz ve
iznsiz yapılan masraflar, çocuğa teberru’, ya’nî hediyye olur.
3 - Zengin olan
çocukların, fakîr olan ana babalarına nafaka vermesi farzdır. Kız ve oğlan
çocuklar eşit mikdârda verir. Anaya, babaya bakmak, bunlar öldük-
de
dahâ çok mîrâs alacak olana farz değildir. Bunlara dahâ yakın olana ve onların
parçası olana farzdır. Oğlunun oğlu ile kızı bulunan anaya, babaya yalnız
kızları bakar. Hâlbuki, mîrâsı kız ile torun yarı yarıya alır. Kızının çocuğu
ile erkek kardeşi bulunana, torunu bakacakdır. Hâlbuki, mîrâsın hepsini erkek
kardeş alır. Kızlarının çocuklarına hiç mîrâs düşmez. (Hazânet-ür-rivâyât) sâhibi “rahmetullahi teâlâ
aleyh” diyor ki, (Anadan babadan birine iyilik edince öteki incinirse, babaya
hurmet, saygı, itâ’at etmeli, anaya hizmet ve yardım ve ihsân etmelidir.
Babanın oğluna kızması, bağırması câizdir. Baba, çocuğuna vereceği emri, onun
yapmıyacağını anlarsa, onu ısyân günâhından korumak için, emr etmemeli, bunu
yaparsan iyi olur demelidir). (Fetâvâ-i Hayriyye) sâhibi
“rahmetullahi teâlâ aleyh” diyor ki: (Kazandığı, geçimini karşılayabilen fakîr
kimsenin, fakîr babasına nafaka vermesi farz değildir. Fakîr olan anasını,
babasını kendi evine alıp, birlikde geçinirler. Zevceyi döğmek, eziyyet etmek,
nafakasını tam vermemek, onsuz başka şehre yerleşmek harâmdır. Büyük günâhdır.
Kıyâmet günü, bunun süâli çok çetin, azâbı da, pek elîm olacakdır. Hâkim
tarafından ta’zîr olunması, cezâlandırılması lâzımdır. Gücü yetdiği hâlde, üç
cins nafakadan birini vermezse, habs olunur)].
4 - Âkıl ve bâlig olmayan oğlan ve her yaşdaki evlenmemiş
veyâ dul kız ve hasta veyâ kör adam fakîr olup, babaları yok ise, nafakalarını
vermek, zengin olan zî rahm-i mahremleri üzerine, mîrâs mikdârı ile farz olur.
Farz olması için, mahkemede da’vâ açması lâzım olduğu, (Fetâvâ-i Hayriyye)de yazılıdır. Herbiri, o gün
için alması lâzım gelen mîrâs mikdârlarına göre ortaklaşa verirler. Bunlar,
neseb (soy) bakımından nikâhı ebedî harâm olan yedi kişidir. Bunlardan zengin
olanları, fakîr olan zî rahm-i mahremlerine ortaklaşa bakmağa mecbûrdurlar. Bir
kimsenin dayısı ve amcasının oğlu olsa, bunun nafakasını, dayısı verecekdir.
Çünki, bu kimse kadın farz edilirse, dayısı mahremdir. Amcası oğlu ise
nâ-mahrem olur. Nâ-mahremin nafaka vermesi farz değildir. Mahrem, mîrâs almasa
da, nafakayı mahrem verir. Fakîr olan küçük çocuğun anası ve kız kardeşi ve
amcası zengin olsalar, nafakanın üçde birini anası, yarısını kardeşi, gerisini
amcası verir. Fakîr bir kimsenin, zengin bir kız kardeşi ve baba bir kız
kardeşi ve ana bir kız kardeşi varsa, bu kimseye üç kız kardeşi ortaklaşa
bakar. Nafakanın beşde üçünü kız kardeşi, beşde birini baba bir kız kardeşi,
beşde birini de, anadan kız kardeşi verir. Çünki, bu kimse ölseydi, mîrâsı bu
oranda paylaşırlardı. (Behcet-ül-fetâvâ) da
diyor ki, (Küçük çocuğun, anası ve iki kız kardeşleri ve amcası bulunsa ve
hepsi zengin olsa, nafakayı altıda birer anası ve amcası verir. Kardeşleri de
altıda ikişer verirler).
