Seyyid Abdülhakîm “rahmetullahi teâlâ
aleyh” efendinin bir mektûbudur.
Sôfiyye-i aliyyenin büyüklerinden, şeyh Ebül-Hasen-i
Şâzilînin “rahmetullahi teâlâ aleyh” talebesi, şeyh Ebül-Abbâs Mürsînin
“rahmetullahi teâlâ aleyh” yetişdirdiği Evliyânın en yükseği olan imâm-ı
Busayrî “rahmetullahi teâlâ aleyh” yazmış olduğu (Kasîde-i
hemziyye)de, Peygamberimizi “sallallahü aleyhi ve sellem” medh
ederken, (O en iyi insanın, anaları, babaları da, hep iyi idi. Allahü teâlâ,
mahlûkları arasında, Onun için en iyi anaları, babaları seçdi) demekdedir.
Çeşidli islâm dillerinde yazılmış mevlidlerin hepsinde,
Peygamberimizin ana ve babasının tertemiz oldukları yazılıdır. Meselâ,
vatanımızın her köşesinde, her zemân seve seve okunan Süleymân Çelebînin
mevlidinde şöyle yazılıdır:
Mustafâ nûrunu, alnında kodu,
Bil Habîbim nûrudur, bu
nûr dedi.
Kıldı ol nûr, anın alnında karar,
Kaldı anın ile, nice rûzigâr.
Sonra Havvâ alnına, nakl etdi bil,
Durdu anda dahî nice ay ve
yıl.
Şis doğdu, ona nakl etdi nûr,
Anın alnında, tecellî kıldı nûr.
İrdi İbrâhîm ve İsmâ’île hem,
Söz uzanır, ger kalanın
der isem.
İşbu resm ile müselsel, muttasıl,
Tâ olunca Mustafâya müntekıl.
Geldi çün ol rahmeten lil âlemîn,
Vardı nûr, anda karâr kıldı
hemîn.
Peygamberimizin “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” ve bütün
Peygamberlerin “aleyhimüsselâm” babalarının ve analarının hiçbiri kâfir değil,
aşağı kimseler değildi. Bunu isbât eden âyet-i kerîme ve hadîs-i şerîflerden
ba’zıları şunlardır:
1 - Kur’ân-ı kerîmden
sonra en kıymetli, en doğru kitâb olan (Buhârî-yi
şerîf)deki bir hadîs-i şerîfde, Peygamberimiz buyurdu ki: (Her asrda, her zemânda yaşıyan insanların en iyilerinden,
seçilmişlerinden dünyâya getirildim).
2
- Binlerle
hadîs kitâblarından ikinciliği kazanmış olan, imâm-ı Müslimin “rahmetullahi
teâlâ aleyh” kitâbındaki hadîs-i şerîfde, (Allahü
teâlâ, İsmâ’îl “aleyhisselâm” evlâdından, Kinâne ismindeki kimseyi ve onun
sülâlesinden, Kureyş ismindeki zâtı beğendi, seçdi. Kureyş evlâdından da, Hâşim
oğullarını sevdi. Onlardan da, beni süzüp seçdi) buyurdu.
3
-
Tirmizînin bildirdiği hadîs-i şerîfde, (Allahü
teâlâ, insanları yaratdı. Beni insanların en iyi kısmından vücûde getirdi.
Sonra, bu kısmlarından en iyisini Arabistânda yetişdirdi. Beni bunlardan vücûde
getirdi. Sonra evlerden, âilelerden en iyilerini seçip, beni bunlardan meydâna
getirdi. O hâlde, benim rûhum ve cesedim, mahlûkların en iyisidir. Benim
silsilem, ecdâdım en iyi insanlardır) buyurulmuşdur.
4 - Kıymetli hadîs âlimlerinden Taberânînin
kitâbındaki bir hadîs-i şerîfde, (Allahü teâlâ,
herşeyi yokdan var etdi. Herşey içinden insanları sevdi, kıymetlendirdi.
İnsanlar içinden de
seçdiklerini Arabistânda yerleşdirdi.
