İslâmın beş şartından dördüncüsü, mubârek Ramezân ayında,
hergün oruc tutmakdır. Oruc, hicretden onsekiz ay sonra, Şa’bân ayının onuncu
günü, Bedr gazâsından bir ay evvel farz oldu.
Ramezân, yanmak demekdir. Çünki, bu ayda oruc tutan ve tevbe edenlerin
günâhları yanar, yok olur.
(Riyâd-un-nâsıhîn) kitâbında diyor ki: (Buhârî) kitâbında, Ebû Hüreyre “radıyallahü anh”
diyor ki: Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem”
buyurdu ki, (Ramezân ayı gelince, Cennet kapıları
açılır. Cehennem kapıları kapanır ve şeytânlar bağlanır).
İmâm-ül-eimme, Muhammed bin İshak bin Huzeyme yazıyor ki,
Selmân-ı Fârisî “radıyallahü anh” bildirdi ki, Resûlullah
“sallallahü aleyhi ve sellem” Şa’bân ayının son günü hutbede buyurdu ki:
(Ey Müslimânlar! Üzerinize öyle büyük bir ay gölge
vermek üzeredir ki, bu aydaki bir gece [Kadr gecesi], bin aydan dahâ
fâidelidir. Allahü teâlâ, bu ayda, hergün oruc tutulmasını emr etdi. Bu ayda,
geceleri terâvîh nemâzı kılmak da sünnetdir. Bu ayda, Allah için ufak bir
iyilik yapmak, başka aylarda, farz yapmış gibidir. Bu ayda, bir farz yapmak, başka ayda yetmiş farz yapmak gibidir. Bu ay,
sabr ayıdır. Sabr edenin gideceği yer Cennetdir. Bu ay, iyi geçinmek ayıdır. Bu
ayda mü’minlerin rızkı artar. Bir kimse, bu ayda, bir orucluya iftâr verirse,
günâhları afv olur. Hak teâlâ, onu Cehennem ateşinden âzâd eder. O oruclunun
sevâbı kadar, ona sevâb verilir). Eshâb-ı kirâm, dediler ki: Yâ
Resûlallah! Her birimiz, bir orucluya iftâr verecek, onu doyuracak kadar zengin
değiliz. Resûl “aleyhisselâm” buyurdu ki: (Bir hurma ile iftâr verene de, yalnız su ile oruc açdırana
da, biraz süt ikrâm edene de, bu sevâb verilecekdir. Bu ay, öyle bir aydır ki,
ilk günleri rahmet, ortası afv ve mağfiret ve sonu Cehennemden âzâd olmakdır.
Bu ayda, emri altında olanların [işçinin, me’mûrun, askerin ve
talebenin] vazîfesini hafîfletenleri [patronları,
âmirleri, kumandanları ve müdîrleri], Allahü teâlâ
afv edip, Cehennem ateşinden kurtarır. Bu ayda dört şeyi çok yapınız! Bunun
ikisini Allahü teâlâ çok sever. Bunlar,
Kelîme-i şehâdet söylemek ve istiğfâr etmekdir. İkisini de, zâten her zemân
yapmanız lâzımdır. Bunlar da Allahü teâlâdan Cenneti istemek ve Cehennem
ateşinden Ona sığınmakdır. Bu ayda, bir orucluya su veren bir kimse, kıyâmet
günü susuz kalmıyacakdır).
(Sahîh-i Buhârî)deki bir hadîs-i şerîfde buyuruldu ki: (Bir kimse, Ramezân ayında oruc tutmağı farz bilir, vazîfe bilir ve
orucun sevâbını, Allahü teâlâdan beklerse, geçmiş günâhları afv olur). Demek
ki, orucun Allahın emri olduğuna inanmak ve sevâb beklemek lâzımdır. Günün uzun
olmasından ve oruc tutmak güç olmasından şikâyet
etmemek şartdır.Günün uzun olmasını, oruc tutmayanlar arasında güçlükle oruc tutmasını
fırsat ve ganîmet bilmelidir.
Hâfız [ya’nî hadîs âlimi] Abdül’ azîm-i Münzirî, (Ettergîb vetterhîb) kitâbında ve hâfız Ahmed
Beyhekî (Sünen) kitâbında, Câbir bin
Abdüllahdan “radıyallahü teâlâ anh” haber verdikleri bir hadîs-i şerîfde, (Allahü
teâlâ benim ümmetime, Ramezân-ı şerîfde beş şey ihsân eder ki, bunları hiçbir
Peygambere vermemişdir:
1 - Ramezânın
birinci gecesi, Allahü teâlâ mü’minlere rahmet eder. Rahmet ile bakdığı kuluna
hiç azâb etmez.
2 - İftâr zemânında, oruclunun ağzı kokusu, Allahü teâlâya, her kokudan
dahâ güzel gelir.
3 - Melekler,
Ramezânın her gece ve gündüzünde, oruc tutanların afv olması için düâ eder.
4 -Allahü teâlâ, oruc tutanlara, âhıretde
vermek için, Ramezân-ı şerîfde Cennetde yer ta’yîn eder.
5 - Ramezân-ı şerîfin son günü, oruc
tutan mü’minlerin hepsini afv eder) buyurdu.
İmâm-ı Rabbânî “kuddise sirruh”, (Mektûbât)ın
birinci cild, kırkbeşinci mektûbunda buyuruyor ki: (Ramezân-ı şerîf ayında
yapılan nâfile nemâz, zikr, sadaka ve bütün nâfile
ibâdetlere verilen sevâb, başka aylarda yapılan farzlar
gibidir. Bu ayda yapılan bir farz, başka
aylarda yapılan yetmiş farz gibidir. Bu ayda,
bir orucluya iftâr verenin günâhları afv olur. Cehennemden âzâd olur. O
oruclunun sevâbı kadar, ayrıca buna da sevâb verilir. O oruclunun sevâbı hiç
azalmaz. Bu ayda, emri altında bulunanların işlerini hafîfleten, onların ibâdet
etmelerine kolaylık gösteren âmirler de afv olur. Cehennemden âzâd olur.
