Nemâz, (İbâdet-i bedeniyye) olduğundan,
başkası yerine kılınamaz. Herkesin kendi kılması lâzımdır. Ağır hasta ve çok
ihtiyâr kimse, nemâz yerine fakîre fidye [para] veremez. Hâlbuki, oruc yerine
fidye vermesi lâzımdır.
(Halebî-i kebîr)de diyor ki, (Özrlü ve
özrsüz olarak nemâzı terk edenin, bunun farzını
kazâ etmesi lâzımdır. Yalnız Hanbelî mezhebinde,
nemâzı özrsüz terk eden mürted olacağı için, nemâzını kazâ etmesi lâzım olmaz.
Önce, küfrden tevbe etmesi lâzım olur).
Altıncı sahîfesinde diyor ki, (Nemâz kılmak, farz
olduğu için, inanmıyan kâfir olur. İnanıp da, terk eden, ya’nî özrsüz
kılmıyan fâsık olur. Kitâb, sünnet ve icmâ’ ile
açıkca bildirilmiş olan farzların hepsi
böyledir. İctihâd ile anlaşılmış farzlara
Mukayyed denir. Bunlara inanmıyan kâfir olmaz). [Bunlara da ehemmiyyet
vermiyen, aklına uyup, müctehidin hükmünü beğenmiyen kâfir olur.]
(Câmi-ul-ezher)in Cameroun
cumhûriyyetindeki mümessili, üstâz İbrâhîm Muhammed Neşât “rahmetullahi teâlâ
aleyh”, (İslâm kültürü) kitâblarının
altıncısında, yirmibeşinci sahîfesinde diyor ki, (Nemâzı bilerek terk etmenin
büyük günâh olduğunu ve farzları hemen kazâ
etmek farz olduğunu, cumhûr-ı ulemâ
bildirmekdedir. İbni Teymiyye, nemâzı amden terk edenin kazâ etmesi lâzım değildir.
Kazâ kılması sahîh olmaz. Çok nâfile
kılması, çok hayrât, hasenât ve istiğfâr yapması lâzım olur dedi. Dahâ önce
İbni Hazm da, uzun yazıları ile böyle uygunsuz fikrler ortaya atmışdı). İbni
Teymiyye ve İbni Hazm, hükmü şübheli olan âyet-i kerîmeleri ve hadîs-i
şerîfleri te’vîl etdiler. Ya’nî, yanlış ma’nâlar vererek, Ehl-i sünnetden ayrıldılar. Böylece, hayrlı işlerin,
nemâz yerine geçeceği sapıklığını da körüklemişlerdir. İslâmiyyetde açdıkları
yaraların en zararlı olanlarından biri de, bu olmuşdur.
(Dürr-ül-muhtâr)da, ikiyüzellialtıncı
sahîfede buyuruyor ki, (Farz nemâzı, özrü
olmadan, vakti geçdikden sonra kılmak, ya’nî kazâya bırakmak harâmdır). Dörtyüzseksenbeşinci sahîfede buyuruyor ki,
(Farz nemâzı, özrsüz [ya’nî islâmiyyetin
gösterdiği sebeb olmadan] vaktinden sonra kılmak, büyük günâhdır. Bu günâh,
yalnız kazâ edince afv olmuyor. Kazâ etdikden sonra, ayrıca tevbe veyâ hac
etmek de lâzımdır. Kazâ edince, yalnız nemâzı kılmamak günâhı afv olur. Kazâ
kılmadan, tevbe edilince, terk günâhı afv olmadığı
gibi, te’hîr günâhı da afv olmaz. Çünki, tevbenin kabûl olması için,
günâhdan sıyrılmak şartdır).
[Ba’zı va’z kitâblarında, Ramezân-ı şerîf ayının son Cum’a
nemâzından sonra, (Keffâret-i nemâz) olarak
dört rek’at kılınır, diyor. Her rek’atde ve selâmdan sonra okunacak şeyleri de
yazıyorlar. Bu nemâz, bütün ömründe kılmadığı nemâzların keffâreti olur. Hepsi
afv olur, diyorlar. Bu yazı doğrudur. Fekat bu nemâz ve mubârek zemânlarda
yapılan diğer ibâdetler, kazâ edilmiş olan farz
nemâzların vaktlerinde kılınmadıklarının büyük günâhlarının afvı için yapılan
tevbenin kabûl olması içindir. Yoksa,
kılınmamış nemâzlar, kazâ edilmedikçe, hiçbir sûretle afv olmazlar. Nitekim
oruc keffâreti de, oruc borcunu ödemiyor. Gün sayısınca orucun ayrıca
kazâ edilmesi de lâzım oluyor].
Aşağıdaki yazı (Dürr-ül-muhtâr)dan
terceme edildi:
Bir günlük beş vakt farzı ve
vitr nemâzını kılarken ve kazâ ederken tertîb sâhibi olmak farzdır. Ya’nî, nemâz kılarken, sıralarını gözetmek
lâzımdır. Cum’a farzını da, o günün öğle nemâzı
sırasında kılmak lâzımdır. Sabâh nemâzına uyanamıyan, hutbe okunurken bile
hâtırlarsa, hemen bunu kazâ etmelidir. Bir nemâzı kılmadıkca ve bunu kazâ
etmedikce, bundan sonraki beş nemâzı kılmak câiz olmaz. Hadîs-i şerîfde, (Bir nemâzı uykuda geçiren veyâ unutan kimse, sonraki nemâzı
cemâ’at ile kılarken hâtırlarsa, imâmla nemâzı bitirip, sonra önceki nemâzını
kazâ etsin! Bundan sonra, imâmla kıldığını tekrâr kılsın!) buyuruldu.
Her cins nemâzı vaktinde kılmağa (Edâ)
denir. Nâfile kılmağa başlandığı vakt, bu nâfile nemâzın vakti olur.
Temâmlanması vâcib olur. Fâsid olursa, kazâsı vâcib olur. Bir nemâzı
vakti içinde tekrâr kılmağa (İâde) denir.
Vaktinde kılınmazlarsa,
vaktinden sonra kılmağa (Kazâ)
denir. İkiyüzotuzbeşinci sahîfe sonuna bakınız! Farzı, kazâ etmek farzdır.
Vâcibi kazâ etmek ve fâsid olan sünnet ve nâfile nemâzları iâde etmek vâcibdir. Vaktinde kılınmıyan sünneti
kazâ etmek emr olunmadı. Bu sünneti kazâ
ederse, kıldığı nemâz, nâfile olur ve sünnet
sevâbına kavuşmaz.
[Şî’î kitâbında diyor ki, (Nemâzlarını bir özr ile kılmıyan
kimse ölünce, bunun nemâzlarını velîsi kazâ eder. Yâhud başkasına ücret ile
kıldırır. Meyyitin başka ibâdetleri de ücret ile başkasına yapdırılarak,
borcdan kurtarılması câizdir.) Bu sözleri doğru değildir.]
Altmışıncı madde sonunda yazılı üç vaktden başka, her zemân
kazâ kılınır. Sabâh nemâzına başlamadan veyâ nemâz arasında iken, vitri
kılmadığını hâtırlayan kimsenin, sabâh nemâzı kabûl olmaz. Güneş doğmasına,
yalnız vitri kazâ edecek kadar zemân kalmış ise, ancak bu hâlde sabâh kabûl
olur. Demek ki, bir nemâz vaktinin sonunda, kazâyı da kılacak kadar zemân
kalmazsa, kazâyı önce kılmak lüzûmu afv olur. Vakt daraldı sanarak, vakt
nemâzının farzını kılan, sonra dahâ zemân
olduğunu anlasa, kazâyı ve sonra vaktin farzını
tekrâr kılar. Vaktin nemâzına başlarken veyâ nemâz içinde iken, kazâsı olduğunu
unutursa, nemâzdan sonra hâtırlasa da, kıldığı nemâzı kabûl olur. Çünki,
unutmak özrdür.
