Bu mektûb, şeyh Hasen-i Berkînin
mektûbuna cevâb olarak yazılmış olup, unutulmuş
sünnetleri meydâna çıkarmağı ve bid’atden kaçınmağı teşvîk etmekdedir:
[Bu mektûbumu yazmağa, Besmele ile başlıyorum.] Allahü
teâlâya hamd, seçdiği iyi insanlara selâm ve düâ ederim. Kardeşim şeyh Hasenin
mektûbunu okuyunca, çok sevindim. Kıymetli bilgiler ve ma’rifetler yazılı idi.
Bunları anlayınca, pek hoşuma gitdi. Allahü teâlâya şükrler olsun ki,
yazdığınız bilgilerin, keşflerin hepsi doğrudur. Hepsi, Kur’ân-ı kerîme ve
hadîs-i şerîflere uygundur. Ehl-i sünnet âlimlerinin doğru i’tikâdları böyledir. Cenâb-ı Hak, doğru yolda bulundursun.
Yüksek derecelere erişdirsin! Yayılmış olan bid’atlerin ortadan
kalkmasına çalışdığınızı yazıyorsunuz. Bid’at karanlıklarının ortalığı
kapladığı böyle bir zemânda, bid’atlerden bir bid’atin ortadan kalkmasına sebeb
olmak ve unutulmuş sünnetlerden bir sünneti meydâna çıkarmak, pek büyük bir
ni’metdir. Sahîh olan hadîs-i şerîflerde, Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve
sellem” buyuruyor ki, (Unutulmuş bir sünnetimi
meydâna çıkarana yüz şehîd sevâbı vardır!). Bu işin büyüklüğünü, bu
hadîs-i şerîfden anlamalıdır. Fekat, bu işi yaparken, gözetilecek mühim bir
incelik vardır. Ya’nî, bir sünneti meydâna çıkarayım derken, fitne uyanmasına
sebeb olmamalı, bir iyilik, çeşidli kötülüklere, zararlara yol açmamalıdır.
Çünki, âhır zemândayız. Müslimânlığın za’îf, garîb olduğu bir asrdayız.
[(Hadîka)da, fitneyi
anlatırken diyor ki, (Fitne, müslimânlar arasında bölücülük yapmak, onları
sıkıntıya, zarara, günâha sokmak, insanları hükûmete karşı isyâna kışkırtmak demekdir. Zâlim olan hükûmete de
itâ’at etmek vâcibdir.) (Berîka)da,
doksan birinci sahîfede diyor ki, (Başınızdaki âmir, bir habeş hizmetci gibi
zelîl, âdî, aşağı kimse olsa da, islâmiyyete uygun emrlerine itâ’at
vâcibdir. İslâmiyyete uymıyan emrlerine de, fitneye, fesâda sebeb olmamak için
karşı gelmemeli, isyân etmemelidir). Din adamlarının insanlara yapamıyacakları
fetvâları bildirmeleri de fitneye sebeb olur. Köylüye ve ihtiyâra, tecvîdsiz
nemâz kılınmaz demek böyledir. Çünki, bunlar artık öğrenemez ve nemâzı büsbütün
bırakır. Hâlbuki, tecvîdsiz nemâzın câiz olduğuna, fetvâ verenler vardır. Bu
fetvâ za’îf ise de, hiç kılmamakdan iyidir. Harac olunca başka mezhebi taklîd
câiz olduğunu düşünerek, câhillere, âcizlere zorluk çıkarmamalıdır. Bu husûsda (Şerh-ul-ma’füvât)da
îzâhât vardır. Birinci kısmda, 54. cü maddeye
bakınız! Kabrleri, türbeleri ziyâret etmelerine, Evliyâya adak yapmalarına ve
türbelere giderek bereket istemelerine mâni’ olmamalıdır. Öldükden sonra da,
kerâmet sâhibi olduklarını inkâr etmemelidir. Çünki, câiz olduğunu bildiren
fetvâlar vardır. [(Berîka) 270. ci
sahîfede diyor ki, (Allahü teâlâya düâ ederken, Peygamberleri ve Sâlihleri
vesîle etmek ve vesîle olmalarını onlardan istemek câizdir. Çünki mu’cize ve
kerâmet, ölüm ile bitmez. Ölünce kerâmetin yok olmıyacağını Remlî de bildirdi.
Velînin, diri iken, kılıfında olan kılınç gibi olduğunu, ölünce kılıfdan
çıkacağını, tesarrufunun dahâ kuvvetli olacağını Echürî bildirmekdedir).]
Fitneye sebeb olacak nasîhati yapmamalıdır. Gücü, kuvveti, salâhiyyeti olan
nasîhat etmez ise, (Müdâhene) olur,
harâm olur. Gücü yetdiği hâlde, fitne çıkarmamak için nasîhat etmezse, (Müdârâ) denir, câiz olur. Hattâ müstehab olur.