Başka dinden olan, ya’nî müslimân olmıyan zî rahm-i mahrem
akrabâya nafaka vermek farz değildir. Fekat, zimmî olan anaya, babaya,
çocuklara ve zevceye nafaka vermek farzdır. Zevcden ve fakîr çocukları olan
babadan başka hiçbir fakîrin nafaka vermesi farz değildir. Zevceden başka,
hiçbir zengine nafaka verilmesi farz değildir. Kurban kesmek nisâbına mâlik
olan kimse zengindir. Bu nisâba mâlik olmıyana fakîr denir. Baba kendi nafakası
için oğlunun malını satabilir. Fekat, binâyı, toprağını satamaz. Ana ise,
nafaka yapmak için oğlunun malını satamaz. Üçüncü kısmda, 3. maddenin sonuna
bakınız!
[Bir kadının, kızın, anası, babası ve mahrem akrabâsı yok
ise veyâ mevcûd olup fakîr iseler ve Beyt-ül-mâl, ya’nî devlet de yardım etmez
ve kimse ve hayr cem’iyyeti imdâd etmezse, bu kadın, kendinin, çocuklarının ve
hastalık, ihtiyârlık sebebi ile çalışamıyan fakîr ana, babasının nafakalarını
temîn etmek için çalışmak zorundadır. Erkekle karışık olmıyan kadın işlerinde
çalışır. Erkek bulunmıyan iş yok ise, sıhhatini, dînini, nâmûsunu, müslimânlık haysiyyetini ve şerefini koruyacak kadar
farz olan nafaka kazanmak için, yabancı erkeklerin bulunduğu yerde örtülü
olarak çalışması câiz olur. Bu nafakayı kazanmasında mâni’ olunması,
ikrâh olur.
Böyle ihtiyâcdan fazla, orada kalması câiz olmaz. Dâr-ül-harbde zâlimler, çalışırken, başını,
kollarını açması için ikrâh ederlerse, zorlarlarsa, açmazsan, burada
çalışma, git derlerse, örtülü olarak çalışacak başka yer bulamayınca, kolları
açık çalışması, Ebû Yûsüf kavline göre câiz olur. Kadının kulaklarından sarkan
saçlarını örtmesi farz değildir diyen âlimlerin de mevcûd olduğu, (İbni Âbidîn)de
ve (Hindiyye)de yazılıdır. Harac olduğu
zemân, bu za’îf kavl ile amel etmek câiz olur. Başında bulunan saçları
örtmenin farz olduğu sözbirliği ile bildirildi ise de, bunun açılması, ikrâh
olunmak sebebi ile câiz olur. Üçüncü kısmda, (26). cı maddeye bakınız! Böyle
ikrâh olunan kadın, her zemân, erkekle karışık olmıyan veyâ örtülü çalışacak
yer aramalıdır. Bulunca, orada çalışması lâzım olur. Saçlarını, kollarını
sokakda, gidip gelirken hep örtmelidir. Müslimân erkekle evlenince, bunun
nafakasını zevci te’mîn etmeğe mecbûrdur. Zengin olmadığı için, anasına,
babasına ve çocuklarına nafaka vermesi
lâzım gelmez ise de, zevcinin izni ile çalışıp onlara bakması lâzımdır.
Öğrenmesi farz ilmleri öğrenmek de, nafaka kazanmak gibidir.]
5 - Kölenin, câriyenin nafakasını vermek, efendisine
farzdır. Efendisi nafaka vermezse, kölesi, çalışıp kazandığından kendine nafaka
yapar. Köle ve câriye çalışamıyacak hâlde ise, hâkim, efendiye, bunları
satmasını emr eder.
İbni Âbidîn beşinci cild, ikiyüzyirmiüçüncü
sahîfede buyuruyor ki:
(Avret yerini örtecek ve soğukdan, sıcakdan korunacak kadar
giyinmek farzdır. Pamuk, keten ve yün kumaş iyidir. Erkek kamîsi, ya’nî
antârisi ve paltosu bacağın ortasına kadar, kolları parmak ucuna kadar uzun
olması sünnetdir. Kol ağzı bir karış olmalıdır. Orta hâlli giyinmeli, şöhretden
sakınmalıdır. Ni’meti göstermek için iyi ve kıymetli giyinmek müstehabdır.