Kazâya kalan nemâz sayısının altı olması da, sıra ile
kılmağı afv etdiren bir özrdür. Kılmadığı
veyâ kılıp da kabûl olmıyan farz nemâzı sayısı
altı olan bir kimse, tertîb sâhibi olmaz. Kazâ nemâzlarının birbiri
arasında ve bunlarla vakt nemâzları arasında sırayı gözetmesi lâzım olmaz.
Meselâ bir farzı kılmıyan kimse, bunu
hâtırladığı hâlde, beş dâne vakt nemâzı kılsa, bu beşi kabûl olmıyacağı için,
kılınmamış nemâz sayısı altı olur. Vitr nemâzı, burada hesâba katılmaz. Eskiden
kazâya kalmış farzlar hesâba katılır.
Nemâzlar arasında sırayı gözetmek lüzûmunu gideren dördüncü
sebeb, sıranın lâzım olduğunu bilmemekdir. Nass veyâ icmâ’ olmıyan şeyi
bilmemek özrdür. Meselâ, sabâhı kılmıyan, bunu hâtırladığı hâlde, öğleyi kılsa,
bu kabûl olmaz. Sonra, sabâhı kazâ edip, sonra ikindiyi kılsa, ikindi kabûl
olur. Çünki kıldığı öğlenin kabûl olduğunu sanmakdadır. Beşden fazla kazâları
olan, bunları kazâ ederken, kılmadığı nemâz sayısı, altıdan aşağıya inince,
sırayı gözetmek lüzûmu tekrâr geri gelmez. Bunları da sırasız kılabilir.
Kılmadığı altıdan az nemâz varken, sırayı bozarak, edâ
olunan nemâzların kabûl olmaması, İmâm-ı a’zama göre “rahmetullahi teâlâ aleyh”
şarta bağlıdır. Sonra edâ etdiği nemâz sayısı, kazâya kalanla birlikde, altı
olunca, edâ etmiş olduğu nemâzlar, tekrâr kabûl olur. Meselâ, bir farzı veyâ vitri kılmasa, sonra gelen nemâzları kılsa,
bu nemâzlar kabûl olmaz. Beşinci nemâzı kılmadan, önce kılmamış olduğu nemâzı
kazâ ederse, kıldığı nemâzlar nâfile olmuş olur. Kazâyı kılmadan önce kıldığı
beşinci nemâzın vakti çıkarsa, kazâya kalan ile kabûl olmıyan nemâz sayısı altı
olur. Bu hâlde, kılınan beş nemâz tekrâr sahîh olur. Kıldığı beş nemâzın
herbirinde, kazâsı olduğunu hâtırlamak lâzımdır. Birkaçında hâtırlamadı ise,
bunlar hesâba katılmaz. Sabâh nemâzını kılmıyan kimse, sonra gelen nemâzları
kılsa, ertesi gün güneş doğarken, kılmış olduğu beş nemâzın hepsi kabûl olur.
Sırayı bozarak kılınan nemâzların kabûl olmaması, iki imâma
göre şarta bağlı değildir, kesindir.
Ayakda duramıyan veyâ zarar gören, başı dönen kimse, farzları da, secde etdiği yerde oturarak kılar. Rükü’
için eğilir. Secde için, başını yere koyar. Dıvara, değneğe, insana dayanarak, biraz ayakda durabilenin,
ayakda tekbîr alması ve o kadarcık ayakda okuması farzdır. Secde için yere eğilemiyen hasta, önceden
yere konulan,
zünü
bunun üstüne koyması tahrîmen mekrûhdur. Çünki, (Feth-ul-kadîr), (Merâkıl-felâh), (Halebî) ve (Mecma’ul-enhür)de diyor ki, Resûlullah “sallallahü
aleyhi ve sellem” bir hastayı ziyâret etdi. Bunun, eli ile yasdık kaldırıp,
üzerine secde etdiğini görünce, yasdığı aldı. Hasta, odun kaldırarak bunun
üstüne secde etdi. Odunu da aldı ve (Gücün yeterse,
yere secde et! Yere eğilemezsen, yüzüne birşey kaldırıp, bunun üzerine secde
etme! Îmâ ederek kıl ve secdede, rükü’dan dahâ çok eğil!) buyurdu.
Kaldırılan şey üzerine secde ederken, rükü’dakilerden çok eğilirse, îmâ ile
kılmış olur. Nemâzı sahîh olur. O hâlde, eli ile birşey kaldırmak lüzûmsuzdur.
İbrâhîm Halebî “rahmetullahi teâlâ aleyh” (Halebî-yi kebîr)de, altıyüzonsekizinci sahîfede diyor ki, (Şiddetli diş ağrısını
durdurmak için konan ilâc, okumasına mâni’ olsa, vakt dar ise, imâma
uyar. İmâm yok ise, okumadan kılar).
Bir uzvundaki derdden dolayı uygun oturamıyan kimse,
istediği gibi oturur. Oturabilmek için, ayaklarını kıbleye karşı uzatabilir.
Bir yerini yastığa veyâ başka şeye dayar. Yâhud, bir kimse tutarak düşmesine
mâni’ olur. Yüksek bir şeyin üstüne oturup îmâ ile kılması câiz değildir. [Sandalyada oturarak kılanın nemâzı
kabûl olmaz. Çünki, sandalyada oturmak için zarûret yokdur. Sandalyada
oturabilen kimse, yerde de oturabilir ve
yerde oturup kılması lâzımdır. Nemâzdan sonra, yerden ayağa kalkamıyan, sandalyadan
ise kolay kalkan hastayı yerden bir kimse kaldırır. Yâhud, kıbleye karşı
uzatılmış sedir üzerinde, ayaklarını sarkıtmadan oturarak kılar. Nemâzdan
sonra, ayaklarını sedirin bir yanına sarkıtıp, sandalyadan kalkar gibi kalkar.]
Bir şeye dayanarak veyâ bir kimsenin tutması ile de, yerde oturamıyan hasta,
sırt üstü yatarak kılar. Ayaklarını kıbleye uzatır. Başı altına yastık koyar.
Yüzü kıbleye karşı olur. Veyâ kıbleye karşı sağ veyâ sol yanı üzerine yatar.
Rükü’ ve secdeleri, başı ile îmâ eder. Böyle de îmâ edemiyen aklı başında bir
hasta, bir günden çok nemâzını kılamazsa, hiçbirini kazâ etmez. Semâvî bir
sebeb ile, ya’nî elinde olmıyarak, meselâ hastalık ile veyâ baygın yâhud secde,
rek’at sayılarını unutacak kadar dalgın olarak, beşden fazla nemâzını kılamıyan
da böyledir. Alkollü içkiler ve uyuşdurucu maddeler veyâ ilâc alarak böyle
baygın, dalgın olanın, kılamadığı nemâzlarının adedi birkaç günlük olsa da,
hepsini kazâ etmesi lâzımdır.