Güc kullanmak, hükûmet adamlarının vazîfesidir. Alay edenlere, zarar
yapacaklara nasîhat verilmez. Nasîhat, birinin yüzüne karşı olmamalı, umûmî
olarak, ortadan söylemelidir. Hiç kimse ile münâkaşa etmemelidir. Resûlullaha
biri geldi. Onu uzakdan görünce, (Kabîlesinin en
kötüsüdür) buyurdu. Odaya girince, gülerek karşılayıp, iltifât
eyledi. Gidince, hazret-i Âişe “radıyallahü anhâ”, sebebini sordu. (İnsanların en kötüsü, zararından kurtulmak için yanına yaklaşılmıyan
kimsedir) buyurdu. O, müslimânların başında bulunan bir münâfık idi.
Müslimânları onun şerrinden korumak için
müdârâ buyurdu. Fıskı, fuhşu, zulmü açık, ya’nî herkes arasında yayılmış
olanı başkalarına söylemek (Gıybet) olmıyacağı
ve şerrinden korunmak için müdârâ câiz olduğu buradan anlaşılmakdadır.
Abdürraûf-i Münâvînin “rahmetullahi teâlâ aleyh” (Künûz)
kitâbındaki hadîs-i şerîfde, (İnsanlara
müdârâ için gönderildim) buyuruldu. Dîni ve dünyâyı korumak için
dünyâlık vermeğe (Müdârâ) denir. Dünyâlık
ele geçirmek için dîni vermeğe (Müdâhene) denir.
Tatlı dil ile iyilik ve hattâ yalan söyliyerek gönül almak, dünyâlık vermek
olur. Müslimânların, [gizli yapdıkları] büyük günâhlarını
görünce, örtmek lâzımdır. Başkalarına söylerse, (Kazf)
olur. Zan ile, iftirâ ile söylemek ise, dahâ büyük
günâhdır).]
Merhûm, mevlânâ Ahmedin “rahmetullahi teâlâ aleyh”
çocuklarının okumalarına, terbiyeli, bilgili yetişmelerine çok gayret ediniz.
Zâhirî ve bâtınî edebleri öğretiniz! Tanıdığınız, görüşdüğünüz herkesin, hattâ,
orada bulunan bütün din kardeşlerimizin islâmiyyete uymalarına, sünnete
yapışmalarına ön ayak olunuz! Bid’at işlemenin, dinsizliğin zararlarını herkese
anlatınız! Cenâb-ı Hak hepimize iyi işler yapmak nasîb eylesin! Dîn-i islâmın
yayılmasına, gençlere öğretilmesine çalışanlara başarılar versin! Dîn-i islâmı
yıkmak için, temiz gençliğin îmânını, ahlâkını çalmak için uğraşan, yalan ve
iftirâlarla gençleri aldatmağa çalışan din ve fazîlet düşmanlarına aldanarak
kötü yola sapmakdan, yavrularımızı korusun! Âmîn. Bu düşmanlara (Zındık) denir.
İmâm-ı Rabbânî “rahmetullahi aleyh”, ikinci cildin
altmışsekizinci mektûbunda buyuruyor ki, Hadîs-i şerîfde, (Yeryüzünü küfr kaplamadıkca ve heryerde küfr ve kâfirlik
yapılmadıkca, hazret-i Mehdî gelmez) buyuruldu. Bundan anlaşılıyor
ki, hazret-i Mehdî çıkmadan evvel, küfr ve kâfirlik her tarafa yayılacak, islâm
ve müslimânlar garîb olacakdır. Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem”,
âhır zemânda, müslimânların garîb olacaklarını haber vermiş ve (Herc, fitne zemânında yapılan ibâdet, [Mekkeden
Medîneye] benim yanıma hicret etmek gibidir) buyurmuşdur.
Fitne ve fesâd zemânında, polisin, askerin ufak bir hareketi, râhatlık ve
sükûnet zemânlarında yapacakları hareketlerinden katkat dahâ kıymetli olduğunu
herkes bilir. Fitne yok olduğu zemân gösterecekleri kahramanlıkların kıymeti
yokdur. O hâlde ibâdetlerin en kıymetlisi ve kabûl olunanı, fitnelerin
yayıldığı zemânlarda yapılanlardır. Kıyâmet günü, makbûl olanlardan,
kurtulanlardan olmak istiyorsanız, Allahü teâlânın râzı olduğu, beğendiği iyi
işleri yapınız! Sünnet-i seniyyeye, ya’nî Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve
sellem” yoluna sarılınız! Bu yola uymıyan hiçbirşey yapmayınız! (Eshâb-ı Kehf) “rahmetul-
lahi
teâlâ aleyhim ecma’în”, her tarafı fitne kapladığı zemân, bir hicret yapmakla,
yüksek dereceye kavuşdular. Siz, Muhammed aleyhisselâmın ümmetisiniz.