Resûlullah, bu ayda, esîrleri âzâd eder, her istenilen şeyi verirdi. Bu ayda
ibâdet ve iyi iş yapabilenlere, bütün sene, bu işleri yapmak nasîb olur. Bu aya
saygısızlık edenin, günâh işleyenin bütün senesi, günâh işlemekle geçer. Bu ayı
fırsat bilmelidir. Elden geldiği kadar ibâdet etmelidir. Allahü teâlânın râzı
olduğu işleri yapmalıdır. Bu ayı, âhıreti kazanmak için fırsat bilmelidir. Kur’ân-ı kerîm Ramezânda indi. Kadr gecesi, bu
aydadır. Ramezân-ı şerîfde, hurma ile iftâr etmek sünnetdir.
İftâr edince, (Zehebezzama’ vebtelletil urûk ve
sebe-tel-ecr inşâallahü teâlâ) okumak [sünnet
olduğu (Tebyîn)in Şelbî hâşiyesinde
yazılıdır.], terâvîh kılmak ve hatm okumak mühim sünnetdir).
ORUCUN FARZI ÜÇDÜR: 1- Niyyet etmek, 2-
Niyyeti ilk ve son vaktleri arasında yapmak, 3- Fecr-i sâdık, ya’nî tan yeri
ağarmasından, güneşin batmasına kadar olan zemân [ya’nî şer’î gündüz] içinde,
orucu bozan şeylerden sakınmakdır.
SEKİZ DÜRLÜ ORUC
VARDIR: 1- Farz oruclar: Farz oruc da, iki
kısmdır: Mu’ayyen zemândaki oruc, Ramezân-ı şerîf orucudur. 2- Mu’ayyen zemânda
olmıyan farz oruclar: Kazâ ve keffâret
orucları böyledir. Fekat, keffâret orucları farz-ı
amelîdir. Ya’nî, inkâr eden kâfir olmaz. 3- Vâcib
oruclar: Bunlar da, mu’ayyen olur. Belli gün veyâ günler oruc adamak gibi. 4- Gayr-i
mu’ayyen oruclar: Herhangi bir veyâ birkaç gün oruc adamak gibi. 5- Sünnet
olan oruclar: Muharremin dokuzuncu ve onuncu günleri oruc tutmak gibi. 6-
Müstehab oruclar: Her arabî ayın 13., 14. ve
15. ci günleri oruc tutmak gibi ve yalnız Cum’a günü oruc tutmak gibi ve kurban
bayramı arefesinde oruc tutmak gibi. Yalnız Cum’a günü oruc tutmak mekrûh olur da denildi. Cum’a günü oruc tutmak
isteyenin, perşembe veyâ cumartesi günü de tutması iyi olur. Çünki, sünnet veyâ mekrûh
denilen bir işi yapmamak lâzımdır. 7- Harâm
oruclar: Fıtr bayramının birinci günü ve kurban bayramının her dört günü oruc
tutmak harâmdır. 8- Mekrûh
oruclar: Muharremin yalnız onuncu günü oruc tutmak ve yalnız cumartesi günleri
oruc tutmak ve Nevruz ve Mihrican günleri oruc tutmak ve bütün sene, hergün
oruc tutmak ve konuşmamak şartı ile oruc tutmak mekrûhdur.
(Merâkıl-felâh)daki hadîs-i şerîfde, (Ayı
görünce oruc tutunuz! Tekrâr görünce, orucu bırakınız!) buyuruldu.
Bu emre göre, Ramezân ayı, hilâlin [yeni ayın] görülmesi ile başlar. Hilâli
görmeden önce yapılan hesâb ile, takvîm ile başlamanın câiz olmadığını, (İbni Âbidîn) kıble bahsinde ve (Eşi’at-ül-leme’ât) ve (Ni’met-i islâm) sâhibleri bildirmişlerdir. Şa’bân ayının
otuzuncu gecesi, güneş gurûb edince, hilâli aramak ve görünce gidip kâdîya
haber vermek, vâcib-i kifâyedir. Takıyyuddîn
Muhammed ibni Dakîk diyor ki, (İctimâ’ı neyyireyn)den
1-2 gün geçmeden, hilâl hiç görülemez. [89. cu maddeye bakınız!]
Dört mezheb âlimleri sözbirliği ile bildiriyorlar ki, oruca
fecr-i sâdık denilen beyâzlığın, üfk-ı
zâhirî hattının bir noktasında ağarması ile başlanır. (Mültekâ) kitâbında buyuruyor ki: (Oruc,
fecrin ağarmasından, güneş batıncaya kadar, yimeği, içmeği ve cimâ’ı terk
etmekdir. Bir gün evvel güneş batmasından, oruc günü (Dahve-i kübrâ)ya kadar, Ramezân orucuna kalb ile niyyet etmek
de farzdır. Belli gün olan adak orucunun ve
nâfile orucun niyyet zemânı da böyledir. Hergün ayrı niyyet etmek lâzımdır.
Ramezân orucuna niyyet ederken, Ramezân demeyip, yalnız oruc demek veyâ nâfile
oruc demek de câizdir. Dahve-i kübrâ vakti, oruc
müddetinin
ya’nî şer’î gündüz müddetinin yarısıdır ki, zevâl vaktinden öncedir. Bu iki
vaktin arasındaki zemân farkı, güneşin tulû’ vakti ile fecr ya’nî imsâk vakti
arasındaki zemân farkının ya’nî (Hisse-i fecr)in
yarısı kadar dakîkadır. [Ezânî zemâna göre Dahve-i kübrâ, Fecr
+(24-Fecr)÷2=Fecr+12-Fecr÷2=12+Fecr÷2 dir. Ya’nî, Fecr vaktinin yarısı, sabâh
12 den i’tibâren Dahve-i kübrâ vakti olur.] Fecr, ya’nî imsâk vaktinden evvel
niyyet ederken, (Niyyet etdim, yarın oruc tutmağa) denir. İmsâkdan sonra niyyet
ederken, (bugün oruc tutmağa) denir. Ramezân-ı şerîf orucu, her müslimâna farz olduğu gibi, tutamıyanların kazâ etmeleri de farzdır. Kazâ ve keffâret orucuna ve mu’ayyen olmayan
adak oruclarına fecrden sonra niyyet edilemez.
Ramezân olmak için Şa’bânın yirmidokuzuncu günü, gurûb
vaktinde hilâli, ya’nî gökde yeni ayı aramak ve ayı görmek, eğer görülmezse,
Şa’bân ayı otuz gün temâm olmak lâzımdır.