Îmâ ile dahî kılması mümkin iken, kılmadan ölüm hâline gelen
kimsenin, nemâzlarının keffâreti yapılması için vasıyyet etmesi lâzımdır. Nemâz
keffâreti, her nemâz için, bir müslimân fakîre yarım sâ’ [binyediyüzelli gram]
buğday vermekdir. Bunu, vasıyyet etdiği kimse veyâ vârisi verir. Vasıyyet
edenin bırakdığı malın üçde birinden
verilmesi lâzımdır. Ölürken vasıyyet etmedi ise, kimsenin vermesi lâzım olmaz.
Kılınmamış nemâzları beşden çok ise de, acele kazâ etmek
lâzımdır. Secde-i tilâvet ve oruc kazâsı, acele değildir. Gecikirse günâh
olmaz.
Dâr-ül-harbde îmâna gelen, farz
olduğunu işitinceye kadar, kılmadığı nemâzları kazâ etmez. Mürted, îmâna
gelince, mürted olmadan önce kıldığı ve mürted iken kılmadığı nemâzları ve
orucları kazâ etmez. Fekat, tekrâr hacca gitmesi lâzım olur. Mürted olmadan
önce yapmadığı farzları kazâ eder. Çünki,
müslimânın farzları yapmaması büyük günâhdır.
Mürted olunca, günâhları afv olmaz.
Sağlam iken kılmadığı nemâzları, hasta iken teyemmüm ve îmâ
ile kazâ etmek câizdir. İyi olursa, tekrâr kılmak lâzım olmaz. Kazâ kıldığını
başkasına bildirmemelidir. Çünki, nemâzı kaçırmak günâhdır. Günâhı gizlemek
lâzımdır.
Farz ve vâcib olan
bir nemâzı bile bile kazâya bırakabilmek için, iki özr vardır: Biri, düşman
karşısında olmakdır. İkincisi, seferde olan [ya’nî üç günlük yol gitmeğe
niyyeti olmasa bile, yolda bulunan] kimsenin hırsızdan, yırtıcı hayvandan,
selden, fırtınadan korkmasıdır. Bunlar, oturarak ve herhangi bir tarafa dönerek
veyâ hayvan üzerinde îmâ ile de kılamadığı zemân, kazâya bırakabilir. Bu iki
sebeb ile ve uyku ve unutmak sebebi ile kaçırmak günâh olmaz. Kış aylarında, yatsıyı
vaktinin üçde birine kadar gecikdirmek müstehabdır
dedikden sonra buyuruyorlar ki, (Vakt girdikden sonra uyuyup nemâzı kaçırmak, harâm olmaz ise de tahrîmen
mekrûhdur. Birisine tenbîh ederek veyâ sâat çalarak uyanmağı temîn
edince ve vakt girmeden
evvel
uyumak mekrûh olmaz.) Kara Çelebi-zâdenin (Eşbâh) şerhinde, (Boğulmak üzere olanı ve
benzerlerini kurtarmak için nemâzı
vaktinden sonra kılmak sahîhdir) diyor. Fekat, [Özr bitince], hemen kazâ
kılması farz olur. Harâm olan üç vaktden başka, boş vaktlerinde kılmak
şartı ile, fevt olan nemâzını, çoluk çocuğunun rızkını kazanacak kadar
gecikdirmek câiz olur. Dahâ fazla gecikdirirse, günâha girmeğe başlar. Nitekim,
Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem”, Hendek muhârebesinin şiddetinden
kılamadıkları dört nemâzı, hemen o gece, Eshâb-ı kirâm “radıyallahü anhüm”
yaralı ve çok yorgun oldukları hâlde, cemâ’at ile kıldı.
Hanefî mezhebinin âlimleri, söz birliği ile buyuruyorlar ki, (Sünnet nemâzların, yalnız vaktinde kılınmaları emr
olundu. Vaktinde kılınmayan sünnet nemâzlar,
insanın üzerinde borç kalmaz. Bunun için, vaktinden sonra kazâ edilmeleri emr
olunmadı. Sabâh nemâzının sünneti vâcibe yakın olduğundan, o gün öğleden önce farzı ile kazâ edilir. Sabâh nemâzının sünneti öğleden sonra, başka sünnetler
ise, hiçbir zemân kazâ edilmez. Kazâ olursa, sünnet
sevâbı hâsıl olmaz. Nâfile kılınmış olur.)
(Dürr-ül-muhtâr)da ve (İbni Âbidîn)de ve (Merâkıl-felâh)ın
Tahtâvî hâşiyesinde ve (Dürr-ül müntekâ)da
ve (Cevhere)de diyor ki, (bir müslimânın
herhangi bir nemâzı vaktinde kılmaması, iki dürlü olur:
1 - Özr ile kaçırmasıdır.
Nemâzı özr ile kaçırmağa, (Fevt) etmek
denir. Harâm, mekrûh,
bid’at işlememek ve farzı,
vâcibi kaçırmamak, hattâ gecikdirmemek için, sünnet terk edilir. Sünnetleri,
bu sebeblerle terk etmek câiz, hattâ lâzımdır. Terk etmemek günâh olur. Farz nemâzları özr ile kaçırmak da, günâh olmaz ise
de, hemen kazâ edilmeleri lâzım olur.
2
- Nemâzı
vazîfe bildiği, ehemmiyyet verdiği hâlde tenbellikle terk etmesidir). Sünnetleri özrsüz ve ısrârla hep terk etmek günâh
olmaz ise de, kıyâmetde sorguya çekilip, azarlanır. Kemâleddîn ibni Hümâm, (Farzı, vâcibi kılmamak
günâh olur. Sünnetleri kılmamak ise,
sevâblarına ve yüksek derecelere kavuşmamağa sebeb olur, dedi). (Halebî-yi sagîr)de (Sabâh nemâzının sünnetini ve başka müekked sünnetleri
terk etmek günâh olmaz. Yalnız sevâblarına ve yüksek derecelere kavuşamaz ve
azarlanır) diyor. Farzları özrsüz terk etmek
ise, çok büyük günâhdır. Bunun için, kitâblarda, kazâ nemâzlarını anlatmağa
başlarken, (Müslimân, nemâzlarını ancak özr ile kaçırır. Bunun için, her
kitâbda (Fâite), ya’nî kaçırılmış
nemâzların kazâsı denilmekdedir) yazılıdır. Çünki, eski müslimânlar,
nemâzlarını fevt edebilirdi. Hiç kimse özrsüz terk etmezdi. (Umdet-ül islâm)da ve (Câmi’-ül-fetâvâ)da
diyor ki, (Düşman karşısında, bir farz nemâzı
kılmak mümkin iken, terk etmek, yediyüz büyük günâh işlemiş gibi günâhdır).
Fâite nemâz, kazâya kalmış nemâz demekdir. Terk edilmiş nemâz ise, kazâya
bırakılmış nemâz demekdir. Kazâya kalmış nemâzı bildirmek için, fâite de, terk
edilmiş nemâz da denilir. Bu maksad için, bu iki kelimeyi birbirinin yerine
kullanmak, fâite nemâz ile terk edilmiş nemâzın hükmlerinin aynı olduğunu
göstermez. Fâite nemâz, günâh olmıyan nemâzdır. Terk edilmiş nemâz ise, büyük
günâh olan nemâzdır. Meselâ, gâzî, insandır. Kâtil de insandır. İkisinin de
insan olması, kâtilin günâhını gidermez. Gâzînin sevâbını yok etmez.
