Nikâhlanmak, evlenmek
demekdir. (Tatlîk) boşanmak demekdir. (Menâhic-ül-ibâd) kitâbında, islâm
nikâhını şöyle yazmakdadır:
Yedinci fasl, evlenmek edeblerini bildirmekdedir. Nass ve
haberler, evlenmenin dahâ iyi olduğunu bildirdiği gibi, bekâr kalmanın dahâ iyi
olduğu da bildirilmekdedir. İnsanlar, zemânlar ve hâller başka başka olduğu
için, haberler de, başka başka olmuşdur. Eshâb-ı kirâmın ve Tâbi’înin
“radıyallahü teâlâ anhüm ecma’în” zemânları ve hâlleri, evlenmenin dahâ iyi
olduğunu gösteriyordu. Bunda, üç sebeb vardı:
1. ci sebeb: Muhammed Mustafâ
“sallallahü aleyhi ve sellem” zemânında, dünyâyı hıristiyanlık kaplamışdı. Îsâ
aleyhisselâmın rûhâniyyeti dahâ çok olduğu için, onun eshâbının ve ümmetinin
hâline ve zemânına, bekârlık, ruhbânlık, yalnızlık yakışırdı. Papaslar, herkese
râhib olmağı, yalnız yaşamağı emr ediyordu. Allah yolunda
bulunabilmek ve Allahü teâlâya yaklaşabilmek, ancak ruhbânlıkla, ya’nî
evlenmemekle olur sanıyorlardı. Muhammed Mustafâ “sallallahü aleyhi ve sellem”,
rûhî ve maddî hakîkatlerin, üstünlüklerin
hepsini kendinde topladığı için, Onun Eshâbına ve ümmetine, yalnızlık
da, çokluk da, bekârlık da, evlilik de fâideli olmakdadır. Bunlara her ikisi de
ve ikisi arasındaki orta hâl de yakışmakdadır. Papaslar herkese ruhbânlığı,
yalnız, bekâr yaşamağı emr etdiğinden, bunu önlemek için Muhammed Mustafâ
“sallallahü aleyhi ve sellem”, Eshâbının, bekâr yaşamasını yasak etdi. (İslâmiyyetde ruhbânlık yokdur) buyurdu. Bir
hadîs-i şerîfde de, (Nikâh yapmak, benim
sünnetimdir. Sünnetimi yapmıyan kimse, benden değildir) buyurdu.
Dahâ nice hadîs-i şerîfler, zihnlerdeki
yanlış fikrleri kaldırdı. Allahü teâlânın yolunda, yalnız ruhbânlıkla gidilebilir
düşüncesini gönüllerden çıkardı. Eshâb-ı kirâmın ve Tâbi’înin ve Tebe-i
tâbi’înin “radıyallahü teâlâ anhüm ecma’în” zemânı olan ikiyüz sene içinde
yaşıyanlar, bu hadîs-i şerîflerin, papasların bozuk sözlerini çürütmek için
söylendiğini biliyorlardı. Bu zemân geçince, insanın hâline göre, bekârlığın
da, evliliğin de iyi olduğunu bildiren hadîs-i şerîfler meydâna çıkdı. Resûl
“aleyhisselâm”, (İkiyüz yılından sonra, sizin en
iyiniz, hafîfülhâz olandır) buyurdu. Hafîfülhâz nedir dediklerinde, (Zevcesi ve çocuğu olmıyandır) buyurdu.
Bişr-i Hâfî, Bâyezîd-i Bistâmî ve Ebül-Hüseyn Nûrî gibi
büyük âlimler bekâr idi. Hicretin ikiyüz senesinden sonra gelenler arasında,
bunların ve bunlar gibi olanların şereflerini, üstünlüklerini, bu hadîs-i şerîf
haber vermekdedir.
2. ci sebeb: Eshâb-ı kirâm, Tâbi’în
ve Tebe-i tâbi’în, en hayrlı, en iyi bir zemânda yaşadıkları için, îmânları,
sabrları, zühdleri ve tevekkülleri çok kuvvetli, pek kıymetli idi.
(Zemânların en hayrlısı, benim
asrımdır. Ondan sonra kıymetli olan, benim asrımdan sonra gelen asrdır. Dahâ
sonra kıymetlisi, onlardan sonra gelen asrın müslimânlarıdır. Bunlardan sonra,
yalancılık yayılır. Şâhid olmaları istenmediği hâlde, yalancı şâhidlik yapılır)
hadîs-i
şerîfi, onları medh etmekdedir. O büyükler, Resûlullahın sohbetinde bulunmakla,
Ona yakın olmakla, zühdleri, tevekkülleri ve rızâları artdığı için,
evlendikleri zemân, nefsleri islâmiyyetin beğenmediği sebeblere bağlanmaz,
harâm kazanmağa eğilmezdi. Sonra gelenler ise, böyle olmadı.
3. cü sebeb: Muhammed Mustafâ
“sallallahü aleyhi ve sellem”, peygamberlik nûru ile ve doğru firâseti ile
biliyordu ki, islâm dînini, islâm milletini, dünyâya, Eshâb-ı kirâm ve Tâbi’în
ve Tebe-i tâbi’în “radıyallahü teâlâ anhüm ecma’în” yayacakdır. Îmân kal’asını
koruyacakların ve dîn-i islâmı yayacak olanların çoğalması için ve onlar ile dînin
kuvvetlenmesi için, nikâh yapmağı, ya’nî evlenmeği teşvîk buyurdu. Bu üç
sebebden dolayı, Sahâbe-i kirâm ve Tâbi’în ve Tebe-i tâbi’în “aleyhimür-
rıdvân”
zemânlarında, evlenmek lâzım geliyordu. Bunlardan sonra gelenlerin ise, bekâr
kalması da iyi idi. Bunun içindir ki, Süfyân-ı Sevrî “rahmetullahi aleyh”,
yukarıda yazılı hadîs-i şerîfi işitince, (Vallahi, bekâr kalmak, şimdi
halâldir) dedi. Bişr-i Hâfîye sordular ki, (Niye evlenmiyorsun?). (Öyle nefsim
var ki, önce, onu boşamağa uğraşıyorum. Ona başkasını nasıl ekleyebilirim?)
buyurdu.
Şimdi, halâl lokma bulmak azaldı. Harâmdan kendini kurtarmak
güçleşdi. Başkasının da harâma düşmesine ön ayak olmak, dîne de, akla da uyar
birşey değildir. Bununla berâber, bir kimsenin şehveti azarsa, oruc tutarak,
ateşini azaltmağa çalışsın. Oruc ile kuvvetini kıramazsa, bunun nikâh etmesi,
ya’nî evlenmesi farz olur. [Zulm etmek korkusu varsa, bunun evlenmesi tahrîmen
mekrûh olur. Açık gezen, mahrem yerlerini erkeklere teşhîr eden aşağı
kadınların arasına düşerek, nefslerine aldanmakdan, harâm işlemekden
korkanların da bir afîf, temiz müslimân kız bulup evlenmesi farz olur. Böyle
sıkışık durumda olmıyan genclerin, ilm ve ahlâk edinmek için çalışması, ancak hayz
ve nifâs bilgilerini öğrendikden sonra evlenmesi uygun olur.] Evlenme vakti
gelmesi için önce, islâmiyyeti öğrenmek, nefsi, islâmiyyete uyar hâle getirmek,
gönül sâhibi olmak, rüşdü, aklı olgunlaşmak lâzımdır. Ondan sonra, sünneti
yerine getirmek niyyeti ile evlenir. Edebi, hayâsı, ahlâkı olan, dînini,
îmânını, islâmın şartlarını öğrenmiş, islâmiyyete uyan, sokakda islâmiyyetin
emr etdiği gibi örtünen bir kızla
nikâhlanır. İffet sâhibi, dînini kayıran bir kız aramalıdır. Malı çok,
güzelliği çok olanı aramamalıdır. Mal için, güzellik için, iffeti ve
salâhı elden kaçırmamalıdır. Hadîs-i şerîfde
buyuruldu ki, (Kadın, yâ malı için veyâ güzelliği
için, yâhud dîni için alınır. Siz dîni olanı alınız! Malı için alan, malına
kavuşamaz. Yalnız cemâl için alan, cemâlinden mahrûm kalır). (Din
ile cemâl birlikde olması çok iyi olur. Müslimân kızın kâfir erkekle evlenmesi
câiz değildir. Kâfir erkekle evlenmeğe niyyet edince mürted olur. İki kâfir
birbiri ile evlenmiş olur. Her ikisinin de îmân etmeleri ve yeniden nikâhlanmaları
lâzım olur.)
Nikâhdan önce kızı görmek sünnetdir ve iyi geçinmeği sağlar.
Sâliha, iyi huylu, çocuğu olan bir sülâleden ve asîl âile kızı aramalıdır. Dört
kadından kaçınmalı demişlerdir:
1 - Dul olup, eski zevci yanında râhat yaşamışdır. O
râhat günleri hâtırladıkca, ah, of çekmekdedir.
2 - Malı ile, mevkı’ı ile, babası ile öğünüp, başa
kakan almamalı.
3 - Kocasının malını, kendi akrabâsına, tanıdıklarına
dağıtan kızı almamalı.