Arabistândaki seçilmişler arasından da, beni seçdi. Beni, her zemândaki
insanların seçilmişlerinde, en
iyilerinde bulundurdu. O hâlde, Arabistânda bana bağlı olanları
sevenler, benim için severler. Onlara düşmanlık edenler, bana düşmanlık etmiş
olurlar) buyurulmuşdur. Bu hadîs-i şerîf, (Mevâhib-i
ledünniyye)nin başında da yazılıdır.
5 - (Mevâhib-i ledünniyye)de
ve Zerkânînin “rahmetullahi teâlâ aleyh” şerhinde diyor ki, (Abdüllah bin
Abbâsın “radıyallahü anhümâ” bildirdiği hadîs-i şerîfde,(Benim dedelerimin hiçbiri zinâ yapmadı. Allahü teâlâ, beni,
tayyîb, iyi babalardan,temiz analardan getirdi. Dedelerimden birinin iki oğlu
olsaydı, ben bunların en hayrlısında, en iyisinde bulunurdum) buyuruldu.
İslâmiyyetden önce Arabistânda zinâ çok olurdu. Bir kadın, bir kimse ile nice
zemân metres olarak yaşar, sonra evlenirdi. [Kâfirler, şimdi de böyle
yapıyorlar.] Âdem aleyhisselâm, öleceği zemân, oğlu Şît aleyhisselâma dedi ki:
(Yavrum! Bu alnında parlıyan nûr, son Peygamber olan Muhammed aleyhisselâmın
nûrudur. Bu nûru, mü’min, temiz ve afîf hanımlara teslîmet ve oğluna da böyle
vasıyyet et!). Muhammed aleyhisselâma gelinceye kadar, bütün babalar,
oğullarına böyle vasıyyet etdi. Hepsi, bu vasıyyeti yerine getirip, en asîl, en
kibâr kız ile evlendi. Nûr, temiz alınlardan, temiz kadınlardan geçerek,
sâhibine yetişdi).Allahü teâlâ, Tevbe sûresinde, kâfirlerin necs, pis olduğunu
bildiriyor. Resûlullah“sallallahü aleyhi ve sellem” efendimiz, bütün
dedelerinin temiz olduğunu bildirdiğine göre, kâfir olan, pis olan Âzerin, bu
nûra kavuşmaması, bunun için de İbrâhîm aleyhisselâmın babası olmaması lâzım
gelir. Âzer, İbrâhîm aleyhisselâmın babasıdır demek, yukarıdaki hadîs-i
şerîflere inanmamak olur. Molla Câmî “rahmetullahiteâlâaleyh” fârisî (Şevâhid-ün-Nübüvve) kitâbında buyuruyor ki,
(Muhammedaleyhisselâmın zerresini taşıdığı için, Âdem aleyhisselâmın alnında
nûr parlıyordu.Buzerre, hazret-i Havvâya ve ondan da, Şît aleyhisselâma ve
böylece, temizerkeklerden,temiz kadınlara ve temiz kadınlardan temiz erkeklere
geçdi. O nûr da, zerre ile birlikde alınlardan, alınlara geçdi).
(Kısas-ı enbiyâ)da kırksekizinci
sahîfede diyor ki, (Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” dedelerinden
birinin iki oğlu olsa, yâhud bir kabîle iki kola ayrılsa, Hâtem-ül-Enbiyânın
“sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” soyu, en şerefli ve hayrlı olan tarafda
bulunurdu. Her asrda, onun dedesi olan zât, yüzündeki nûrdan belli olurdu.
İsmâ’îl aleyhisselâmın alnında da bu nûr vardı. Sabâh yıldızı gibi parlardı. Bu
nûr, ona babasından kalmış, bundan da evlâdlarına geçerek, Me’add ve Nizâra
gelmişdi.
Nizâr, az birşey demekdir. Böyle adlanması şöyle olmuşdur:
Bu dünyâya gelince, babası Me’add, oğlunun alnındaki nûru görüp sevinmiş, büyük
ziyâfet vermiş ve böyle oğul için, bu kadar ziyâfet az birşeydir demekle,
oğlunun adı Nizâr kalmışdı. Bu nûr, Muhammed aleyhisselâmın nûru idi. Âdem
aleyhisselâmdan beri, evlâddan evlâda geçerek, asl sâhibi olan Hâtem-ül-Enbiyâ
hazretlerine gelmişdir.