Özrden dolayı gecikdirilmesine islâmiyyetin izn verdiği
birkaç nemâzı fevt olmuş bir kimsenin, bu birkaç nemâzı, beş vakt nemâzın sünnetleri yerine kılmayıp, bu sünnetleri terk etmemesi câiz görülmekdedir. Fekat,
din kitâbları yazıldığı zemânlarda, İslâm memleketlerinde nemâz kılmıyan kimse
yokdu. Özrsüz kazâya bırakan da yokdu. Özr ile fevt olan nemâzları da azdı.
Şimdi ise, özrsüz terk etdikleri için, büyük günâha girmişlerdir. Bu vak’a ve
hakîkat karşısında, nemâzlarını özrsüz terk edenler, nemâz borcu ile can
vermemek, Cehennem azâbından kurtulmak için, hiç olmazsa, beş vakt nemâzdan
dördünün sünnetlerini kılarken, kazâ kılmağa da
niyyet etmelidir. Böylece, bir nemâz kılmakla, hem kazâ, hem de sünnet kılınmış olur. Sabâh nemâzının sünneti kuvvetli
olduğundan, sabâh nemâzının sünnetini, yalnız sünnet niyyet ederek kılmalıdır.
Dört mezhebin fıkh bilgilerinde mütehassıs olan seyyid
Abdülhakîm Efendi
“rahmetullahi
aleyh” buyurdu ki, (Tenbellikle nemâz kılmıyanlar, senelerce kazâ borcu olanlar, nemâza başladıkları zemân, sünnetleri kılarken, o vaktin ilk kazâya kalmış kazâ nemâzı
için de niyyet ederek kılmalıdır. Bunların, sünnetleri
kazâ nemâzı için de niyyet ederek kılması, dört mezhebde de lâzımdır. Hanefî mezhebinde, bir farz
nemâzı özrsüz kazâya bırakmak ekber-i kebâirdir. Bu çok büyük günâh, her nemâz
kılacak kadar boş zemân geçince, bir misli artmakdadır. Çünki, nemâzı hemen
kazâ etmek de farzdır. Hesâba, sayıya sığmıyan
bu müdhiş günâhdan ve azâbından kurtulmak için, sabâh nemâzından başka dört
vakt nemâzın sünnetlerini ve Cum’a nemâzlarının
ilk, son ve vakt sünnetlerini kılarken,
kılınmamış farz nemâzını da ve yatsının son sünnetini kılarken, üç rek’at vitr nemâzını da kazâ
etmeğe niyyet ederek kılmalıdır. Böyle olduğunu isbât eden delîller, Hanefî âlimlerinin kitâblarında pek çokdur.
Farz nemâzı terk etmek büyük günâhdır. Hemen tevbe
etmek lâzımdır. Tevbeyi [ya’nî kazâ kılmağı] gecikdirmek dahâ büyük günâhdır.
Bu büyük günâh, kazâ kılacak kadar zemân, ya’nî 6 dakîka geçince, bir misli
artar. Kazâ etmeği gecikdirince de, tevbe farz
olur. Kazâya kalan bir nemâzın ilk kazâsı kılınınca, bu nemâzın kazâlarını
gecikdirmek günâhlarının hepsi afv olur. Bunun için, kazâyı bir an evvel
kılarak, kazâ borcunu bitirmek lâzımdır.
FARZLAR VE SÜNNETLER: [Başkasının malını gizli olarak almağa (Sirkat) çalmak denir. Zorlayarak, aldatarak, görerek
almağa (Gasb) yağma denir. İkisi de harâmdır. Her iki malı sâhibinin kullanmasına mâni’
oluyor ki, bunun günâhı, sâhibine ödeyinceye kadar devâm ediyor. Bu günâha
ayrıca hergün tevbe etmek lâzımdır. Farzı
vaktinde yapmayıp, nâfile ibâdetleri yapanın, bu nâfileleri kabûl olmaz. Çünki,
bu kimse, Allahü teâlânın emrini yapmayıp, kendi nefsinin arzûlarını
yapmakdadır. Zekât vermeyince, fakîrin hakkı gasb edilmiş oluyor. Zekât
vermiyen zengin, binlerce fakîrin hakkını gasb etmiş olduğu için ve Allahü
teâlânın emrini yapmadığı için, bunun bütün hayrâtı, hasenâtı kabûl olmuyor.
Borcunu ödemiyen de, böyle haklar altında kalmakdadır.
Nemâz kılmak, insanın Allahü teâlâya
olan borcudur. Bir farzı vaktinde kılmamak, bu hakkı ve nemâzda
müslimânlara yapılan düâ hakkını ödememek oluyor. Bunu kazâ edinciye kadar
nâfile nemâzları, sünnetleri kabûl olmuyor.
Nemâzı kazâya bırakmak büyük günâhdır. Bir nemâzın kazâsını kılmayan seksen
hukbe yanacakdır. Her altı dakîka geçince, bu azâb bir misli artmakdadır. Bir
sâatde on kerre, günde ikiyüzkırk kerre birer misli artmakdadır. Kazâ
nemâzlarının cezâları, ilk günü seksen hukbe iken, sonraki günlerde, altı
dakîkada bir misli artıyor. Her erkek oniki yaşından, her kadın dokuz yaşından
i’tibâren, nemâz kılmağa başlayıncaya kadar geçen seneler adedince sene, sünnetler yerine kazâ kılmalıdır. Nemâzı kılmamak,
büyük günâh olduğu gibi, kazâ kılmamak dahâ büyük günâh oluyor ve bu günâh her
gün devâm ediyor. Nemâzı kazâya bırakanın tevbe etmesi lâzım olduğu gibi,
kazâyı da kılmadığı için, her nemâz kılacak kadar zemânda, [ya’nî her 6
dakîkada] ayrıca tevbe etmesi lâzımdır. Kazâ kılmamağa tevbe etmek için, kazâyı
da kılması lâzımdır. Bunun için, çok kazâsı olanın, her nemâzı kılarken, sünnetler yerine birinci kazâyı kılması lâzımdır.
Çünki, kazâ nemâzını kılmadan, bunun sünnetleri
kabûl olmamakdadır. Sünnet yerine kazâ
kılarken, bu sünneti de kılmış olmakdadır.
Bir nemâzın bir kazâsını kılmıyan,
nemâz kılacak kadar zemânlar geçince, [ya’nî her 6 dakîkada] günâhı evvelkinin artarak,
milyonlarca kazâ borcu hâsıl oluyor. Böyle kimse, birinci kazâyı kılınca, bu
günâhların hepsi afv oluyor. Kazâ nemâzı kılmanın ehemmiyyetini iyi
anlamalıdır. Îmânsız ölene âhıretde hiç merhamet edilmiyecek, Cehennemde sonsuz
yanacakdır. Büyük günâh işleyip de tevbesiz ölen müslimân şefâ’at ile veyâ islâmiyyeti
yaydığı için afv edilecekdir. Çünki, hadîs-i şerîfde (Allahü teâlânın en çok sevdiği amel, hubb-i fillah ve buğd-ı fillahdır) buyuruldu.
Ehl-i sünnet âlimlerini ve Evliyâyı seven
mü’min, bu hadîs-i şerîfin müjdesine kavuşacakdır. (Unutulmuş
sünnetimi meydâna çıkarana yüz şehîd sevâbı vardır) hadîsindeki
müjdeye kavuşmak için de, Ehl-i sünnet
kitâblarını satarak, Muhammed
aleyhisselâmın
bildirdiği islâmiyyeti yaymağa çalışmak lâzımdır. İstanbuldaki (Hakîkat Kitâbevi)nin neşr etdiği kitâbların hepsini
Ehl-i sünnet âlimleri yazmışdır.]