4 - Kötü huy ve iffetsizlik ile adı çıkıp, kendini ve
kocasını dillere düşüren kadından kaçınmalıdır. (Gübrelikde
biten gülleri koklamayınız!) hadîs-i şerîfi, südü bozuk,
ahlâksızlarla evlenmeği yasak etmekdedir. [Buhârâda Ahmed bin Hafs isminde bir
genç evlenmişdi. Birinci gecesi, kız buna, (Hayz ilmini öğrendin mi?) dedi.
Hayır deyince, kız (Allahü teâlâ, Kendinizi ve
emrinizde olanları ateşden koruyun! buyurdu. Câhil olan nasıl
koruyabilir?) dedi. Bu söz gence hoş geldi. Zevcesini Allaha emânet ederek,
Mervde onbeş sene ilm tahsîl edip imâm-ı Muhammedden de ders aldı. Altı senede
de bunları ezberledi. Âlim olarak,
zevcesinin yanına döndü. Hocası, buna Ebû Hafs-i
kebîr “rahmetullahi teâlâ aleyh” ismini koydu.]
Nikâhlanmak istiyen, birkaç def’a istihâre etmeli. Hak
teâlâya sığınmalı. Nefsin ve kötü kimselerin araya katılmasından koruması için,
yalvarmalıdır.
Nikâhın dört mezhebe de uygun
yapılmasına çalışmalıdır. Şâfi’î ve Hanbelî ve Mâlikî mezheblerinde nikâhın
doğru olması için, birinci şart, bâliga olan kıza da velînin izn vermesi
lâzımdır. Velî, lugatda, dost demekdir. Akâid bilgisinde ârif-i billah
demekdir. Fıkhda ise, erkek akrabâdır. Velî bu üç mezhebde babadır. Baba yoksa,
babanın babası ve onun babasıdır. Bunlardan sonra, erkek kardeşdir. Bundan
sonra, erkek kardeş oğlu, sonra onun oğludur. Sonra amca, sonra amca oğlu ve
onun oğludur. Bunlar yoksa, kâdî [ya’nî
Kur’ân-ı kerîme göre yaşayan âdil bir hâkim] velî olur. Nikâhda velî,
mîrâs sırasına göredir. Ancak Şâfi’î mezhebinde oğul
ve
onun oğlu velî olmaz. İmâm-ı Muhammede göre ve Hanbelî mezhebinde, babadan ve
dedelerden sonra, Şeyhayna göre ise bunlardan önce oğul ve torun velî olur.
Hanefîde, âkıl ve bâlig olan kıza velînin izn vermesi şart değildir. Bâliga
kızdan, nikâhdan önce izn istemek müstehabdır. İzn verilen, vekîl olmuş olur.
İznsiz yapılan nikâhdan sonra kızın kabûl etmesi ise şartdır. Kız râzı olmazsa,
nikâh sahîh olmaz. Kadını, kendisi veyâ vekîli yâhud velîsi evlendirir. [Erkek
velîleri bulunmıyan yetîmleri, Hanefî mezhebinde, anaları tezvîc edebilir.]
Nikâhın ikinci şartı, Hanefî mezhebinde, [fıskı belli olsa
da] îcâb ve kabûl yapılırken, âkıl ve bâlig müslimân iki erkek veyâ bir erkekle
iki kadın şâhid bulunmaları ve îcâb ile kabûlü işitmeleri lâzımdır. Şâfi’î ve
Hanbelîde, şâhidlerin erkek olması ve fıskları belli olmaması şartdır.
Hanefîde, vekîl veyâ velî ile birlikde ayrıca bir erkekle iki kadın da
olabilir. Mâlikî mezhebinde, şâhid lâzım olmayıp, velînin bulunması ve nikâhın
i’lân edilmesi, tanıdıklara bildirilmesi şartdır.
Nikâhın üçüncü şartı, îcâb ve kabûldür. Ya’nî sözleşmedir.
Şâfi’î ve Hanbelî mezheblerinde, iki erkek (nikâh veyâ zevc, zevce)
kelimelerini veyâ bu ma’nâda olan başka kelimeleri kullanarak, sözleşme yapar.
Erkeğin biri dâmâd veyâ vekîli, ikincisi kızın velîsi veyâ vekîlidir. Bu iki
mezhebde, bâkire değilse, kadının izn vermesi de şartdır.
(Ni’met-i islâm)da diyor ki, (Hanefî
mezhebinde, hür ve bâlig erkekle kadın, iki şâhid yanında evlenebildikleri
gibi, birinin veyâ ikisinin de vekîlleri, bunların nikâhlarını yapabilir.
Vekîlin müslimân, âkıl ve temyîz edici olması şartdır. Bâlig ve erkek olması
şart değildir. Vekîl yaparken, şâhide lüzûm yokdur. Bunun için, zevce zevcine,
(Beni herne zemân boşarsan, beni kendine tezvîce seni vekîl etdim) der, zevc de
kabûl ederse, bir bâin talâk ile boşayınca, iki şâhid yanında, (Boşadığım
filâneyi kendime nikâh etdim) derse, nikâh sahîh olur. [Meşhûr tecdîd-i îmân ve
tecdîd-i nikâh düâsını cemâ’at ile okumak bu hükme dayanmakdadır.] Vekîl eden
de bulunduğu zemân, vekîl şâhid yerine geçer. Kız hâzır olunca, bunun velîsi
de, şâhid yerine geçer. Bir baba, kızı yok iken, onu mehrsiz nikâh etse, sonra
söyleyince, kızı susarsa, sahîh ve mehr-i misl lâzım olur. Bir kimse iki
tarafın da, velîsi veyâ vekîli yâhud birine velî, ötekine vekîl yâhud bir
tarafdan asîl, öte tarafdan velî yâhud bir tarafdan asîl, öte tarafdan vekîl
olabilir. İstediğini yap denilen vekîl, başkasını vekîl yapabilir. Bâlig
olmıyan çocuğu, velîlerinden yakın olanı nikâhlar. Velî, asebelerdir. Asebe
yoksa, ana velî olur. Vekîl olmıyan birinin [meselâ bâlig erkek veyâ kızın velîlerinden
birinin veyâ yabancının] yapdığı nikâhı, asîl olan işitince red etmezse, sahîh
olur. Çocuk bâlig olunca, baba ve dededen başka velîlerin yapdıkları nikâhı red
edebilir).
Hanefîde, tezvîc ve nikâh kelimelerini söylemek şart
değildir. Hibe, hediyye etdim, verdim, sadaka etdim, satdım, satın aldım
sözleri ile de nikâh sahîh olur. Yalnız, konuşan iki kişinin de fi’lleri mâzî,
ya’nî ............ dım (geçmiş zemân) olarak söylemesi lâzımdır. Birisi
emr, öteki mâzî şeklinde söyleyince de olur. Velî, bâliga olmamış küçük kızı,
izni olmadan küfvüne nikâh edebilir. Öteki üç mezhebde ise, yalnız, baba bâkire
olan bâliga kızını da nikâh edebilir. Küçük olması şart değildir.
(Mîzân-ül-kübrâ)da diyor ki, (Şâfi’î ve
Hanbelîde, nikâhın sahîh olması için velînin bulunması şartdır. Kadın velî
olmaz. Hanefîde, kadın velîsiz evlenebilir ve kendine birini vekîl yapabilir.
Fekat küfvünden başkasına varırsa, velîsi mâni’ olabilir. Mâlikîde, kadın
eşrâfdan ise ve zengin ise, velînin bulunması şartdır. Böyle değil ise, kadını
vekîli evlendirebilir. Şâfi’îde ve Hanbelîde, fâsık velî olamaz. Hanefîde ve
Mâlikîde olur. Şâfi’îde, yakın velî, sefer uzaklığında ise, uzak velî
evlendirir. Diğer üç mezhebde, evlendiremez. Hanefîde ve Mâlikîde, yakın
velînin gitdiği yer bilinmiyorsa, kızı birâderi evlendirir. Şâfi’îde
evlendiremez. Şâfi’îde, baba ve dede, bâkire kızı, zor ile tezvîc edebilir.
Mâlikîde ve Hanbelîde ced evlendirebilir ise de zorlıyamaz. Hanefîde bâliga
kızı rızâsı olmadan kimse evlendiremez. Üç mezhebde, küçük kızı babasından
başkası evlendiremez. Hanefîde ise, her ase-
besi
evlendirebilir ise de, bâliga olunca, red edebilir. Hanefîde ve Mâlikîde,
velîsi kızı kendine nikâh edebilir. Hanbelîde, velî kendi vekîli vâsıtası ile
yapabilir. Şâfi’îde, vekîl ile de yapamaz. Üç mezhebde kadın ve velîleri râzı olunca, küfvün gayrısı ile evlenebilir.
Hanbelîde ise evlenemez. Şâfi’îde ve Mâlikîde bir velî, kadını arzûsu
ile, küfvünün gayrısına veremez. Hanefîde verebilir.
