İslâmın beşinci şartı hacdır. Ya’nî, ömründe bir kerre,
Kâ’be-i mu’azzamaya gitmek farzdır. İkinci ve
dahâ sonra yapılan haclar, nâfile olur. Hac, lügatda, kasd etmek, yapmak,
istemek demekdir. İslâmiyyetde, belli bir yeri, belli bir zemânda, belli
şeyleri yaparak ziyâret etmek demekdir. Bu belli şeylere (Menâsik) denir. Menâsikden herbirine (Nüsük) denir. Nüsük, ibâdet demekdir. Hac ve
ömreye de nüsük denir. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem”, hicretin
onuncu yılında, Kusvâ adındaki devesine binerek hacca gitdi. (Dürr-ül-muhtâr)da, Cum’a nemâzı sonunda diyor
ki, (Ticâret yapmak ve hac etmek için giden kimsenin, hac niyyeti ziyâde ise,
sevâb kazanır. [Sevâbın mikdârı, hac
niyyetinin çokluğuna göre değişir.] Ticâret niyyeti çok ise veyâ iki
niyyet eşit ise, hac sevâbı kazanamaz. Fekat, şartlarını yerine getirdi ise,
yalnız farzı yapmış olur. Farzı yapmamak azâbından kurtulur. Gösteriş için
yapılan her ibâdet ve hayrât ve hasenât sevâbı da böyledir).
Hac yapan kimseye, hâcı denir.
Üç dürlü hâcı vardır:
1
- Müfrid hâcı: İhrâma girerken, yalnız hac yapmağa
niyyet eden kimsedir. Mekkede oturanlar, yalnız müfrid hâcı olur.
2
- Kârin hâcı: Hac ile ömreye birlikde niyyet eden
kimsedir. Önce ömre için tavâf ve sa’y
edip, sonra ihrâmdan çıkmadan ve traş olmadan, hac günlerinde hac için, tekrâr tavâf
ve sa’y yapar. Kırân hac sevâbı, diğer ikisinden fazladır.
3
- Mütemetti’ hâcı: Hac aylarında ömre yapmak için
ihrâma girip ve ömre için tavâf ve sa’y
yapıp ve traş olup ihrâmdan çıkar. Memleketine gitmiyerek, o sene, terviye gününde
veyâ dahâ önce, hac için ihrâma girerek, müfrid hâcı gibi hac yapan kimsedir.
Yalnız, tavâf-ı ziyâretden sonra da sa’y yapar. Temettü’ hac sevâbı ifrâd
hacdan çokdur. Hac ayları, Şevvâl, Zil-ka’de ayları ile, Zilhiccenin ilk on
günüdür. Kârin ve mütemetti’ hâcıların şükr kurbanı kesmesi vâcibdir. Kurbanı kesemiyecek ise, Zilhiccenin yedi,
sekiz ve dokuzuncu günlerinde ve bayramdan sonra yedi gün dahâ oruc tutması
lâzım olur. Hepsi on gün olur. Mekkeliler kârin ve mütemetti’ olamaz.
Ömre, hac zemânı olan beş günden başka, senenin her günü,
ihrâm ile yapılan, tavâf ve sa’y yapmak ve saç kazımak veyâ kesmekdir. Ömre,
ömründe bir kerre, hanefî ve mâlikîde müekked sünnet,
şâfi’î ve hanbelîde
farzdır. Farz
olan hacca (Hacc-ı ekber) veyâ (Haccetül-İslâm) denir. Ömreye (Hacc-ı asgar) denir.
Haccın şartları, farzları, vâcibleri ve sünnetleri
vardır. Şartları da iki nev’dir:
A - Vücûb şartları, İmâm-ı a’zama göre, sekizdir:
1
- Müslimân olmak.
2
- Kâfir
memleketinde olanın, haccın farz olduğunu
işitmesi.
3
- Akllı olmak.
4
- Bâlig olmak.
5
- Hür olup,
köle olmamak.
6
- Geçim
ihtiyâcından fazla olarak hacca götürüp getirecek ve geride kalanlara yetecek
kadar, halâl parası olmak. Buradaki ihtiyâc da, zekâtdaki gibidir. [Birinci
kısm, 80. ci maddeye bakınız!]. Harâm malı
olana, hacca gitmek değil, bunları sâhiblerine ödemek farzdır.
Harâm mal ile hacca giden, hac yapmamak
azâbından kurtulur ise de, hac sevâbı kazanamaz. Gasb edilen yerde nemâz
kılmağa benzer. Böyle kimselerin ibâdetlerine mâni’ olmamalıdır. Günâhlar
ibâdetlere mâni’ değildir. Parasının halâl olduğunda
şübhesi olan, sevâb kazanmak için, (Yahyâ efendi fetvâsı)nda yazılı
olduğu gibi, bir kimseden ödünc alıp bununla hacca gitmelidir. Borcunu
şübheli parası ile ödemelidir. [Müttekîler, her ihtiyâclarını
---------------------------------
[1]
Hac hakkındaki lüzûmlu bilgiler, türkce (Ni’met-i islâm) kitâbında
uzun yazılıdır.
te’mîn ederken,
böyle yapmışlardır.]
7 - Hac vakti gelmiş olmak. Hac vakti, Arefe ve bayram
günleri olmak üzere, beş gündür. Yolda
geçen zemân da düşünülerek, vücûb şartları, bu zemân başında mevcûd olan
kimsenin ömründe bir kerre hacca gitmesi farz
olur. Dâr-ül-islâmda bulunup malı olan kimsenin, hac vakti gelince, kendine hac
farz olup olmadığını bilmesede, hacca gitmesi farz olur.
8 - Hacca
gidemiyecek kadar, kör, hasta, çok ihtiyâr ve sakat olmamak.
B - Edâ şartları dörtdür:
1
- Mahbûs ve
men’ edilmiş olmamak.
2
- Hac için
gideceği yolda ve hac yerinde selâmet ve emniyyet olmak. Gemi, tren, otobüs ve
tayyâreden tehlükeli olan ile gitmek lâzım olduğu zemân, hacca gitmek farz olmaz. Eşkıyâların, hâcıların canına, malına
saldırdığı yıllarda hacca gitmek farz olmaz.
Birkaç hâcının öldürülmesi özr sayılmaz. Hac için ayak basdı parası, vergi,
rüşvet vermek câizdir. Malını, canını, hakkını kurtarmak için rüşvet vermek,
her zemân câizdir. Rüşvet istemek günâh olur.
3 - Mekkeden üç gün üç gecelik uzak yerlerde bulunan
hür kadının hacca gidebilmesi için, üç mezhebde, zevcinin veyâ nikâhı düşmeyen
ebedî mahrem akrabâsından fâsık ve mürted olmıyan âkıl ve bâlig veyâ mürâhık
bir erkeğin berâber gitmesi lâzımdır. Bunun yol parasını verecek kadar, kadının
zengin olması da lâzımdır. gitmesi lâzımdır. Bunun yol parasını verecek kadar,
kadının zengin olması da lâzımdır. (Künûz-üd-dekâık)da
yazılı Bezzârın bildirdiği hadîs-i şerîfde, (Kadın,
yanında bir mahremi olmadan hacca gidemez!) buyuruldu. Zemânımızda
fesâd çoğaldığı için, nikâhdan ve redâ’dan olan mahrem akrabâ ile sefere
gitmemelidir. Zengin olan kadının, mahremi ile bir kerre hacca gitmesine zevci
mâni’ olamaz. Zîrâ zevcin farzlara mâni’olmağa
hakkı yokdur. (Hadîka)da, dil âfetleri
sonunda buyuruyor ki, (Zevc,zevcesinin mahremi ile nâfile hacca gitmesine mâni’
olabilir. Gidip gelinceye kadar zevcenin nafakası,
iznle gidince zevcine âid olur. İznsiz gidince zevcine âid olmaz). İkinci
kısmda,otuzdördüncü maddede şartlı nikâha bakınız! Şâfi’î mezhebinde, mahremsiz olarak, iki kadın ile, farz olan hacca gidebilir. Kadının mahreminin hac
yolunda ölmesi, şâfi’î mezhebini taklîd etmesi
için özr olur.
4 - Kadın, iddet hâlinde olmamakdır. Ya’nî kocasından
yeni ayrılmış olmamakdır.
Vücûb şartları bulunmakla berâber, edâ şartları da
kendisinde bulunan kimsenin, o sene hacca gitmesi farz
olur. O sene, hac yolunda ölürse hac sâkıt olur. Vekîl gönderilmesi için
vasıyyet etmesi lâzım olmaz. O sene gitmez ise, günâh olur. Hacca gitmeği, dahâ
sonraki senelere bırakırsa fâsık olur. Çünki küçük günâha devâm kebîre [büyük
günâh] olur. Sonraki senelerde, hac yolunda veyâ evinde hasta veyâ habs, sakat olursa, yerine başkasını, kendi
memleketinden bedel göndermesi veyâ bunun için vasıyyet etmesi lâzımdır.
