Bu mektûb, Efganistânlı Feth hâna
yazılmış olup, ta’dîl-i erkânı, ahkâm-ı islâmiyyeye yapışmağı ve bid’atden
kaçınmağı bildirmekdedir:
Allahü teâlâya hamd olsun! Onun
seçdiği, sevdiği iyi insanlara selâmetler, râhatlıklar olsun! Bu fakîre
“kaddesallahü teâlâ sirrehül’azîz” karşı kıymetli sevginizi ve hâlis
bağlılığınızı bildiren mektûb-ı şerîfiniz geldi. Allahü teâlâ, büyüklerin
sevgisini kalblerimize yerleşdirsin! Mes’ûd ve muhterem ahbâblara birinci
nasîhat, Muhammed Mustafânın “aleyhissalâtü vesselâm” sünnet-i
seniyyesine yapışmakdır. Ya’nî, her müslimânın birinci vazîfesi, islâmiyyete
uymakdır ve islâmiyyetin beğenmediği şeylerden, bid’atlerden
kaçmakdır.
Bir kimse, terk edilmiş, unutulmuş bir sünneti meydâna çıkarırsa, yüz şehîd sevâbı kazanır.
Yâ bir farzı veyâ vâcibi
meydâna çıkarmanın sevâbı ne kadar çok olur! O hâlde, nemâzda, ta’dîl-i erkâna
dikkat etmelidir. Ya’nî, rükü’da ve secdelerde ve kavmede ve celsede tumânînet
buldukdan, ya’nî her a’zâ hareketsiz oldukdan sonra biraz durmalıdır ki, Hanefî âlimlerinin çoğu, buna vâcib demişdir. İmâm-ı Ebû Yûsüf ve İmâm-ı
şâfi’î [ve Mâlik] ise, farz demişdir.
Ba’zı Hanefî âlimleri de sünnet demişlerdir. Müslimânların çoğu, bunu
yapmıyor. Bu bir ameli meydâna çıkarana, Allah yolunda harb edip cânını veren
yüz şehîd sevâbından çok sevâb verilir. Ahkâm-ı şer’ıyyeden hepsi de böyledir.
Ya’nî halâl, harâm, mekrûh,
farz, vâcib ve sünnetlerden birini öğretip, gereğini yapdıran, böyle
sevâb kazanır.
Bir kimseden sebebsiz, zor ile haksız olarak alınan bir
kuruşu, sâhibine geri vermek, yüzlerle lira sadaka vermekden, katkat dahâ
sevâbdır. Bir kimse, Peygamberlerin “alâ nebiyyinâ ve aleyhimüssalevâtü
vesselâm” yapdığı ibâdetleri yapsa, fekat, üzerinde başkasının bir kuruş hakkı
bulunsa, bu bir kuruşu ödemedikçe, Cennete giremiyeceği bildirilmişdir.
Boşadığı kadına mehr parasını ödemek de kul hakkıdır. [İbnî Âbidîn
“rahmetullahi teâlâ aleyh”, beşinci cild, ikiyüzyetmişaltıncı sahîfede
buyuruyor ki, (Başkasının çocuğunu, babasının emri ile de olsa, döğmek câiz değildir. Hoca, talebesini çalışdırmak için, üç
kerre eli ile döğebilir. Sopa ile vurması câiz değildir).]
Hülâsa, zâhiri, ya’nî bütün a’zâları ahkâm-ı şer’ıyyeyi
yapmakla bezedikden sonra bâtına teveccüh etmeli, böylece, yapılan ameli
gafletden uzak tutmalıdır. Kalbin imdâdı olmadan a’zânın ahkâm-ı islâmiyyeye
yapışmakla bezenmesi çok güçdür. Âlimler, böyle olur, şöyle olmaz diye fetvâ
verirler. Bunları yapmak ise, Allah adamlarının işidir. Kalbin temizlenmesine,
nûrlanmasına çalışmak, her a’zânın, ahkâm-ı islâmiyyeye yapışmasına sebeb olur.
Yalnız kalb ile uğraşıp, ahkâm-ı islâmiyyeye yapışmıyan mülhiddir. Doğru yoldan
sapıkdır. Böyle kimselerin kalblerinde ve rûhlarında birşeyler hâsıl olması,
istidrâcdır. Ya’nî, onları derece derece, yavaş yavaş Cehennemin derinliklerine
indirirler. Kalbde ve rûhda hâsıl olan şeylerin doğru ve iyi olmasına alâmet,
bütün a’zânın ahkâm-ı islâmiyyeye yapışmakla süslenmesidir. Doğru yol, kurtuluş
yolu, işte budur! Allahü teâlâ, hepimizi bu doğru yoldan ayırmasın! Âmîn.
[(Mecelle)nin
otuzikinci maddesinde, (Zarûret içinde olmak, başkasının hakkını gidermez)
diyor. Açlıkdan ölecek olan kimse, başkasının malını, ölümden kurtaracak kadar
yiyebilir ise de, bunun değerini veyâ mislini ödemesi lâzım olur. Başkasının
malını yimek, şerâb içmekden dahâ büyük günâhdır].
Ne iyi O gözler ki, güzele bakmakdadır.
Ne tâli’li o kalb ki, Onun için yanmakdadır!