Şa’bânın otuzuncu günü öğle nemâzı zemânına kadar oruc tutup, o gün Ramezân
olduğu i’lân edilmezse, orucu bozmak lâzım olur. Bozmayıp oruca devâm etmek tahrîmen mekrûhdur. Ramezâna, hilâli görmeden
başlayıp, yirmidokuzuncu gecesi bayram hilâli görülürse, Şa’bân rüyet ile
başlamış ise, bayramdan sonra birgün kazâ edilir. Rüyet ile başlamamış ise, iki
gün kazâ tutulacağı (Hindiyye) ve (Kâdîhân)da yazılıdır. Bulutlu havada hilâli bir
âdil müslimân kadın veyâ erkeğin gördüm demesi ile, açık havada ise, birçok
kimsenin şehâdet etmesi [söylemesi] ile, kâdî ya’nî ahkâm-ı islâmiyyeyi tatbîk
eden hâkim, Ramezân olduğunu i’lân eder. Kâdî bulunmıyan yerlerde, hilâlin bir
âdilin gördüm demesi ile Ramezân olur. İki âdilin gördüm demeleri ile bayram
olur. (Âdîl) demek, büyük günâh
işlemiyen ve küçük günâha alışık olmıyan demekdir. [Nemâzı terk etmek büyük
günâhdır. 74. cü maddeye bakınız!] Adâleti
şübheli olanın da sözü kabûl olunur. Ramezâna ve bayrama takvîm ile, hesâb
ile başlamak câiz olmadığı (Fetâvâ-ı Hindiyye)de
de yazılıdır.
[(Hadîka)nın
yüzotuzdokuzuncu sahîfesinde diyor ki, (Bid’at
sâhibi olanlar, ya’nî i’tikâdda Ehl-i sünnetden
ayrılmış olan yetmişiki fırkanın hepsi, (Ehl-i
kıble) oldukları, her ibâdeti yapdıkları hâlde, âdil değildirler.
Çünki, yâ mülhid olarak, îmânları gitmişdir. Yâhud bid’at
sâhibi olup Ehl-i sünneti seb ediyorlar ki, bu
da büyük günâhdır). (Dürr-ül-muhtâr) şâhidliği
anlatırken diyor ki, (Müslimânı seb etmek, kötülemek günâhdır. Adâleti yok
eder. Şâhidliği kabûl olmaz). Bunun için, Ramezânın, bayramın ve hac zemânının
gelmesini ve iftâr ve nemâz vaktlerini anlamakda ve bütün din işlerinde,
mezhebsizlerin sözlerine uymak câiz değildir.]
Şa’bânın otuzuncu gecesi, bir şehrde hilâl görülünce, bütün
dünyâda oruca başlamak lâzım olur. Gündüz görülen hilâl gelecek gecenin
hilâlidir.
[Kutblara ve Aya giden müslimânın da, seferî olmağa niyyet
etmedi ise, bu ayda gündüzleri oruc tutması lâzımdır. Yirmidört sâatden dahâ
uzun günlerde, oruca sâat ile başlar ve sâat ile bozar. Gündüzü böyle uzun
olmıyan bir şehrdeki müslimânların zemânına uyar. Eğer oruc tutmazsa, gündüzleri
uzun olmıyan yere gelince kazâ eder].
Hilâli görmekle Ramezânın başlaması, hesâbla anlaşılandan
bir gün sonra olabilir. Fekat bir gün önce olamaz. Arafâtda vakfeye durulan (Arefe) günü de böyledir. (Bahr)de, 283. cü sahîfede diyor ki, (Kâfir
memleketinde bulunan esîr, Ramezân ayının zemânını bilemez ise, araşdırıp zan
etdiği zemânda bir ay oruc tutar. Sonra, zemânını öğrenince, zemânından önce
tutmuş ise, hepsini kazâ eder. Zemânından sonra tutmuş ve fecrden evvel niyyet
etmiş ise, câiz olup, hepsi kazâ yerine geçer. Fıtr bayramının birinci gününe
rastlamış ise, bir günü kazâ eder).
Ramezânın ve bayramın, semâda hilâli görmekle değil de,
takvîme göre başlatıldığı yerlerde, oruca ve bayrama hakîkî zemânlarından bir
gün önce veyâ bir gün sonra başlanılmış olabilir. Oruc tutulan birinci ve
sonuncu günleri hakîkî Ramezâna rastlamış olsalar bile, Ramezân olup
olmadıkları şübheli olur. İbni Âbidîn
“rahmetullahi
aleyh”, Ramezân bahsinde diyor ki, (Ramezân olup olmadığı şübheli olan
günlerde, Ramezân orucu tutmak, tahrîmen mekrûhdur. Müslimân memleketinde
olup da, ibâdetleri bilmemek
özr olmaz). Bunun için, Ramezânın takvîmlere veyâ mezhebsiz memleketlere uyarak
başlatıldığı yerlerde, bayramdan sonra, iki gün kazâ orucu tutmak lâzımdır.
[Kâfirler ve islâm düşmanları, bir tarafdan, islâm memleketlerini kana boyuyor.
Câmi’leri, islâm eserlerini yıkıyor, yok ediyorlar. Diğer tarafdan da, islâm
memleketlerindeki îmânı ve ahlâkı bozuk olan câhilleri bulup, bunlar vâsıtası
ile, islâm ilmlerini yok ediyorlar. Bozuk düşüncelerini, yalanlarını,
islâmiyyet bilgileri diyerek yazıyorlar. Ehl-i sünnet
âlimlerinin kitâblarına saldırıyorlar. İslâmiyyete karşı bu hücûmları, hep
ingilizler plânlamakdadır. Meselâ (Ramezândan sonra, iki gün kazâ orucu tutmak
da nerden çıkdı? Hiçbir kitâbda böyle bir şey yokdur diyorlar). Kitâblarda
yazılı değildir sözü yanlışdır. Çünki, her asrda, her yerde, Ramezân ayı,
hilâli görmekle başlardı. İki gün kazâ orucuna lüzûm yokdu. Şimdi, Ramezân ayı,
hilâlin doğma zemânını hesâb etmekle başlatılıyor. Ramezânın başlaması, ahkâm-ı
islâmiyyeye uygun olmıyor. Bu hatâyı düzeltmek için, bayramdan sonra iki gün
kazâ orucu lâzım olduğu, Tahtâvînin (Merâkıl-felâh)
hâşiyesinde yazılıdır.] (Mecmû’a-i
Zühdiyye)de diyor ki, (Şevvâl [bayram] hilâlini gören bir kimse,
iftâr edemez. Çünki, bulutlu havâda, Şevvâl hilâlini, iki erkeğin veyâ bir
erkekle iki kadının gördüm demeleri lâzımdır. Açık havâda, Ramezân ve Şevvâl
hilâllerini çok kimsenin gördüm demeleri lâzımdır). (Kâdîhân)da
diyor ki, (Hilâl, şafakdan sonra batarsa, ikinci gecenin, şafakdan evvel
batarsa, birinci gecenin hilâlidir).