Bedel gönderdikden sonra iyi olursa, kendinin gitmesi de lâzım olur. Sonraki
senelerde hacca giderse, te’hîr günâhı afv olur. İmâm-ı Muhammede ve İmâm-ı şâfi’îye göre, sonraki senelere bırakması
câizdir.
Vücûb şartlarından birisi bulunmıyan kimsenin hacca gitmesi farz olmaz. Vücûb şartlarını te’mîn etmek lâzım
değildir. Meselâ, hacca gitmesi için, kendisine hediyye olunan malı, parayı
alması lâzım olmaz. Vücûb şartları bulunup da edâ şartından biri bulunmıyan kimsenin hacca gitmesi farz olmaz ise de, bu âcizlik ölünciye kadar devâmlı ise,
yerine bir müslimânı vekîl göndermesi veyâ öldükden sonra, yerine birinin
gönderilmesi için vasıyyet etmesi lâzımdır. İbâdetler üç kısmdır:
1 - Yalnız beden ile yapılan ibâdetdir. Nemâz, oruc, Kur’ân-ı kerîm okumak, zikr böyledir. Hiç kimse,
başkası yerine, beden ibâdeti yapamaz. Herkesin kendisi yapması lâzımdır. Kendi
yerine başkasını vekîl edemez.
2
- Yalnız
mal ile yapılan ibâdetlerdir. Mal zekâtı ve beden zekâtı, ya’nî sadaka-i fıtr
ve toprak mahsûlleri zekâtı, ya’nî uşr ve keffâretler, ya’nî âzâd etmek,
fakîrleri doyurmak ve giydirmek böyle ibâdetdir. Bir kimsenin özrü olsun,
olmasın,
bunun mal ile
yapılacak ibâdetlerini başkası, hattâ zimmî de, bunun izni ve malı ile
yapabilir.
3
- Hem
beden, hem mal ile yapılan ibâdetlerdir. Farz
olan hac böyledir. Bir kimse hayâtda iken, ancak devâmlı özrü olduğu zemân,
bunun emri ve malı ile yerine başkası hac yapabilir. Kendine hac farz olmıyan kimse, nâfile hac için, özr olmadan vekîl
gönderebilir.
Bir kimse, farz olsun, nâfile
olsun, herhangi bir ibâdeti yaparken veyâ yapdıkdan sonra, meselâ, nemâz, oruc,
sadaka, hatm-i tehlîl, Kur’ân-ı kerîm okumak,
zikr, tavâf, hac, ömre, Evliyânın kabrini ziyâret ve meyyite kefen vermek gibi
ibâdet ve tâ’atlerin sevâbını diri veyâ ölü başkasına hediyye edebilir. Şâfi’î ve Mâlikî
mezheblerinde ise, beden ile yapılanlar hediyye edilemez. İmâm-i Sübkî ve sonra
gelen Şâfi’î âlimleri “rahmetullahi teâlâ
aleyhim ecma’în” bunlar da hediyye olunur dediler. Ücret ile ibâdet yapdırmak
veyâ ibâdetin sevâbını başkasına satmak bâtıldır. İbâdeti yapmadan pazarlık
edilirse, ücret olur. Yapdıkdan sonra pazarlık edilirse, ibâdeti satmak olur.
Vekîlin, ihrâma girerken, emr eden kimse için, kalb ile
niyyet etmesi şartdır. Hac borcu olan
kimsenin, öldükden sonra kendi için hac yapacak vekîlin adını bildirerek vasî olan
kimseye emr vermesi lâzımdır. Meyyit veyâ meyyitin vasî yapdığı yabancı kimse, vârislerden birini, diğer vârisler izn
vermedikce, vekîl yapamaz. Bir kimse izn vermeden, başkasının, bunun
yerine hacca gönderilmesi câiz değildir. Yalnız
vâris, ölen akrabâsı, vasıyyet etmemiş, ya’nî hac parası ayırmamış ise, kendine
mîras kalan para ile, onun yerine hacca gidebilir veyâ başkasını gönderebilir.
Böylece anasını, babasını hac borcundan kurtarmış olur. Kendine de, farz olmuş ise, kendi için, ayrıca gitmesi lâzımdır. Fekat, onları borcdan kurtarması,
kendine on hac sevâbı kazandırır. Hanefî ve Hanbelî mezheblerinde, onların yaşadığı şehrden hac
yapılması lâzımdır. Meselâ, İstanbulda bulunan bir kimsenin babası Erzurumda
sâkin iken vefât etse, babası vasıyyet etmedi ise, babası için birini vekîl
göndermek isterse, Erzurumdan göndermesi farzdır.
Başka yerden göndermesi Hanefîde câiz değildir. Şâfi’î mezhebinde
Mîkât dışındaki heryerden göndermesi câizdir. Hattâ, hacca giden birine para
vererek, Mekke-i mükerremede bir vekîl bulup, babası için, buna mîkâtdan hac
yapdırtması Şâfi’îde câizdir. Hanefî olanlar, paraları az ise, Şâfi’î mezhebini taklîd ederek, vasıyyet etmemiş ana,
baba ve yakınları için, Mekkede vekîl tutabilirler. Fekat, parayı verirken, İmâm-ı şâfi’îyi “rahmetullahi teâlâ aleyh” taklîd
ediyorum diye niyyet etmesi lâzımdır.
İznsiz vekîl olup hac edenin haccı, kendine olur. Ya’nî
kendinin hac borcu varsa, ödenmiş olur. Sevâbını, vekîl olduğuna
bağışlıyabilir. Her müslimân, her ibâdetinin sevâbını ölü, diri, her müslimâna
hediyye edebilir. Fekat bağışladığı kimse, hac borcundan kurtulmaz. Vasî olan,
ya’nî kendine vasıyyet edilen kimse, emr olunan vekîli gönderir. Vekîl de
(istediğini yap) denilmedi ise, başkasını gönderemez. Vasıyyet ederken (vekîlim
veyâ başkası) demiş ise veyâ vekîl ta’yîn etmemiş ise, vasî kendi de gidebilir,
başkasını da gönderebilir. Hac farz olmıyan
kimsenin, farz hac için vekîl göndermesi câiz değildir. Bâlig olmıyan âkıl çocuk vekîl
olabilir. Belli parayı ücret diyerek vekîl ta’yîn etmek câiz değildir. Vekîle, âdet olan yol ve nafaka masrafı hesâblanarak
(şu kadar para ile) denir. Verilen para ücret değildir, teberru’dur. (Eşbâh) kitâbının sâhibi “rahmetullahi aleyh”
diyor ki: (Artan para, vârislere geri verilir. Vârisler kalan parayı kendine
hediyye etmeğe ve nefsin için kabûl etmeğe, seni vekîl etdik derse, vekîl böyle
yapar). Hac etmemiş, bâlig olmamış kimselerin ve kadının vekîl olmaları, Hanefîde câiz ise de, Şâfi’îde
câiz değildir. Kendisi hâcı olan vekîl, başkası için hac etdikden sonra, Mekkede kalıp geri
gelmezse câizdir. Fekat, geri gelmesini emr etmek efdaldir. (Ukûd-üd-dürriyye)de diyor ki, (Hac etmemiş
fakîrin, başkası yerine hacca gitmesi câiz ise de, Hille gidince, kendisine de
hac etmek farz olur. Mekkede kalıp, sonraki
senede ken-
di
haccını yapması lâzım olur. Fekat, evvelki haccında, memleketine dönmediği
için, meyyitin haccı noksan kalmış olur. Vekîle para verilirken, istediğini yap denilirse, meyyit için başkasını
vekîl edebilir) [ve kendi haccını da, o sene, kendi yapar]. Hâcının
vekîl olarak gitmesi, kendi için tekrâr gitmesinden efdaldir.