Sünnetleri kazâ niyyetiyle de kılmak için, öğle
nemâzının ilk dört rek’at sünnetini kılarken, ilk kazâya kalmış öğlenin farzını niyyet ederek, kazâ da kılmalıdır. Öğlenin son
sünnetini kılarken, ilk kazâya kalmış
sabâh nemâzının farzını da niyyet ederek, kazâ
kılmalıdır. İkindinin sünnetini kılarken,
ikindi nemâzının farzını niyyet ederek, kazâ da
kılmalıdır. Akşamın sünnetini kılarken, üç
rek’at akşam nemâzının farzını niyyet ederek,
kazâ da kılmalıdır. Yatsının ilk sünnetini
kılarken, yatsı farzını ve son sünnetini kılarken de, ilk kazâya kalmış vitri niyyet
ederek üç rek’at olarak, kazâ da etmelidir. Böylece her gün bir günlük kazâ
ödenir. Terâvîh nemâzlarını kılarken de, kazâ kılmağa da niyyet ederek, kazâ da
kılmalıdır. Kaç senelik kazâ nemâzı varsa, buna, o kadar sene devâm etmelidir.
Kazâlar bitince, yalnız sünnetleri kılmağa
başlamalıdır). [63. cü maddeye bakınız!]
[Terâvîh yerine, evinde kazâ nemâzı da kılmalıdır. Çünki, farzları özrsüz kılmıyanın, sünnetlerine
sevâb verilemiyeceği, kitâblarda yazılıdır. Mahalle mescidinde veyâ evde,
cemâ’at ile terâvîh kılındığı zemân, kazâ borcu olan veyâ imâmın nemâzının
sahîh olduğuna güvenmiyen kimse, nemâza yeni başlıyan gençlere önayak olup,
onları nemâza alışdırmak ve dedikodu, fitne çıkmasını önlemek için, cemâ’at ile
terâvîh kılar. Fekat, bu imâma uymağa niyyet etmez. Niyyet etmiş görünür.
Kendisi kazâ da kılar. İmâm efendi, iki rek’atda bir selâm veriyorsa, sabâh
nemâzı farzlarını, dört rek’atda bir selâm
veriyorsa, diğer farzları kazâ etmeğe de niyyet
eder. Kazâ nemâzına da niyyet edince, imâmın hareketlerine uyamaz ise, yalnız
terâvîh kılmağa niyyet ederek böyle imâma da uyar.]
Bildirilen iki özr ile ve unutarak veyâ uyku sebebi ile
kılamayıp, fevt olan nemâzların sayısı pekaz olup, bir günde kazâ edilebilir. Sünnetleri kazâ niyyeti ile de kılmak lâzım olmaz.
Özr ile kaçırılması günâh olmadığı için, kazâ edilmesini, sünnetleri kılacak kadar gecikdirmek de, günâhın
başlamasına sebeb olmaz.
Özrsüz, tenbellikle farz
nemâzı vaktinde kılmamak, büyük günâhdır. Bir büyük günâhı afv etdirmek için
tevbe etmek lâzımdır. Tevbenin sahîh olması için dört şart vardır. Bunlar,
pişmân olup, günâha devâm etmemek, bir dahâ yapmamağa karâr vermek, afv olması
için düâ ve istigfâr etmek, Allah ve kul haklarını ödemekdir. Bu dört şartdan
biri yapılmazsa, günâh afv olmaz. Böyle kimselerin, hergün dört vakt nemâzın sünnetlerini de kazâ niyyeti ile kılıp, Allahü
teâlânın hakkını bir ân önce ödemeleri lâzımdır. Bunların üçüncü ve dördüncü
rek’atlerinde zamm-ı sûre okumazlar.
(İmdâd)da ve (İbni Âbidîn), dörtyüzellinci sahîfesinde, (Vâcibi gecikdirmemek için sünnet
terk edilir) buyuruyor. Üçyüzonaltıncı sahîfesinde de böyle buyurdukdan sonra,
(Cemâ’at ile nemâz kılarken farz olan
hareketlerde, imâma tâbi’ olmak, farzdır. Vâciblerde vâcibdir. Sünnetlerde tâbi’ olmak sünnetdir.
Tâbi’ olmak, imâmla berâber veyâ sonra yapmak veyâ önce başlayınca, imâmı
beklemek demekdir. Meselâ, rükü’a imâmla berâber eğilmek veyâ sonra eğilip, ona
rükü’da yetişmek veyâ imâm rükü’dan kalkdıkdan sonra eğilmek veyâ imâmdan önce
eğilip kalkdıkdan sonra tekrâr imâmla birlikde
veyâ ondan sonra eğilmek, imâma tâbi’ olmak demekdir. Tekrâr eğilmezse, tâbi’ olmamış,
farzı terk etmiş olur ve nemâzı bozulur. Farz ve vâciblerde,
imâmla berâber hareket etmek, ayrıca vâcibdir.
Bir kimse, rükü’ tesbîhini üç kerre okumadan, imâm rükü’dan kalkarsa, tesbîhi
temâmlamayıp, imâmla berâber kalkması vâcibdir. Vâcibi gecikdirmemek için sünnet
terk edilir) diyor. Vâcibi gecikdirmemek için
tesbîhi temâmlamayıp bu sünneti terk etmek
lâzım oluyor. Nemâz içindeki sünnetler, nemâz
dışındaki her sünnetden dahâ kuvvetlidir.
Meselâ, Kur’ân-ı kerîm okumak sünnetdir ve sevâbı çokdur. Fekat nemâz içinde okunan
Kur’ân-ı kerîmin sevâbı
dahâ çok olduğu hadîs-i şerîfde bildirilmişdir. Bu hadîs-i şerîf, senedleri ile
birlikde, (Hazînet-ül-esrâr)ın
yirmiikinci sahîfesinde yazılıdır. O hâlde, özrsüz terk edilen nemâzların
kazâlarını kılarak, büyük günâhdan
kurtulmak için, sünnetlerin terk edilmesi lâzım
geldiği, buradan da anlaşılmakdadır. Böyle olmakla berâber, sünnetleri kazâ niyyetiyle de kılan kimse, sünnetleri terk etmiş olmaz.
Yetmişinci maddede, cemâ’at ile nemâzı anlatırken
bildirdiğimiz gibi, imâm sabâh nemâzını kıldırmağa başlarken gelen kimse,
câmi’in dışında veyâ içerde, direk arkasında sünneti
kılar. Sonra imâma uyar. Böyle, cemâ’atden ayrı bir yer bulamazsa, sünneti cemâ’atin arkasında kılmaz. Hemen imâma uyar.
Çünki, cemâ’at ile nemâz kılınırken, yalnız olarak nemâza başlamak mekrûhdur. Mekrûh işlememek
için, sabâh sünneti terk edilir. (Dürr-ül-muhtâr)ın bu yazısına göre de, sünnetler yerine kazâ kılmak lâzımdır. Mekrûhdan kurtulmak için, en kuvvetli sabâh sünneti bile terk edilince, harâmdan
kurtulmak için, sünnet elbette terk edilir.
Çünki, sünnet yerine kılınan kazâ nemâzı,
insanı büyük günâhdan kurtarmakdadır.
