Bugün bilinen yüzbeş dürlü atomdan her birinin
ortasında bir nüve, ya’nî çekirdek bulunduğunu ve çekirdek etrâfında
elektronların döndüğünü bildirmişdik. En küçük atom, hidrogen gazının atomu
olup bir elektronu vardır. Dahâ büyük atomların elektronları içiçe muhtelif
halkalarda döner. Meselâ, uranium ismindeki bir basît cismin atomunun yedi
halkası üzerinde dönen doksaniki elektronu vardır.
Hidrogen atomunun çekirdeği, artık bölünemiyen mini mini bir
dânecikdir. Bu hidrogen çekirdeğine, (Proton) denir.
Protonlar, bir müsbet elektrik taşır. Diğer bütün atomların çekirdeklerinde
protonlar ile birlikde, (Nötron) denilen
elektriksiz dânecikler de bulunur. Ya’nî, her çekirdek, protonlar ve
nötronlardan yapılmışdır. Proton adedi, çekirdek etrâfında dönen elektron adedi
kadardır. Nötronun ağırlığı, proton ağırlığı kadardır. Nötronlar çekirdekden
dışarı fırlayabilir ve maddelerden kolay geçer ve başka çekirdekler tarafından
yutularak, yeni çekirdek meydâna gelir. Proton ile nötronların ikisine de, (Nükleon) denir.
Atom etrâfında dönen elektron gayb olup kuvvet hâline
dönebilir. Ba’zı büyük atomların çekirdekleri sağlam değildir. Böyle
çekirdekler, kendiliklerinden patlayarak, etrâfa enerji, kudret neşr ediyorlar.
Böyle enerji saçan cismlere (Radio-aktif) cism denir. Mu’ayyen bir radioaktif
elementin, meselâ radiumun, atomları arasında, sâniyede mu’ayyen bir mikdâr
kendiliğinden patlıyor. Etrâfa saçdığı enerjiye, radioaktif şuâ’lar denir. Bu
şuâ’lar görülmez. Radioaktif cismler, şuâ’ neşr ederek, başka maddeye dönüyor.
Ya’nî atom değişip başka atom oluyor.
Kimyâ, atomların birbirlerine te’sîrlerini tedkîk eden bir
ilmdir. Güneşde atomlar birbirlerine te’sîr etmeyip ayrı ayrı uçdukları için,
güneşde kimyâ yokdur. Güneş gaz hâlindedir, katı değildir. Güneşin ve diğer
sâbit yıldızların sıcaklığı kırkmilyon derece civârında olup bu sıcaklıkda,
atomlar elektronlarını gayb etmişdir. Çıplak çekirdekler uçuşur. Atomların
birbiri üzerine yapdıkları te’sîrler, yalnız dış halkalarında dönen
elektronların adedini değişdirir. Ya’nî, iki elemanın atomlarının elektron alış
verişine kimyâ tepkimesi (reaksiyon şimik) diyoruz. Yanma hareketleri ve bütün
enerji değişmeleri bu elektron mübâdelesinden meydâna geliyor. Kimyâ kanûnları,
atomun iç halkalarına ve hele çekirdeğine giremiyor, karışamıyor.
Atom bombasının enerjisi, kuvveti ise, atomun çekirdeğinin
değişmesinden meydâna geliyor. Atom bombası yerine, çekirdek bombası demek dahâ
doğrudur.
Atom çekirdeğinde mu’azzam kuvvetlerin saklanmış olduğu, ilk
olarak radioaktif cismleri tedkîk ederken meydâna çıkdı. Bu cismlerin, asrlar
zarfında, neşr etdikleri enerjiyi bir ânda çıkarmakla, atom bombası yapıldı.
Çekirdeklerde sıkışmış olan protonlar hep müsbet (pozitif)
elektrikli olduğundan, birbirlerini itip, çekirdeğin dağılması lâzım iken,
çekirdeklerin dağılmamasına sebeb, protonlar arasındaki mu’azzam bir câzibe
kuvvetidir. Buna (Nükleon kuvvetleri) denir. Bir çekirdeğe hâricden bir nükleon
[proton veyâ nötron] ilâve edilirse, çekirdekden mu’azzam kuvvet çıkar. Bu
sırada, çekirdekden bir veyâ birkaç nükleon atılır veyâ çekirdek büyük ise,
ortadan ikiye yarılır. Her iki sûretde de, başka atomlar meydâna gelir. Güneşin
ve diğer sâbit yıldızların mu’azzam sıcaklığı, merkezlerinde hidrogen
atomlarından Helium elemanı hâsıl olması ile meydâna çıkan müdhiş enerjidendir.