Fakîr kimse, nâfile olarak hacca gidince, mîkâta vardığı
zemân, Mekkeli gibi olup, yürüyebiliyorsa hac etmesi farz
olur ve farzı îfâya niyyet eder. Nâfile hac
yapmağa niyyet ederse, tekrâr hac yapması lâzım olur. Fakîr olan vekîl böyle
değildir. Çünki, başkasının kudreti ile oraya gelmiş ve dönecekdir. Zenginin
hac sevâbı, fakîrin hac sevâbından dahâ çokdur. Fakîr, hac yolunda açlıkdan,
yorgunlukdan ölürse, günâha girer. Yolda başkalarından yardım istemeğe muhtâc
olan fakîrin hacca gitmesi mekrûhdur. Kendisi
serbest bırakılan vekîl, yolda hasta olsa da, olmasa da, parayı başkasına verip,
onu gönderebilir. İzn verilmemiş ise, gönderemez. Arafâtda durmadan önce ölen
bir hâcı, farz olduğu sene gidip öldü ise, hac
vasıyyet etmez. Birkaç sene sonra gitmiş ise, kendi şehrinden vekîl göndermesi
için vasıyyet etmesi vâcib olur. Bildirdiği
yerden veyâ bildirdiği para ile yapılabilecek yerden de gönderilir. Vasıyyetde
kullanılan kelimelere dikkat etmelidir.
Bırakacağı mîrâsın üçde biri yetişdiği hâlde, kendi
memleketinden göndermeğe yetişmiyecek parayı veyâ başka yerden gönderilmesini
vasıyyet etmek günâhdır. Yer veyâ para bildirmedi ise, hac yolunda ölmüş olsa
bile, yaşadığı memleketinden gönderilir. Ölürken, hac yapılmasını vasıyyet eden
kimse için, hiç kimse kendi parası ile bunun yerine hacca gidemez. Giderse,
hac, gidenin olur. Meyyitin hac borcu ödenmez. Hacdan sonra, sevâbını meyyite
hediyye edebilir. Meyyitin bırakdığı malın üçde biri veyâ bundan ayırmış olduğu
hac parası ile onun şehrinden gidilir. Vekîl kendi parasından da buna
katabilir. Ayrılan para az ise, mümkin olan yerden gönderilir. Mümkin olmazsa,
vasıyyet bâtıl olur. Diri olan âcizin, vekîl yapdığı kimseye, kendi şehrinden
gitmesine yetişecek kadar vermesi lâzımdır. Meyyit eğer, ayırdığım maldan diye
şart etmemiş ise, vâris sonra terekenin üçde birinden almak niyyeti olsa da,
olmasa da, kendi malından vekîl gönderebilir. Meyyitin malından almak niyyeti
var ise kendi gidemez. Temettü’ ve kırân haclarında kurban parası vekîle
âiddir. Vekîl, haccı yapdığına yemîn ederse, inanılır. Kimse parayı geri
isteyemez. Hıyânet eden vekîl ihrâmdan önce azl olunabilir.
Zekât ve hac farz olan kimse,
önce hemen hacca gider. Hacdan arta kalandan zekâtını verir. Hacca gidemezse,
hepsinin zekâtını verir. Hac vakti geldikden, ya’nî farz
oldukdan sonra, hac parası ile, ihtiyâcı olan eşyâyı, ya’nî ev, bir senelik
yiyecek satın almak câiz olmaz. Hacca gitmesi lâzım olur. Hac vakti gelmeden
önce satın alması câiz olur. Çünki hac, vakti gelmeden önce farz olmaz.
[Zekâtı, nisâba mâlik oldukdan bir hicrî sene sonra, vermek farz olur. Zekât vermek farz
olduğu bu zemân, herkes için başkadır. Bu zemân, hac zemânından evvel ise,
mâlın, paranın hepsi için zekât verilip, geri kalan para ile hacca gidilir.
Zekât vermek zemânı, hac zemânına rastlarsa veyâ hac zemânından sonra ise, önce
hacca gidilir. Hacdan sonra, elde mevcûd paranın zekâtı verilir.]
Edâ şartlarını te’mîn etmek lâzımdır. Yalnız, kadının hacca
gitmek için evlenmesi veyâ şâfi’î mezhebini
taklîd etmesi lâzım değildir. Çünki zevc, zevcesini hacca götürmeğe mecbûr
değildir. Hacca giden bir erkek ile muvakkat nikâhlanması da lâzım olmadığı (Dürr-ül-müntekâ)da yazılıdır.
Vücûb şartlarından biri bulunmıyan kimse hacca giderse,
nâfile hac yapmış olur. Fakîrinki farz hac olur.
Şartlar temâm bulununca, yeniden hac yapması lâzım olur. Edâ şartı noksan olan
bir kimse hacca giderse, farzı edâ etmiş olur.
Erkeksiz kadın hacca gidemez. Giderse,
haccı kabûl olur ise de, harâmdır. Erkeği ile gidince de, otelde,
tavâfda, sa’yde ve taş atarken, erkekler arasına karışması harâmdır ve haccın sevâbını giderdiği gibi, büyük
günâha girer. Ebedî mahrem erkeği bulunmıyan kadın, ihtiyârlayınca, göremez
olunca veyâ iyi olmıyacak
bir hastalığa
yakalanınca yerine vekîl gönderir. Dahâ önce göndermez.
Bid’at sâhibi, câhil din adamlarının hac zemânında
kitâblara uymıyan şeyler yapdıklarını ve
bölücü sözler söylediklerini işitiyoruz. Bunları işiterek, hacca gitmeği terk etmemeli,
bu mühim farzı yapmakdan mahrûm kalmamalı, hacca
gidince de, o mezhebsizlere uymamalı ve zararlı sözlerine aldanmamalıdır.
Bu üçünden biri yapılmazsa hac sahîh olmaz.
1 - İhrâmdır. (İhrâm), niyyet
ile birlikde zikrden [telbiye] ibâret olup, ba’zı şeyleri kendine yasak etmekdir. Nemâzda iftitâh tekbîri
gibidir. Alâmeti, peştemal gibi, iki beyâz bez olup, biri belden aşağı
sarılır, öteki, omuzlara sarılır. İple bağlanmaz, düğümlenmez. Bunun için
kuşanılan bu iki beze de ihrâm denildi. Tavâfa başlarken, ihrâmın ortasını sağ
koltuk altından geçirip, iki ucunu sol omuz üstüne getirmek sünnetdir.
Hac için, ömre için, ticâret için veyâ herhangi birşey için
uzakdan gelenlerin, mîkât denilen yerleri, ihrâmsız geçerek, Mekke-i mükerreme
Haremine girmeleri harâmdır. Geçenin, geri
mîkâta gelip ihrâma girmesi lâzımdır. İhrâma girmezse, kurban kesmek lâzım
olur. (Mîkât) denilen yerler ile,
Harem-i Mekke arasına (Hil) denir.
Mîkâtdan geçerken, bir iş için Hilde kalmağı niyyet edenlerin ve Hilde
oturanların, hacdan başka niyyet ile, ihrâmsız Hareme girmeleri câizdir. Meselâ
Cidde şehri Hildedir. (Harem), Mekke-i
mükerremeden biraz dahâ geniş olup, hududunu İbrâhîm aleyhisselâmın dikdiği
taşlar göstermekdedir. Bu taşlar, çok kerre yenilenmişdir. Mescid-i harâma (Harem-i Kâ’be) veyâ
(Harem-i şerîf) denir. Hac için, Hilde
oturanlar Hilde, Harem-i Mekkede oturanlar Haremde ihrâma girer. Mîkât
yerlerini geçerken, niyyet ederek ve telbiye
yaparak, ya’nî, emr olunan şeyi okuyarak, usûlü ile, ihrâma girilir. Mîkât
yerinden önce, hattâ kendi memleketinde de giymek câiz, hattâ dahâ
iyidir. Hac aylarından önce giymek de câiz ise de, mekrûhdur.
Mekke ve Medîne şehrlerine (Haremeyn-i şerîfeyn) denir.
İhrâm giyen kimseye, ba’zı şeyler yasak olur. Meselâ,
karadaki av hayvanlarını öldürmesi, dikilmiş elbise giymesi, bir yerini traş
etmesi, cimâ’ etmesi, kavga ve münâkaşa etmesi, koku sürünmesi, tırnak kesmesi,
erkeğin mest, ayakkabı giymesi ve başını örtmesi, hatmi ile başını yıkaması,
eldiven, çorap giymesi, hamâma girmesi, kendiliğinden çıkan ot ve ağaçların
koparılması, kendi üzerinde bulunan bitin öldürülmesi ve öldürmek için
gösterilmesi câiz değildir. Bunları bilerek veyâ
bilmiyerek, unutarak yapanlara, kurban,
sadaka cezâları lâzım olur. Müt’a, ya’nî temettü’ kurbanı ve kırân
kurbanı etinden sâhibi yiyebilir. Cezâ olarak kesilenlerin etlerinden yiyemez.
Müfrid hacda bir kurban îcâb etdiren suçu, kârin hâcı işlerse, biri ömre için,
iki kesmesi lâzımdır.