Ba’zı kimseler ve hele, kendilerini din adamı tanıtdıran
ba’zı din câhilleri, din büyüklerinin sözlerini değişdirmeğe kalkışıyor. Fekat,
bir şey bilmedikleri için, i’tirâz olarak, hiçbir kitâba dayanmadan, akllarına
geleni söylüyorlar. Kendilerini beğendikleri için, ulu orta fikrler
yürütüyorlar. Meselâ, (Efendim, sünnet yerine farz kazâ edilmez. Ben, bunu kabûl edemem. Sâatlerce
kahvede oturup, boş vakt geçireceğine, kazâlarını kılsın. Sünnetleri bırakmasın!) diyenler oluyor. Evet
(kahvede sâatlerce oturmasın da, kazâlarını kılsın) sözü doğrudur. Fekat,
(kazâlar için sünnetleri bırakmasın!) sözü
doğru değildir. Kazâları kılmamak ve boş vakt geçirmek, büyük günâhdır. Amma,
bu günâhları işleyenin, sünnetler yerine kazâ
kılmamasını istemek, bu adamı üçüncü bir günâha sokmağı istemek olur. Meselâ kazâsı olup da kılmayan ve boş vakt
geçiren bir kimsenin bu günâhlara girdiği için, ayrıca kumar oynamasını
veyâ içki içmesini de istemek gibi olur. Büyüklerimizin (iyi bir işin hepsi
yapılamazsa, hepsi de terk edilmemelidir) sözü meşhûrdur. O hâlde, nemâzlarını
özrsüz olarak kılmamış olan kimse, büyük günâhdan kurtulmak için, sünnetler yerine kazâ kılmak fırsatını
kaçırmamalıdır. Nitekim nemâz kılmayan, orucu da bırakmamalıdır.
(Tahtâvî) “rahmetullahi teâlâ
aleyh”, aynı sahîfede diyor ki, (Sabâh nemâzının sünneti
çok fazîletlidir. Bunu kılmak, hadîs-i şerîflerde çok medh edildi. Sevâbı
çokdur. Fekat, sabâh sünnetini bile kılmıyan
için, hiç cezâ bildirilmedi. Hâlbuki, sabâh farzını
cemâ’at ile kılmayıp, yalnız kılanın Cehenneme gideceği bildirildi. Demek ki,
cemâ’atin kıymeti, sabâh sünnetinden bile
katkat üstündür.)
İbni Âbidîn diyor ki: (Bir kimse, imâma, sabâh nemâzının
ikinci rek’atinde yetişirse, sünneti terk edip,
imâma uyar. Çünki sünnet, cemâ’atden hâsıl olan
yirmiyedi farz sevâbından birisine bile
yetişemez). En kuvvetli olan sabâh sünneti, farzı cemâ’at ile kılabilmek için terk edilince, farz için elbette terk edilir. Farz borcu ile ölmemek için, sünnetleri
kazâ niyyetiyle de kılmak lâzım olduğu buradan da anlaşılmakdadır.
Abdülkâdir-i Geylânî hazretleri, 1313 [m. 1896] yılında
Hindistânda basılan (Fütûh-ul gayb) kitâbının
kırksekizinci makâlesinde diyor ki: Mü’minin, en önce farzları
yapması lâzımdır. Farzlar bitdikden sonra, sünnetleri yapar. Ondan sonra, diğer nâfilelerle
meşgûl olur. Farz borcu varken, sünnet ile meşgûl olmak, ahmaklıkdır. Farz borcu olanın sünnetleri
kabûl olmaz. Alî ibni Ebî Tâlib “radıyallahü anh” bildiriyor: Resûlullah “sallallahü
aleyhi ve sellem” buyurdu ki, (Üzerinde farz nemâzı borcu olan kimse,
kazâsını kılmadan nâfile kılarsa, boş yere zahmet çekmiş olur. Bu kimse,
kazâsını ödemedikçe, Allahü
teâlâ, onun nâfile nemâzlarını
kabûl etmez). Abdülkâdir-i
Geylânînin yazdığı bu hadîs-i şerîfi şerh eden Hanefî
mezhebi âlimlerinden Abdülhak-ı Dehlevî buyuruyor ki, (Bu haber, farz borcu olanların, sünnetlerinin
ve nâfilelerinin kabûl olmıyacağını göstermekdedir. Sünnetlerin,
farzları temâmlıyacağını biliyoruz. Bunun
ma’nâsı, farzlar yapılırken, bunların
kemâllerine sebeb olan birşey kaçırılırsa, sünnetler,
kılınan farzın kemâl bulmasına sebeb olur. Farz borcu olanın kabûl edilmiyen sünnetleri bir işe yaramaz). (Fütûh-ul-gayb)ın bu şerhi fârisî olup,
İstanbulda, Bâyezîd Devlet kütübhânesinde, 3866 numarada mevcûddur. İbni Âbidîn
de, nâfile bahsinde buyuruyor ki, (Hadîs-i şerîfde,
(Temâm yapılmamış olan nemâz, zekât ve başka farzlar, nâfileler ile temâmlanacakdır) buyuruldu. İmâm-ı Beyhekî, bu hadîs-i
şerîf, yapılmış olan farzların içindeki sünnetler noksan kalırsa, nâfilelerle bu noksanların
temâmlanacağını göstermekdedir. Yoksa,
yapılmamış
farzların yerine nâfilelerin geçeceğini
bildirmiyor dedi. Çünki, başka bir hadîs-i şerîfde, (Bir
kimse, nemâzını temâmlamadı ise, o nemâzın üzerine, temâmlanıncaya kadar,
nâfile nemâzları eklenir) buyuruldu. Bu hadîs-i şerîf, nâfilelerin,
terk edilmiş farzı değil, noksan olarak kılınmış
farzı temâmlıyacağını göstermekdedir dedi. (İmdâd)ın (Tahtâvî) hâşiyesi
ikiyüzkırkyedinci sahîfesinde de, bu hadîs-i şerîf zikr edilerek, sünnetlerin, kılınmış olan farzdaki
kusûrları temâmlıyacağı bildirilmekdedir. İmâm-ı Gazâlî ve İbni Arabî gibi Hanefî mezhebinde olmıyan âlimler ise, nâfilelerin
özr ile kaçırılan farzların yerine konacağını bildirmekdedir).
(Uyûnül-besâir)de diyor ki, İmâm-ı
Beyhekî, sünnetler, kılınmış olan farzların içindeki sünnetlerin
noksanlıklarını temâmlar buyurdu. Çünki sünnetlerden
hiçbirisi, hiçbir zemân bir vâcib gibi olamaz.
Hadîs-i kudsîde, (Bir kimse, kendisine farz yapdığım
ibâdeti yapmakla bana
yaklaşdığı gibi, hiçbirşeyle yaklaşamaz) buyuruldu.
Üçüncü kısmda sonsöz sonuna bakınız!
Görülüyor ki, islâm âlimlerinin bir kısmına göre nâfileler,
kılınmış olan farzların noksanlıklarını
temâmlıyacakdır. Bir kısmı ise, özrle kaçırılmış olan farzların
yerlerine de konacakdır buyuruyorlar. Fekat bu âlimler de, nemâzlarını
tenbellikle kılmayıp, büyük günâh işlemiş olanların, bu hadîs-i şerîflerden
istifâde edeceklerini bildirmemişlerdir. Çünki, nemâz kılmayanın nâfileleri
kabûl olmaz ki, farzları temâmlamağa
yarayabilsinler. Âlimlerin, bildirdiğimiz bu iki ayrı ictihâdını bırakıp da,
bir üçüncüsünü söylemek, biz mukallidler için câiz
değildir. Çünki, İbni Melek “rahmetullahi teâlâ aleyh” (Menâr) şerhinde, (Müctehidlerin bir din bilgisi
üzerindeki sözleri birbirine uymadığı zemân, sonra gelen âlimlerin, bu bilgiyi,
müctehidlerin bildirmiş olduklarından başka
dürlü anlatmalarının bâtıl olduğu, sözbirliği ile bildirilmişdir) diyor. Bu
icmâ’a göre, nâfilelerin, tenbellikle kılınmamış farzların yerine konacağını söylemek boş lâf olur. Müctehidlerin
sözlerini anlıyamıyan, yâhud anlasa da kıymet vermiyen (Mezhebsiz) kimse, aklına gelen herşeyi
söyliyebilir.