Hidrojenden Helium teşekkül enerjisini erdımızda da gerçekleşdirmek için, en az
altı milyon derece sıcaklık lâzımdır. Bu da, atom bombası ile te’mîn
edilebilir.
[1939] senesinde, uraniuma, nötronlarla vurulduğu zemân,
uranium çekirdeklerinin bu kısmının, ortadan bölündüğü ve bu esnâda uranium
kütlesinin binde birinin enerji (kudret) hâline döndüğü ve çekirdekden nötron
da atıldığı anlaşıldı. Bu kudret, harâret şeklinde ve gamma şuâ’ları neşr
ederek meydâna çıkıyor. Hâ-
sıl
olan ilk yeni çekirdek de, beta radioaktif şuâ’ları neşr ediyor. Bu keşfler
Almanyada yapıldı ise de, fen adamları
Amerikada toplanarak, ilk atom bombası orada yapıldı. Uranium cinsleri içinde parçalanabilen
çekirdekler, binde yedi kadar az bulunuyor ve bunlara uran 235 ismi veriliyor.
Bir kilo uran 235, bir sâniyenin milyonda biri kadar az zemânda parçalanarak,
bir gram kadarı kudret hâline dönüyor. Ya’nî yirmibin kerre milyon (kilo
kalori) hâsıl ediyor. Bu sûretle uran bombası yapıldı. [Hâlbuki, bir watt
elektrik gücünden 0.24 küçük kalori hâsıl olmakdadır.] Uran 235 çekirdeklerinin
zincirleme parçalanmağa başlaması için, hâricden nötronlarla çekirdeğine
vurmağa hâcet yokdur. Uranium, radioaktif olduğundan, nötron da saçmakdadır.
Bereket versin ki, çekirdeği parçalanabilen uran 235 cinsi, erdımızda sâf
bulunmadığı için ve saçılan nötronların sür’ati pek fazla olup, diğer
çekirdeklere girmeden uzaklaşdıkları için, kendiliklerinden patlamıyor.
Demek ki, bomba yapmak için, sâf uran 235 elde etmek
lâzımdır ve sâniyede ikibin kilometre sür’atle uçan nötronların komşu
çekirdeklere tesâdüf edebilmesi için, uran 235 sathı, asgarî bir mikdârdan az
olmamalıdır. O hâlde, iki küçük sâf uran 235 parçası yan yana getirilirse
(asgarî boy) hâsıl olup, hemen ânî olarak zincirleme parçalanabilir. Bu asgarî
boy için elli kilo sâf uran 235 lâzımdır [ki üç litre kadardır]. İlk atom bombasında, üstüvâne şeklinde sâf bir uran 235,
bombada bulunan bir topla, ikinci uran 235 parçasında bulunan aynı
boydaki delik içine atıldı ve elli gram kadar kudret, ya’nî bir milyon kerre
milyon kilo kalori, milyonda bir sâniyede meydâna geldi. Bu bomba ilk olarak
[1945] de Japonyada Hiroşima şehrine atılarak, yetmişbin insanın ölümüne, bu
kadar da yaralanmasına veyâ sakat kalmasına sebeb oldu.
İkinci atom bombası, plutonium bombasıdır. Bunun için,
grafit kömüründen, kalın bir levhada açılan
üstüvâne [silindir] şeklindeki boşluklara, sâf olmıyan uran üstüvânecikleri yerleşdirilir.
Buna, (uran pili) ismi verilmişdir. Kömür tabakası, nötronların sür’atini
azaltıyor. Uraniumdan çıkan nötronlar, yavaşladığından, diğer çekirdeklere
girebiliyor ve uran 235 çekirdeklerini parçalıyarak, yeni nötronlar saçıldığı
gibi, âdî uranium çekirdekleri de, bir sıra değişmeden sonra, plutonium atomu
çekirdeği hâline dönüyor ki bu da, uran 235 gibi, bir nötron girmesi ile ikiye
bölünebilmekdedir ve müdhiş kuvvet meydâna getirir. Meydâna gelen plutoniumlar,
diğer maddelerden, kimyâ usûlleri ile kolayca ayrılarak, asgarî boyu iki
litrelik bombaları yapıldı ve ilk olarak [1945] de Japonyada Nagazâki şehrine
atıldı. Her iki bomba patlayınca, ölüm şuâ’ları neşr ediyor ve etrâfdaki hava,
milyonlarca derece ısınıyor ve büyük bir tazyîk dalgası hâsıl oluyor. Ya’nî
bomba patlayınca, müdhiş yakma ve yıkma te’sîri derhâl görülüyor. Gamma
şuâ’ları da, insanları birkaç hafta sonra öldürüyor. Etrâfa yayılan plutonium
zerreleri ise, radioaktif zehrlenmesini aylarca icrâ ediyor. Japonyaya atılan iki
atom bombasından ölenlerin sayısı kesin bilinemedi. Yirmiyedisi Amerikan ve
kırkdokuzu Japon olan dokuzyüzaltmışaltı kişinin onbeş sene çalışarak
anladığına göre Hiroşimada yüzkırkdörtbin, Nagazâkide ellibirbin beşyüzyetmiş
kişi ölmüşdür.