İhrâmda iken pire, her dürlü sinek, başkasının üzerinde
bulunan biti, fâre, yılan, akreb, kurt, çaylak gibi zararlı ve insana saldıran
hayvanları öldürmek, başını sabun ile yıkamak, na’lîn ve onun gibi üstü açık
ayakkabı giymek, diş çıkartmak, bit ölmemek ve saç dökülmemek üzere hafîf
kaşınmak, renkli ihrâm giymek, gusl abdesti almak, başını dokundurmamak şartı
ile, tavan, çadır, şemsiye altında gölgelenmek, başı âdet olmayan şey ile [tas,
tepsi] örtmek, paket gibi şeyler koymak, beline kuşak, kemer, para kesesi,
kılınç, silâh bağlamak, yüzük takmak, insanların dikip yetişdirdiği sebze ve
ağaçları koparmak, düşman ile döğüşmek câizdir.
Kadınların başını örtmesi lâzım olup, deriye değmemek üzere
yüzlerini örtmeleri ve dikilmiş elbise, mest, çorab giymeleri, örtü altına
zînet eşyâsı takmaları câizdir.
2 - Arefe günü Arafâtın,
(Vâdi-yi Urene) denilen yerinden başka herhangi bir yerinde (Vakfe)ye durmak. Herkes, ehl olan imâma karşı
ayakda durup, ayakda duramazsa, oturup imâmın düâsını dinler. Sonra,
oturabilir, yatabilir.
Hacca geç giden bir kimse, doğru Arafâta gider. Bunun,
artık (Tavâf-ı kudûm) yapması lâzım
olmaz. Bir hâcı Arefe günü, öğle ezânından bayramın birinci günü,
sabâh
nemâzı vaktine kadar olan zemân içinde, biraz Arafâtda dursa veyâ ihrâmlı olarak Arafâtdan geçse veyâ ihrâmlandıkdan sonra
hasta olup uykuda iken, baygın iken sedye içinde veyâ başka birşeyle
taşınarak nüsükler yapdırılırsa veyâhud ihrâma girmeden önce, hasta olan,
bayılan yerine başkası ihrâma girip, bu uyanmadan, ayılmadan önce, o bunun yerine de nüsükleri ayrıca yaparsa veyâ Arefe
günü olduğunu bilmiyerek, Arafâtda dursa, haccı sahîh ve tavâf-ı kudûm
sâkıt olur. O yerin Arafât olduğunu bilmek ve niyyet etmek lâzım değildir. O
gün veyâ gece, Arafâtda bulunmıyan veyâ Arafâtdan geçmiyen veyâ tayyârede
uçarak geçen, hâcı olmaz. Vehhâbîlerin haccı bir gün önce yapdıkları senelerde
hac sahîh olmamakdadır. Hilâl, güneşin gurûb etdiği yere yakın ve şemsden sonra
gurûb eder. Şişkinliği garb tarafındadır. Terbî’ ya’nî yedinci gecede kamer
şemsden altı sâat sonra gurûb eder. Bedr-i tamda, ya’nî 14. cü gecede tam dâire
olup, şems gurûb ederken tulû’ ve sabâh vakti gurûb eder. 28 Temmuz 1987 Salı
günkü Türkiye gazetesinde diyor ki, (Kayseride Pazar günü Zilhicce ayının
hilâli görülemedi. Pazartesi günü 19 u 50 geçe güneş gurûb etdi. 20 yi 20 geçe
Hilâl görülüp, bu da 20 yi 55 geçe gurûb etdi). Buna göre Zilhiccenin birinci
günü salı olup, dokuzuncu çarşamba günü Arefe olmakdadır. Vehhâbî hükûmeti,
hâcıları pazartesi günü Arafâta götürdüler. Çarşamba günü tekrâr gitmek
istiyenlere mâni’ oldular.
3 - Kâ’be-i mu’azzamayı (Tavâf-ı ziyâret) etmekdir. Tavâf, Mescid-i harâm içinde, Kâ’be-i
mu’azzama etrâfında dönmek demekdir. Dördü farz,
üçü vâcib olmak üzere yedi kerre dönülür.
Zemzem kuyusunun ve Makâm-ı İbrâhîmin dışından dolaşarak da tavâf etmek
câizdir. Kadınların tavâf ederken, Kâ’beye yaklaşmamaları efdal olduğu (Eşbâh)da yazılıdır. Kadına dokunmak ihtimâli çok
ise, şâfi’îlerin hanefî
veyâ mâlikîyi taklîd etmesi lâzım olur. Tavâfı
mescid dışından yapmak câiz değildir. Tavâfa
niyyet etmek de, ayrıca farzdır. Tavâf-ı
ziyâreti, Arafâtdan sonra yapmak da farzdır.
Tavâf ederken ve sa’y ederken, ezân
okunursa, bunlar bırakılıp, nemâzdan sonra temâmlanır. Tahtâvînin (Merâkıl-felâh) hâşiyesi, bayram nemâzında diyor
ki, (Kâ’beden başka bir câmi’ etrâfında ibâdet için dönenin kâfir olmasından
korkulur).
1- Tavâf-ı kudûmdan sonra ve hac ayları içinde olmak şartı ile, Safâ ile Merve
tepeleri arasında, sa’y etmek, ya’nî, yedi kerre usûlü ile yürümek. Tavâfsız
sa’y sahîh olmaz.
2
- Arafâtdan
dönüşde, Müzdelifede, vakfeye durmakdır. Âdem “aleyhisselâm”, hazret-i Havvâ
ile ilk olarak Müzdelifede buluşdu.
3
- Şeytân
taşlamak, ya’nî Minâda, üç gün, üç ayrı yerde temiz taş veyâ teyemmüm câiz olan
şey atmakdır.
4
- İhrâmdan
çıkmadan önce, başın en az dörtde birini ustura ile traş etdirmek veyâ en az üç
santimetre, kendisi veyâ başkası kırkmakdır. Berber veyâ ustura bulamamak özr
sayılmaz. Başında saç olmıyan veyâ başı yara olan da, usturayı, değmeden başdan
geçirmelidir. Kadınlar, saçını traş etmez. Makas ile biraz keser.
5
- (Âfâkî) olan, ya’nî Mîkât denilen yerlerden dahâ
uzak memleketlerin hâcıları, Mekkeden son ayrılacağı gün (Tavâf-ı sadr), ya’nî (Tavâf-ı
vedâ) yapmakdır. Hayzlı kadına bu tavâf vâcib
değildir. Bu tavâfda Remel ve ardında sa’y yokdur.
6 - Arafâtda, güneş batdıkdan sonra da, biraz kalmakdır. (Cevhere) ve (Mecmû’a-i
Zühdiyye) kitâblarında diyor ki, (Güneş batmadan önce Arafât
meydânından dışarı çıkanın kurban kesmesi lâzım olur. Cünüb iken Arafâtda
durulabilir).
7
- Tavâf-i
ziyâretde, Kâ’be-i mu’azzama etrâfında dörtden sonra üç kerre dahâ dönmekdir.
Tavâf-ı ziyâretden sonra Minâda gecelemek hanefîde
sünnetdir.
8
- Tavâfda
abdestsiz ve cünüb olmamakdır.
9
- Elbise
temiz olmakdır.
10 - Tavâf yaparken, Hatîm
denilen yerin dışından dolaşmakdır.
11 - Tavâfda, Kâ’be-i
mu’azzama, sol tarafda kalmakdır.
12 -
Tavâf-ı ziyâreti, bayramın üçüncü gününün güneşi batıncıya kadar yapmakdır.
13 - Tavâf ederken, avret
yeri kapalı olmakdır. Kadınlar için çok mühimdir.
14 - Safâ tepesi ile Merve
tepesi arasında sa’y ederken, Safâdan başlamakdır.
Safâ tepesine çıkınca, Kâ’beye döner. Tekbîr, tehlîl ve
salevât getirir. Sonra, iki kolunu omuz hizâsında ileri uzatıp ve avuçlarını
semâya doğru açıp düâ eder. Sonra Merveye doğru yürür. Safâdan Merveye dört,
Merveden Safâya üç kerre gidilir.
15 - Her tavâfdan sonra, (Mescid-i harâm) içinde
iki rek’at nemâz kılmakdır.
16 - Şeytân taşlamasını
bayram günlerinde yapmakdır.
17 - Traşı, bayramın
birinci günü ve Harem hudûdu içinde yapmakdır.
18 - Sa’yı yürüyerek
yapmakdır. İki yeşil direk arasında erkek hızlı gider.
19 - Kırân ve temettü’ hac
yapan, şükr kurbanı kesmekdir.
20 - Kurbanı, bayramın
birinci günü kesmekdir.