Ümmetlerin en iyisi olan ümmetdensiniz. Ömrünüzü lehv ve la’b ile, ya’nî oyun
ve eğlence ile ziyân etmeyiniz! Çocuklar gibi, top oynamakla vaktinizi elden
kaçırmayınız!
Yavrum! Fitnelerin yayıldığı, fesâdların çoğaldığı zemânlar,
tevbe ve istiğfâr zemânıdır. Kenâra çekilmeli, fitnelere karışmamalıdır.
Fitneler çoğalıyor. Gün geçdikce yayılıyor. Peygamberimiz “aleyhi ve alâ
âlihis-salâtü vesselâm” buyurdu ki, (Kıyâmet yaklaşdıkca,
fitneler çoğalır. Gece başlarken karanlığın artması gibi olur. Sabâh evinden
mü’min olarak çıkan çok kimse akşam kâfir olarak döner. Akşam mü’min iken, gece safâlarında îmânları gider. Böyle
zemânlarda, evinde kapanmak fitneye karışmakdan hayrlıdır. Kenârda
kalan, ileri atılandan hayrlıdır. O gün oklarınızı kırınız! Silâhlarınızı,
kılınclarınızı bırakınız! Herkesi tatlı dil ile, güler yüzle karşılayınız!
Evinizden çıkmayınız!). Mektûbâtdan terceme temâm oldu. Müslimânlar
bu nasîhatlara uymalı, Mevdûdî ve Seyyid Kutb gibi mezhebsizlerin, sapıkların,
din câhillerinin ısyâna teşvîk eden, fitneyi körükliyen zararlı, uydurma
tefsîrlerine, kitâblarına aldanmamalıdır. Cihâd, devletin, ordunun,
düşmanlarla, kâfirlerle, sapıklarla harb
etmesi demekdir. Müslimân devlet olsun, kâfir devlet olsun, âdil olsun, zâlim
olsun, kendi devletine ısyân etmeğe, vatandaş kanı dökmeğe, birbirine
saldırmağa cihâd denmez. Fitne, fesâd çıkarmak denir. Peygamberimiz “sallallahü
aleyhi ve sellem”, (Fitne çıkarana Allah la’net etsin!)
buyurdu. Müslimânlar devlete karşı ısyân etmez. Fitneye, ısyâna
karışmaz. Kanûnlara karşı gelmez. [Ehl-i sünnet âlimleri, siyâsete karışmamış,
hükûmetde vazîfe almamış, yazıları ile, sözleri ile hükûmet adamlarına nasîhat
vermişler, onlara hak ve adâlet yolunu göstermişlerdir. Ba’zı câhil din
adamları, Ehl-i sünnet âlimlerinin yolundan ayrılarak, devlet işlerine
karışmış, asl vazîfeleri olan öğrenmek ve öğretmek se’âdetini ihmâl ederek,
kendilerine de, müslimânlara da fâideli olamamışlardır. Son Osmânlı
şeyh-ul-islâmlarından Mustafâ Sabri efendi, i’tilâf fırkasında [partisinde]
çalışdı. Tekke şeyhi olan Hüsameddîn Peçeli, tefsîrinde, bilhâssa (Tebbet)
sûresinin ittihâdcıları medh etdiğini yazmakdadır. Şeyh-ul-islâm Mûsâ Kâzım ve
Ürgüblü Mustafâ Hayrî efendiler, hem ittihâdcı, hem de mason idi. Erzincanlı
Şemseddîn Günaltay, din târîhi müderrisi iken halk fırkasına girip meb’ûs ve
başvekîl oldu. Eyyûb sultânda düğmecilerde Ümmî-Sinân tekkesinde şeyh iken,
siyâsete atılan Yahyâ Gâlib, Kırşehr meb’ûsu oldu. Akhisarlı Mustafâ Fevzi,
Şer’iyye vekîli iken halk fırkasına girip, meb’ûs ve meclisde kanûn encümeni
reîsi oldu. Tesavvuf ehlinden Gümüşhâneli Ziyâüddîn efendinin dergâhının
mensûbu Fehmi efendi, İstanbul müftîsi iken, halk fırkasına dâhil oldu. Sultân
Abdülhamîd hân zemânında âyân [senato] reîsi olan seyyid Abdülkâdir efendi ve
son Osmânlı şeyhul-islâmı olan Mustafâ Sabri efendi, ehl-i sünnet âlimi idiler.
İngilizlere satılmış olan devlet adamları ile ve islâmiyyeti içerden yıkan din
adamları ile, ya’nî zındıklarla mücâdele etdiler.]
Kimseye bâkî değildir,
mülk-i dünyâ sîmü zer,
bir harâb olmuş kalbi,
ta’mîr etmekdir hüner.
Buna fânî dünyâ derler,
durmayıp, dâim döner.
Âdem oğlu bir
fenerdir, âkıbet birgün söner!