Ramezân-ı şerîf orucuna hâzırlanmak için, Şa’bânın
onbeşinden sonra, oruc tutmamalı, kuvvetli ve lezzetli şeyler yiyerek, vücûdü
kuvvetlendirmelidir. Böylece, farzı yapmağa hâzırlanmalıdır.
Şa’bânın onbeşinden sonra, sünnet orucları
tutmak âdeti olan iş sâhibleri, asker, talebe, bunları, Ramezândan sonra, boş
zemânlarında tutmalıdır. Farzı yapabilmek için sünneti te’hîr etmek de sünnetdir.
İftârı acele etmek ve sahûru, fecrin ağarmasından önce olmak
şartı ile gecikdirmek sünnetdir. Resûlullah
“sallallahü aleyhi ve sellem”, bu iki sünneti
yapmağa çok dikkat ederdi. (Dürer)de
diyor ki: (Seher vaktinde yinilen yemeğe sahûr denir. Seher vakti, gecenin
[ya’nî, şer’î gurûbdan imsâk vaktine kadar olan zemânın] son altıda biridir).
Sahûru gecikdirmek ve iftârı çabuk yapmak, belki insanın aczini gösterdiği için
sünnet olmuşdur. İbâdet, acz ve ihtiyâcı
göstermek demekdir. Terâvîh düâsı, 243.cü sahîfededir.
(Rıyâd-un-nâsıhîn)de diyor ki: (Bekara sûresindeki bir âyet-i kerîmede meâlen, (Beyâz iplik siyâhdan ayırd
edilinceye kadar yiyiniz, içiniz!) buyurulmuşdur.
Bu ipliklerin, gündüzün beyâzlığı ile gecenin siyâhlığı olduklarını anlatmak
için, dahâ sonra (Fecrin) kelimesi nâzil
oldu. Gündüzün beyâzlığı ile gecenin siyâhlığı, iplik gibi birbirinden
ayrılınca, oruca başlanacağı anlaşıldı). (Mecma’ul-enhür)de
ve (Hindiyye)de diyor ki, (Hanefî mezhebi âlimlerinin çoğuna göre, üfkun bir
yerinde beyâzlık başlayınca, (İmsâk vakti) olup,
oruca başlanır. Bundan [15] dakîka sonra beyâzlık üfk üzerine ip gibi
yayılınca, sabâh nemâzı vakti başlar. Böyle yapmak ihtiyâtlı olur. [Ya’nî,
tedbirli, iyi olur]). Nemâzı da, orucu da, bütün âlimlere göre sahîh olur. Oruca ikinci vaktden sonra başlamışsa, şübheli olur.
Astronomik hesâblar ile birinci vakt bulunmakda ve takvîmlere birinci
vakt yazılmakdadır. Şimdi, ba’zı takvîmlere ikinci vaktin hattâ bundan sonra
başlıyan kızıllığın yayıldığı zemânın yazıldığı görülüyor. Bu yeni takvîmlere
uyanların orucları sahîh olmaz. İmsâkin iki vakti arasındaki [On dakîka kadar]
zemâna (İhtiyât zemânı) denir. Bu zemâna
temkîn demek doğru değildir. İmsâki şübheli zemâna gecikdirmenin mekrûh olduğunu, (Bahr-ür-râık)
sâhibi de bildirmekdedir. Hele kızıllığın sonunda başlanılan oruclar
hiç sahîh olmaz. Altmışıncı maddeye bakınız! Osmânlılarda ilk takvîm 987 [m.
1578]de yapıldı.
Şernblâlî “rahmetullahi teâlâ aleyh”, (Nûr-ül-îzâh) kitâbında buyuruyor ki,
(Bulutsuz
gecelerde iftârı çabuk yapmak müstehabdır).
Kendisi, bu kitâbı şerh ederken buyuruyor ki, (Bulutlu gecelerde orucun
bozulmasından korunmak için, ihtiyâtlı davranmalı [ya’nî, iftârı biraz
gecikdirmelidir]. Yıldızlar görünmeden önce iftâr eden, ta’cîl etmiş olur). Bu
kitâbın hâşiyesinde, Tahtâvî buyuruyor ki, (Orucu nemâzdan önce bozmak müstehabdır. (Bahr) kitâbında
[ve ibni Âbidînde] denildiği gibi, iftârda acele etmek, yıldızlar görülmeden
önce, iftâr etmek demekdir). Akşam nemâzını da, bu vaktde, ya’nî erken kılmak müstehabdır. Güneşin batdığı iyi anlaşılınca, önce
E’ûzü ve Besmele okuyup, (Allahümme yâ
vâsi’al-magfireh igfirlî ve li-vâlideyye ve li-üstâziyye ve lil-müminîne vel
müminât yevme yekûmülhisâb) denir. Bir iki lokma iftârlık yiyip, (Zehebezzama’ vebtelletil-urûk ve sebetel-ecr inşâallahü
teâlâ)[1] denir ve yemeğe başlanır. Hurma veyâ su, zeytin
yâhud tuz ile iftâr edilir. Ya’nî, oruc bozulur. Sonra, câmi’de veyâ evde,
cemâ’at ile akşam nemâzı kılınır. Bundan sonra, akşam yemeği yinir. Sofrada
yemekleri yimek, bilhâssa Ramezânda uzun süreceğinden, akşam nemâzının erken
kılınması ve yemeğin, acele etmiyerek, râhat yinmesi için, az bir şeyle iftâr
edip, yemeği düâdan ve nemâzdan sonra yimelidir. Böylece, oruc erken bozulmuş,
nemâz da erken kılınmış olur.