21 -
Cimâ’ gibi yasak olan şeyler, Arafâtda durmadan önce yapılırsa, haccı bozar. Bunları Arafâtdan önce
yapmamak farzdır. Cimâ’dan başkalarını, ihrâmı
çıkarıncaya, cimâ’ı, tavâf-ı ziyâreti yapıncaya kadar terk etmek vâcibdir.
Bilerek veyâ bilmiyerek, bir vâcibi
vaktinde ve yerinde yapmıyana cezâ lâzım olur. Cezâ, Kurban kesmek veyâ bir
fıtra sadaka vermekdir. Hastalık, ihtiyârlık veyâ galabalık gibi bir özr ile
terk edince, birşey lâzım gelmez. [Bir vekîle yapdırması lâzım olmaz.] Hayzlı
veyâ nifâslı kadın Mescid-i harâma giremez.
Tavâfdan başka nüsükleri yapar. Tavâf-ı ziyâreti temizlenince yapar. Her günün
nüsükü, sonraki gecesinde de yapılabilir.
Kâ’benin içinde farz veyâ
nâfile kılmak ve cemâ’at ile kılmak câizdir. Sırtını imâmın sırtına dönerek de
kılınır. Sırtını imâmın yüzüne dönmek ve Kâ’benin üstünde kılmak mekrûhdur. Kâ’be etrâfında halka olup kılarken, imâmın
iki yanındakilerden başkaları, Kâ’beye imâmdan dahâ yakın olabilirler.
1 - Temettüe niyyet etmemiş âfâkî olanların, hemen
Mescid-i harâma girerek (Tavâf-ı kudûm) yapmalarıdır. Kâ’beyi görünce
tekbîr, tehlîl ve düâ edilir. Erkekler, Hacer-i
esvede el ve yüz sürer. Süremezse, uzakdan istilâm eder. Ya’nî ellerini kaldırıp,
“Bismillâhi, Allahü ekber” deyip yüzüne sürer. Tavâf-ı kudûmdan ve iki
rek’at nemâzdan sonra, Safâ ile Merve arasında sa’y yapılır. Bundan sonra,
ihrâmı çıkarmadan, Mekke şehrinde oturup, Terviye gününe kadar, istenildiği
mikdâr, nâfile tavâf yapılır. Müfrid olan ve kârin olan hâcılar, taş atıp traş
oluncıya kadar ihrâmı çıkarmıyacağı için, ihrâmın men’ etdiği şeylerden,
hergün, sakınmaları lâzım olur. Bu şeylerden sakınamıyacak kimselerin,
mütemetti’ hâcı olması uygundur. Mescid-i harâm
içinde nemâz kılanların önünden geçmek günâh değildir.
2 - Tavâfa (Hacerül-esved)den
başlamak ve burada bitirmekdir.
3 - İmâmın üç yerde hutbe okumasıdır. Birisi, Zil-hicce
ayının yedinci günü Mekkede; ikincisi, dokuzuncu günü, öğle nemâzı olunca, öğle
ve ikindi nemâzlarından önce, Arafâtda; üçüncüsü, onbirinci günü, Minâda
okunur. Arafâtda, hutbe bitince öğle ve hemen sonra ikindi nemâzı, cemâ’at ile
kılınır. İmâma yetişemiyen, ikindi nemâzını, ikindi vaktinde kılar. Nemâzdan
sonra, imâm ve cemâ’at, mescid-i Nemreden, Mevkıfe gelip, imâm hayvanda,
hâcılar ise yerde, kıbleye karşı, ayakda veyâ oturarak vakfeye dururlar.
Cemâ’atin de hayvanda olması efdaldir. (Cebel-i
rahme) kayaları üstüne çıkmak ve vakfe için niyyet etmek lâzım
değildir. [Bid’at fırkasındaki imâm ile kılınan
nemâzı iâde etmek lâzımdır. Çünki, bid’at
ehlinin ibâdetlerinin kabûl olmıyacağı hadîs-i şerîflerde bildirildi.]
4
- Arafâta
gitmek için, Mekkeden, (Terviye günü), ya’nî
Zil-hiccenin sekizinci günü, sabâh nemâzından sonra çıkmakdır. Mekkeden Minâya gidilir.
5
- Arefe
gününden önceki ve bayramın birinci, ikinci ve üçüncü günlerinin geceleri,
Minâda yatmakdır. Üçüncü gece ve günü Minâda kalmak mecbûrî değildir.
Seksenbeşinci maddenin birinci paragrafına bakınız!
6
- Arafâta
gitmek için, Minâdan, güneş doğdukdan sonra yola çıkmakdır.
7
- Arefe
gecesi Müzdelifede yatmakdır. Arafâtdan Müzdelifeye gelip, burada, yatsı vakti
olunca, akşam ve yatsının farzları birbiri
ardınca, cemâ’at ile kılınır. Akşam nemâzını Arafâtda veyâ yolda kılanların
Müzdelifede tekrâr cemâ’at ile veyâ yalnız olarak, yatsı ile birlikde kılması
lâzımdır.
8
-
Müzdelifede, vakfeye, fecr ağardıkdan sonra durmakdır. Gece Müzdelifede yatıp,
fecr açılırken, sabâh nemâzını hemen kılıp, sonra, (Meş’arilharâm) denilen yerde, ortalık aydınlanıncaya
kadar, vakfeye durulur. Güneş doğmadan önce, Minâya hareket edilir. Yolda (Muhasser) denilen vâdîde durmamalıdır. Burası (Eshâb-ı fîl) durak yeridir. Minâya gelince (Mescid-i Hîf)e en uzak olan ve (Cemre-i Akabe) denilen
yerde, sağ elin baş ve şehâdet parmakları ile, iki buçuk metreden veyâ dahâ
uzakdan, Cemre yerini gösteren dıvarın dibine nohud kadar yedi taş atılır.
Dıvarın üstüne veyâ insana, hayvana çarpdıkdan sonra dibine düşerse câiz olur.
Ertesi fecre kadar câiz ise de, o gün öğleden önce atmak sünnetdir. Sonra, hiç durmadan buradan gidilip,
isterse kurban keser. Çünki, seferî olana kurban kesmek vâcib değildir. Seferî olan hâcıların, müfrid oldukları zemân
kurban kesmeleri vâcib değildir. Kurbandan sonra
traş olur ve ihrâmdan çıkar. Bayramın birinci günü Minâda olanlar ve bütün
hâcılar, bayram nemâzı kılmaz. Sonra, o gün veyâ ertesi gün veyâ dahâ ertesi
gün Mekkeye gidip, Mescid içinde ve niyyet ederek (Tavâf-ı
ziyâret) yapar. Buna (Tavâf-ül ifâda) da
denir. Tavâf-ı ziyâreti ve traşı bayramın üçüncü günü güneş batdıkdan sonraya
bırakmak mekrûhdur ve kurban kesmek lâzım olur.
Yalnız baygın olanın yerine başkası tavâf yapabilir. Tavâf-ı ziyâretde, önceden
bu tavâf için sa’y yapdıysa, artık bir dahâ (Remel)
ve (Sa’y) yapmaz. Yapmadıysa,
sa’y yapması vâcibdir. Bu tavâfda (Iztıba’), ya’nî ihrâmın üst kısmını sağ koltuk
altından geçirip, sol omuz üzerine koymak yokdur. Tavâf nemâzından sonra Minâya
gelir. Öğle nemâzını Mekkede veyâ Minâda kılar. Bayramın ikinci günü, öğle
nemâzından sonra Minâda hutbe okunur. Hutbeden sonra, üç ayrı yerde, yedişer
taş atılır. (Mescid-i Hîf)e yakın
olandan başlanır. Üçüncü günü de böyle yedişer taş atılır ki, hepsi kırkdokuz
taş olur. Bunları öğleden önce atmak câiz değildir
veyâ mekrûhdur. Üçüncü günü güneş batmadan önce,
Minâdan ayrılır. Dördüncü gün de Minâda kalıp, fecrden güneşin gurûbuna kadar
dilediği zemân yirmibir taş dahâ atmak müstehabdır.
Dördüncü günü fecre kadar Minâda kalıp da taş atmadan ayrılırsa, koyun kesmek
lâzım olur. Birinci ve ikinci yerlerinde taş atdıkdan sonra, kollar omuz
hizâsına kaldırılarak ve el ayaları semâya veyâ kıbleye çevrilerek düâ edilir.
Atılacak yetmiş taş, Müzdelifede veyâ yolda
toplanır. Hayvan üstünde taş atmak câizdir. (Tavâf-ı sadr)dan sonra, zemzem suyu içilir. Kâ’benin kapı
eşiği öpülür. Göğüs ve sağ yanak (Mültezem) denilen
yere sürülür. Sonra, Kâ’be perdesine yapışıp, bildiklerini okur ve düâ eder.