Bayramlarda, topluluklarda, güzel, süslü giyinmek mubâhdır. Her zemân böyle
giyinmek iyi değildir. Öğünmek için, gösteriş için giyinmek mekrûhdur. Beyâz ve
siyâh giyinmek müstehabdır. Resûlullahın antârisi, gömleği ve donu beyâz pamuk
bezdendi. [Mekkeyi feth eylediği gün, mubârek başlığının ve paltosunun siyâh
olduğu, İbni Âbidîn, beşinci cildi, dörtyüzseksenbirinci sahîfesinde ve (Mecma’ul-enhür)de yazılıdır.] Yeşil giyinmek
sünnetdir. Domuzdan başka yırtıcı hayvan leşlerinin postları, derileri
dabaglanınca temiz olur. Besmele ile öldürülenlerin postları ve derileri
temizdir. Derileri üzerinde nemâz kılınır. Bunlarla yapılan elbiseleri,
kürkleri ve kürklü paltoları, başlıkları giymek erkeklere câizdir. Kadınların
erkekler gibi giyinmeleri, erkek işleri yapmaları câiz değildir. Erkeklerin,
donu, pantalonu ayaklarını örtecek kadar uzatması mekrûhdur. Nemâz dışında, pis
elbise giymek mekrûhdur). [El, ayak, parmak, burun, diş, göz, kalb ve başka
uzvlar bozulunca, kopunca yerlerine ma’den, plâstik koymak, diri ve ölü
insandan organ nakl etmek câiz olduğu, Hindistân âlimlerinin neşr etdiği (El-muallim) mecmû’ası, 1406 nushasında
yazılıdır. Çünki, bir organı kurtarmak, hayâtı kurtarmak gibi zarûrîdir. Diri
insanın organını, etini yimek câiz değildir.
Kanını nakl etmek câizdir. Kadınların ve erkeklerin traşda, tuvalet yapmakda ve
giyinmekde birbirlerine benzemeleri harâmdır. Erkeklerin yanak üzerine
saç uzatarak kadınlara benzemelerinin harâm olduğu (Hadîka)
beşyüzellisekizinci sahîfesinde yazılıdır. Kadının, insan saçını,
kendi saçı arasına örerek birleşdirmeyip de, kendi saçına iplikle, bez şeridle
bağlamasının ve hayvan kılları eklemenin harâm olmadığı, (İbni Âbidîn) beşinci cildi, ikiyüzotuzsekizinci,
(Hadîka) ikinci cildi,
beşyüzyetmişdokuzuncu ve (Fetâvâ-i kübrâ)nın
yüzyetmişdördüncü sahîfelerinde yazılıdır. İnsan ve hayvan kılından ve naylon
gibi ipliklerden yapılmış olan, (Peruk) denilen
takma saçları ve kirpikleri kullanmak câiz olduğu anlaşılıyor ise de, ihtiyâc
ile zîneti birbirine karışdırmamalıdır. İhtiyâc için câiz olan şeyi, süs,
gösteriş için takmak câiz değildir. Erkekler arasında başını açmak zarûreti
olduğu zemân, kadının başını ve kendi saçlarını peruk takarak örtmesi câiz ve
lâzım olur. Zarûret olunca, avret yerlerini mümkin olan herşeyle örtmek
lâzımdır.
Günâhı yalnız saçını vermiş olana ve bakanadır. İnsanın
saçını ve herhangi bir organı satması harâmdır. Peruk takarak sokağa çıkmak,
zarûret olmadan câiz değildir. Çünki, kadınların yabancılara süslenmeleri
harâmdır. Zarûret ne demek olduğu, (Mecelle)nin
22 ve 42. ci maddeleri şerhlerinde bildirilmişdir.]
