Bu mektûb,
Muhammed Murâd-ı Bedahşîye yazılmış olup, nemâzın ta’dîl-i erkânı ve tumânîneti ve câmi’de safların düzeltilmesi ve kâfirlere karşı harbe
giderken niyyetin düzeltilmesi ve teheccüd nemâzı ve
yemeklerin halâlden seçilmesine dikkat olunması bildirilmekdedir:
Allahü teâlâya hamd olsun! Onun seçdiği, beğendiği kullarına
selâmlar, râhatlıklar olsun! Mektûbunuz geldi. Arkadaşların, dostların, doğru
yoldan ayrılmadıkları anlaşılarak, çok sevindirdi. Allahü teâlâ, doğruluğunuzu
ve doğru yolda bulunmanızı artdırsın! Arkadaşlarımız ile birlikde verdiğiniz
vazîfeyi yapmağa devâm ediyoruz. Beş vakt nemâzı, elli altmış kişilik cemâ’at
ile kılıyoruz, diyorsunuz. Bunun için, Allahü teâlâya hamdü senâlar olsun!
Kalbin Allahü teâlâ ile olması, bedenin, a’zânın da ahkâm-ı şer’ıyyeyi yapmakla
zînetlenmesi, ne büyük bir ni’metdir. Bu zemânda insanların çoğu nemâz kılmakda
gevşek davranıyor. Tumânînete ve ta’dîl-i erkâna ehemmiyyet vermiyorlar. Bunun
için, siz sevdiklerime, bu noktayı belirtmeğe mecbûr oldum. İyi dinleyiniz!
Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem”: (En
büyük hırsız, kendi nemâzından çalan kimsedir) buyurdu. Yâ Resûlallah! Bir kimse, kendi nemâzından nasıl
çalar? diye sordular. (Nemâzın rükü’unu ve
secdelerini temâm yapmamakla) buyurdu. Bir def’a da buyurdu ki, (Rükü’da ve secdelerde, belini yerine
yerleşdirip biraz durmayan
kimsenin nemâzını Allahü teâlâ
kabûl etmez).
Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem”, bir kimseyi
nemâz kılarken, rükü’unu ve secdelerini temâm yapmadığını görüp, (Sen nemâzlarını böyle kıldığın için, Muhammedin “aleyhissalâtü
vesselâm” dîninden başka bir dinde olarak ölmekden
korkmuyor musun?) buyurdu. Yine buyurdu ki, (Sizlerden biriniz, nemâz kılarken, rükü’dan sonra temâm
kalkıp, dik durmadıkca ve ayakda, her uzv yerine yerleşip durmadıkca nemâzı
temâm olmaz). Bir kerre de buyurdu ki, (İki
secde arasında dik oturmadıkca, nemâzınız temâm olmaz). Birgün
Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem”, birini nemâz kılarken, nemâzın
ahkâm ve erkânına riâyet etmediğini, rükü’dan kalkınca, dikilip durmadığını ve
iki secde arasında oturmadığını görüp, buyurdu ki,
(Eğer nemâzlarını böyle kılarak
ölürsen, kıyâmet günü, sana benim ümmetimden demezler). Bir başka yerde de
buyurdu, (Bu hâl üzere ölürsen, Muhammedin “aleyhisselâm” dîninde olarak ölmemiş olursun). Ebû
Hüreyre “radıyallahü anh” buyurdu ki, (Altmış sene, bütün nemâzlarını kılıp da,
hiçbir nemâzı kabûl olmıyan kimse, rükü’ ve secdelerini temâm yapmıyan
kimsedir). Zeyd ibni Vehb “rahmetullahi teâlâ aleyh” birini nemâz kılarken
rükü’ ve secdelerini temâm yapmadığını gördü. Yanına çağırıp, ne kadar zemândır
böyle nemâz kılıyorsun, dedi. Kırk sene deyince, sen kırk senedir nemâz
kılmamışsın. Ölürsen Muhammed Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” sünneti [ya’nî dîni] üzere ölmezsin, dedi.