Ağlıyarak Mescid kapısından dışarı çıkar.
Minâ, Mekkenin; Müzdelife, Minânın;
Arafât da, Müzdelifenin şark cihetindedir. Son yapılan asfalt caddelere göre, Minâ ile
Mekke arası dörtbuçuk, Minâ ile Müzdelife arası 3,3 ve Müzdelife ile Arafât
arası
9 - Arafâtda, vakfeden önce gusl etmekdir.
10 - Minâdan Mekkeye son
dönüşde, önce Ebtah denilen vâdiye gelip, burada bir mikdâr durmakdır. Buradan
Mekkeye gelip dilediği kadar kalır.
11 - Hacca giderken, muhtâc
olmıyan ana, babadan, alacaklılardan, kefîlinden izn almak sünnetdir. Ana baba muhtâc ise, iznsiz gitmek harâmdır. Nafaka bırakmadı ise, zevcesinden iznsiz
gitmesi de harâm olur. Mekke şehrine (Mu’allâ) kapısından, Mescide (Bâbüsselâm)dan ve gündüz girmek müstehabdır.
Haccın sünnetini yapmıyana
cezâ lâzım gelmez. Mekrûh olur. Sevâbı, azalır.
Arefe günü Cum’aya rastlarsa, yetmiş hac sevâbı hâsıl olur. Halk arasında buna
hacc-ı ekber deniliyor. Bu söz doğru değildir.
Mekke şehri, şimâlden cenûba doğru uzanan karşılıklı iki
sıra dağ arasında olup, şehrin uzunluğu üç, genişliği bir kilometre idi. Evleri
kârgir olup, üç dört katlı idi. Şehrin ortasında (Harem-i
Kâ’be) veyâ (Mescidülharâm) denilen büyük câmi’ vardır. Mescidül harâmın üstü açıkdır. İstanbul câmi’lerinin
avlularında olduğu gibi, avlu etrâfında üç sıra kubbe vardır. Kubbeleri beşyüz
adeddir. Kubbelerin altında 462 direk vardır. Direklerin 218 adedi mermer olup,
yuvarlakdır. 224 adedi (Hacer-i şemis) taşından yontmadır ve altı veyâ sekiz
köşeli ve sarı renklidir. Mescid-ül harâm,
dikdörtgen (Müstatîl) gibi olup, şimâl dıvârı 164, cenûbu 146, şark dıvârı 106,
garbı
Ömer “radıyallahü anh” zemânından önce, Mescidül harâmın dıvarları yokdu. Kâ’benin etrâfında, bir
meydâncık ve sonra evler vardı. Halîfe Ömer “radıyallahü anh”, evlerin bir
kısmını yıkdırıp, Kâ’be etrâfına, bir metreye yakın yükseklikde dıvar
çevirerek, Mescidülharâm meydâna geldi. Mescidülharâm, muhtelif zemânlarda yenilenmişdir. Son şekli,
Kâ’be-i mu’azzamanın onbirinci ta’mîri ile birlikde, 17.ci Osmânlı pâdişâhı
dördüncü sultân Murâd hân “rahmetullahi teâlâ aleyh” tarafından 1045 [m. 1635]
de yapılmışdır. Şimdi Vehhâbîler, genişletmek behânesi ile, o târihî islâm
eserlerini yıkıp, yok edip, yalnız maddî kıymeti fazla şeyler yapıyorlar.
Kâ’be-i mu’azzamaya saygısızlık edip, ondan dahâ yüksek binâlar, oteller
yapıyorlar.
Kâ’be-i mu’azzama, Mescidül harâm
ortasında, dört köşe taşdan bir oda olup
Zemzem kuyusu, Mescidül harâm
içinde, Hacer-i esved köşesi karşısında ve köşeden ondörtbuçuk metre uzakda bir
odada olup,
Kâ’benin dört köşesine, dört rükn denir. Şâma karşı olana
(Rükn-i şâmî), Bağ-
dâda
karşı olana (Rükn-i ırâkî), Yemen cihetinde olana (Rükn-i yemânî), dördüncü
köşeye de (Rükn-i hacer-il esved) denir.
Her tavâfdan sonra zemzem içmek müstehâbdır. Yüzbinlerce
hâcı, içdiği ve yıkandığı ve memleketlerine götürdüğü hâlde, kuyudaki zemzem
tükenmiyor. Şimdi hergün, motorla ve bir geniş hortum ile, gece gündüz
çekildiği hâlde, bitmek bilmiyor.
Kâ’benin şimâl dıvarı üzerinde (Altın oluk) vardır. Yerde bu
oluk hizâsında kavs şeklindeki dıvarcık ile Kâ’be-i mu’azzama arasında kalan
yere (Hatîm) denir. Tavâf ederken, bu Hatîm dıvarının dışından dolaşmak
lâzımdır.
Yer yüzünde, bir dâne Kâ’be vardır. O da, Mekke-i mükerreme
şehrindedir. Mü’minler, hac etmek için Mekke-i mükerreme şehrine gider ve
orada, Allahü teâlânın emr etdiği şeyleri yaparak hâcı olurlar. Kâfirler, başka
memleketlere giderek, başka yerleri dolaşır. Bunlara hâcı denmez. Müslimânların
ibâdetleri başkadır. Kâfirlerin gâvurlukları başkadır.
Hilde oturup da Mekkeye ihrâmsız girenlerin hac veyâ ömre
yapması vâcib olur.
Hac yapdıkdan sonra, Medîne-i münevvereye gidip,
Resûlullahın mubârek kabrini ziyâret etmek lâzım olduğu, (Eshâb-ı Kirâm) kitâbının (Müslimânların iki gözbebeği) kısmının son
sahîfesinde uzun yazılıdır. (Hucre-i se’âdet), mescid-i
şerîfin kıble dıvarının şark köşesine yakın
olup, mihrâbda kıbleye dönen kimsenin sol tarafında kalır. Minber ise,
bu kimsenin sağ tarafındadır. Hucre-i se’âdet ile minber arasına (Ravda-i mutahhera) denir. Hucre-i se’âdet, iç
içe iki dıvarla çevrilmişdir. İç dıvarın tavanının ortasında bir delik vardır.
Dış dıvar, mescidin tavanına kadar yüksek olup, üzerindeki yeşil kubbe
uzaklardan görünür. Dış dıvarların ve dışardaki yüksek parmaklığın etrâfı (Sitâre) denilen birer perde ile örtülüdür.
Dıvarların içine kimse giremez. Çünki, kapıları yokdur. (Mir’ât-i Medîne)nin 384. cü sahîfesinde diyor
ki, Mescid-i se’âdet yapılırken, eni 60 zrâ’ [25 metre], boyu 70 zrâ’ [29
metre] idi. Bedr gazâsından iki ay evvel, ya’nî ikinci senenin Receb ayında,
Kıblenin Kâ’be cihetine tahvîli emr olununca, kapısı cenûb dıvarından şimâl
dıvarına alınırken, mescidin tûlü ve arzı yüzer zrâ’ [42 metre] yapıldı. Bu
kapıya (Bâb-üt-tevessül) denir. Velîd bin Abdülmelikin ve üçüncü Abbâsî
halîfesi Mehdînin “rahmetullahi teâlâ aleyhim ecma’în” 165 [m. 781] de
yapdırdıkları ta’mîrde mescidin tûlü 126, arzı da
Mescid-i Nebînin şimdi beş kapısı vardır. Bunlardan: İkisi
garb dıvarında olup kıbleye yakın olana, (Bâbüsselâm),
şimâl köşesine yakın olana, (Bâbürrahme)
denir. Şark dıvarının, kıble tarafında kapı yokdur. Şark dıvarında,
Bâbürrahme karşısında (Bâbül Cibrîl) vardır.
(Fâideli Bilgiler) kitâbının 1. ci
kısmının sonundaki resme bakınız!