Şâfi’îde, küfv, nesebde, san’atda, dinde, aybsız olmakda ve
hürriyyetde şartdır. Mâlikîde küfv yalnız dinde olur. Hanefîde dinde, nesebde
ve malda olur. Bütün mezheblerde, erkeğin
müslimân olması, kızın müşrik olmaması birinci şartdır. Hanefîde, küfvüne
varmıyan kadını velîleri ayırabilir. Diğer üç mezhebde velîler buna râzı
olmazlarsa, nikâh zâten sahîh olmaz. Mâlikîde, mehr-i mislden az mehr ile,
küfvüne tâlib olan kadına velîleri mâni’ olabilir. Diğer imâmlara göre mâni’
olamaz. Üç mezhebde, uzak velînin, yakın velî yanında nikâh yapması sahîh
olmaz. Mâlikîde ise, yalnız baba yanında bâkirenin nikâhını yapmaları sahîh
olmaz.
Erkek, filanca kadın zevcemdir der, kadın da tasdîk ederse,
üç mezhebe göre kabûl edilir. Mâlikîde ise, nikâhları sâbit olmaz.
Üç mezhebde şâhidsiz nikâh sahîh olmaz. Şâhid ile yapılınca,
gizli tutulmaları câiz olur. Mâlikîde, sahîh olur ise de, tanıdıklara duyurmak
lâzımdır. Şâfi’îde ve Hanbelîde iki şâhidin âdil erkek olmaları lâzımdır.
Hanefîde bir erkekle iki kadın fâsıkın şâhidlikleri ile sahîh olur. Üç
mezhebde, müslimân erkekle zimmînin nikâhında iki şâhidin müslimân olmaları
lâzımdır. Hanefîde, ikisi de zimmî olabilir. Nikâhda, iki tarafın konuşmaları
sünnetdir. Şâfi’îde ve Hanbelîde, tezvîc veyâ nikâh kelimelerini söylemek
şartdır. Hanefîde temlîki bildiren her kelimeyi söylemekle sahîh olur. Mâlikî
de, hanefî gibi ise de, mehri de söylemek lâzımdır.
Kızımı filâna tezvîc etdim dese, o da, işitince, nikâhı
kabûl etdim dese, bütün âlimlere göre sahîh olmaz. Ebû Yûsüfe “rahmetullahi
aleyh” göre sahîh olur.
Şâfi’îde, kızımı sana tezvîc etdim dese, o da kabûl etdim
dese, (Nikâhını) veyâ (tezvîcini) kabûl
etdim demese, sahîh olmaz. Hanefîde ve Hanbelîde ve İmâm-ı Şâfi’înin “rahmetullahi
aleyh” diğer kavlinde sahîh olur.
Üç mezheb imâmı “rahmetullahi teâlâ aleyhim ecma’în”,
kitâblı kâfiri velîsinden almak câizdir dedi. Hanbelîde ise, câiz değildir.
İlerde başka kadını da tezvîc etmemek veyâ başka yere
götürmemek şartı ile evlenince, üç mezhebe göre, nikâh sahîh olup, şarta uymak
lâzım olmaz. Mehr-i misl lâzım olur. İmâm-ı Ahmed ibni Hanbel “rahmetullahi
teâlâ aleyh” şarta uymak lâzım olur.
Uymayınca, zevce nikâhı fesh edebilir dedi. Baba evlenmek isteyince, Hanefîde
ve Mâlikîde, oğlu babasını evlendirmeğe mecbûr değildir. [Evlendirmesi
iyi olur.] Şâfi’îde ve Hanbelîde, lâzımdır.
Erkek vatyden âciz ise, Hanefîde kadın nikâhı fesh için
husûmet hakkına mâlik olur. Diğer üç
mezhebde ise, her ayb ve kusûr karşısında fesh edebilir. Nikâhdan sonra hâsıl olmalarında
da, kadın nikâhı fesh edebilir. Kadında ayb hâsıl olursa, Hanbelîde ve
Şâfi’înin “rahmetullahi teâlâ aleyh” bir kavlinde, erkek nikâhı fesh edebilir.
Mâlikîde ve Şâfi’înin diğer kavlinde fesh edemez). (Mîzân)dan
terceme temâm oldu. Husûmet, da’vâ açmak demekdir. Kendinde mâni’ bulunmıyan
kadın, zevcinin innîn olduğunu anlarsa, nikâhın feshi için, çok zemân sonra
bile, da’vâ açabilir. Erkek inkâr ederse, hâkim bir ebeye mu’âyene etdirir.
Zevceyi bâkire bulursa, bir sene sonra tekrâr mu’âyene etdirir. Yine bâkire
bulunursa aralarını tefrîk eder. Tâm mehr ve iddet lâzım olur. Bir kerre cimâ’
yapınca kadının husûmet hakkı kalmaz ise de, birden fazlasını terk etmesi günâh
olur. İnnîn, ihtiyârlık, tenâsül hastalığı veyâ sihr sebebi ile cimâ’
yapamıyandır. Başka bir sebeb ile, ayrılmak için da’vâ açamazlar. Nikâh önce
bir şartın hâsıl olmasına bağlanırsa, sahîh olmadığı, (İbni Âbidîn)de ve (Hâniyye)
ve (Tâtârhâniyye) ve (Ebülleys) fetvâlarında yazılıdır. (Babam râzı
olmak şartı ile nikâhlandım) demek böyledir. (İbni
Âbidîn)de
(Muharremât) faslı sonunda diyor ki, (Babası meclisde hâzır
olup râzı oldum derse, nikâhı sahîh olur). Bunun gibi, (İbni Âbidîn) ve (Kitâb-ül-fıkh
alel-mezâhib-il-erbe’a) ve (Ni’met-i
islâm)da, nikâh yapılmasını anlatırken diyorlar ki, kadın, boşanmak
benim elimde olmak üzere seninle evleniyorum der ve erkek de bunu kabûl etdim
derse, hem nikâh sahîh olur, hem de, kadının boşanması kendi elinde de olur).
Zevci ve mahremi olmıyan kadının sefere, meselâ hacca gidebilmesi için ve Hulle
için evlenecek kadının böyle şart yapmaları uygun olur. Görülüyor ki, (İslâm
dîninde boşamak yalnız erkeğin elindedir. Kadın erkeğin elinde oyuncak gibidir)
gibi sözler doğru değildir. İslâm dînini bilmiyenler böyle yalan ve iftirâ
ederek, gençleri müslimânlıkdan soğutuyorlar. Yukarıdaki yazı, nikâh
yapılırken, boşanmak hakkının zevceye (Tefvîd) edileceğini,
zevcenin de, dilediği zemân boşanabileceğini açıkca göstermekdedir. Talâk
maddesi sonunda, (Tefvîd) kelimesine
bakınız!
Nikâh sözleşmesinde, fâsid bir şartın yapılması söylenirse,
nikâh sahîh olup, şart bâtıl olur. Mehr vermemek üzere seni nikâh etdim derse,
nikâh sahîh olur. Şart fâsid olup, mehr-i misl lâzım olur.
MEHR -
(Kitâb-ül-fıkh alel-mezâhib-il-erbe’a)da diyor ki, (Mehr, evlenecek erkeğin vereceği
altın, gümüş, kâğıd para veyâ herhangi bir mal yâhud bir menfe’at demekdir.
Mehr iki kısmdır. Birincisinin verilmesi, nikâh yapılınca vâcib olur ve yarısı
veyâ hepsi sâkıt olabilir. Buna, (Mehr-i mu’accel) denir.
İkincisinin mikdârı da nikâh yapılırken belli edilir ise de, verilmesi, üç
şeyden biri hâsıl olunca vâcib olur ve hiçbir sebeble azalmaz. Buna, (Mehr-i müeccel) denir. Her iki mehr, nikâhda
bildirilmedi ise, (Mehr-i misl) verilmesi
lâzım olur. Zevce firkate, ya’nî ayrılmağa sebeb olan birşey yaparsa, meselâ
irtidâd eder veyâ (Hurmet-i musâhere)ye
sebeb olursa, mehr-i mu’accelin hepsi sâkıt olur, verilmez. Erkek boşarsa veyâ
firkate sebeb olanı yaparsa, bunun yarısı sâkıt olup, yarısı verilir. Mehr-i
müeccelin verilmesini vâcib kılan üç şey, vaty, halvet ve ikisinden birinin
ölmesidir. Bu üçünden biri hâsıl olunca, ödenmemiş mu’accel mehr de sâkıt olmaz
ve azalmaz. Vaty veyâ halvet hâsıl olunca, bütün mehr nikâhda karârlaşdırılan
vakti gelince veyâ firkat hâlinde tâm olarak ödenir. Zevce ölünce, zevc, zevcenin vârislerine verir. Zevc
ölünce, mîrâsından zevcesine verilir. Zevc ile zevce arasında olan
meşrû’ halvet, yabancı kadın ile olan harâm halvet gibi değildir. Yanlarında
hissen veyâ şer’an yâhud tabî’aten vatya mâni’ bir sebeb bulunursa, meşrû’
halvet olmaz. İkisinden birinin hasta olması, ihrâmlı olması, farz nemâzda,
Ramezân orucunda olması, kadının hayz veyâ nifâs hâlinde olması, yanlarında
akllı bir çocuk bulunması bu halvete mâni’ olur. Zevce, mehrini zevcine, ölmüş
ise, vârislerine hediyye edebilir. Zevcenin babası, kızının mehrini dâmâdına
hediyye edemez). (İbni Âbidîn)de diyor
ki, (Zevce, alacaklısını mehri ile zevcine havâle edebilir. Mehrini başkasına
hediyye edip, mehri kabz için onu vekîl edebilir. Çünki, alacak ancak borcluya
hediyye edilir. Başkasına hediyye edebilmek için, kabz etmeğe onu vekîl etmesi
lâzımdır).