Taberânînin “rahmetullahi teâlâ aleyh” (Evsât)ında bildirilmişdir ki, bir mü’min
nemâzını güzel kılar, rükü’ ve secdelerini temâm yaparsa, nemâz sevinir ve
nûrlu olur. Melekler, o nemâzı göke çıkarır. O nemâz, nemâzı kılmış olana, iyi
düâ eder ve sen beni kusûrlu olmakdan koruduğun gibi, Allahü teâlâ da, seni
muhâfaza etsin, der. Nemâz güzel
kılınmazsa, siyâh olur. Melekler o nemâzdan iğrenir. Göke götürmezler. O nemâz,
kılmış olana, fenâ düâ eder. Sen beni zâyı’ eylediğin, kötü hâle sokduğun gibi,
Allahü teâlâ da, seni zâyı’ eylesin, der. O hâlde, nemâzları temâm kılmağa
çalışmalı, ta’dîl-i erkânı yapmalı, rükü’u, secdeleri, (Kavme)yi [ya’nî rükü’dan kalkıp dikilmeği] ve (Celse)yi [ya’nî, iki secde arasında oturmağı]
iyi yapmalıdır. Başkalarının da kusûrlarını görünce söylemelidir. Din kardeşlerinin
nemâzlarını temâm kılmalarına yardım etmelidir. Tumânînet [ya’nî uzvların
hareket etmemesi] ve ta’dîl-i erkânın [Bir kerre sübhânallah diyecek kadar
hareketsiz durmak] yapılmasına çığır açmalıdır. Müslimânların çoğu, bunları
yapmak şerefinden mahrûm kalıyor. Bu ni’met, elden çıkmış
bulunuyor. Bu ameli medyâ-
na
çıkarmak çok mühimdir. Peygamberimiz
“sallallahü aleyhi ve sellem” buyurdu ki, (Unutulmuş bir sünnetimi meydâna çıkarana,
yüz şehîd sevâbı verilecekdir).
Cemâ’at ile nemâz kılarken safları düz yapmağa da dikkat
etmelidir. Safdan ileride ve geride durmamalıdır. Herkes, bir hizâda durmağa
çalışmalıdır. Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem”, önce safları
düzeltir, ondan sonra nemâza dururdu. (Safları
düzeltmek, nemâz kılmanın bir parçasıdır) buyururdu. Yâ Rabbî!
Bizlere, nihâyetsiz rahmet hazînenden nasîb eyle! Hepimizi doğru yoldan ayırma!
Ey mes’ûd ve bahtiyâr kardeşim! Amel ve ibâdet, niyyet ile
dürüst olur. Kâfirlere karşı muhârebeye giderken, önce niyyeti düzeltmelidir.
Ancak, bundan sonra sevâb kazanılır. Muhârebeye gitmekden maksad, Allahü
teâlânın ismini, dînini yaymak ve yükseltmek ve din düşmanlarını za’îfletmek ve
bozguna uğratmak olmalıdır. [Allahü teâlânın dînini, Onun kullarına ulaşdırmak,
insanları küfrden, cehâletden kurtarıp îmâna, ebedî se’âdete kavuşdurmak
olmalı. Adam öldürmek, can yakmak niyyeti ile cihâda gitmemelidir. Cihâd,
kâfirleri zorla küfrden kurtarmakdır.] Çünki, biz müslimânlara böyle emr
edilmişdir ve cihâd da, bu demekdir. Başka şeylere niyyet ederek, cihâd
sevâbından mahrûm kalmamalıdır. Gâzîlerin beyt-ül-mâldan ma’âş almaları, cihâdı
ve cihâd sevâbını bozmaz. [Bütün ibâdetlerin kabûl olması için de, Allahü teâlâ
için yapılması ve böyle niyyet edilmesi şartdır.] Kötü niyyetler, ibâdeti
bozar. Niyyeti düzeltmeli, ma’âş da almalı, cihâda gitmelidir. Gâzîlik ve
şehîdlik sevâblarını beklemelidir. Sizin hâlinize gıbta ediyor, imreniyorum.