Böylece, Âdem oğulları içinde, Muhammed aleyhisselâmın
nûrunu taşıyan, seçilmiş bir soy vardı ki,
her asrda, bu soydan olan zâtın yüzü pekçok güzel ve parlak olurdu. Bu nûr
ile, kardeşleri arasında belli olur, içinde bulunduğu kabîle, başka
kabîlelerden dahâ üstün, dahâ şerefli olurdu).
6 - Şü’arâ sûresi,
ikiyüzondokuzuncu âyetinde meâlen, (Sen,
ya’nî Senin nûrun, hep secde edenlerden dolaşdırılıp, sana inkılâb etmiş,
ulaşmışdır) buyuruldu. Ehl-isünnet âlimleri “rahmetullahi teâlâ aleyhim ecma’în”,
bu âyet-i kerîmeyi tefsîr ederken,(Bütün ana ve babalarının mü’min ve günâhsız
olduğunu) anlamışlardır. (Eshâb-ıkirâm) kitâbında
bildirildiği gibi, Ehl-i sünnet büyüklerini
şî’î sananlar, (Bunlar,şî’îlerin sözüdür) diyenler de vardır.
Ehl-i sünnetin büyükleri “rahmetullahi teâlâ aleyhim ecma’în”
buyuruyor ki: Babası Abdüllah ile anası Âmine, İbrâhîm “aleyhisselâm” dîninde
idi. Ya’nî, mü’min idi. Allahü teâlânın, bu ikisini diriltip Peygamberimizden
“sallallahü aleyhi ve sellem” kelime-i şehâdet işitmeleri ve söylemeleri, îmâna
gelmek için değil, bu ümmetden
olmakla
şereflenmeleri içindi. (Akrabâna düâ etme!) âyet-i
kerîmesi, Ebû Tâlib için idi. Ana ve babası için değildi. İmâm-ı a’zamın (Fıkh-ı ekber) kitâbının, elimizde bulunan
tercemelerinde, bu ikisinin, îmânsız öldüğü yazılı ise de, İmâm-ı a’zamın kendi
eli ile yazdığı kitâbda, îmânla öldükleri yazılıdır. Sonradan, düşmanların bir
(mâ) silerek, bu yanlışlığın kasden yapıldığı anlaşılmışdır.
İmâm-ı a’zam Ebû Hanîfenin “rahmetullahi aleyh” el yazısı
ile olan (Fıkh-ı Ekber) kitâbı, emîrülmü’minîn
Osmânın “radıyallahü anh” mubârek elleri ile yazdığı ve şehâdet kanı ile
boyanmış olan Kur’ân-ı kerîmin bir kısmı ile
birlikde, Hülâgünün Bağdâd şehrini yakıp, sekizyüzbinden ziyâde müslimânı
öldürdüğü altıyüzellialtı senesinde, başka kıymetli kitâblar ile birlikde
Semerkanda götürülmüş, burasının da, 1284 [m. 1868] senesinde, Rusların
idâresine geçmesi ile, bu kitâblar Petersburg şehrine nakl ve oranın meşhûr
kütübhânesine konup ehemmiyyet ile saklandığını (Kâmûs-ül
a’lâm) sâhibi Şemseddîn Sâmî beğ
“rahmetullahi teâlâ aleyh” Semerkand kelimesini anlatırken bildirmekdedir.
1335 [m. 1917] de Ufa şehrine ve 1341 [m. 1923] de oradan Taşkendde hâce
Ubeydüllah-ı Ahrâr câmi’ine nakl edildi.
Halîfe Ömer-ül Fârûk ve Osmân-ı Zinnûreyn ve Alîyy-ül
Mürtedânın “radıyallahü teâlâ anhüm” mubârek elleri ile yazılmış olan Mushaf-ı
şerîflerden ba’zı sahîfeleri, İstanbulda, Süleymâniyye câmi’i şerîfi yanında,
İslâm Eserleri müzesinde mevcûddur. Arzû edenler görebilir.
İslâm dînine inanmıyanlar, vaktîle Allahü teâlânın Tevrât ve İncîl
kitâblarını değişdirdikleri gibi, zemân zemân, din büyüklerinin kitâblarına da
el uzatdı. Meselâ, Muhyiddîn-i Arabînin “rahmetullahi teâlâ aleyh” (Füsûs) ve (Fütûhât) kitâblarına
ba’zı şeyler karışdırdılar ise de, az zemânda meydâna çıkarıldı. Büyük âlim
Abdülvehhâb-i Şa’rânî “rahmetullahi teâlâ
aleyh” (Kibrît-i ahmer) ve (Elyevâkît) kitâblarında bunu îzâh etmekdedir.