(Uyûn-ül-besâir) kitâbının yüzondokuzuncu
sahîfesinde diyor ki, (İnsanın kullandığı şeyler beşe ayrılır. Bunlar zarûret,
ihtiyâc, menfe’at, zînet ve fudûldür. Kullanılmadığı zemân helâke sebeb olan
yasak şeyi kullanmak zarûret olur. Kullanılmaması sıkıntıya, meşakkate sebeb
olursa, ihtiyâc denir. [Fâidesi, menfe’ati olmayıp, yalnız gösteriş için
kullanılan şeye, zînet denir.] İhtiyâc olunca, orucu bozmak câiz olur. [(Bahr-ür-râık)da diyor ki, (Bir ibâdete
başlayınca, bunu özr olmadan bozmak harâmdır. Farz olan orucu bozmak için sekiz
özr vardır: Hastalık, sefere çıkmak, ikrâh ya’nî zâlimin zorlaması, kadının
hâmile olması, çocuk emzirmek, açlık, susuzluk ve ihtiyârlık). Kitâbda
bildirilen ihtiyâc, bu sekiz özrden biri demekdir.] Buğday ekmeği, koyun eti,
yağlı yimek, menfe’atdir. Tatlı yimek, zînetdir. Mubâhları kullanmakda taşkınlık,
fudûldur. Zarûret olunca, yalan yere yemîn etmek câiz olmaz. Ta’rîz söylemek,
ya’nî iki ma’nâlı kelime söyleyip yemîn edilir. Aç kalanın ölmiyecek kadar leş
yimesi, zarûret olur. Abdest alırken elbiseye su sıçraması, hayvan idrâr
yaparken, üstündekinin elbisesine sıçraması zarûretdir. Mecnûnun birden fazla
evlenmesi câiz değildir. Çünki ihtiyâcı olmaz).
[Harâm işlemek veyâ kullanmak, yalnız zarûret mikdârı câiz
olur. Mubâh olan şeyleri, farzları yapabilecek kadar kullanmak zarûretdir ve
farzdır. İhtiyâcı karşılamak için kullanmak, sünnetdir. İhtiyâcdan fazla olan
şeyin menfe’ati varsa, menfe’ati için kullanmak câiz olur. Menfe’ati olmadığı
zemân, zararı da yoksa, zînet olur. Vekâr, hurmet ve sevgi hâsıl etmek ve çok
şükr etmek niyyeti ile zînet eşyâsını kullanmanın müstehab olduğu, (İbni Âbidîn) ve (Bahr)
son cildlerinin sonunda ve Muhammed Bağdâdînin (Hadîka)sının yüzonbeşinci sahîfesinde yazılıdır.
(Hadîka) ikinci cildinin
beşyüzseksenikinci sahîfesinde diyor ki, (Mubâhlarda, şehrin âdetine uymamak
şöhret olur. Bu ise, tahrîmen mekrûhdur. Saç, sakal boyamak böyledir). Zînet
eşyâsını kullanmak da böyledir. Dâr-ül-harbde, ya’nî Fransa gibi, kâfirlerin
yaşadıkları memleketlerde, islâmın vekârını, şerefini korumak ve şöhretden,
fitneden sakınmak vâcibdir. Zararlı olan şeye fudûl, abes ve mâlâ-ya’nî denir.
Bunu kullanmak tahrîmen mekrûh, farza mâni’ olursa, harâm, ya’nî büyük günâh
olur. Birinci kısm, ellidördüncü madde sonuna bakınız!].
[(Bahr-ür-râık)da,
orucu bozmayan şeyleri bildirirken diyor ki, (Erkeğin tedâvî için sürme çekmesi
câizdir. Zînet için çekmesi câiz değildir. (Cemâl) ve
(Zînet) kelimelerini birbirleri ile
karışdırmamalıdır. Cemâl, çirkinliği gidermek, vekâr sâhibi olmak ve şükr etmek
için, ni’meti göstermek demekdir. Gösteriş için, öğünmek için, ni’meti
göstermek, cemâl olmaz, kibr olur. Nefsin za’îf, azgın olduğunu gösterir. Cemâl
ise, nefsin terbiye edilmiş, olgun olduğunu gösterir. (Allahü teâlâ cemîldir. Cemâl sâhiblerini sever) hadîs-i
şerîfi, cemâl sâhibi olmağı medh etmekdedir. Cemâl için yapılan birşey, zînete
de sebeb olursa, zarar vermez. Cemâl için, temiz, güzel giyinmek mubâhdır. Kibr
için giyinmek ise, harâmdır. Böyle giyinince, hâlinde, başkalarına karşı
davranışında bir değişiklik olması, kibr alâmeti olur). Görülüyor ki, cemâl, çirkinliğe,
başkalarının iğrenmelerine, hakâret etmelerine sebeb olacak şeyleri yapmamak,
bunları izâle etmekdir. Zînet, başkalarını imrendirecek, onlara üstünlük
sağlıyacak, öğünecek şeyleri yapmakdır.
Cemâl için, bulunduğu yerde âdet olan şeylerden, harâm olmıyan en iyilerini kullanmalıdır.]