Deniz, ova gibi düz yerlerde, üfk-ı zâhirî hattının görülmesine
mâni’ olan tepe, binâ gibi şeylerin arada bulunmadığı yerlerdeki kimse için
gurûb vakti, ya’nî güneşin batması demek, görülen üfk hattı [Hakîkî üfk değil]
altına girerek, üst kenârının gayb olmasıdır. Bu vakt güneş şark tarafındaki
tepeleri aydınlatır. Güneşin bu üfk-ı zâhirî hattından batmasını göremiyen
kimse için gurûb vakti, şer’î gurûbdur. Ya’nî güneşin üfk-ı şer’î altına
girmesidir. Bu vakt, güneş şark tarafındaki dağları, bulutları aydınlatmaz
olur. Işıkları, çekilip, şark tarafı kararır. Ârızalı erâzîde, güneşin, meselâ
tepe, binâlar arkasında gayb olması kâfî olmayıp, ışıklarının her yerden
çekilmesi, semânın şark tarafda kararmağa başlaması lâzımdır. Takvîmlerde,
şer’î gurûb vakti yazılı olduğu için, üfk-ı zâhirî hattından gurûbu
göremiyenlerin, takvîme göre iftâr etmeleri lâzımdır. İbni Âbidîn, orucun müstehablarını anlatırken diyor ki, (Alçak yerde
olanlar, güneşin gurûb etdiğini görünce, iftâr ederler. Yüksekde olan, gurûb
etdiğini görmedikce, bunlarla berâber iftâr edemez). Orucu ta’rîf ederken
yazdığı (Oradan gece başlayınca iftâr edilir) hadîs-i
şerîfinin (Şark tarafında karanlık başlayınca iftâr edilir) demek olduğunu
bildirmekdedir. [Şark tarafda karanlığın başlaması, en yüksek yerde ziyânın
kalmaması demekdir.]
İftârı akşam nemâzından önce yapmak müstehab
ise de, bir ibâdeti bozmak şübhesinden kurtarmak için müstehab
terk edilmelidir. Önce akşam nemâzını kılmalı, sonra iftâr etmelidir. Böylece
iftâr yine, yıldızlar görünmeden önce olur. Ya’nî, acele edilmiş olur ve oruc, bozulmak tehlükesinden
kurtulur. Akşam nemâzını vakti çıkmadan, tekrâr kılmak mümkindir.
Takvîm, sâat, kandil, top ve ezân yanlış olunca, oruc kurtulmaz. İbni Âbidîn,
nemâz vaktlerini anlatırken buyuruyor ki, (İftâr etmek için, güneşin batdığını
iki âdil müslimânın haber vermesi lâzımdır. Bir olursa da, be’s yokdur).
[Görülüyor ki, takvîmi hâzırlayanın ve iftâr topu atanın, ezân okuyanın âdil
olmaları lâzımdır.]
ORUCU BOZAN ŞEYLER - Ramezân ayında, oruclu
olduğunu bildiği hâlde ve fecr ağarmadan evvel niyyet etmiş iken, fâideli bir
şey yimekle, içmekle, ya’nî gıdâ veyâ devâ olarak yinilmesi âdet olan veyâ zevk
ve keyf veren bir şeyi ağızdan mi’deye sokmakla
veyâ cimâ’ yapmak ve yapılmakla oruc bozulur ve kazâ ve keffâret lâzım olur. Bu
ta’rîfe göre, sigara içmek orucu bozar. Hem kazâ, hem keffâret lâzım olur.
Çünki, dumandaki katı ve sıvı zerreler tükrük ile mi’deye giderler. Hacamat,
gıybet gibi, orucu bozmadığı iyi bilinen şeyden sonra, oruc bozuldu sanarak,
bile bile yise, orucu bozularak kazâ ve keffâret lâzım olur. Ramezânda fecr-
---------------------------------
[1] Bu iftâr düâsının
ma’nâsı, (Açlık zemânı bitdi. Damarlarımızın suya kavuşması vakti geldi.
İnşâallah sevâb hâsıl oldu) demekdir.
den
evvel niyyet etmiyen kimse, dahveden önce oruc bozacak birşey yaparsa, iki
imâma göre, hem kazâ, hem de keffâret lâzım olur. Çünki, niyyet ederek oruc
tutmak imkânı mevcûd iken, bu imkânı kaçırmışdır. İmâm-ı a’zama göre ise,
yalnız kazâ lâzım olur. Dahve vaktinden sonra yir, içerse, üç imâma göre de,
keffâret lâzım olmaz. Keffâret cezâsı, mubârek Ramezân ayının hurmet, nâmûs
perdesini yırtmanın karşılığıdır. İmâm-ı a’zama göre, dört mezhebde de sahîh
olan Ramezân orucunu bile bile bozmanın cezâsıdır. Şâfi’î
mezhebinde, fecrden önce niyyet şart olduğundan, fecrden önce niyyet
etmiyen veyâ zorla, özrle bozan hanefîler de,
İmâm-ı a’zama göre keffâret yapmaz. Kazâ, adak ve nâfile orucları bozunca,
keffâret yapılmaz. Ramezânın bir gününde, kazâ lâzım olan birşey yaparak
orucunu bozan kimse, başka gününde de bu şeyi kasd ile yine yaparsa, keffâret
de lâzım olur.