Şimdi de, islâmiyyeti, gençlere yanlış ve bozuk olarak tanıtmak siyâseti her
tarafda işlemekde, bunları susduracak hakîkî bir din âliminin dünyâda kalmamış
gibi olduğu görülmekdedir.
Celâleddîn-i Rûmî “kuddise sirruh”, bu sebebden dolayı (Mesnevî)sini nazm şeklinde yazarak, düşmanların
değişdirmesine imkân bırakmamışdır.
İbni Âbidîn “aleyhirrahme”, (Dürr-ül-muhtâr)
şerhinde, kâfirin nikâhını anlatmağa başlarken ve Hamevî “rahmetullahi teâlâ aleyh” (Eşbâh) hâşiyesinde (Hazar-vel-ibâha)
bahsinde ve (Mir’ât-i kâinât)da,
islâm âlimlerinin çeşidli sözlerini anlatarak, buyuruyorlar ki: (Hakîkati
anlıyan büyük âlimlere göre, Peygamberimizin “sallallahü aleyhi ve sellem” ana
ve babasının îmânlı olup olmadığını konuşmamalı ve konuşurken edebi
gözetmelidir. Hadîs-i şerîfde, (Ölüleri
kötüliyerek, dirileri incitmeyiniz) buyuruldu. Bunu konuşmamak,
öğrenmemek insana zarar vermez ve kabrde ve kıyâmetde sorulmıyacakdır). Yine
buyuruyorlar ki, (Allahü teâlâ, Peygamberimize ikrâm ederek, vedâ’ haccında ana
babasını diriltdi. Resûlüne îmân etdiler. Bunu, Kurtubînin ve Muhammed bin Ebû
Bekr ibni Nâsır-üd-dînin bildirdikleri sahîh hadîs beyân buyurmakdadır.
Benî-İsrâîlin öldürdüğü kimseyi diriltip kâtilini haber vermesi ve Îsâ
aleyhisselâmın ve Muhammed aleyhisselâmın düâları ile nice mevtâları diriltmesi
de böyle ikrâm idi. (Cehennemlik olanlar için
benden magfiret isteme!) meâlindeki âyetin Resûlullahın mubârek ana
ve babası için olduğu sözü doğru değildir. (Müslim)in
bildirdiği (Babam ve baban ateşdedirler) hadîs-i
şerîfi ictihâd ile söylenmiş idi. Îmânlı oldukları sonradan bildirildi). (Ahvâl-i etfâl-il-müslimîn) kitâbında, Hadîce
“radıyallahü anhâ”nın iki çocuğu için de böyle buyurmuşdu. Cehennemde
olmadıkları sonradan bildirildi demekdedir.
Âyet-i kerîme ve hadîs-i şerîflerden anlaşıldığı ve binlerce
islâm kitâbında yazıldığı üzere, Peygamberimizin “sallallahü aleyhi ve sellem”
anaları ve babaları arasında bulunmakla şereflenen bahtiyârların hepsi,
zemânlarının ve memleketleri-
nin
en asîl, en şerîf, en cemîl, en temiz zâtları idi. Hep azîz, mükerrem ve
muhterem idi. İbrâhîm aleyhisselâmın babası da, böylece, mü’min idi ve fenâ
ahlâkdan ve âdî, çirkin sıfatlardan uzak idi. Kâfir olan Âzer, babası değil,
amcası idi.