İkinci Cihân Harbinden sonra, atom çekirdeğinin
parçalanmasından meydâna gelen kuvvetden istifâde ederek, yeni silâhlar
yapıldı. Bu sûretle atom torpilleri, roketleri ve güdümlü mermîleri, atom topu
mermîsi ve mayınları meydâna geldi.
Atom silâhları patlayınca, hemen şiddetli bir rüzgâr etrâfa
yayılıyor. Bu rüzgâr beş sâniye sürüyor. Sonra etrâfdan buraya, ikinci bir
rüzgâr hâsıl oluyor. Bu rüzgârlar, binâları, ağaçları yıkıyor. Ancak kuvvetli
çelik çerçevelerle takviye edilmiş beton binâlar, bunlara dayanabiliyor. Gamma şuâ’ları,
kandaki ak yuvarları [lökositleri] tahrîb edip, al yuvarların [hematilerin]
üremesini men’ ediyor. Hiroşimada bu şuâ’larla dokuzbin kişi ölmüşdür ki, bu
mikdâr, tekmil zâyi’âtın [% 15] i kadardır. Patladığı yerden i’tibâren birkaç
kilometreye kadar şiddetli te’sîri var-
dır.
Otuzüç santimetre kalınlığında çeliğin, bir metre
betonun, yüzaltmışyedi santimetre toprağın atom bombası te’sîrinden korudukları
tesbît edilmişdir.
Üçüncü ve en tehlükeli atom bombası da (Hidrogen)
bombasıdır. Bir kilo plutonium, bir gram kudret verdiği hâlde, bir kilo
hidrogen, yedibuçuk gram kudret veriyor. Hidrogen bombası, âdî hidrogenle
değil, ağır hidrogenle işletilmekdedir. Çünki, iki ağır hidrogen çekirdeği,
altı milyon derece sıcaklıkda, dahâ kolay birleşerek bir helium çekirdeği hâsıl
ediyor.
Bugün, te’sîri dahâ fazla ve dahâ korkunç atom bombaları
yapılmakdadır. Fekat, şimdi atom bombasından endişe ve korku kalmamış gibidir.
Çünki, haber alma merkezlerinde, radar ile düşmanın bomba taşıyan tayyâresinin
harekete geçdiği görülüyor. Yerden idâre edilen roket atılarak, tâm isâbet ile,
bomba düşmanın memleketi üzerinde patlatılacak, onun bombası ile, kendisi imhâ
edilecekdir.
Radar merkezindeki odanın dıvarında düşman memleketlerinin,
büyük bir harîtası vardır. Herhangi bir şehrden, bir üsden kalkan tayyârenin,
cinsi, yüksekliği, hızı, uçuş istikâmeti, her sâniye görülmekdedir. Keşf
tayyâreleri ve gemiler, düşmanın, binlerle kilometre uzakdaki hareketi, o ânda,
perdede görülmekdedir. Tâm isâbetli roket ve füzeler gönderilerek, düşmanın
hareketi önlenmekdedir.
Bugün, Amerika, Rusya, İngiltere, Fransa, İtalya, Pâkistân,
Mısr, Japonya ve Almanya bu savunma vâsıtalarını kendileri yapmakdadır.
Müttefik oldukları memleketlerde de bu merkezler kurulmuşdur. Zemân geçdikce,
dahâ kuvvetlileri yapılıp, öncekilerin ehemmiyyeti kalmamakdadır. Meselâ,
İngilterede orta menzilli balistik füze üsleri inşâ edildi. Fekat, Polarisin
büyük inkişaf kayd etmesi karşısında bunlar da, modası geçmiş silâh sınıfına
dâhil oldu.
Polaris füzeleri, nükleer yakıt ile
müteharrik atom denizaltıları tarafından taşınmakda ve su altından
atılabilmekdedir. İstenilen küçük hedeflere, tâm isâbet etdirilmekdedir. Herbir
Polaris denizaltısında, onaltı füze vardır. A-1 modeli Polaris füzesinin
menzili binbeşyüz, A-2 nin ise ikibinbeşyüz kilometredir. Hâlen üzerinde
çalışılan A-3 modelinin dörtbin kilometrelik menzili olacakdır.