(Fetâvâ-yı Hindiyye)de diyor ki, (Nikâh akd
edilirken tek mehr söylenip, ne kadarı mu’accel olduğu bildirilmedi ise, âdete
ve zevcenin emsâline göre, söylenilenin bir mikdârı mu’accel olur. Mehrin hepsi
mu’accel denildi ise, hepsi mu’accel olur. Hepsi belli târîhde verilmek üzere
müeccel olup, ödeme târîhi gelince, zevce mehrini alabilmek için kendini
zevcinden men’ edemez. Mehr bir sene sonra müeccel olup zevc bir seneden önce
vatyı şart etmiş ise, mehr vermeksizin vaty câiz olur. Şart etmemiş ise, imâm-ı
Muhammede “rahmetullahi teâlâ aleyh” göre yine böyledir. Mehr-i mu’acceli
vermeden önce vatyı şart etmiş ise, câiz olur. Mehrin bir kısmı mu’accel, bir
kısmı da müeccel ise, zevce vaty edilmiş
olsa bile, mehr-i mu’accelin hepsini almadıkca, zevci ile sefere
gitmeğe, vatye ve halvete mâni’ olabilir.
Nikâh akd edilirken, mehr-i müeccelin belli bir târîhde
ödenmesini şart etmek, söz birliği ile câizdir. Talâk olunca, mehrin ödeme
târîhi beklenir. Ödeme târîhi belli değilse, boşarken hemen ödenir. Ric’î
talâkda zevc ric’at edince, tekrâr
müeccel
olmaz. Küçük olsun, büyük olsun, bâkire olarak evlenen kızın mehrini, babası,
dedesi ve kâdî, zevcden alabilirler. Bunlardan başkası alamaz. Bâkire kız
olarak evlenen râzı olmazsa, bunlar da alamaz).
(Rıyâdunnâsıhîn)deki hadîs-i şerîfde, (Mehr vermemek niyyeti ile nikâh yapan kimse, kıyâmet günü
hırsızlar arasında haşr olunacakdır) buyuruldu.
(Mehr) söylemeden, hattâ mehr
vermemek şartı ile nikâh yapmak da sahîh, şart fâsid olur. Zevcin, (Mehr-i misl) vermesi vâcib olur. Kadının baba
tarafından akrabâsına verilen kadar verir. Mehrin bir kısmı (Mehr-i mu’accel) ise, bunu, vatydan önce veyâ halvetden önce verir. Hepsi (Mehr-i müeccel) ise veyâ mu’accel ve müeccel kelimeleri
söylenmedi ise, vatydan veyâ halvetden sonra, zevcenin istediği zemânda, eğer
istemedi ise, ikisinden biri ölünce, verilmesi vâcibdir. Vârisleri verir veyâ
alır. Mehrin değeri on dirhem gümüşden az olmaz. Bugün gümüş para
kullanılmıyor. Altın karşılığı olan kâğıd liralar kullanılıyor. Bunun için on
dirhem, ya’nî yedi miskal ağırlığındaki gümüş değerinde olan bir miskal [beş
gram, ya’nî üçde iki lira] altından az olmamalıdır. Fârisî (Cevâhir-ül-fıkh) kitâbında, mehrin bir altından
az olmaması yazılıdır. O zemân, bir altının bir miskal ağırlığında olduğu
anlaşılıyor. Dahâ az söylerse, yine bir altın liranın üçde ikisi veyâ bu
değerde söylemiş olduğu bir malı verir. Zevce, mehr-i mu’acceli almadıkça,
düğünü, halveti ve birlikde sefere çıkmağı istemeyebilir. Bunları red edince,
zevc, zevcesinin nafakasını kesemez. Mehrin hepsi müeccel [gecikebilir, sonra olacak] ise, zevce, mehri almadığı için
bunları men’ edemez. Mehr-i mu’acceli almıyan kadın, zevcinden iznsiz
evden çıkabilir ve başka bir mahremi ile sefere gidebilir. On altın mehrini
zevcinden aldıkdan sonra, bunu zevcine geri verip hediyye etse, [fekat, mehrimi
hediyye etdim demese], zevci de, halvetden önce bunu boşasa, kadının zevcine
beş altın dahâ vermesi lâzım olur. Çünki, altın, ta’yîn ile te’ayyün etmediği
için, bu on altını zevcine geri vermekle, mehr parası geri verilmiş olmaz.
Boşamak halvetden evvel olduğu için, mehr parasının yarısı kadının hakkı
olacağından, diğer yarısını erkeğe geri vermesi lâzım olur. Zevcden mehri
almayıp ona halâl etseydi veyâ mehr, altın olmayıp, mal olsaydı, bu malı
zevcinden aldıkdan sonra ve zevcine geri
vererek hediyye etdikden sonra boşanınca, erkeğe birşey vermesi lâzım gelmezdi.
Çünki, ta’yîn ile te’ayyün eden malı geri verince, kadın mehri teslîm almamış
olur. [Bey’ ve şirâ bahsine bakınız!].
Tekrâr bildirelim ki, nikâhın sahîh olması için, mehrin
konuşulması şart değildir. Din câhili olan bir kimse, (İslâm dîninde, bir
erkeğin evlenebilmesi için, kıza mehr parası vermesi lâzımdır. Kadın, pazar
eşyâsı gibi, satılık mal olmakdadır) derse, islâmiyyete iftirâ etmiş olur.
İslâmiyyetde mehr parası, evlenmek için değildir. Evliliğin düzenli, mes’ûd
olarak devâm etmesi, kadının hak ve hürriyyetlerinin korunması, din câhili
huysuz erkeğin elinde oyuncak olmaması içindir. Mehr parasını vermek ve
çocukların nafaka paralarını her ay ödemek korkusundan erkek, zevcesini
boşayamaz. Bu korkunun olmadığı yerlerde, mahkemeler boşanma da’vâları ile
dolup taşmakdadır. Bunun için, evlenecek kızın, islâmın güzel ahlâkını ve
kadına verdiği kıymeti bilen ve bunlara ehemmiyyet veren erkekden az mikdârda,
böyle olmıyandan ise, fazla mikdârda mehr istemesi efdaldir.
NİKÂHI CÂİZ OLMIYANLAR - Yirmibeş kadını nikâh
etmek harâmdır. Bunlara (Mahrem) kimseler
denir. Bunlardan onsekizi ebedî mahremdir. Bunların yedisi (Zî-rahm-i mahrem)dir. Ya’nî kan ile olan, nesebden,
soydan akrabâdır: Anası ile, ananın, babanın anaları ile, kızı ve oğlunun ve
kızının kızları ile, kız kardeşi ile, kız kardeşinin kızları ile, erkek
kardeşinin kızları ile, hala ve teyze ile evlenmek, ebediyyen, ölünciye kadar
harâmdır. Demek ki, bir kadın, babası ile, oğlu ile, kardeşi ile, amcası ile,
dayısı ile ve kardeşlerinin oğulları ile hiçbir zemân evlenemez. Bu yedi kişi,
soydan olmayıp, süt ile veyâ zinâ ile olursa, evlenmeleri yine ebedî harâm
olur. Yalnız oğlunun süt kardeşi olan kız ile ve erkek kardeşin süt annesi ile
evlenebilir. Hanbelîde, her yaşda içen, süt kardeş olur. Diğer üç
mezheb
imâmı “rahmetullahi teâlâ aleyhim ecma’în”, ikibuçuk yaşından yukarı iken
içince, süt kardeş olmazlar dedi.
Nikâh sebebi ile sonradan akrabâ olan dört kadınla da
evlenmek ebedî, sonsuz harâmdır. Bir adam, nikâhlandığı veyâ zinâ etdiği kızın
anası ile ve anasının, babasının anaları
ile hiç evlenemez. Nikâhladığı kadın ile vaty olunca, bunun başka erkekden olan
kızı ile hiç evlenemez. Babasının ve öz oğlunun nikâhladığı kadın ile,
ya’nî üvey anası ve gelini ile hiç evlenemez. Çocuklarının gelinleri ile de
evlenemez. Bir kadın, üvey babası ile, üvey oğlu ile, kayınpederi ve dâmâdı ile
hiç evlenemez. (Âhıret kardeşi) ve (Âhıret anası) ile ve (Tarîkat
kardeşi) ile evlenmek câizdir. Bunlar, kendi kardeşi, kendi anası
gibi değildir. Bunların başlarını, saçlarını, görmesi, sohbet etmeleri, bir
odada yalnız kalmaları, uzak yola gitmeleri, harâmdır. Hiçbir tarîkatde halâl
değildir. Halâl diyen kâfir olur, zındık olur.