Âl-i İmrân sûresinin başında bildirildiği üzere, Kur’ân-ı kerîmin âyetleri iki dürlüdür: Biri, (Muhkemât) olup, ma’nâsı açık, meydânda olan
âyetlerdir. İkincisi (Müteşâbihât) olup,
ma’nâsı kapalı olan âyetlerdir. Bunlara görülen, anlaşılan, meşhûr olan ma’nâyı
vermeyip, meşhûr olmıyan ma’nâ verilir. Bunların açık ve meşhûr ma’nâlarını
vermek akla ve islâmiyyete uygun olmazsa,
meşhûr olmıyan ma’nâ vermek, ya’nî (Te’vîl) etmek
îcâb eder. Açık ma’nâlarını vermek günâh olur. Meselâ, tefsîr âlimleri (Yed), ya’nî (el) kelimesine (kudret), gücü
yetmek ma’nâsını vermişlerdir. İşte, bunlar gibi, En’âm sûresinde meâl-i
şerîfi, (İbrâhîm “aleyhisselâm”
babası Âzere dediği zemân...) olan
yetmişdördüncü âyet-i kerîmesine de, açık ma’nâsı verilemez. Çünki, Âzer
kelimesi, (baba) kelimesinin atf-ı beyânı olduğu (Beydâvî)
“rahmetullahi teâlâ aleyh” tefsîrinde yazılıdır. Bir kimsenin iki
ismi olup, bu iki ism, birlikde söylendiği vakt, birinin meşhûr olmadığı,
ikincisinin meşhûr olduğu anlaşılır. Meşhûr olmıyan birincisindeki kapalılığı
açıklamak için, ikincisi zikr edilir. Bu ikincisine, (Atf-ı beyân) denir. İbrâhîm “aleyhisselâm” iki kimseye baba
demekdedir. Birisi, kendi babası, diğeri, baba dediği başkasıdır. Îcâz, belâgat ve fesâhat kâ’idelerine göre, âyet-i
kerîmenin ma’nâsı (İbrâhîm “aleyhisselâm”, Âzer olan babasına dediği
zemân) demekdir. Böyle olmasaydı, Kur’ân-ı kerîmde,
(Babası Âzere dediği zemân) demeyip, (Âzere dediği zemân) veyâ (Babasına dediği
zemân) demek yetişirdi. Âzer, kendi babası olsaydı, (Babası) kelimesi fazla
olurdu.
Mûsâ aleyhisselâmın dîninin devâm etdiği binsekizyüz sene
içinde, Tevrât âlimlerinin hepsi ve Îsâ
aleyhisselâmın havârîleri ve bunlara tâbi’ olan papaslar, Âzerin asl baba
olmayıp, İbrâhîm aleyhisselâmın amcası olduğunu söylemişlerdir. Tevrât ve İncîlin
değişdirilmiyen eski yazmalarından anlaşıldığına göre, İbrâhîm aleyhisselâmın
asl babasının ismi Târuh idi. Ba’zı câhillerin yazdığı gibi, Târuh kelimesi,
Âzer isminin ibrânî karşılığı değildir. Ya’nî, ikisi de, bir adamın ismi
değildir. Kur’ân-ı kerîmde, Tevrât ve İncîle uygun
âyet-i kerîmeler çokdur. Hindistândaki islâm âlimlerinden Rahmetullah efendi
“rahmetullahi teâlâ aleyh”, (Beyân-ül-hak) kitâbının
türkçe tercemesi, otuzuncu sahîfesinde diyor ki, (Nesh, ya’nî Allahü teâlânın
değişdirmesi, yalnız emrlerde ve yasaklarda olur. İmâm-ı Begavî, (Me’âlim-üt-tenzîl) tefsîrinde: Nesh, kısas ve
haberlerde olmaz. [Fen bilgilerinde ve hesâb ile bulunan bilgilerde de olmaz.]
Yalnız, emr ve yasaklarda olur, demekdedir. Nesh; emr ve yasakları değişdirmek
demek değildir. Bunların yürürlük zemânlarının bitdiğini haber vermek demekdir.
Kur’ân-ı kerîm, Tevrâtın
ve İncîlin hepsini değil, birkaç yerini nesh
etmiş, yürürlükden kaldırmışdır). [Birinci kısm, otuzbeşinci maddedeki
yirmiikinci mektûbun sonunda da, nesh hakkında bilgi vardır.] Bu âyet-i
kerîmeyi, bu bakımdan da, te’vîl etmek lâzım gelmekdedir.