Erkeklere ipek giymek harâm olduğu, ikinci kısm, kırkbirinci
madde sonunda bildirilmişdir. Elbisede ve başlıkda dört parmak genişliğinde
ipek veyâ altın şeridlerin bulunması câizdir. Şerîdler uzun ve sayıları çok
olabilir.
Erkeklerin de her renk elbise giymeleri câiz ise de,
kırmızı, sarı elbise giyme-
leri
tenzîhen mekrûh denildi. Başlık ve takkenin kırmızı ve sarı renklerde dahî
mekrûh olmadığı sözbirliği ile bildirildi. Resûlullahın “sallallahü teâlâ
aleyhi ve sellem” ayakkabısının siyâh olduğu, (Şir’at-ül-islâm)
şerhinde yazılıdır.
(Dürr-ül-muhtâr)ın ve bunun (Tahtâvî) ve İbni Âbidîn hâşiyelerinin son
cildleri sonunda diyor ki, (Tecemmül etmek, ya’nî en güzel elbise giymek
müstehabdır. Halâl şeylerle zînetlenmek mubâhdır. İmâm-ı a’zam Ebû Hanîfe
dörtyüz altın kıymetinde cübbe giyerdi. Talebelerine güzel giyinmelerini emr
ederdi. İmâm-ı Muhammed nefîs elbise giyerdi. İmâm-ı a’zam buyurdu ki, imâm-ı
Ömerin yamalı hırka giymesi, Emîr-ül-mü’minîn olduğu içindi. Güzel giyinseydi,
me’mûrları da güzel giyinirler, fakîrleri, milletden zulm ile mal alırlardı.
Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” bin dirhem gümüş kıymetinde cübbe
giyerdi).
Büyüklere harâm olan şeyleri, çocuğuna yapdıran kimse, harâm
işlemiş olur. Birinci kısmda, 18. ci maddeye bakınız!
(Hadîka)da, bütün bedenle
yapılan günâhların onbeşincisinde diyor ki, çocuğunu ve nafaka vermek lâzım
olan akrabâsını aç bırakarak ve islâm terbiyesinden mahrûm ederek zâyı’ etmek
günâhdır. Analardan, baba ve dedelerden ve çocuklardan, torunlardan başka olan
yakınlara, (Akrabâ) denir. Zengin
kimsenin fakîr ve çalışamıyacak hâlde olan akrabâsına nafaka vermesi vâcibdir.
Çalışabilen erkek büyük akrabâya, fakîr olsalar da, nafaka verilmez. Fakîr olan
yetîm çocukların ve dul kadınların nafakaları, sağlam olsalar da, zengin
akrabâsına vâcib olur. Küçük çocukların anneleri ve amcaları bulunsa, yâhud
anneleri ve ağabeğleri olsa, zengin iseler, çocukların nafakalarını, mîrâs
oranında, ortaklaşa verirler. Babanın, çocuklarına ilm, edeb ve san’at
öğretmesi farzdır. Önce, Kur’ân-ı kerîm okumasını öğretmelidir. Sonra îmânın ve
islâmın şartlarını öğretmelidir. [Çocuk Kur’ân-ı kerîm okumasını ve din
bilgisini öğrenmeden mektebe gönderilirse, artık bunları öğrenecek vakt
bulamaz. Din düşmanlarının tuzaklarına düşerek, onların yalanlarına,
iftirâlarına aldanır. Dinsiz ve islâm ahlâkından mahrûm olarak yetişir. Dünyâda
ve âhıretde felâketlere sürüklenir. Cem’ıyyete ve millete zararlı olur. Kendine
ve başkalarına yapacağı kötülüklerin günâhları, anasına babasına da yazılır.
Çocuğunu, din bilgilerini öğretmeden önce, kâfirlerin, hıristiyanların
mekteblerine göndermenin büyük zararları, (İrşâd-ül-hiyâra
fî-tahzîr-il-müslimîn min medârisin-Nasârâ) kitâbında uzun
yazılıdır. Bu kitâb, Ahmed Zeynî Dahlânın (Hulâsa-tül-kelâm)
kitâbının ikinci cüz’i ile birlikde, Hakîkat Kitâbevi tarafından
basdırılmışdır.]