Yedi kadın dahâ vardır ki, bunlarla muvakkat olarak
evlenemez. Aradaki sebeb kalkınca, evlenmesi halâl olur. Bunlardan beşi, nikâh
sebebi ile harâmdır. Bir adam, nikâhladığı
kadının kız kardeşleri ile görüşemez ve evlenemez. Nikâhladığı kadın ölürse veyâ
boşarsa, bunun kız kardeşi ile, sonra evlenebilir. Bu kızlara adamın baldızları
denir. Bu adama kızların eniştesi denir. Bu adamın erkek kardeşleri, bu nikâhlı
kızın kayın birâderleri olurlar. Bu kız da, bunların yengesi olur. Bir kadın,
eniştelerinden ve kayın birâderlerinden herhangi birisi ile bir odada yalnız
kalamaz, bunlarla sefere, meselâ hacca gidemez. Ya’nî eniştesi ve kayın
birâderleri bu kadının mahrem akrabaları değildir.
Bir kadın nikâhında iken, bu kadının halası veyâ teyzesini
veyâ kardeşlerinin kızını da nikâhlamak harâmdır. Bunlar, süt ile olunca da
harâmdır. Hanefî, Mâlikî ve Hanbelî mezheblerinde, vaty sebebi ile nikâh etmesi
harâm olanlar, zinâ sebebi ile de harâm olurlar.
Şâfi’î mezhebinde ise, zinâ sebebi ile harâm olmazlar. Zinâ etdiği kadını,
kendisi veyâ başkaları nikâh ile alabilirler. Amca kızı, dayı kızı, hala kızı
ve teyze kızı ve yenge, ya’nî kardeş zevcesi (Zî-rahm-i
mahrem) değildir. Ya’nî bu beş kadın, yabancı demekdir. Bunların
açık yerlerine bakmak, başı kolu açık iken konuşmak, halvet etmek harâmdır. (Halvet), bir evde ikisi yalnız kalmak demekdir.
Kâfir kadınları ile ve başkasının câriyesi ile de halvet yapmak harâmdır. Bu
beş kadın yabancı olduğundan, bunlarla evlenmek câizdir. Harâm değildir. Fekat,
bunlardan ilk dördü ile evlenmek tenzîhen mekrûhdur. (Kimyâ-i se’âdet)de diyor ki, (Nikâh olunacak kadında
bulunması sünnet olan sekiz sıfatdan sekizincisi, kadının yakın akrabâdan
olmamasıdır. Hadîs-i şerîfde, (Bunların çocukları za’îf, hastalıklı olur) buyuruldu.)
Türkçe (Mürşid-ül-müteehhilîn) kitâbında
da bunun gibi yazılıdır. Bu dört kadının kızları ile evlenmek, mekrûh değildir.
Hazret-i Alî “radıyallahü anh”, amcasının kızını almadı. Amcasının oğlunun
kızını aldı. Mekrûh olmadı.
Evlenmesi muvakkat harâm olan yedi kadından altıncısı,
müşrik kadındır. Müşrik, kitâbsız kâfir demekdir. Hıristiyanlar, resmlere,
heykellere ta’zîm ediyorlar, secde ediyorlar, yalvarıyorlar. Bunların bir
kısmı, ellerindeki bozuk İncîllere, Tanrının Îsâya gönderdiği kitâbdır
diyorlar. Îsâ, Tanrının resûlüdür. Onu çok seviyor. Her istediğini yaratıyor.
Babanın oğlunu çok sevdiği için, Tanrıya baba, Îsâya oğul diyorlar. Kendilerine
şefâ’at etmesi için, Îsâya yalvarıyorlar. Bunlara (Ehl-i
kitâb) denir. Bunlar müşrik değildir. Hıristiyanların ikinci kısmı,
Îsâda ülûhiyyet sıfatları vardır. Babası gibi, her dilediğini yaratır. Ebedî,
ezelî olarak diridir diyorlar. Böyle inanarak yalvarmağa, ibâdet etmek,
tapınmak denir. Böyle inanmağa (Şirk) denir.
Böyle inanana (Müşrik) denir. Böyle
ibâdet olunan resmler, heykeller, haçlar putdur. Komünistler ve masonlar,
mürted, budist, berehmen ve mülhidler müşrikdir. Müşrik, müslimân veyâ kitâblı
kâfir olursa, bununla evlenmek câiz olur. Bir müslimân erkek ve kız, evleneceği
kimsenin müslimân olup olmadığını araşdırıp anlaması lâzımdır. Müslimân erkeğin
kitâblı kâfiri, ya’nî (müşrik) olmıyan,
hıristiyan ve yehûdî kadını ve bid’at ehli, mezhebsiz kadını, müşrik olmamış
ise, nikâhlaması câ-
iz
ise de, zimmî ile evlenmek tenzîhen, harbî ile tahrîmen mekrûhdur. Müslimân
kadın ile evli olanın da, bunları nikâhlaması câizdir. Müslimân kızın ise, müslimân olmıyan erkekle evlenmesi câiz değildir.
Evlenmeğe karâr verirken mürted olur. (Nimet-i
islâm)da diyor ki (Ehl-i kitâbın nikâhında şâhidlerin müslimân
olmaları şart değildir. Bir müslimân, kitâbî olan zevcesini kiliseye gitmekden
ve evde şerâb yapmakdan men’ edebilir. Hayz ve nifâs sonunda, gusl abdesti
almağa cebr edemez. Tesettür etmesi iyi olur. Müslime üzerine kitâbiyye
tezevvüc câizdir.)
Muvakkat harâm olan kadınların yedincisi, hür kadın ile evli
iken, câriye ile de nikâhlanmakdır. Câriye ile nikâhlı iken, hür kadını da
nikâhlamak câizdir.
Bu yedi kadına selâm vermek ve selâmlarına cevâb vermek câiz
değildir.
Başkasının zevcesini nikâh etmek câiz
değildir. Kadın boşanmış ise ve iddet denilen zemân geçinceye kadar beklemiş ise, bunu
nikâh etmek câiz olur. İddet bâbının sonunda diyor ki, gâib olan, [ya’nî uzak
memleketde habs, esîr olan] zevcinin öldüğü veyâ üç talâk verdiği haberini âdil
birinden öğrenen kadın, başkası ile evlenebilir. Hâkimin, doksan yaşını
dolduran gâibin öldüğüne hükm edeceği (Mecelle)nin
onuncu maddesi şerhinde yazılıdır. (Öldüğünü işitip veyâ boşadığını bildiren
mektûbunu alıp, başkası ile evlendikden sonra, birinci zevci gelirse, ikinci
nikâhı bâtıl olur [Ni’met-i islâm]). Hür
erkeğin dörtden, kölenin ise ikiden çok kadın nikâhı altında bulundurması
harâmdır. İkinci kadınla evlenmek için, birinci kadından izn almak lâzım
değildir. Birinci kadın râzı olmazsa, hattâ kendimi öldürürüm dese de, erkek
ikinci kadını nikâhlıyabilir. Fekat, birincinin gönlünü hoş etmesi, hattâ hoş
etmek için ikinci nikâhdan vaz geçmesi iyi olur ve sevâb kazanır. Aralarında
adâlet yapamazsa, zulm yaparsa, nafaka bulamazsa, bir evlenmek bile harâm olur.
[Otuzdokuzuncu maddeye bakınız!] Şî’îler, dokuz kadınla, vehhâbîler on kadın
ile evlenmek câiz diyorlar. Hamîdullah, (İslâma
giriş) kitâbında, burasını da, yanlış yazmakdadır.
Zinâdan hâmile kadını vad’-ı haml etmeden [doğurmadan] evvel
nikâh etmek sahîhdir. Fekat, vad’-ı haml edinciye kadar vaty etmek câiz olmaz
ve nafakası vâcib olmaz. Nikâhdan hâmile olan kadını, vad’-ı haml edinciye
kadar, nikâh etmek sahîh değildir. Zinâ etdiği kadını, zânînin nikâh ve vaty
etmesi halâldir ve nikâhdan altı ay sonra olan çocuk onun çocuğu olur. Altı
aydan önce olursa, bu çocuk bendendir derse, yine onun olur. Zinâ olunmuş
kadını başkasının, istibrâ etmeden nikâh ve vaty etmesi câiz olur. (Zinâ eden kadını, başka erkekler nikâh edemezler) meâlindeki âyet-i
kerîme, Nisâ sûresinin üçüncü âyeti ile nesh edilmiş ve hadîs-i şerîf
ile bildirilmişdir. Zevcesi zinâ eden kimse, iddet beklemeden bunu vaty
edebilir.
Sünnet üzere nikâh yapmak: İki veyâ dahâ çok sâlih
müslimân erkek toplanır. Erkekler arasında hiçbir kadın bulunmamalıdır. Düğünde
de, erkekler ayrı evde, kadınlar başka evde toplanmalıdır. Gelini, kapalı bile
olsa, yabancı erkeğe göstermek harâmdır. Harâma ehemmiyyet vermiyen kâfir olur.
Nikâh bozulur. Önce erkek ve kadın tarafından birer kişi konuşma yapmalıdır.