Bekara sûresinde,
Ya’kûb aleyhisselâma, çocuklarının (Ve senin
babaların İbrâhîm ve İsmâ’îl ve İshakın da Rabbi) dedikleri meâlindeki yüzotuzüçüncü âyet-i kerîmeden, İsmâ’îl
aleyhisselâmın, Ya’kûb aleyhisselâmın babası olduğu anlaşılmakdadır. Hâlbuki,
Ya’kûb “aleyhisselâm”, İshak “aleyhisselâm”ın, bu ise, İbrâhîm “aleyhisselâm”ın
oğludur. İshak “aleyhisselâm” da, İsmâ’îl “aleyhisselâm”ın kardeşidir. Şu
hâlde, İsmâ’îl “aleyhisselâm”, Ya’kûb “aleyhisselâm”ın babası değil, amcasıdır.
Demek ki, Kur’ân-ı kerîmde amcaya, baba
denilmekdedir. Arabînin çeşidli lügatlarında, amcalara, baba denildiği, tefsîr
kitâblarında, bu âyetin tefsîrinde yazılıdır. Peygamberimizin “sallallahü
aleyhi ve sellem” bir köylü araba ve amcası Ebû Tâlib ve Ebû Lehebe ve Abbâsa
çok def’a baba dediği, kitâblarda yazılıdır. Her milletde, her lisânda, her
zemân, amcalara, üvey baba ve kayın pederlere ve her hâmî ve yardımcıya baba
denilmesi âdet hâlindedir. Hem de, Âzer, İb-
râhîm
“aleyhisselâm”ın hem amcası, hem de üvey babası idi. Fîrûzâbâdî de, (Kâmûs)da böyle olduğunu bildirerek: (Âzer,
İbrâhîm “aleyhisselâm”ın amcasının ismidir. Babasının ismi Târuhdur), diyor.
Din kitâblarının bu kadar açık beyânı karşısında, (Âzerin amca olması kavli
za’îfdir. Kuvvetli kavle göre, Âzer babasıdır) demek, za’îf ve çürük bir
sözdür. Âlimlerin sözlerindeki inceliği anlamamak olur.
(Beydâvî) tefsîrinde, En’âm
sûresinin yetmişdördüncü âyet-i kerîmesine, göründüğü gibi ma’nâ verip te’vîl
etmemesi, [ve (Rûh-ul-beyân)da bu âyet-i
kerîmeye ve Tevbe sûresinin yüzonbeşinci âyetine yanlış te’vîl yapması], bir
sened olamaz ve müfessirlerin, muhaddislerin, mütekellimînin ve Sôfiyye-i
aliyyenin söz birliğini bozamaz. Çünki, Kur’ân-ı kerîmin
hakîkî tefsîrini yapan, doğru ma’nâsını veren, ancak Muhammed “aleyhisselâm”dır
ve Onun hadîs-i şerîfleridir. Eshâb-ı kirâmdan “radıyallahü teâlâ anhüm
ecma’în” ve Tâbi’în-i izâmdan hiçbiri, bu âyet-i kerîmeyi işitince, Âzerin,
baba olduğunu hâtırlarına bile getirmemiş ve söylememişdir. Amcası olduğunu
anlamışlardır. Ehl-i sünnetin i’tikâdı
böyledir.
(Fetâvâ-i Hayriyye) sonunda buyuruyor ki, [(Kâmûs)da diyor ki, Âzer, İbrâhîm aleyhisselâmın
amcasının adıdır. Babasının ismi Târuhdur. (Târîh-i
Hanbelî)de, İbrâhîm bin Târuh diyor. Âzer, Târuhun adıdır diyor. (Celâleyn) tefsîrinde, âyet-i kerîmedeki Âzer
ismi için, Târuhun lakabıdır, ya’nî soyadıdır diyor. İbni Hacer, (Hemziyye) şerhinde, (Âzer kâfir idi. Bunun
İbrâhîm aleyhisselâmın babası olduğu, Kur’ân-ı kerîmde
bildiriliyor. Kitâblı olan ümmetler, Âzer, İbrâhîm aleyhisselâmın öz babası
değildi, amcası idi diyorlar. Çünki, Arablar, amcaya baba derler. Kur’ân-ı kerîmde de amcaya baba denilmişdir. Ya’kûb
“aleyhisselâm” için (Baban İbrâhîmin ve İsmâ’îlin
Rabbi) buyurulmuşdur. Hâlbuki, İsmâ’îl “aleyhisselâm”, Ya’kûb
aleyhisselâmın babası değildi, amcası idi. Âlimlerin sözleri birbirine uymadığı
zemân, hadîs-i şerîflere uymak için, âyet-i
kerîmeyi te’vîl etmek vâcib olur. Beydâvî ve
başkaları tesâhül ederek, âyet-i kerîmeyi te’vîl etmemişlerdir) diyor].