Ananın, babanın, okutmak ve terbiye etmek için çocuklarını
zorlaması lâzımdır. Kadın çocuğunun okumasına, ahlâkına ehemmiyyet vermezse,
kötü yetişdirirse, erkeğin, (Ben râzı değilim. Günâhı senin olsun!) demesi,
kendisini kurtarmaz. Kötülüğe mâni’ olması lâzımdır. Kadın inâd ederek, fitne
çıkarsa veyâ erkekden gizli yaparsa, erkek günâhdan kurtulur. Böyle kadını
boşamalı diyemeyiz.
Anaya, babaya itâ’at ve ihsân etmelidir. Tâ’at olan, mubâh
olan ve günâh olmıyan şeylerdeki emrlerini yapmalıdır. Zevcenin de, zevcinin
günâh olan emrlerini yapmaması lâzımdır. Her me’mûr ve ast için de böyledir.
Hiç kimseye, günâh işlemeği emr etdiği için, karşı gelinmez. İsyân edilmez.
Mubâh olan işler için verdikleri emrleri yapmak, vâcib değil ise de, câizdir.
Tâ’at olan işlerdeki emrlerini yapmak vâcibdir. Yapması câiz olmıyan emrlerine
karşı ısyân etmemeli, yumuşak, tatlı dil ile özr dilemelidir. Ana, baba, [ve
âmir, müdîr], en kötü günâhı, hattâ küfrü bile emr etse veyâ kendileri kâfir
ise, onlara karşı gelmek, yine câiz olmaz. Ana, baba âciz ve fakîr iseler,
zimmî olsalar bile, nafakaları, çocuğa vâcibdir. Dedeler, nineler de, ana, baba
gibidir. Harbî olanlarına nafaka verilmez.
Zimmî ile harbînin birbirlerinden mîrâs almaları da böyledir. Ana, baba, zimmî
olsalar da, hizmet etmek, ihsânda bulunmak vâcibdir. Küfre teşvîk edenlerine
gidilmez.
Anayı, babayı ve zî-rahm-i mahremleri ziyâret etmek
vâcibdir. Hiç olmazsa, selâm göndererek, tatlı mektûb yazarak ve telefon ederek
bu günâhlardan kurtulmalıdır. Selâmın, mektûbun ve sözle, para ile yardımın
mikdârı ve zemânı yokdur. Lüzûm ve imkânı kadar yapılır. Zî-rahm-i mahrem
olmıyanlara bunlar vâcib değildir. Bunlar önce anaya, sonra babaya, sonra
evlâda, sonra ecdâda, sonra ceddâda, sonra erkek ve kız kardeşlere, amcalara,
halalara, dayılara ve teyzelere yapılır. Bunlardan sonra, zî-rahm-i mahrem
olmıyan amca oğluna, amca kızına ve hala, dayı ve teyze çocuklarına, sonra nikâh
sebebi ile akrabâ olanlara, sonra komşulara yardım ve ihsân etmek çok sevâbdır.
(Hadîka)dan terceme burada temâm oldu.
(Bezzâziyye) fetvâsında, (Menâhî)yi anlatırken diyor ki, (Her çeşid çalgı
dinlemek harâmdır. Fısk anlatan şi’r dinlemek mekrûhdur. Günâh işlemeği istemek
günâh olmaz. İşlemeğe karâr verirse, yalnız karâr vermek günâhı yazılır.
İşlemek günâhı yazılmaz. Küfr ve küfre sebeb olan şeyler böyle değildir.
Bunlara karâr verince kâfir olur. Kâfir olan anaya babaya hizmet etmek,
nafakalarını vermek, ziyâretlerine gitmek lâzımdır. Küfre sebeb olan şeyleri
yapdıracaklarından korkulursa, ziyâretlerine gitmemelidir. Kâfirlerle birlikde
yiyip içmek, bir iki kerre câizdir. Her zemân ise, mekrûh olur. Ücret karşılığı, şerâb yapmak için üzüm sıkmak mekrûhdur.
Kilise ta’mîrinde çalışmak mekrûh değildir. Çünki, bu işin kendisi günâh
değildir). Görülüyor ki, islâmiyyete uymağa gericilik diyen, ya’nî ibâdet
yapmağı ve harâmlardan sakınmağı beğenmiyen ananın, babanın evine gidilmez.