(Dürr-ül-muhtâr)da diyor ki, (Farz olan hac önce yapılmalı, sonra Medîne ziyâret
edilmelidir. Ziyâreti önce yapmak da câizdir. Nâfile hac yaparken, önce, yolun
düşdüğü şehre gidilir. Medîneye girince, yalnız kabr-i Nebîyi “aleyhisselâm”
ziyâreti niyyet etmelidir. Mescid-i Nebîde bir nemâz, başka yerlerdeki bin
nemâzdan dahâ üstündür. Oruc, sadaka, zikr ve Kur’ân-ı
kerîm okumak gibi ibâdetler de böyledir. Medîneye girerken ihrâma
girilmez. Mekkede ihrâmlı iken olan yasaklar, Medînede yasak değildir. İbni
Teymiyye, kabr-i Nebîyi ziyâret için Medîneye gidilmez dedi ise de, Ehl-i sünnet âlimleri
buna cevâb vermişlerdir. İmâm-ı Ebû Hasen Alî Sübkî “rahmetullahi teâlâ aleyh” [(Erreddü li-İbni Teymiyye) ve (Şifâ-üs-sikâm fî ziyâret-i Seyyid-il enâm) kitâblarında]
İbni Teymiyyenin sapık sözlerini kuvvetli delîllerle çürütmekdedir. Kadınların
da, tenhâ zemânlarda, örtülü olarak ziyâret etmeleri câizdir). İmâm-ı Sübkînin
ve başka âlimlerin, İbni Teymiyyeyi red eden yazıları, (İslâm Âlimleri) kitâbında arabî olarak neşr
olunmuşdur.
(Merâkıl-felâh)da ve hâşiyesinde diyor
ki, (Medîne şehri uzakdan görülünce, salât ve selâm getirilir. Sonra, (Allahümme hâzâ harem-ü Nebiyyike ve mehbıt-ü vahyike femnün
aleyye biddühûl-i fîhi vec’alhü vikâyeten lî minennâr ve emânen minel azâb
vec’alnî minelfâizîne bi-şefâ’atil-Mustafâ yevmelmeâb) denir. Şehre
veyâ mescide girmeden önce gusl abdesti alınır. Güzel ve alkolsüz koku
sürünülür. Yeni, temiz elbise giyilir. Şehre yürüyerek girmek iyi olur.
Eşyâlarını bir yere yerleşdirdikden sonra, o yerlerin kıymetini ve yüksekliğini
düşünerek, boynu bükük, kalbi kırık olarak; (Bismillah
ve alâ Milleti Resûlillah) der ve hicret gecesi gelmiş olan (İsrâ) sûresinin sekseninci âyetini ve nemâzda
okunan salevât-ı şerîfleri okuyarak ve (Vagfir
lî-zünûbî veftah lî ebvâbe rahmetike ve fadlike) diyerek mescide
gelir. Bâb-ı selâmdan veyâ bâb-ı Cibrîlden mescide girip, minber yanında iki
rek’at (Tehıyyetül-mescid) nemâzı kılar.
Minberin direği sağ omuzu hizâsına gelmelidir. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve
sellem” burada kılardı. İki rek’at da şükr nemâzı kılar. Düâdan sonra, kalkıp
edeble Hucre-i se’âdete gelir. Muvâcehe-i se’âdet dıvarına karşı, arkasını
kıbleye dönerek, Resûlullahın mubârek yüzüne karşı, iki metre kadar uzakda,
edeble durur. Resûlullahın kendisini gördüğünü, selâmını, düâlarını işitdiğini
ve cevâb verdiğini, âmîn dediğini düşünür. (Esselâmü
aleyke yâ seyyidî, yâ Resûlallah...) diyerek kitâbdaki uzun düâyı
okur. Emânet olan selâmları söyler. Sonra salevât okuyup, dilediği düâyı yapar.
Sonra yarım metre sağa gelip, (Esselâmü aleyke yâ
halîfete Resûlillah...) diye başlıyan kitâbdaki uzun düâyı okuyarak hazret-i Ebû Bekre selâm verir. Sonra,
yarım metre sağa gidip, hazret-i Ömere de kitâbdaki uzun düâyı okuyarak
selâm verir. Sonra kendine ve ana babasına ve düâ etmesini istemiş olanlara ve
bütün müslimânlara düâ eder. Sonra yine Resûlullahın mubârek yüzü karşısına
gelir. Kitâbdaki düâyı okur ve dilediği düâları da yapar. Sonra Ebû Lübâbe
hazretlerinin kendini bağlayarak tevbe etmiş olduğu direğe gelir. Burada ve
Ravda-i mutahherada nâfile, kazâ kılar. Tevbe ve düâ eder. Dilediği zemânlarda (Mescid-i Kubâ) ve (Mescid-i
kıbleteyn), Uhud şehîdleri ve Bakî’deki mezârları ve birçok meşhûr
mübârek yerleri de ziyâret etmelidir).
İbni Kayyım, (Resûlullahın kabrine arka çevirerek düâ
edilir. Ebû Hanîfe de böyle söylüyor) diyor. Âlûsînin de, tefsîrinde böyle
dediği, (Dürer-üs-seniyye)de yazılıdır.
Hâlbuki, bütün Ehl-i sünnet âlimleri, Kabr-i
se’âdete dönmüş, kıble dıvarı arkada kalmış olarak düâ edileceğini
yazmakdadırlar. Âlûsînin oğlu Nu’mân bile, İbni Teymiyyenin ve İbni Kayyımın
yolunda olduğu hâlde, insâf ederek, bu hakîkati saklıyamayıp, (Gâliyye)sinde, (Mescidde iki rek’at nemâz
kıldıkdan sonra, hucre-i se’âdete gelip, mübârek yüzüne karşı döner. Diri iken
olduğu gibi huzûrunda edeb ile durup, salât ve selâm verir ve islâmiyyetin
bildirdiği düâları okur. Çünki, Resûlullah, kabrinde de diridir. Âlimlerin
çoğu, yalnız kabr-i se’âdeti ziyâret için uzaklardan gelmek de sünnetdir dediler. Çünki, hadîs-i şerîfde, (Beni ziyâret için gelip, başka bir iş yapmıyarak, yalnız
ziyâret edene kıyâmetde şefâ’at etmek, bende hakkı olur) ve (Bana selâm verene ben de selâm veririm) buyuruldu)
demekdedir.
Abdülhak-ı Dehlevî “rahmetullahi teâlâ aleyh”, (Cezb-ül-kulûb) kitâbında, fârisî olarak diyor
ki, (Mescid-i şerîf) yapılırken, Âişe ve
Sevde “radıyallahü anhümâ” için birer oda yapıldı. Sonra, her evlendikce bir
oda yapılarak, adedleri dokuz oldu. Odalar, arab âdeti üzere, hurma dalından
idi. Üstleri kıldan keçe ile örtülü idi. Kapılarında yalnız perde asılı idi.
Odalar mescidin cenûb şark ve şimâl taraflarında idi. Kerpiçden yapılmış olanı
da vardı. Çoğunun kapısı mescide açılırdı. Tavanlarının yüksekliği, orta boylu
insan boyundan bir karış fazla idi. Hazret-i Fâtıma ile hazret-i Âişenin
odaları arasında kapı vardı. Vefâtından birkaç gün önce, Ebû Bekrden başka
eshâb odalarının mescide açılan kapılarını kapatdırdı.
Hazret-i Ömer “radıyallahü anh”, hicretin onyedinci
senesinde, mescid-i şerî-
fi
garb ve şimâlden genişletdi. Zevcât-i tâhirâtın “radıyallahü teâlâ anhünne”
odaları bulunduğu için, şark tarafını genişletmedi. Şimâl-cenûb arası, yüzkırk
zrâ’ [yetmiş metre] ve şark-garb dıvarları arası yüzyirmi zrâ’ oldu. (Mescidimi genişletmek lâzımdır!) emrini
işitmeseydim, genişletmezdim dedi. Yeni dıvarları, eskisi gibi kerpiç ile hurma
ağaçlarından yapdırdı. Hazret-i Abbâs, garb dıvarına bitişik odasını hediyye
etdi. Bu oda ve buna bitişik, Ca’fer Tayyârın evinin yarısı satın alınıp
mescid-i şerîfe katıldı. Hazret-i Ömer, bu arada, (Hücre-i
se’âdet)i de, kerpiçden yeniledi. Hazret-i Osmân “radıyallahü anh”
hicretin otuzuncu senesinde, bunları ve şimâl dıvarını yıkıp genişletdi. Yeni
dıvarları ve direkleri taşdan, tavanını sac ağacından yapdı. Ebû Hüreyrenin
haber verdiği hadîs-i şerîfde, (Mescidimi Yemendeki
San’â şehrine kadar genişletseler, hepsi mescidim olur) buyuruldu.