Abdül-Ehad Nûrî efendi, Resûlullahın ana ve babasının
müslimân olduklarını isbât için ayrıca bir risâle yazmışdır. Bu risâle türkçe
olup, onsekiz sahîfedir. Süleymâniyye kütübhânesi Es’ad efendi kısmında [3612]
numarada mevcûddur.
İmâm-ı Süyûtî “rahmetullahi teâlâ aleyh” (Kitâb-üd-derc-il-münîfe) kitâbında, Âzerin,
İbrâhîm aleyhisselâmın babası olmadığını, amcası olduğunu vesîkalarla isbât
etmekdedir. Bu kitâb, Süleymâniyye kütübhânesinin (Reîs-ül-küttâb Mustafâ
efendi) kısmında, [1150] numarada vardır.
(Envâr-ül-Muhammediyye)de diyor ki, hazret-i
Alînin “radıyallahü teâlâ anh” bildirdiği hadîs-i şerîfde, (Âdem aleyhisselâmdan babam Abdüllaha gelinceye kadar, hep
nikâhlı ana babalardan geldim. Hiçbir babamın nikâhsız, ya’nî zinâ ile çocuğu olmadı) buyuruldu. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve
sellem”, Adnâna kadar olan yirmibir babasının ismini bildirdi ki,
şunlardır:
Resûlullahın “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” babası
Abdüllahdır. Abdüllahın babaları sıra ile, Abdülmuttalib ve Hâşim ve Abdü-Menâf
ve Kusayy ve Kilâb ve Mürre ve Kâ’b ve Lüveyy ve Gâlib ve Fihr ve Mâlik ve Nadr
ve Kinâne ve Huzeyme ve Müdrike ve İlyâs ve Mudar ve Nizâr ve Me’add ve Adnân.
Bunların hepsi, kitâbımızın sonunda, harf sırası ile yazılarak, kısaca bilgi
verilmişdir.
(Fusûs) şârihi Abdüllah-ı Rûmî, (Metâli’un-nûr) kitâbındaki ecdâd-ı Peygamberîyi
tezkiye yazıları (Ni’met-i kübrâ) kitâbımızda
neşr edilmişdir.
İslâmî ilmlerin, Tefsîr ve Hadîs ve Fıkh ve Tesavvuf
kısmlarında derin bilgisi olan ve çok kıymetli kitâbları ile insanlara büyük
hizmet eden, ebedî se’âdet yolunu gösteren, Senâullah-ı Dehlevî [Pâni-pütî]
hazretleri, (Tefsîr-i Mazherî)nin
birinci ve üçüncü cildlerinde buyuruyor ki, En’âm sûresindeki (Âzer) kelimesi, (Ebîhi)
kelimesinin atf-ı beyânıdır. Âzerin, İbrâhîm “aleyhisselâm”ın babası
değil, amcası olduğunu bildiren haberler dahâ doğrudur. Arabistânda, amcaya
baba denilir.
Kur’ân-ı kerîmde
de, İsmâ’îl “aleyhisselâm”a, Ya’kûb “aleyhisselâm”ın babası denilmişdir.
Hâlbuki amcasıdır. Âzerin asl ismi (Nâhûr) idi.