Hatâ ederek bozulsa, meselâ, abdest alırken, buğazına su
kaçsa veyâ zor ile orucu bozdurulursa, ihtikan ederse, burnuna sıvı ilâc,
kolonya veyâ duman [başkasının içdiği sigara dumanı] yâhud, ud ağacı, anber ile
tütsülenip dumanını çekerse, kulağına ilâc damlatırsa, derideki yaraya koyduğu
ilâc içeri girerse [ve iğne ile ilâc şırınga ederse], kâğıd, taş, ma’den
parçası, pamuk, ot, pişmemiş pirinc, darı, mercimek dânesi gibi, ilâc ve gıdâ
olmayan şey yutarsa, zorlayarak ağız dolusu kusarsa, dişi kanayan, yalnız kanı
veyâ tükrükle müsâvî mikdârda karışık kanı yutarsa, fecr doğduğunu bilmiyerek
yirse, güneş batdı zan ederek orucu bozarsa, oruclu olduğunu unutup yidikde,
orucu bozuldu sanarak, bilerek yimeğe devâm ederse, uyurken ağzına su akıtılır
veyâ cimâ’ olunursa, niyyet etmeden oruc tutarsa veyâ Ramezânda sabâha kadar
niyyet etmeyip, sonra niyyet etse bile, ya’nî kuşluk nemâzı zemânından dahveden
sonra oruc tutmazsa, bunların hepsinde oruc bozulur ve bayramdan sonra, bir
günü için yalnız bir gün kazâ etmek lâzım olur. Keffâret lâzım olmaz. Buğaza
yağmur, kar kaçsa, oruc da, nemâz da bozulur. Kazâ lâzım olur. Kucaklayıp,
sarılıp, öpüp cünüb olursa bozulur ve kazâ lâzım olur. Cünüb olmadı ise
bozulmaz. (Masturbation) ile, ya’nî el ile istimnâ edip cünüb olunca, yalnız
kazâ lâzım olduğunu, (Hindiyye) ve (Bahr) ve (Dürr-ül-muhtâr)
kitâblarının sâhibleri “rahmetullahi teâlâ aleyhim ecma’în”
bildirdiler. Geceden dişleri arasında kalan
şeyi, bilerek yutsa, nohud kadar ise, bozulup kazâ lâzım olur. Nohuddan küçükse
bozulmaz. Unutarak yiyen kimse, orucu bozulmadığını bildiği hâlde, yine yir,
içerse, kazâ ve keffâret lâzım olur.
(Mültekâ)da ve bütün kitâblarda
diyor ki: (Başdaki ve göğdedeki yaraya konulan ilâc, beyne veyâ sindirim
yollarına sızarsa, oruc bozulur. Yalnız kazâ lâzım olur). (Mültekâ) şerhinde (Gıdânın, yaradan içeri
sızınca, orucu bozduğunu İmâm-ı a’zam söylüyor. İki imâm ise, bozmaz dedi.
Çünki, yaradılışda bulunan deliklerden girerse, bozar dedi) yazılıdır. (Merâkıl-felâh) şerhinde, Tahtâvî, bunu güzel açıklıyor.
Diyor ki: (Başda ve göğdedeki yaraya konulan ilâcın, sıvı olsun, katı olsun,
beyne ve hazm yoluna gitdiği bilinirse, oruc bozulur. İçeri gitdiği iyi
bilinmezse, ilâc sıvı ise, İmâm-ı a’zam bozulur dedi. İki imâm ise, içeri
gitdiği iyi bilinmeyince bozulmaz dedi. İçeri sızdığı iyi bilinmeyen ilâc katı
ise, üç imâm da, bozulmaz dedi). Bundan anlaşılıyor ki, sızdığı iyi bilinen
ilâc, katı da olsa, sıvı da olsa, üç imâm da orucu bozar, buyurmuşdur. Koldan,
bacakdan, heryerden deri altına, adaleye iğne ile yapılan aşı, ilâc
injeksiyonlarının orucu bozacağı, buradan anlaşılmakdadır.
ORUCU BOZMAYAN ŞEYLER - Ramezân-ı şerîfde veyâ
kazâ, keffâret, adak ve nâfile oruclarda, oruclu olduğunu unutarak yise, içse,
cimâ’ etse, oruclu iken uykuda cünüb olsa, uyanık iken bakarak cünüb olsa,
tentürdiyod, yağ sürünse, sürme çekse, [bunların rengi, kokusu tükürükde,
idrârda belli olsa bile], şehvet ile öpse, gıybet etse, hacamat olsa,
istemiyerek ağız dolusu kussa, zorlıyarak biraz kussa, kulağına su kaçsa,
ağzından veyâ burnundan buğazına toz, duman, sinek kaçsa, [oksijen gazı tüpü
ile sun’î hava verilse, başkalarının içdiği sigaranın du-
manı
gelerek, ağzına, burnuna girmesinden sakınmak mümkin olmasa], ağzını yıkadıkdan
sonra ağzında kalan yaşlığı tükürük ile yutsa, gözüne, diş çukuruna ilâc koysa,
tadını buğazında duysa bile, bunların hiçbiri orucu bozmaz.
[(Bahr-ür-râık) kitâbının
sâhibi “rahmetullahi teâlâ aleyh” diyor ki, (Ağız ba’zan bedenin dâhili
sayılır. Bunun için, oruclu kimse, tükürüğünü yutarsa, orucu bozulmaz. İnsanın
içindeki necâsetin mi’deden bağırsağa geçmesi gibi olur. Ağızdaki yaradan veyâ
diş çekdirmeden, iğne yapılan yerden yâhud mi’deden ağza kan çıkması, abdesti
ve orucu bozmaz. Bu kanı tükürünce veyâ yutunca, tükürük kandan çok ise, ya’nî sarı
ise, yine bozulmazlar. Mi’deden gelen başka şeyler ağza geldiği zemân da böyle
olup, abdest ve oruc bozulmaz. Ağız dolusu, ağızdan dışarı çıkarsa, ikisi de
bozulur. Ağzın içi, ba’zan da, bedenin hârici gibi olur. Ağzına su alınca oruc
bozulmaz). (Cevhere)de de böyle
yazılıdır. Görülüyor ki, diş çıkartınca, çok kan geliyorsa, tükürünce orucu
bozulmaz. Oruclu değil ise, yutunca, abdesti bozulmaz. Kanı tükürükden az ise,
ikisi de hiç bozulmaz.
(Fetâvâyı Hindiyye)de diyor ki, (İhtikan
[lavman] yapmak, kulağına yağ damlatmak bozar ise de, keffâret lâzım olmaz.
Zekerine su, yağ akıtırsa, mesâneye gitse bile bozmaz. Kadının fercine akıtırsa
bozar. Yaş veyâ yağlı parmağını dübürüne, kadın fercine sokarsa, bozar. Parmak
kuru ise, bozmaz. Tahâretlenirken, dübürüne su kaçarsa bozar.)]
Yutmadan yemeğin tadına bakmak, sakız çiğnemek, cünüb olmak
şübhesi varken öpmek, serinlemek için yıkanmak bozmazlar ise de, tenzîhen mekrûhdurlar. Sürme ve bıyık yağı kullanmak ve çiçek,
misk, kolonya koklamak, orucu bozmadığı gibi, mekrûh
da değildir. Sürme, bıyık yağı, zînet için, mekrûh
olacağı gibi, elde, yakada çiçek taşımak da mekrûh
olur. Tozlu dumanlı şey koklamak ve çiklet çiğnemek orucu bozar. Misvâk,
hacamat mekrûh değildir.