Halîfe Velîd, seksensekiz senesinde, Medîne vâlîsi Ömer bin
Abdül’Azîze emr vererek, dört dıvar da yıkılıp, şark tarafındaki zevcât-ı
tâhirât odaları mescide katıldı. Hucre-i se’âdetin dört dıvarı yıkılıp,
temelden yontma taşlarla yeniden yapıldı. Temel açılırken hazret-i Ömerin bir
ayağı görüldü. Hiç çürümemişdi. Hücrenin etrâfına ikinci bir dıvar dahâ
yapıldı. Hiç kapısı yokdu. Hücrenin tavanı mescidden yarım metre dahâ yüksek
oldu. Uzunluk ikiyüz, genişlik yüzaltmışyedi zrâ’ oldu. Rum Kayserinden kırk
usta getirilip, dıvarlar, direkler, tavan altın ile süslendi. İlk olarak mihrâb
ve dört minâre yapdırdı. Bu iş üç sene sürdü. Abbâsî halîfelerinden Mehdî,
yüzaltmışbir senesinde, yalnız şimâl
tarafına on direk dikerek genişletdi. Halîfe Me’mûn da ikiyüziki 202 [m. 817] senesinde
biraz genişletdi. Beşyüzelli senesinde, Cemâleddîn-i İsfehânî, ikinci dıvar
etrâfına sandal ağacından parmaklık yapdı. Bu parmaklığa (Şebeke-i se’âdet) denir. O sene Mısrdan
gönderilen, üzerinde kırmızı ipekle Yasîn sûresi yazılı beyâz ipek perde,
Şebeke etrâfına asıldı. Bu perdeye (Sitâre) denir.
Mısr Türkmen sultânı Seyfeddîn Sâlih Klavûn “rahmetullahi teâlâ aleyh”,
altıyüzyetmişsekiz 678 [m. 1279] senesinde, Hucre-i se’âdet üzerine bugünkü (Kubbe-i hadrâ)yı ilk olarak yapdırıp kurşun ile
kaplatdı. Mescidin bugünkü binâsı, Mısrdaki Çerkes sultânlarından Eşref
Kaytebay “rahmetullahi teâlâ aleyh” tarafından 888 [m. 1483] senesinde
yapdırılmış ve Osmânlı sultânları tarafından ta’mîr ve tezyîn edilmişdir. (Cezb-ül-kulûb)dan terceme temâm oldu.
Pâkistânda Mîrpûr şehrinde bulunan (Da’vet-ül-islâmiyyet-ül-âlemiyye)
merkezinin 1398
[m. 1978] de, bütün müslimân memleketlerine gönderdiği bildiride diyor ki:
Sü’ûdî Arabistânda çıkan (Ed-da’ve) mecmû’asının
1397 [m. 1977] Şa’bân nüshâsında, Sa’dülharemeyn ismindeki bir vehhâbînin (Kubbet-ül-hadrâ)nın yıkılmasını istiyen
yazısını, (Da’vet-ül-islâmiyyet-ül-âlemiyye) merkezimiz
nefretle karşılamışdır. Üyelerimiz Pâkistânın Mîrpûr şehrinde, bu yazıyı
protesto etmek için toplandı. Allâme Muhammed Beşîr “rahmetullahi teâlâ aleyh”
başkan idi. Pek çok dinleyici arasında konuşan hatîblerin sözlerinin özeti
şöyledir:
Kubbet-ül-hadrâ, bütün müslimânların gözbebeğidir.
Müslimânlar, bu mübârek hucreyi ziyâret etmeği, kurtulmalarına sebeb bilirler.
Çünki, Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem”, (Kabrimi
ziyâret edene şefâ’atim vâcib olur) buyurdu. Sa’dül-haremeynin bu çok çirkin
yazısı, büyük fitne ve islâm düşmanının gizli bir hiylesidir. Bir müslimân
böyle düşünebilir mi? İslâm dîninin şi’ârını yok etmeğe önayak olabilir mi?
Vallahi olamaz! Bu çirkin yazının arkasında gizli ellerin, yehûdî güçlerinin
bulunduğuna inanıyoruz. Eshâb-ı kirâmın mubârek cesedlerini ve Resûlullahın
babası Abdüllahın cesedini kabrlerinden çıkarmaları, Kubbe-i hadrâyı yıkmak
çirkin düşüncesine cesâret verdiğinde hiç şübhe yokdur. Bu çirkin yazı, büyük
fitnelere yol açacakdır. Bunda hiçbir fâide yokdur. Kalbleri Resûlullahın
“sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” sevgisi ile ve Kubbet-ül-hadrânın sevgisi
ile dolu olan müslimânları yaralıyan bu çirkin yazıya nasıl cesâret olunduğunu
Sü’ûdî
arab
hükûmetinin açıklaması lâzımdır. Müslimânların, Haremeyn-i şerîfeyne ve
Kubbet-ül hadrâya hizmet etdikleri için, arabları sevdikleri şübhesizdir.
Arablar bu mübârek makamlara saygısızlık ederlerse, müslimânların kalblerinde,
onların sevgisi kalır mı? Bu çirkin oyundan meydâna gelen üzüntünün dehşetini
Sü’ûdî Arabistân hükûmetine bildirmeleri ve bu kötü hîlenin yok edilmesi için
çalışmaları için bütün dünyâ müslimânlarına çağrıda bulunuyoruz!
Yukarıdaki çağrının arabî olan aslı, (El-medâric-üs-seniyye) kitâbının 1978 baskısının
sonuna eklenmişdir.
İbni
Âbidîn, hac bahsinin sonunda buyuruyor ki, (Hacca giden fakîr, Mekkeye
gidinceye kadar nâfile ibâdet yapmakdadır. Nâfile sevâb almakdadır. Mekke
şehrine girince, hac etmesi farz olur. Zengin
ise, memleketinden hac için çıkdığı ânda farz
sevâbı kazanmakdadır. Farzın sevâbı, nâfilenin
sevâbından dahâ çokdur. Fakîr, memleketinde ihrâma girerek yola çıkarsa, yolda
da farz sevâbı kazanarak, zenginin sevâbına
kavuşur. Anası veyâ babası kendisine muhtâc olmıyan bir kimse, onlardan iznsiz farz olan hacca gidebilir. [Fekat nâfile olan hacca
iznsiz gidemez. Câmi’, Kur’ân-ı kerîm kursu ve
benzeri, islâma fâidesi olan şeyleri yapmak, nâfile hacdan ve ömreden dahâ
sevâbdır. Nâfile hac ve ömre yaparken sarf edilen paralar, müslimânların
muhtâclarına veriliyorsa, nâfile hac ve ömre yapmak, kendi memleketinde sadaka
vermekden dahâ efdal olur. Çünki, hem mal ile, hem beden ile ibâdet yapılmakdadır.
(Makâmât-i mazheriyye)de, 26. cı
mektûbda diyor ki, (Hacda bir farzı veyâ vâcibi özrsüz terk etmemek veyâ harâm, mekrûh işlememek
lâzımdır. Aksi hâlde, nâfile hac ve ömre yapmak sevâb değil, günâh olur).
Birinci kısmda, 74. cü madde sonuna ve kırkaltıncı maddenin zekât kısmına ve (Müjdeci mektûblar)da 29 ve 123 ve 124. cü
mektûblara bakınız!] Asker olarak veyâ yazı ve propaganda ile islâmiyyete
hizmet etmek, nâfile hacdan ve ömreden dahâ sevâbdır. Böyle cihâd hizmeti
olmıyan için, memleketinde fakîr, muhtâc ve sâlihlere yâhud seyyidlere ve Ehl-i sünnet bilgilerini yayanlara para yardımı
etmek, nâfile haclardan ve câmi’, Kur’ân-ı kerîm
kursu ve benzeri hizmetleri yapmakdan dahâ sevâbdır).
Hak teâlâ, ilmi çok yerde övdü, Kur’ânda,
Resûlün, ilmi emr eden sözleri, meydânda.
İslâmın en büyük düşmanıdır, bil, cehâlet,
çünki, cehl mikrobunun hastalığı, Felâket!
Cehâlet olan yerden, din gider dedi, Nebî,
Dîni seven, o hâlde ilmi, fenni sevmeli!
Cennet, kılınc gölgesinde, demedi mi hadîs,
atom gücü, jet uçuşuna bu emr, pek vecîz!
İslâmın zilletine cehldir, bütün illet!
Ey derdi cehâlet, sana düşmekle, bu millet!
Bir hâle getirdin ki, ne din kaldı, ne nâmûs,
ey sine-i islâma çöken, kapkara kâbus.
Ey, biricik düşman, seni öldürmeli evvel, sensin,
bize kâfirleri, üstün çıkaran el!
Ey, millet, uyan cehline kurban gidiyorsun!
İslâm gerilikdir, diye bir damga yiyorsun!
Allahdan utan, bâri bırak, dîni elinden,
gir, leş gibi, topraklara kendin, gireceksen!
Lâkin bu sözüm de, te’sîr etmez ki câhile,
Allahdan utanmak da, olur elbet, ilm ile.