Nâhûr, dedelerinin hak dîninde idi. Nemrûdun vezîri olunca, dînini dünyâya
değişerek kâfir oldu. Fahreddîn-i Râzî ve selef-i sâlihînden çoğu da, Âzerin
amca olduğunu, bildirdiler. Zerkânî “rahmetullahi teâlâ aleyh”, (Mevâhib-i ledünniyye)yi şerh ederken, İbni
Hacer-i Hiytemînin “rahmetullahi teâlâ aleyh”, (Âzerin amca olduğunu, Ehl-i
kitâb ve târîhciler sözbirliği ile bildirmişlerdir) sözünü vesîka olarak
yazmışdır. İmâm-ı Süyûtî, Âzerin baba olmadığını, İbrâhîm “aleyhisselâm”ın
babasının Târuh olduğunu, İbni Abbâs “radıyallahü teâlâ anhümâ” bildirdi,
diyor. İbni Abbâsın bu sözünü, Mücâhid ve İbn-i Cerîr ve Süddî, senedleri ile
bildirmişlerdir. İbni Münzirin tefsîrinde de Âzerin amca olduğu açıkca
bildirildiğini yine Süyûtî haber vermekdedir. İmâm-ı Süyûtî, Resûlullahın, Âdem
“aleyhisselâm”a kadar bütün dedelerinin müslimân olduklarını bildiren bir
risâle yazmışdır. Böyle olmakla berâber, Muhammed bin İshak ve Dahhâk ve Kelbî,
Âzerin İbrâhîm “aleyhisselâm”ın babası olduğunu, bir isminin de Târuh olduğunu
söylediler. Ya’kûb “aleyhisselâm”ın da, iki ismi vardı. İkincisi İsrâîl idi
dediler. Mukâtil ile İbni Hibbân da, Âzer, İbrâhîm “aleyhisselâm”ın babası
Târuhun lakabıdır dediler. Begavînin bildirdiği gibi, Atâ, İbni Abbâsdan haber
veriyor ki, Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem”, anasını babasını merak
etdi. Bekara sûresinin yüzondokuzuncu âyeti
gelerek, (Cehennem ehlinin hâlinden sorma!) buyuruldu. Fekat, İbn-i Cerîr, bu haberin
kuvvetli olmadığını bildirdi. Eğer doğru dersek, İbni Abbâs “radıyallahü teâlâ
anh” kendi zan etdiğini haber vermişdir. Zannı da doğru olsa, anasının
babasının Cehennemde oldukları açıkça bildirilmemekdedir. Cehennemde olsalar
da, yine kâfir oldukları söylenemez. Çünki, mü’minlerden de Cehenneme
gidecekler olacakdır. Hadîs-i şerîfde, (Ben sizin
en iyiniz olduğum gibi, babam da, babalarınızdan dahâ iyidir) buyuruldu.
(Tefsîr-i Mazherî)den terceme temâm
oldu.
(Uyûn-ül-besâir)de, (El-hazar) kısmında bildiriyor ki: (Mâlikî âlimlerinden kâdî Ebû Bekr İbnül-arabî
“rahmetullahi teâlâ aleyh”, Resûlullahın anasının, babasının Cehennemde
olduğunu söyliyen mel’ûndur buyurdu. Her müslimânın, Resûlullahı incitecek
birşey söylemekden sakınması lâzımdır. Onu incitene Allahü teâlâ la’net etdi.
Dedelerine kâfir demekden dahâ büyük incitmek olamaz!).
(El müstened)in, otuzüçüncü
sahîfesinde, (Âzerin, İbrâhîm “aleyhisselâm”ın babası olmadığını, amcası
olduğunu, imâm-ı Süyûtî isbât etmekdedir. (Babam ve
baban Cehennemdedirler) hadîs-i şerîfi, Ebû Lehebin Cehennemde
olduğunu bildirmekdedir) demekde, yüzyetmişbeşinci sahîfesinde, Süyûtîye dil
uzatan Alî-yülkârîye vesîkalarla cevâb vermekdedir. Bu sahîfelerinin tercemesi (Fâideli Bilgiler) kitâbının (Din adamı bölücü olmaz) kısmında yazılıdır.
Gelip bekâ behârından, bu fenâda kışı bulduk,
atomlardan tâ Arşa dek, şaşılacak işi bulduk.
Düşüp gurbet âlemine, şaşkın şaşkın
dolaşırken,
hasta rûha hayât veren, te’sîrli bakışı
bulduk.
Herbir sözü hakîkatdan haber verir âşıklara,
şükür, hayret diyârına, varan bir akışı bulduk.
Ne kelâm o, ne bakış o, aklın üstü bir varlık
o,
onun ayak tozlarını, kalb derdine aşı bulduk.
Maddeleri inceleyip, temâşâ eyledik birbir,
hepsini aynı mî’mârın, düzgün bir yapışı bulduk.
Atdık herşeyi aradan, temizlendik mâsivâdan,
eserlerden, nakışlardan, çok şükür Nakkâşı
bulduk.