(Merâkıl-felâh) ve (İmdâd-ül-fettâh)da, farz
nemâzlardan sonra okunacak şeyleri anlatırken buyuruyor ki, (İmâm, farzdan sonra nâfile nemâz yoksa, farzı kılınca veyâ farzdan
sonraki tetavvu’u kılınca, cemâ’ate karşı döner). (Dürr-ül-muhtâr)da
(İmâmın nâfileyi, farz kıldığı yerde kılması mekrûhdur. Biraz solda kılmalıdır) diyor. Bu sözler ve
(Hazînet-ül-esrâr) kitâbındaki açıklama,
beş vakt nemâzda sünnet olarak kılınan
nemâzların, nâfile olduklarını açıkca göstermekdedir.
Yine bu kitâbda ve (Tahtâvî) şerhinde diyor ki, (Bütün sünnetlere nâfile denir. Nâfile, farz ve vâcib olmıyan ibâdetler demekdir. Nâfile, yâ sünnet olur veyâ insanın kendiliğinden yapdığı ibâdet
olur. Hadîs-i şerîfde buyuruldu ki, (Kıyâmetde,
önce nemâzdan sorulacakdır. Nemâz doğru kılındı ise, kurtulacakdır. Nemâzı
bozuk ise, işi kötü olacakdır. Farz nemâzında birşey noksan olursa, nâfileleri ile
temâmlanacakdır). İnsanın derecesi ne kadar yüksek olursa olsun,
kusûrsuz iş yapamaz. İşte nâfileler, kılınmış olan farzlarda
olan kusûrları temâmlar).
Şernblâlî, (Dürer) hâşiyesinde
diyor ki, (Nâfile nemâz deyince, sünnetler de
anlaşılır. Kâdî imâm-ı Ebû Zeyd dedi ki, nâfile kılmak, farzdaki kusûrları temâmlamak için emr olundu. Bir kimse, farzı kusûrsuz kılabilirse, sünnetleri
kılmadığı için buna birşey denemez). İbni Âbidîn, vitr nemâzını ve hayvan
üstünde nâfile kılmağı anlatırken diyor ki, müekked ve gayr-ı müekked sünnetlerin hepsine nâfile denir.
(Cevhere)de (Hidâye)den alarak diyor ki, (Beş vakt nemâzın sünnetlerini özrsüz oturarak kılmak câizdir. Çünki bu
sünnetler, nâfile nemâzdırlar). İbni Melek (Mecma’ul-bahreyn) şerhinde diyor ki, (Câmi’e
gelen kimse, sabâh nemâzından başka nemâzların cemâ’at ile kılındığını görse,
ilk sünnetini kılmayıp hemen cemâ’ate uyar.
Çünki, farz için
ikâmet okundukdan sonra, nâfile nemâz kılmak mekrûhdur.
Sünnet kılarken, ikâmet okunursa, iki
veyâ dört rek’ate temâmlayıp selâm verir ve imâma uyar. Sabâh veyâ akşam farzını kılarken okunursa, farzı
kesip imâma uyar. Çünki, dahâ iyi şeklde kılmak için farz
bozulur. Dahâ iyisini yapmak için câmi’i yıkmağa benzer. Cemâ’ate yetişmek için,
sünneti bozmak ise böyle değildir).
(El-hikem-ül Atâiyye)de diyor ki, (İki işden,
nefsine ağır geleni yap! Çünki, hak
olan
iş, nefse ağır gelir. Vâcibleri yapmakda gevşek
davranıp, nâfile hayrâtı yapmağa çalışmak, nefsin hevâsına uymak alâmetlerindendir).
Bu söz, İbni Teymiyyenin (Kazâ kılmak lâzım değildir) sözüne cevâbdır.
Kırkaltıncı maddede bildirildiği gibi, imâm-ı Rabbânî
“rahmetullahi teâlâ aleyh” yirmidokuzuncu mektûbda buyuruyor ki, (Farz ibâdetin yanında nâfile ibâdetlerin hiç kıymeti
yokdur. Deniz yanında, damla kadar bile değildirler. Mel’ûn şeytân, mü’minleri
aldatarak, farzları küçük gösteriyor. [Kazâları
kıldırtmıyor.] Nâfilelere yol gösteriyor. Zekât verdirmeyip, nâfile sadakaları
güzel gösteriyor. Hâlbuki, zekât niyyeti ile fakîre bir altın vermek, yüzbin
altın sadaka vermekden dahâ sevâbdır. Çünki zekât vermek, farzı yapmakdır. Zekât niyyeti olmadan verilenler ise,
nâfile ibâdetdir). İkiyüz altmışıncı mektûbda buyuruyor ki, (Nâfile ibâdetlerin
farzlar yanındaki kıymeti, okyanus yanında bir
damla su gibi bile değildir. Hattâ, nâfile ibâdetlerin sünnetler
yanında değerleri de, yine böyledir. Böyle olmakla berâber, sünnetlerin farzlar
yanındaki kıymeti de, deniz yanında bir damla su gibi bile değildir). İslâm
âlimlerinin bütün bu yazılarından anlaşılıyor ki, nemâzlarını özrsüz kılmamış
olanlar, bir an evvel kazâ edip Cehennem azâbından kurtulma çârelerini
aramalıdır. Hepsini kazâ etmeğe niyyet etdim diyerek, arada sırada kazâ etmek
insanı Cehennemden kurtarmaz. İslâm âlimleri, islâmiyyeti bildirdiler.
Kâfirlerin ve bid’at sâhiblerinin bölücü, bozuk
sözlerine değil, Ehl-i sünnet âlimlerine uymak
lâzımdır.
Abdülkâdir-i Geylânî “kaddesallahü sirrehül’azîz”, aynı
makâlede buyuruyor ki, (Kazâ borcu olanın sünnet
kılması, alacaklıya, borçlunun hediyye götürmesine benzer ki, elbette kabûl
olmaz. Kazâ borcu varken sünnet kılan kimse,
sultân da’vet etdiği hâlde, gitmeyip, onun hizmetçisi ile vakt geçiren kimse
gibidir. Mü’min, bir tüccâra benzer. Farzlar,
onun sermâyesi, nâfileler de kazancıdır. Sermâye kurtarılmadıkça, kazanç
olamaz).
Gerek hadîs-i şerîfe, gerekse âlimlerin yazılarına dikkat
edilirse, farz borcu olanın sünnetleri, nâfileleri kabûl olmaz buyurulmakdadır.
Kabûl olmaz demek, sahîh olmaz demek değildir. Sahîh olur, fekat sevâbı, fâidesi
olmaz demekdir. (Redd-ül-muhtâr), kurban
bahsinde bunu güzel açıklamakdadır. (Bid’at işliyenin orucu,
haccı, cihâdı kabûl olmaz) hadîs-i şerîfi, (Hadîka) ve (Berîka) kitâblarında
açıklanırken, (Bunların ibâdetleri sahîh olur. Fekat sevâb verilmez) diyor.
[Altmışüçüncü maddenin son sahîfesindeki hadîs-i şerîfe bakınız!].