Kara üslerinde bulunan Jüpiter füzelerinin, düşman taarruzu
karşısında, kolayca isâbet alabilecek sâbit hedefler husûle getirdikleri uzun zemândan
beri bilinmekde idi. Bilhassa Türkiyedeki Jüpiter üsleri, Rusyanın Ortadoğudaki
hudutları boyunda, NATO’nun nükleer gücünü teşkîl etmişlerdir.
SEYYÂH MERMÎLER: Amerika Birleşik
Devletlerinin 1979 senesinde elde etdiği seyyâh (Cruise) mermîleri, hedefi
tıpkı mütehassıs bir pilot gibi arayıp bulan mekanik beyin sistemi ile
mücehhezdir. (Akıllı füzeler) ismi de verilen bu mermîler, diğer füzeler gibi
doğru bir mahrek üzerinde hareket etmiyor. Jet motoru ile techîz edilen seyyâh
mermîler, havadan, denizden veyâ zemînden, kara hedeflerine doğru
fırlatılmakdadırlar. İçinde bir pilot varmış gibi, muhtelif irtifâ’lar alarak
muhtelif istikametlerde seyr ederek, radarlardan kaçmakda, arzû edilen uzak
hedefine vâsıl olmakdadır. Hangi hedefe gönderildiği anlaşılamamakdadır. Çok
inkişâf etmiş bir elektronik beyni vardır. Tercon ismi verilen elektronik
tertîbâtı ile hedefini arayıp bulmakdadır. Fırlatıldığı andan i’tibâren uçuş
yoluna rastlıyan tabî’î mâni’a ve teşekkülleri, mekanik müşâhede sistemi ile
görerek, içinde bulunan yirmi kadar haritalar ile karşılaşdırmakda ve
istikametini ayârlamakdadır. On kilometrelik bir sâhayı nezâret ederek gerekli
cihete teveccüh edebilmekdedir. Tayyâreden atıldıkdan sonra, yere paralel
olarak, çeşidli irtifâ’lardan uçabilmekde, bu sebeble radarlar tarafından
tesbît edilememekdedirler. Önlerine çıkan mâni’aların üstlerinden aşarak veyâ
etrâfını dolaşarak, arzû edilen hedefe vâsıl oluyorlar. Böylece tâm isâbet
te’mîn etmekdedirler. Amerika eski devlet reîsi Carter, başta Rusya olmak
üzere, bütün komünist memleketleri dehşete düşüren ve çok korkutan bu seyyâh
mermîleri, Avrupanın Sovyetlere karşı müdâfe’ası için NATO memleketlerine
vermişdi.
[1957] senesinde Amerikada sekiz, Kanadada bir, İngilterede
iki uran pili işletilmekde idi. Bunlar, harb için hâzırlandıkları gibi, kömür
yerine dahâ ucuz ve dahâ bol kuvvet bulmak, tıbda, tedâvî üsûlleri ele geçirmek
için uğraşıyorlar.
[1956] senesinde memleketimize gelip, atomda saklı mu’azzam
kudret hakkında müteaddid konferanslar veren atom âlimi (W.Heisenberg),
sözlerini şöyle bitirmişdi: (Bütün nutuklarımda, atomdaki enerjiden nasıl
istifâde edilebileceğini anlatdım. Şimdi aklımıza, haklı olarak, şu süâl
gelmekdedir: Bu mu’azzam kudreti, küçücük yere kim ve nasıl koydu? Buna ancak
metafizik, ya’nî ilm-i kelâm [ilâhiyyât] cevâb verecekdir). Adada kendisini
gezdiren bir profesörümüz, bu süâle, hangi dînin cevâb vereceğini sorduğu
zemân, (Buna ancak islâm dîni cevâb vermekdedir. Ben ve arkadaşım atom âlimi
Hahn bu fikrdeyiz) demişdir.
Fen adamlarının, islâmiyyetin yüksekliğine, üstünlüğüne
hayrânlıklarını gösteren bu canlı misâli, din kardeşlerime arz etmeği lüzûmlu
gördüm. Fen taklîdcileri, her hakîkatin dışında kaldıkları gibi, şübhesiz bu
sözüme dâhil değildir.
İnternet dalgaları vâsıtası ile
haberleşme: Fezâya,
ya’nî her yere yayılmış olan elektro-manyetik dalgalarla haberleşme
yapılmakdadır. Bir telden elektrik ceryânı geçince, telin etrâfında miknâtis
dalgaları hâsıl olur. Bu dalgalara (Elektro-manyetik
dalgalar) denir. Bu dalgalar fezâya yayılır. Bunlardan istifâde
için, (Bilgisayar) makineleri
kullanılır. Bu makine, çocukların kitâb koydukları çanta gibi
Geçdi gençlik tatlı bir
rüyâ gibi ey çeşmim zâr! [ağla!]
Beni mecnûn etdi girye,
meskenim olsun mezâr!