Böyle olan akrabânın evine de gitmek câiz değildir. Başka özrler, sebebler
söyliyerek gitmemeli, kalb kıracak, fitne çıkaracak şeyler söylememelidir. Hiç
kimse ile münâkaşa etmemelidir. Münâkaşa etmek, dostluğu giderir. Düşmanların
çoğalmasına sebeb olur. Fitne çıkarmamalı, dost ile de, düşman ile de tatlı
konuşmalı, herkese karşı güler yüzlü olmalıdır. Bu husûsda, Muhammed Ma’sûm (Mektûbât)ının, üçüncü cildinin 55. ci mektûbunda
geniş bilgi vardır. Bu mektûbun tercemesi, (Hak
Sözün Vesîkaları) kitâbımızın sonunda mevcûddur. Bid’at sâhiblerine
ve açıkca günâh işliyenlere tatlı dil ve güler yüz câiz olmadığı için, zarûret
olmadıkca, bunlarla karşılaşmamağa, görüşmemeğe çalışmalı, zarûret mikdârını
aşmamalıdır.
Anadan, babadan izn almadan cihâda ve tehlükeli olan yoldan
bir yere, hattâ farz olan hacca gitmek câiz değildir. İznleri olmadan ilm
tahsîline gitmek câizdir. Tecribeye, hesâba dayanmıyan, dayansa da dünyâya ve
âhırete fâidesi olmıyan şeyleri öğrenmek böyle değildir. İslâmiyyete fâideli
ilmler böyledir. İslâm düşmanlarının, bid’at sâhiblerinin, mezhebsizlerin
mekteblerine din bilgisi öğrenmek için gitmek, hiçbir zemân câiz değildir.
Ticâret, hac, ömre gibi, tehlükeli olmıyan yolculuklarda, ihtiyâcı olmıyan ana
babanın iznini, rızâsını almak lâzım olmaz. Fekat, hava ve deniz yolculuğu ve
tehlükeli olan kara yolculukları için ve cihâd için rızâlarını almak lâzımdır.
İlm öğrenmek için gidilecek yolda ve yerde emniyyet varsa ve ananın, babanın
yalnız kalarak helâk olmaları tehlükesi yoksa, rızâları olmasa da, gitmek
câizdir. Düşman hücûm edip islâm askeri bozulduğu zemân, çocuk bâlig olmasa
bile, ana babasının rızâsı olmayınca da düşmana karşı savaşa gitmesi câizdir.
Fekat, hiçbir zemân ve hiçbir sebeble anaya, babaya ve hükûmet adamlarına karşı
sert söylemek câiz değildir. Rızâları olmadan gitmek câiz olduğu zemân, gitdiği
yerden sık sık tatlı mektûb ve selâm ve hediyye yollayarak rızâlarını
almalıdır.
KOMŞU HAKKI - Aşağıdaki yazılar,
seyyid Alî zâdenin “rahmetullahi teâlâ aleyh” (Şir’at-ül-islâm)
şerhinden alınmışdır. (Her müslimânın, sâlih komşular [iyi insanlar]
arasında ev araması lâzımdır. Hadîs-i şerîfde, (Ev
satın almadan evvel, komşuların nasıl olduklarını araşdırınız! Yola çıkmadan
evvel, yol arkadaşınızı seçiniz!) buyuruldu. Hadîs-i şerîfde, (Komşuya hurmet etmek, anaya hurmet etmek gibi lâzımdır) buyuruldu.
Komşuya hurmet, onunla iyi geçinmekdir. Onun aç olduğunu bi-
lerek,
kendisi tok yatmamakdır. Allahü teâlânın kendisine ihsân etdiği rızklardan ona
da vermelidir. Onu incitecek söz ve
hareketde bulunmamalıdır. Hadîs-i şerîfde,
Herhangi bir kimseye yapılması harâm olan bir fenâlık,
komşuya yapılırsa, günâhı katkat dahâ fazla olur. Herhangi bir kimseye
yapılması sevâb olan bir iyilik, komşuya yapılırsa, sevâbı katkat dahâ fazla
olur.
Zâhidâ! Aç gözün, sahraya
bak da, ibret al!
Şu direksiz kubbe-i semâya
bak da, ibret al!
Görmek istersen, Cenâb-ı
kibriyânın kudretin,
her sabâh, seher vakti, dünyâya bak da ibret al!
Pâdişâh olsan
da, derler “er kişi niyyetine”,
Var, musallada
yatan mevtâya bak da, ibret al!
Bir kefendir
âkıbet, sermâye-i beğ ve fakîr,
varlığa mağrur
olan, mecnûn değil de, yâ nedir?