Kalbiniz Allahü teâlâ ile, a’zâlarınız, cemâ’at ile nemâz kılmakla ve ayrıca,
din düşmanları, kâfirler ile cihâd etmekle [Allahü teâlânın dînini kâfirlere
yaymakla da] şereflenmekdesiniz. Gazâdan selâmet ile çıkan gâzî olur, mücâhid
olur. Ölen, hâlis şehîd olup, en büyük sevâblara, ni’metlere kavuşur. Fekat,
tekrâr bildireyim ki, bunlar, ancak niyyeti düzeltdikden sonradır. Hâlis niyyet
kalbe gelmezse, böyle niyyet etmeğe, kendinizi zorlamalı ve bu niyyetin kalbde
hâsıl olmasını, Allahü teâlâdan yalvararak istemelidir.
Harbde kâfirlerin öldürdüğü, sulh zemânında zâlimlerin
işkence yaparak öldürdüğü kimsenin şehîd olması için, ölürken müslimân olması,
kalbinde îmân olması lâzımdır.
[TENBÎH: Âdem aleyhisselâmdan bugüne kadar, her zemân,
her yerde, kötü insanlar iyilere saldırmışlardır. Allahü teâlâ herşeyi sebebler
ile yaratmakdadır. Kötülerin cezâsını da,
kötü insanlar vâsıtası ile vermekdedir. İşkence edenlere dünyâda da
cezâlarını vermekdedir. Kötülerin yanı sıra, iyiler de azâb görmekdedir.
Bunların ve harbde ölenlerin ve kazâda ölen müslimânların hepsi şehîddir.
Dünyâda azâb çeken iyi, suçsuz müslimânlara âhıretde bol ni’metler
verilecekdir. Âhıretde ni’mete kavuşmak için, îmân sâhibi olmak lâzım olduğu
din kitâblarında yazılıdır. Bu kitâblar dünyânın her yerinde çok vardır. Bu
kitâbları okuyup da inanmıyana kâfir denir. İslâmiyyeti işitmiyen kâfir olmaz. İşitince (Lâ
ilâhe illallah Muhammedün Resûlullah) diyen ve buna inanan müslimân
olur. Bunun ma’nâsı, (Herşeyi yaratan bir Allah
vardır ve Muhammed aleyhisselâm Onun
Resûlüdür)dır. Müslimân
olan, Onun son Peygamberine tâbi’ olur. Birçok yerde, kâfirler, zâlimler,
suçsuz müslimânları, kadınları, çocukları öldürmüşlerdir. Öldürülen
müslimânlar, şehîd olur. Öldürülürken, yapılan işkencelerin acısını duymaz.
Ölürken, kabrde verilecek olan Cennet ni’metlerini görerek çok sevinir.
Şehîdler ölürken hiç acı duymaz. Sevinir ve çok neş’elenir. Cennet ni’metlerine
kavuşur. Hadîs-i şerîfde (Müslimânların kabri
Cennet bağçelerindendir) buyuruldu.]
Oradaki ahbâbıma bir nasîhatim de, (Teheccüd) nemâzını kılmanızdır. [Ya’nî gece
sonuna doğru nemâz kılmalıdır.] Büyüklerimiz, bu nemâzı hep kılmışdı. Size
burada iken de söylemişdim ki, eğer o zemân uyanamaz iseniz, evdekilere
söyleyiniz, sizi her hâl-ü-kârda uyandırsınlar. Sizi, gaflet uykusunda
bırakmasınlar. Böylece, birkaç gece kalkınca, alışarak, kendiniz kolayca kalkar
ve bu se’âdete kavuşursunuz.
Başka bir nasîhatim de, yenilen lokmalarda, ihtiyâtlı
davranmakdır. Bir müslimânın, heryerde bulduğu, herşeyi yimesi doğru değildir.
Lokmaların halâldan mı, harâmdan mı geldiğini
düşünmek lâzımdır. İnsan, başlı başına değildir ki, her bildiğini, aklına
geleni yapsın. Sâhibimiz, yaratanımız var “celle celâlüh”. Onun emrleri ve
yasakları var. Beğendiği ve beğenmediği şeyleri, âlemlere rahmet olan
Peygamberleri “aleyhimüssalevâtü vetteslîmât” ile, bizlere bildirmişdir.