Konuşmadan sonra, kadının vekîli mehr olacak altın sayısını söyler. Erkek kabûl
etmezse, bir sayıda uyuşulur. Sonra, kadının velîsi veyâ müslimân olan vekîli:
(Bismillâh velhamdü lillah, vessalâtü alâ Resûlillah)
dedikden sonra, dâmâda karşı:
( .... )nın kızı ( ... )yı, sana zevceliğe
verdim. Velîsi [veyâ vekîli] bulunduğum ( ...... ) kızı (
................. )yı, [meselâ on Reşâd altını] (Mu’accel) [ya’nî peşin] mehr ile ve [meselâ
yirmi Reşâd altını] (Müeccel) [ya’nî
sonra vermek üzere] mehr ile, sana zevceliğe verdim der. Dâmâd yok ise, bunları
dâmâdın vekîline söyler ve söylerken, sana demeyip, ( . )oğlu (
...................................................................................
)ya verdim der. Bu sözlere (îcâb) ya’nî
teklîf denir. Sonra dâmâd şöyle cevâb verir: Ben bu nikâhı, söylenen bu mehr
ile, kendim için kabûl etdim. Eğer dâmâd yoksa, vekîli evâb vererek, ben bu nikâhı vekîli bulunduğum ( ...........................................
) oğlu ( ................ )
için söylenen bu mehr ile kabûl etdim der. Mehr mikdârını söyleyerek
cevâb verilmesi iyi olur. Bu cevâba (kabûl) denir.
Böylece îcâb ve
kabûl
ile, islâm nikâhı olur. [Mehr parasını bir kâğıda yazıp ve dâmâd ile iki şâhid
altını imzâlayıp zevceye teslîm etmek müstehabdır. Mehr parası kul hakkıdır. Erkek zevcesini boşarken, zevcenin bu hakkını
ödemezse, dünyâda hapse, âhıretde de Cehenneme girecekdir. Meselâ yirmi
altın lira veyâ bir Reşâd altını doksan bin lira kıymetinde olduğu zemân, iki
milyona yakın kâğıd lira ödemek ve çocukların nafakaları için annelerine her ay
geçim parası vermek, ya’nî ikinci bir evin geçim masrafını yüklenmek, çok
kimsenin yapabileceği birşey değildir. Görülüyor ki, Allahü teâlâ boşamak
hakkını erkeğe vermiş ise de, bir müslimânın bunu yapmasını çok ağır şarta bağlamış, hattâ imkânsız
kılmışdır. Boşamak hakkı kadınlara bir göz dağı olmakdan ileri
gitmemekde, ancak erkeğin ev idâresindeki vazîfelerini yapabilmesine kuvvet
vermekde, yardımcı olmakdadır. Boşamak hakkı, zâhiren erkeğin elinde, hakîkatde
ise, her zemân zevcenin elindedir. Bir mü’min zevcesini boşamak isteyince, çok
az kimsenin kazanabileceği parayı ve senelerce devâm eden nafakaları ödemek
veyâ dünyâda habshânede kalmak, âhıretde de Cehennemde yanmak korkusu, önüne
dağ gibi dikilir. Kadın boşanmak isteyince, mehrini hediyye, halâl edip, nâ-hoş
hareketleri ile zevcini talâk vermeğe mecbûr edebilir. Zevcenin boşanması bu
kadar kolay olduğu hâlde, âile hayâtının kudsiyyetini ve zevcin zevcesi
üzerindeki haklarını bilen bir müslimân kadını, mukaddes yuvasını yıkmak
günâhına girmeği ve böylece dünyâda sefîl ve rezîl, âhıretde de azâba müstehak
olmağı elbet istemez. Boşanan kadın, hiçkimseye birşey vermeğe mecbûr değildir.
Ona zengin akrabâsı bakmağa mecbûrdur. Kimsesi yoksa, Beyt-ül-mâl bakar. Sâlih
bir mü’min ise, zevcesini boşayınca çocuklarına nafaka vermek ve yeni evini
geçindirmek için devâmlı çalışıp, kazanmak mecbûriyyetindedir. Dinsizlerin,
mezhebsizlerin ve câhillerin, islâmiyyete uymıyan yanlış, bozuk hareketlerini
ileri sürerek, islâmiyyete dil uzatmamalıdır.]
İslâm nikâhının sahîh olması için, dâmâdın ve gelinin
müslimân olmaları şartdır. Ya’nî îmânın ve islâmın şartlarını bilmeleri ve
inanmaları lâzımdır. Îmânları şübheli ise, nikâh yapacak olan kimse, Besmele,
hamd ve salevât okudukdan sonra, îmânın altı ve islâmın beş şartını birer birer
söyler. Herbirini dâmâda ve geline de söyletir. Allahü teâlânın sıfât-ı
zâtiyyesini ve sıfât-ı sübûtiyyesini, Peygamberlerin, meleklerin mühim
özelliklerini, kabr ve kıyâmet bilgilerini, sırası gelince, orada söyler ve
tekrâr etdirir. Bunlara inandık, îmân etdik, mü’minim, müslimânım elhamdülillah
dedirir. Sonra dâmâddan veyâ vekîlinden
başlıyarak nikâhı kıymalıdır. (Redd-ül-muhtâr)da
buyuruyor ki, (Bir arada bulunan kadınla erkeğin, yazı ile nikâh yapması
câiz olmaz. Karşı karşıya olmayınca, birinin mektûb gönderip, ötekinin iki
şâhid yanında mektûbu okuyup, söz ile kabûl etmesi câiz olur. İkisinin de, yazı
ile bildirmesi olmaz. Erkekden gelen mektûbu, kadın, iki şâhide okur veyâ
anlatır. Şâhid olunuz! Ona zevce olmağı kabûl etdim der. Kadının, mektûbu
şâhidlere okuması, erkeğin şâhidler yanında söz ile teklîf etmesi gibi olur).
İbni Âbidîn “rahmetullahi teâlâ aleyh”, nikâh şâhidlerini
anlatırken buyuruyor ki, (Bütün akdlerde [sözleşmelerde] olduğu gibi, nikâh
için birini vekîl yaparken de, iki şâhid bulunması lâzım değildir. Fekat, her
akdde iki şâhid müstehabdır. Nikâh yapılırken ise, şartdır, lâzımdır. Ödünc
vermekde de, iki şâhid vâcibdir denildi. Ticâret, vekâlet ve bütün akdlerde
sened yazmak şart değil ise de, ödünc vermekde lâzım, nikâhda da müstehabdır.
Vekîl yapmakda ve nikâhda, şâhidlerin [ve vekîl yapılacak zâtın] kadını
tanımaları lâzımdır. Yanında iseler, yüzünü görmeleri iyi olur. Başka odadan
sesini duyarlarsa, kadın odada yalnız ise, câiz olur. Nikâh kıyılırken, velî
veyâ vekîl şâhidlerin bildiği kadının yalnız ismini söyler. Şâhidlerin
tanımadıkları kadının, babasının ve dedesinin adını da söylemesi lâzımdır.
Tanımak, kimin kızı ve hangi kızı olduğunu bilmek demekdir. Şahsını, şeklini
bilmek değildir. Küçük kızın babası, kızının nikâhını kıymak için, bir zâta emr
eder. O vekîl olan da, bir başkası yanında nikâh yaparsa, baba da hâzır bulundu
ise, câiz olur.
Çünki, vekîlin nikâh yapması, babanın yerine olur. Kendi
şâhid yerini tutar. Baba hâzır bulunmazsa, câiz olmaz. Büyük [bâliga] kızın
babası veyâ başka bir vekîli, bir adam yanında, kızı nikâh yaparsa, kız da
hâzır ise, câiz olur. Çünki, velînin ve vekîlin sözünü, kız söylemiş gibidir.
Velî veyâ vekîl, şâhid yerine geçer. Bir
adam bir kimseye, (Kızını bana zevce olarak verdin mi?) dese, o da
(Evet) veyâ (Zevce olarak verdim) dese, nikâh olmaz. Birinci adamın tekrâr,
(Kabûl etdim) demesi lâzımdır. Çünki, önce sormuşdu. Soru ile, süâl ile vekîl
yapılmaz. (Kızını bana zevce olarak ver!) deseydi, olurdu. Çünki, emr ile vekîl
yapmış olur. Bu vekîlin cevâbı, iki taraf adına söylenmiş olup, iki şâhid de
varsa, nikâh temâm olur. Vekîl, kızın babasının adını yanlış söylerse, nikâh
sahîh olmaz. Bir adam, birçok kimseyi, bir kızı almak için gönderse, içlerinden
biri, kızın babasına söyleyip, babası veyâ velîsi verse, sahîh olur. Çünki,
içlerinden söyliyen vekîl olmuş, ötekiler şâhid olmuşdur.
Bir adam, bir kimseyi (Filân kızı,
bana şu kadar altın mehr ile iste) diyerek vekîl etse, vekîl, dahâ çok mehr
söyliyerek istese ve böylece nikâh yapılsa, fazlasını vermek lâzım gelmez.
Adam, isterse fazlasını kabûl eder. İsterse nikâhı fesh eder. Düğünden sonra
haber alıp fesh ederse, (Mehr-i misl) vermesi lâzım olur. Allahü teâlâ ve
Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” şâhiddir diyerek yapılan nikâh sahîh
olmaz. Küfr olur diyenler de vardır.)