Sahûru gecikdirmek ve iftârı acele etmek müstehabdır. İbni Âbidîn buyuruyor ki, (Bundan
maksad, iftârı, yıldızlar görününciye kadar gecikdirmemekdir. Bulutlu havada,
ezân okunsa, top atılsa bile, güneş batdığına kendi kanâ’ati gelinciye kadar
orucu bozmamalıdır). Oruca, fecr-i sâdık ağarması ile başlanacağı, Bekara
sûresinin 187. ci âyetinde emr olundu. Allahü teâlânın bu emri değişdirilemez.
[Madde: 60.]
Hasta, hastalığı artacak ise, hâmile kadın, süt veren kadın,
harb eden asker za’îf olursa, oruc tutmaz. İyi olunca kazâ eder. Ekmek parası
kazanmak için çalışırken hasta olacağını bilen işçinin, hasta olmadan önce
orucu bozması câiz değildir. Üç günlük yola [104
kilometreye] gitmek için niyyet ederek yola çıkan, müsâfir olur. Böyle müsâfir,
orucunu ertesi gün bozabilir ve Ramezândan sonra kazâ eder ise de, zarar
etmezse, tutması efdaldir. Yolda ve onbeş günden az kalacağı yerde tutduğu
orucu bozarsa, keffâret lâzım olmaz. Müsâfirliği bitip evine gelince veyâ
gitdiği yerde onbeş gün kalmağı niyyet edince, tutmadığı günleri kazâ eder.
Hasta olmıyan ve müsâfir olmıyanların, işçi, asker, talebe olsalar da, oruc
tutmaları lâzımdır. Tutmazlarsa, günâhı büyükdür. Kazâ etmeleri lâzımdır.
Niyyetli iken bozarlarsa, keffâret de lâzım olur. (Behcet-ül-fetâvâ)
kitâbının sâhibi “rahmetullahi teâlâ aleyh” diyor ki, (Ramezân-ı
şerîf, yaz aylarından birine geldiği zemân,
din adamı şekline giren birisi, müslimânlara (Oruca niyyet etmeyip, oruc
tutmaz iseniz ve kışın kısa günlerde kazâ ederseniz, câiz olur. Ramezânda oruca niyyet etmeden, yir içerseniz,
keffâret lâzım olmaz) diyerek gençlere, talebeye, işçiye oruc
tutdurmazsa, bu kimse şiddetle ta’zîr edilir, cezâlandırılır. Böyle söylemesi
men’ edilir).
İbni Âbidîn diyor ki, (Hasta, hastalığının artmasından veyâ
iyi olmasının gecikmesinden yâhud şiddetli
ağrı gelmesinden veyâ hasta bakıcı, hastalanarak, onlara bakamayıp helâk
olmalarından korkar ise, oruc tutmayıp sonra kazâ eder. Sağlam kimse, hasta
olacağını çok zan ederse ve nehr temizlemek gibi iş yaparken veyâ devletin emri
ile çalışırken, çok sıcak veyâ soğuk te’sîri ile helâk olacağını ve
[kimsesiz
olup hiçbir yerden yardım görmiyen] kadın [nafakasını kazanmak için] çamaşır
yıkamak ve yemek pişirmek ile helâk olacağını, çok zan ederek anlarsa, oruc
tutmaması ve niyyetli orucu bozması câiz olur, başka zemân kazâ eder. Çok zan
etmek, ölüm alâmetlerini görmekle veyâ kendi tecribesi ile yâhud tabîb-i
müslim-i hâzıkın haber vermesi ile anlaşılır. Hâzık, mütehassıs, uzman olmak
demekdir. Kâfir ve fâsık, ya’nî büyük günâh işlediği bilinen tabîbe muâyene ve
tedâvî câizdir. Fekat bunların sözleri ile ibâdet bozulmaz. Orucunu bozarsa,
keffâret lâzım olur. İkrâh bahsinde diyor ki, bir uzvun telef olması veyâ bütün
malının gitmesi, şiddetli, işkenceli habs ve dayak, helâk olmağa yol açar). (İmâd-ül-islâm)da diyor ki, (Müslimân mütehassıs
tabîb bulamazsa, kendi tecrîbesi de yoksa, önce bükülmüş kâğıd parçasını veyâ
çiğ bir pirinc dânesini susuz yutup, sonra yimeli, ilâc almalı, böylece
keffâretden kurtulmalıdır). (Bahr-ür-râık)da
diyor ki, (Zehrli hayvan sokan kimse, ilâc için orucu bozup, Ramezândan sonra
yalnız kazâ eder.) İbni Âbidîn orucu bozanların sonunda diyor ki, (Nafakaya
muhtâc kimse, çalışınca hasta olacağını anlarsa, orucu bozar. Ücret ile
çalışmağı sözleşmiş ise ve iş sâhibi, Ramezânda izn vermiyor ise, kendinin ve
âilesinin nafakası mevcûd olan, orucu bozmaz. Çünki, böyle kimsenin dilenmesi harâmdır. Kendinin ve âilesinin nafakasına mâlik değil
ise, orucun zarar vermiyeceği başka hafîf iş bulması lâzım olur. Hafîf iş
bulamazsa, işinde çalışarak, orucu bozması câiz olur. Bunun gibi, ekin biçen
kimseye Ramezân ayının orucu ziyân verirse, ya’nî orucdan dolayı, ekini
biçemeyip, ekin telef olursa yâhud çalınırsa, [veyâ binâ yapılamayıp da
yağmurdan yıkılmak tehlükesi muhakkak olursa] ve bunları ücret ile yapacak
bulamazsa, oruc tutmayıp, bu işlerini yapmak câiz olur. İş bitince, orucunu
tutar ve Ramezândan sonra da, tutamadığı günleri kazâ eder. Günâh olmaz.
Susuzlukdan hasta olması, ölmesi muhakkak olan herkes de, orucu bozup, kazâ
edebilir. Keffâret yapmazlar).