Sâhibinin, yaratanının beğenmediği şeyleri istiyen, ne kadar bedbaht ve
zevallıdır. Herşeyi sâhibinin izni olmadan kullanmak istiyor. Böyle kimseler,
utansın ki, dünyâda, bu şeylerin gelip geçici sâhiblerine sormadan birşeylerini
kullanmıyor. Bu, hakîkî olmıyan sâhiblerin haklarını gözetiyorlar da, bunların
hakîkî sâhibi, beğenmediği şeyleri, şiddetle, pek sıkı yasak etdiği ve
yapanları ağır cezâlarla korkutduğu hâlde, Onun sözüne iltifât etmiyor,
aldırmıyorlar. Bu hâl, müslimânlık mıdır, yoksa kâfirlik midir? İyi düşünmelidir!
Şimdi ecel gelmemiş, fırsat elden kaçmamışdır. Geçmişdeki kusûrları temâmlamak,
düzeltmek mümkindir. Çünki, (Günâhına tevbe eden,
hiç günâh yapmamış gibidir) hadîs-i şerîfi, kusûru olanlara
müjdedir. Fekat bir kimse, bile bile günâh işler ve herkese bildirir, hiç
sıkılmazsa, münâfık olur. Müslimân görünmesi, onu azâbdan kurtarmaz. Bundan
dahâ çok ve dahâ ağır söylemeğe ne lüzûm var? Aklı olana, bir işâret yetişir.
Şunu
da söyliyeyim ki, korkulu yerlerde ve düşman karşısında ve emîn ve râhat olmak
için (Li îlâfi) sûresini okumalıdır. Tecribe edilmişdir. Her gün ve her gece,
hiç olmazsa, onbirer def’a okumalıdır. Hadîs-i şerîfde buyuruldu ki, (Bir yere gelen kimse Eûzü bikelimâtillâhi-ttâmmâti min
şerri mâ haleka okursa, o yerden kalkıncaya kadar,
ona hiçbirşey zarar, kötülük yapmaz). [Korkulu şeyden kurtulmak ve bir dileğe kavuşmak için, Tâhâ sûresinin otuzyedinci âyetinden (Velekad)dan, otuzdokuz sonuna (alâ aynî)ye kadar kâğıda mürekkeble yazıp, bir
şeye yedi kerre sarıp, yanında taşımalıdır. Fâidesi çok görülmüşdür.] Doğru
yolda gidenlere, Allahü teâlâ selâmet versin! Âmîn.
Ey gözlerimin nûru, ey cândan yakîn cânân
Abdülhakîm Arvâsî, hasta rûhlara dermân!
Bizler nerde siz nerde, perdeler feth olmuyor,
Sizden uzak kaldıkca, kalbler râhat bulmuyor.
Sohbetden, muhabbetden, dâim konuşurdunuz,
Talebe, hocası ile ölçülür, diyordunuz.
Adım adım, hakîkat yolunu geçmişsiniz!
Rûhları serhoş eden, şerbetden içmişsiniz!
Dünyâ yok gözünüzde, kalb sâhibi ile meşgûl,
Sensin cihânda şimdi, Rabbin en sevdiği kul!
Tevâzû’, büyüklüğün alâmeti derdiniz,
Her hareketinizde bunu gösterirdiniz.
Cihân zûlmetde iken Fehîm nûr saçıyordu,
O haznedeki esrâr, hep size nasîb oldu!
Ya Rabbî! Seyyid Fehîm, ne büyük mürşid imiş,
ölü kalbi dirilten, bir Hakîm yetişdirmiş.
Resûlullahdan gelen, nûru nakş etmiş size,
En büyük arzûmuzdur, kavuşmak lutfünüze!
Nûra kavuşulur mu, bir rehber olmadıkca?
Kalbleri ihlâs ile, ona bağlamadıkca.