(Mecmû’a-i Zühdiyye)de diyor ki: İki erkek
şâhidin yanında, erkek, seni zevceliğe aldım diye bir kâğıda yazsa, kız da
kabûl etdim diye yazsa, nikâh olmaz. Söylemeleri lâzımdır. Bulunmıyan kimsenin,
(Seni zevceliğe aldım) yazısını, şâhidlere okuyup da kabûl etdim derse, nikâh
olur. Yazıyı okumayıp, yazılmış olduğunu söyleyip, kabûl etdim dese, nikâh yine olur. Bir erkek, zevce
olması için, bir kıza, biri ile haber gönderip, kız da, habercinin sözünü
işiten iki şâhid yanında kabûl etdim dese, nikâh olur. Nikâhda îcâb
[ya’nî teklîf] ve kabûlün aynı meclisde [ya’nî buluşmada] yapılması şart olduğu
hâlde, başka yerdeki birinden gelen îcâb mektûbunu, şâhidlere bir meclisde
söyleyip, kabûl etdiğini başka meclisde söylemek câizdir. Bir kadın, kendisini
bir adama zevce yapması için birini vekîl etse, vekîl, bu kadının yanında ve
iki kadın şâhid varken nikâh yapsa, sahîh olur. Başka nikâhlısı olmadığını
söyliyerek nikâhlanan kimsenin, başka zevcesi de olduğu anlaşılırsa, nikâh
bozulmaz. Yalan olan her şart da böyledir. Bir kadın, kendi üstüne câriye
tutmaması şartı ile, kendisini bir erkeğe nikâhlaması için birini vekîl etse,
vekîl bu şartı söylemeden nikâh etse veyâ kadının bildirdiği erkekden başkasına
nikâh etse, kadın nikâhı red edebilir. Küçük kızı, babası, ölüm hastalığında,
şâhidler yanında bir erkeğe nikâh edebilir. Kendinden yakın velîsi bulunmıyan,
amcasının kızını, kız küçük ise, kızdan iznsiz, büyük ise, izn alarak, kendine
nikâh edebilir. Kızın izni ile babası, erkeğin de vekîli, iki şâhid yanında
nikâhlarını yapabilirler. Bir kız, nişanlısı ile nikâhlanmağa zorlanamaz.
Âkıl ve bâlig olan kızın nikâhını yapmak için, velîsinin
vekîl olması şart değil ise de, müstehabdır. Bâlig olmıyan oğlan ve kızın
nikâhı için, velîsinin vekîl olması veyâ izn vermesi lâzımdır. Velî, çocuğun
mîrâsını almağa hakkı olan asebedir. Velînin yakınlık [kuvvet] sırası, Şeyhayne
göre “rahmetullahi teâlâ aleyhimâ” oğul, oğlun oğlu, baba, dede, kardeş, amca,
amca oğludur. Büyük kızı, velîsi iznsiz nikâh etse, kız işitince susarsa veyâ
güler veyâ sessiz ağlarsa, kabûl etdiği anlaşılır. Nikâhdan önce izn istemekde
de böyledir. İzni nikâhdan önce istemek sünnetdir. Sâlih olan baba ve büyük
baba, küçük çocuğu nikâha zorlayabilir ve nikâh sahîh olur. Bu ikisinden başka
erkek velîlerin yalnız mehr-i misl ile ve küfv olana sahîh olursa da, bâlig
olunca hâkime bozdurabilirler. Erkek velî yok ise, önce ana, sonra babanın
anası, sonra kızı, oğlunun kızı velî olur. Yakın velî hayâtda iken, uzak velî
nikâha vekîl olamaz. Yakın velî, mehr-i misl ile ve küfv olana nikâh yapmaz
ise, hâkim-i şer’ nikâhı yapar. Erkek velî, küfvü olmıyana varan kadının
nikâhını hâkime bozdurabilir. Bu nikâhın zâten sâhih olmadığı, (Fetâvâ-i Hayriyye)de yazılıdır. (Küfv), er-
keğin
soyda, malda, diyânâtda ve şerefde kadına uygun olması demekdir.
(Ni’met-i islâm)da diyor ki, (Kefâet,
kadının erkekde arayacağı şeydir. Erkek altı şeyde kadından üstün veyâ müsâvî
olmalıdır. Aşağı san’atlı erkek, yukarı san’atlı kadına küfv olamaz. Ma’âş,
ücret ile çalışmak da böyledir. Fıskı yayılmış olmasa da, fâsık erkek, sâliha
kıza, hattâ sâlih kimsenin kızına küfv olamaz. Zevcin, mehr-i mu’acceli ve bir
aylık nafakayı verecek iktidârda olması lâzımdır. Böyle erkek, dahâ zengin
kadına küfvdür. Bu şartlar, nikâh yaparken bulunmalıdır. Sonra zâil olabilir.
Köylü, şehrli kıza küfvdür. Mehr-i mislden az mehr ile nikâhlanan kızın velîsi,
mehri temâmlatabilir veyâ hâkime nikâhı fesh etdirir).
Vekîl olmıyan herhangi bir kimse, bir adamın nikâhını yapsa
veyâ bunun zevcesini boşasa, adamın işitince kabûl veyâ red etmesine bakılır.
Kölenin zevcesini, efendisi boşayamaz.
Bir adam, zevcesini boşamak için, bizzat zevceyi veyâ başkasını vekîl edebilir.
Bu da üç dürlü olur: Birincisi, (Temlîk) olup,
zevc zevcesine, talâk niyyeti ile, (Sen nefsini
ihtiyâr et) veyâ (İşin elinde olsun)
yâhud niyyete lüzûm olmadan (Kendini boşa) der
ve vakt bildirmezse, kadın o meclisde, vakt de bildirdi ise, o vakt içinde,
kendini boşayabilir. 2. ve 3. cü için 36. cı maddeye bakınız!
Nikâhda bulunanlara, şeker, meyve veyâ şerbet gibi tatlı
verilmesi, düğünde ise, etli ve tatlı yemek vermek ve düğün ziyâfetine
çağırılınca, yemeğe gitmek, def, davul çalarak düğünü tanıdıklara duyurmak
sünnetdir.
Nikâhda imâm bulunması, belli şeyler okuması şart değildir.
Bu, imâm nikâhı değildir. İslâm nikâhıdır. Evlenecek bir müslimân, önce
belediyede evlenme me’mûrluğuna başvurup, gerekli kanûnî muâmeleleri
temâmlamalı, evlendiğini nüfûs cüzdanına yazdırmalıdır. Kanûna uygun işi
bitirdikden sonra, düğünden önce, islâm nikâhı da yapılır. Allahü teâlânın emri
yerine getirilmiş olur. Kanûna uygun evlenmiyen, suç işlemiş olur. İslâm nikâhı
yapmıyan, günâh işlemiş olur. Bunlara aldırış etmiyenin cezâsı, katkat çok olur.
Müslimân, suç ve günâh işlememelidir. Suç işliyerek cezâya çarpılmak da
günâhdır.
Osmânlılar zemânında, İstanbulda nikâh şöyle
yapılırdı:
Nikâh yapacak efendi, önce zevcenin adını, meselâ Fâtıma
bint-i Ahmed yazar. Sonra zevcenin vekîlini, meselâ Alî bin Zeyd yazar. Sonra
iki erkek şâhidin adını yazar. Sonra zevcin adını, meselâ Ömer bin Hüseyn diye
yazar. Sonra, zevc yoksa zevcin vekîlinin adını yazar. Sonra, iki tarafa
sorarak, uyuşdukları mehr-i müecceli yazar. Sonra,
istigfâr okur. E’ûzü Besmele okur. (Elhamdü
lillahillezî zevvecel ervâha bil eşbâh ve
ehallennikâha ve harremessifâh. Vessalâtü vesselâmü alâ resûlinâ
Muhammedinillezî beyyene-l-harâme ve-l-mubâh ve alâ Âlihi ve Eshâbi-hillezîne
hüm ehlüssalâhi velfelâh) der. E’ûzü Besmele çekip, Nûr sûresinin otuzikinci âyetini okur.
(Sadakallahül’azîm) deyip, kâle Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem”, (En-nikâhü sünnetî femen
ragibe an sünnetî feleyse minnî) sadaka
Resûlullah. (Bismillâhi ve alâ sünnet-i resûlillah). Allahü teâlânın emr-i şerîfi
ile ve Peygamberimiz hazret-i Muhammeden-il Mustafâ efendimizin sünnet-i
seniyyesi ile ve amelde mezhebimizin imâmı, imâm-ı a’zam Ebû Hanîfe
hazretlerinin ictihâdı ile ve hâzır olan müslimânların şehâdetleri ile, vekîli
olduğun Fâtıma bint-i Ahmedi, ............... lira mehr-i müeccel ve aralarında
ma’lûm olan mu’accel ile, tâlibi olan Ömer bin Hüseyne tezvîce, [halâllığa
vermeğe] vekâletin hasebi ile, verdin mi der. Sonra zevcin vekîline dönüp, yine
(Bismillâhi ve alâ)dan başlayıp okur. Sen dahî, Fâtıma bint-i Ahmedi,
........... lira mehr-i müeccel ve aralarında ma’lûm olan mehr-i mu’accel
ile, vekîli olduğun Ömer bin Hüseyne, vekâletin hasebi ile, aldın mı? der. Her
ikisine üçer kerre sorar ve cevâb alır. Ben dahî akd-i nikâh etdim der. Sonra,
şu düâyı okur:
(Allahümmec’al hâzel akde meymûnen mubâreken
vec’al beyne-hümâ ülfeten ve mehabbeten ve karârâ ve lâ tec’al beyne-hümâ
nefreten ve fitneten ve firârâ. Allahümme ellif beynehümâ kemâ ellefte beyne
Âdeme ve Havvâ. Ve kemâ ellefte beyne Muhammedin “sallallahü aleyhi ve sellem”
ve Hadîce-tel-kübrâ ve Âi-
şe-te ümm-il mü’minîne “radıyallahü anhümâ”. Ve beyne Alîyyin
“radıyallahü anh” ve Fâtıma-tez-zehrâ “radıyallahü anhâ”. Allahümme a’ti
le-hümâ evlâden sâlihan ve ömren tavîlen ve rızkan vâsi’an. Rabbenâ heb lenâ
min ezvâcinâ ve zürriyyâtinâ kurrete a’yünin vec’alnâ lil müttekîne imâmâ.