Oruc kazâsı: Arka arkaya olduğu gibi,
ayrı ayrı günlerde de, bir gün için, bir gün oruc tutmakdır. Aralıklı tutarken,
araya başka Ramezân gelirse, önce Ramezânı tutar. İhtiyâr olup, ölünciye kadar
Ramezân orucunu veyâ kazâya kalmış oruclarını tutamıyacak kimse ve iyi olmasından
ümmîd kesilen hasta, gizli yimelidir. Zengin ise, hergün için bir fıtra, ya’nî
beşyüzyirmi dirhem [binyediyüzelli gram] buğday veyâ un veyâ kıymeti kadar
altın veyâ gümüş para, bir veyâ birkaç fakîre verir. Ramezânın başında veyâ
sonunda toptan hepsi bir fakîre de verilebilir. Fidye verdikden sonra
kuvvetlenirse, Ramezân oruclarını ve kazâ oruclarını tutar. Fidye vermeden
ölürse, iskât yapılması için vasıyyet eder. Fakîr ise, fidye vermez. Düâ eder.
Böyle ihtiyâr ve hasta, sıcak veyâ soğuk mevsimde tutamıyorsa, uygun gelen
mevsimde kazâ eder. Oruc tutunca, nemâzı ayakda kılamıyan kimse, oruc tutar ve
nemâzı oturarak kılar. Ramezân günü, orucu bozarsa, çocuk bâlig olursa, kâfir
müslimân olursa, müsâfir şehrine gelirse, kadın temiz olursa, akşama kadar
oruclu gibi, sakınmaları lâzımdır. Müsâfir ve kadın, o günü, sonra kazâ eder.
Oruc keffâreti için, bir köle âzâd
edilir. Köle âzâd edemiyen, ard arda, altmış gün oruc tutar. Altmış gün sonra,
tutmadığı hergün için, birer gün dahâ tutar.
Birkaç Ramezânda keffâretleri olan veyâ bir Ramezânda, iki
gün keffâreti olan kimse, birinci keffâreti yapmamış ise, ikisi için yalnız bir
keffâret yapar. Birinci keffâreti yapmış ise, ikinci keffâreti de, ayrıca
yapar.
Keffâret orucu, hastalık, yolculuk gibi bir özr ile veyâ
bayram günlerine rastlamak sebebi ile bozulursa veyâ Ramezâna rastlarsa,
yeniden altmış gün tutmak lâzım olur. Bayram günlerinde bozmazsa, yine yeniden
başlaması lâzım olur. Kadın, hayz ve nifâs sebebi ile bozunca, yeniden
başlamaz. Temizlenince geri kalan günleri tutarak, altmışı temâmlar. Fekat,
yemîn keffâreti olan üç gün ard arda tutulacak orucu bu sebeble bozan kadının da, üç günü, yeniden tutması lâzım
olur. Keffâret orucuna, Ramezâna ve bayramlara rastlamıyacak şeklde
başlamalıdır. Re-
cebin
birinci günü keffâret orucuna başlayıp, Şa’bânın sonunda, altmış günü temâm
olmasa, üç günlük yola gitmeği niyyet ederek vatanından çıkar. Ramezânın
birinci günü, keffâret orucuna niyyet eder [Eşbâh].
Çünki, müsâfire Ramezân orucunun edâsı farz
değildir. Kazâ etmesi câizdir.
Devâmlı hasta veyâ çok yaşlı olup, altmış gün keffâret
orucunu tutamaz ise, altmış fakîre bir gün ta’âm ibâha eder. Ya’nî doyurur. Aç
olan altmış fakîri, bir günde iki kerre doyurmak lâzımdır. Hepsinin aynı günde
yimeleri şart değildir. Bir fakîri hergün iki def’a doyurmak üzere altmış gün veyâ hergün bir def’a doyurmak üzere
yüzyirmigün yidirmek de olur. Yâhud, altmış fakîrin herbirine, yarım sâ’ [bin
yediyüz elli gram] buğday veyâ un veyâ bir sâ’ arpa, kuru üzüm, hurma
temlik eder. Bunların kıymeti kadar ekmek, başka mal veyâ altın, gümüş vermek
veyâ bunları bir fakîre altmış gün devâmlı vermek de câiz olur. İbâha, ya’nî,
kendisini doyurması için fakîre Fülûs [kâğıd para] da verileceği (Bedâyı’)da yazılıdır. Altmış günlüğü, bir fakîre, bir
günde toplu verse, bir günlük vermiş olur. Altmış fakîri sabâh, altmış
başka fakîri de akşam doyurursa, sabâh doyurduklarını akşam veyâ akşam
doyurduklarını sabâh, bir dahâ doyurmalıdır. Yâhud, bunlardan altmışının
herbirine, Sadaka-i fıtr mikdârı mal temlik eder. İki keffâret için, altmış
fakîrin herbirine, iki kat [bir sâ’] buğday verirse, bir keffâret ödenmiş olur.
Köle satın alabilecek kimsenin oruc tutması, oruc tutabilenin de fakîrleri
doyurması câiz değildir. Fakîr olan hasta ve
ihtiyâr, zengin olunca doyurur. Keffâret yaparken niyyet etmek lâzımdır.
Özrü olan kimseler, oruc tutamadıkları günler, gizli
yimelidirler. Ramezân-ı şerîfde umûmî yerlerde, müslimânların karşısında, oruc
yiyenlerin ve oruc tutanları aldatarak, oruc tutdurmıyanların îmânı gider.
Ramezân günlerinde lokanta, aşhâne, gazino, büfe gibi yiyip içme yerlerini işletmek günâhdır. Bunların, oruc yiyenlerden
kazandıkları, halâl ise de, habîsdir, zararlıdır. Buralarını iftârdan
sonra açmalıdır. [Farz olan orucu bozmak için,
sekiz özr vardır: 594.cü sahîfeye bakınız!]
Ramezân geldi dayandı,
câmi’ler nûra boyandı.
Top atıldı, kandil yandı,
cümlemiz buna inandı.
İlk on günü, rahmet boldur,
sonra günâhlar afv olur.
Bayram gecesi, mü’minler,
Cehennemden âzâd olur.
Kardeşim, oruc tut sen de,
nemâzlarını kıl, hem de!
günâhdan sakın her demde,
Çok azâb var Cehennemde!
Düşman sana saldırıyor,
oruc zaîfletir diyor.
İlmi fenni, o çiğniyor,
hâin, hep yalan söylüyor!
Uyan! Gitdi ömrün çoku,
oruc tut, anla aç toku!
İslâm kitâblarını oku,
insanlıkdan al bir koku!