Rabbenâ âtinâ fiddünyâ haseneten ve fil âhıreti haseneten ve kına azabennâr.
Sübhâne rabbike...).
Sonra Fâtiha der. Bu düâyı Peygamber efendimiz ve bütün Âlimler, Velîler okudular. Bunu okuyunca, zevc ve zevce arasında,
ölünciye kadar muhabbet mevcûd olur. Râhat ve huzûr içinde yaşarlardı.
Evlerinden bereket eksik olmazdı. Nikâh yapan zât, zevc ve zevcenin nüfûs
kâğıdını alıp, iki şâhid ile imâm efendiye gider. İmâm efendinin vereceği (Nikâh vesîkası)nı doldurup, kendisi ve iki şâhid
imzâlar. İmâm efendi, vesîkaları tasdîk edip, bunları nüfûs kâğıdı ile âid
olduğu nüfûs memûrluğuna gönderir. Nüfûs memûru vesîkadaki nikâh bilgisini
kendi defterine ve nüfûs kâğıdına kayd eder. Nüfûs kâğıdını imâm efendiye
gönderir. İmâm efendi, nüfûs kâğıdını zevcin kendisine ve zevcenin vekîline
verir. Böylece, nikâh işi, tescîl edilmiş olur.
Nikâh eden kimsenin niyyeti, zinâdan, harâma bakmakdan
korunmak olmalıdır. Sâlih evlâd yetişdirmeği, Muhammed aleyhisselâmın ümmetinin
çoğalmasını ve Onun nikâh sünnetine uymağı niyyet etmelidir. Evlendikden sonra,
harâm mâl toplamağa kalkışmak, harâm kazanmağa çoluk çocuğu behâne etmek,
nikâhın sünnet üzere yapılmadığını gösterir.
(Müt’a) nikâhı ve (Muvakkat nikâh), dört mezhebde de harâmdır.
Müt’a nikâhı, şâhidsiz olarak bir kadına
belli para verip, belli zemân için berâber yaşamağı sözleşmek demekdir.
Müt’a nikâhının harâm olduğunda bütün âlimlerin sözbirliği bulunduğu, (Mîzân-ül-kübrâ)da ve (İbni
Âbidîn)de yazılıdır ve (İmâm-ı Mâlik câiz dedi) sözünde yanlışlık
olduğunu bildirmekdedir. Muvakkat nikâh, yüz sene olsa bile, belli bir zemân
sonra boşamağı söyliyerek, bütün şartlarına uygun yapılan nikâhdır. Söylemeyip,
yalnız kalbinden geçirse, nikâh sahîh olur.
Hacca götürecek erkeği olmıyan bir kadının, hacca gidebilmek
için, hacca gitmekde olan bir erkek ile evlenmesi ve hacdan gelince boşanması
da, muvakkat nikâh olduğu için harâmdır. Kadınların, hacca yalnız gitmeleri de
harâmdır. Ebedî mahrem akrabâsından biri veyâ zevci yanında bulunmıyan kadının
üç günlük yola gitmesi câiz değildir. İmâm-ı a’zam Ebû Hanîfeden ve imâm-ı Ebû
Yûsüfden “rahmetullahi teâlâ aleyhimâ” gelen habere göre, hür kadının bir
günlük yere mahremsiz gitmesi mekrûhdur. Bir günden az mesâfeye sâlih erkekler
arasında mahremsiz gidebileceği, (Fetâvâ-yı
Hindiyye) beşinci cildde yazılıdır.
(Ukûd-üd-dürriyye)de diyor ki, (Mehr
olarak Kur’ân-ı kerîm öğretmeği söylemek sahîhdır. Çünki, karşılığında ücret
alınması câiz olan şeyi mehr yapmak câizdir. Bir kimse, zevcesine nafakadan
hâric birşey gönderince bunun mehr olduğunu söylerse, yemîn edince sözü kabûl
edilir. Mehr söylemeden nikâh edilen kadın, halvet ve vaty olmadan önce boşanırsa, zevcin buna müt’a vermesi
vâcib olur. Müt’a, antârî, manto ve baş örtüsü olup, kıymeti mehr-i
mislin yarısından fazla olmaz. Zevci ölen kadın, mehr-i mu’accelin bir kısmını
almadığını söylerse, bunu mîrâsdan alır. Mehr-i mu’accelin hepsini almadığını
söylerse, birşey verilmez. Baba, kızına çehiz hâzırlayıp sıhhatde iken
kendisine teslîm etdikden sonra ölse, vârisler bundan hak istiyemez. Kızın
akrabâsının kızı teslîm etmek için, başlık olarak dâmâddan aldıkları şeyler
rüşvet olur. Dâmâda geri vermeleri lâzım olur. Âkıl, bâlig olan kız, mehr-i
misl ile küfvüne nikâhlanırsa, babası, anası ve hiç kimse, buna mâni’ olamaz.
Bâkire olarak aldığı kızı, seyyibe [dul] bulduğunu söyliyenin sözü kabûl
edilmez ve mehri geri verilmez. İki bayram arasında nikâh yapmak ve düğün
yapmak câizdir. (Hamza efendi risâlesi)nde
ve (Fetâvel-hayriyye)de diyor ki, (Nikâh
yapmak için, kızın akrabâsının zevcden başlık olarak birşey istemesi rüşvetdir.
Alması harâmdır. Dâmâd da, va’d ederse, vermesi lâzım olmaz. Ver-
miş
ise, geri alabilir). (Bahr-ül-fetâvâ)da
diyor ki, (Kadın nikâhdan sonra, zevcin cüzzam [miskin] hastası olduğunu
anlasa, imâm-ı Muhammede göre nikâhını hâkime fesh etdirebilir. Bir kimse,
kızına çehiz verdikden sonra, âriyet olarak vermişdim dese, iki şâhid
gösteremese, sözü kabûl edilmez. Kızı ölürse, yemîn edince, kabûl edilip,
bunları dâmâddan geri alabilir). (Feyziyye) fetvâsında
diyor ki, (Mehr-i mu’accel, çehiz masrafı olarak düğünden önce verilir. Mangır
[ya’nî fülûs] râyic [geçer akça] iken, mehr olarak şu kadar bin mangır diyerek
nikâh yapdıkdan sonra, mangır kâsid [geçmez] olsa, zevce vefât etse,
vârislerine kesâd günü olan kıymetleri kadar altın, gümüş kıymetleri verilir.
Mangır adedince gümüş verilmez. [Kâğıd lira da, fülûs demekdir.] Zevc, nikâhdan sonra gönderdiği eşyâ için, mehr idi dese,
zevce de, hediyye idi dese, şâhidleri yok ise, zevcin sözü kabûl
edilir).
Dünyâ geçicidir, burda
kalınmaz,
ne kadar mal olsa, murâd
alınmaz,
gâfil olma sakın, geri dönülmez!
Yürü dünyâ yürü, sonun virândır,
bin yılından sonra, âhır zemândır.
Hâlıkın dururken, mahlûka tapma,
şeytâna uyup da, yolundan sapma,
harâmlara dalıp, dînini yıkma!
Yürü dünyâ yürü, sonun virândır,
bin yılından sonra, âhır zemândır!
Azık topladın mı yola çıkmağa?
Işık
edindin mi aydınlanmağa?
İki melek
gelir süâl sormağa.
Yürü dünyâ yürü, sonun virândır,
bin yılından sonra, âhır zemândır!
Ölünce, çözerler belin, kuşağın,
gözüne görünmez, oğlun, uşağın,
yakasız
kefendir, örtün, döşeğin.
Yürü dünyâ yürü, sonun virândır,
bin yılından sonra, âhır zemândır!
Paran, apartmanın arkada kalır,
ummadığın gelir, hepsini alır,
gayrılar yer, içer, senden sorulur.
Yürü dünyâ yürü, sonun virândır,
bin yılından sonra, âhır zemândır!
Münker Nekir gelir, çınarlar gibi,
gözleri
yanıyor, şimşekler gibi,
sorguya çekerler, gök gürler gibi,
Yürü dünyâ yürü, sonun virândır,
bin yılından sonra, âhır zemândır!
Cehennemin, yedi dürlü yapısı,
herbirinin ateşdendir kapısı,
seksen yıllık yoldan gelir kokusu.
Yürü dünyâ yürü, sonun virândır,
bin yılından sonra, âhır zemândır!