Ba’zı kimseler diyor ki, (Sünnetleri
kazâ niyyeti ile kılmak, Şâfi’î mezhebinde
olur. Biz, Şâfi’î değiliz. Hanefîyiz). Bunlara, bu (Se’âdet-i
ebediyye) kitâbını hâzırlıyanın da Hanefî
mezhebinde olduğunu hâtırlatmak yerinde olacakdır. Farzı özrle fevt eden, kaçıran Şâfi’îler, bunu sünnet ile berâber
kazâ eder. Hanefîler ise, yalnız fevt olan farzı kazâ eder. Terk edilen, tenbellikle kılınmıyan
nemâz böyle değildir. Nemâzı terk eden Şâfi’înin
ve Hanefînin, bunu hemen kazâ etmesi lâzımdır.
Hemen kazâ etmezlerse, Şâfi’î mezhebinde, had
cezâsı olarak katl olunur. Hanefîde ise, habs
olunur. Kazâ kılıncıya kadar veyâ ölünciye kadar zındanda bırakılır. Şâfi’î âlimlerinden İbni Hacer-i Mekkî hazretleri, (Fetâvâ-i fıkhiyye)nin yüzseksendokuzuncu
sahîfesinde buyuruyor ki, (Farz nemâzı özr ile
kılmıyan kimse, bunu nâfileleri, ya’nî sünnetleri
ile birlikde kazâ eder. Çünki, Şâfi’î mezhebinde
beş vakt farzlarla birlikde kılınan nâfileleri,
ya’nî sünnetleri kazâ etmek sünnetdir. Farzı
özrsüz kılmamış ise, bunu kazâ etmeden önce hiçbir nâfile kılamaz. Çünki, farzı hemen kazâ etmesi lâzımdır. Sünnetleri kılmak için geçireceği zemân kadar, farzın kazâsını gecikdirmiş olur. Hemen kazâ etmeli
demek, her zemânı kazâya sarf etmeli demekdir. Ya’nî, ancak kendinin ve bakması
vâcib olanların nafakasını kazanacak kadar
zemânı ayırıp, başka hiçbir sebeble kazâyı gecikdirmesi câiz değildir. Gecikdirmesi günâh olur). Görülüyor ki, özrsüz terk
edilen nemâzları, Şâfi’îde de, Hanefîde olduğu gibi acele kazâ etmek lâzımdır. İki
mezheb arasında fark yokdur. Kur’ân-ı kerîmde ve
hadîs-i şerîflerde açıkça bildirilen şeylerde mezhebler birbirlerinden
ayrılmaz. Açık bildirilmeyip, ictihâd ile meydâna çıkarılan şeylerde ayrılabilir.
Farz borcu olanların nâfilelerinin kabûl olmıyacağı,
hazret-i Alînin haber verdiği hadîs-i şerîfde açıkca bildirilmişdir. (Nâfile) kelimesi, farz
kelimesi yanında söylenince müekked sünnetler
de dâhildir. Abdülkâdir-i Geylânî hazretlerinin sözü, bunu gösterdiği gibi, Hanefî âlimlerinin kitâblarında, meselâ (Halebî-yi kebîr)de açıkca yazılıdır.
Ba’zı kimseler de, (Sünnetler
yerine kazâ kılınmaz. Çünki, kazâ her vakt kılınabilir. Fekat, sünnet telâfî edilemez. Sünnet
yerine kazâ kılınır demek, sünnetin
ehemmiyyetini anlıyamıyanların sözüdür) diyor. Kazâ her zemân kılınabilir
diyerek, terk edilen nemâzların kazâlarını
gecikdirmek yanlışdır. Çünki, kazâ kılmağı gecikdirmek de, büyük
günâhdır. Terk edilmiş sünnetlerin telâfîsi emr
olunmadı ki, telâfîsinin mümkin olup olmadığı söz konusu olabilsin! İbni Âbidîn
dörtyüzotuzüçüncü sahîfede buyuruyor ki, (Vâcib,
islâmiyyetin bildirdiği özrlerle terk edilir. O hâlde, sünnet,
islâmiyyetin bildirdiği özrlerle elbette terk edilir).
(Merâkıl-felâh) kitâbında ve bunu
açıklıyan (Tahtâvî) “rahmetullahi teâlâ
aleyh” diyor ki, (Sabâh nemâzının farzından
sonra, güneş doğuncaya kadar nâfile nemâz kılmak, tahrîmen
mekrûhdur. Sabâh nemâzının sünnetini
önceden kılmamış ise, bunu kılmak da, bu yasağın içindedir. Çünki bu vakt,
yalnız farz kılmak için ayrılmışdır. Ya’nî, farzdan sonra güneş doğuncaya kadar, nemâz kılmayan, hep farz kılmış sayılmakdadır. Bu ise, sabâh sünneti bile olsa, nâfile kılmakdan dahâ efdaldir.
Fekat, bu zemân içinde kazâ kılmak mekrûh olmaz.
Çünki, hükmen farz kılmış sayılmak, sünnetden efdaldir. Kazâ kılmak ise, hakîkî farz kılmak olup, bundan dahâ çok efdaldir). Sünnetlerin, nâfile nemâz demek olduğu buradan da
anlaşılmakdadır. Sünnetlerin nâfile nemâz
oldukları, bunun için, özrsüz olarak hayvan üzerinde kılınabilecekleri (Cevhere)de de açıkca yazılıdır.
Aynı sahîfede, (Nemâz vakti daraldığı zemân, nâfile kılmak tahrîmen mekrûhdur. Çünki, farzın
vaktini kaçırmağa sebeb olur. Lâzım olmıyan nemâzı kılarak, lâzım olan nemâzı
kaçırmış olur ki, aklı olanın yapacağı iş değildir. Güneş doğarken ve tepede iken ve batarken de, nâfile kılmak böyledir. Bu
nâfileler, beş vakt nemâzın sünnetleri ise de,
yine böyledir) diyorlar. (Hadîka)da
yüzkırkdokuzuncu sahîfede diyor ki, (Nemâz vakti daraldığı zemân, farzdan evvelki sünneti
kılmak, farzın kazâya kalmasına sebeb olursa, bu
sünneti kılmak harâm
olur). Dil âfetlerini anlatırken buyuruyor ki, (Farz
olmıyan birşeyi yapmak için farzı terk etmek câiz değildir).
Birçok Hanefî kitâblarında,
meselâ (Dürr-ül-muhtâr), (İbni Âbidîn), (Mültekâ) şerhi
olan (Dürr-ül-müntekâ) ve (Ni’met-i İslâm) kitâblarında diyor ki, (Bir
hâkim, vazîfesini yapmak için ve bir talebe din dersini kaçırmamak için, sabâh
nemâzından başka nemâzların sünnetlerini terk
edebilir). Hâkimin vazîfesi, farz-ı ayn olmadığı
hâlde, sünnetleri terk etmek için özr
sayılınca, birikmiş kazâları ödemek, farz-ı ayn
iken ve cezâsı pek şiddetli iken, bunları ödemek özr olmaz mı?
Sünnetleri ve ba’zı nâfileleri kılanlar için, çok
sevâb vardır. Fekat bu sevâblar, kazâsı olmıyanlar içindir. Sevâbları çok diye,
nâfilelere devâm edip, kazâları, vakt buldukça kılmak, doğru değildir. (Rûh-ul-beyân) tefsîrinde, En’âm sûresinin,
yüzaltmışbeşinci âyetinde diyor ki, (Allahü teâlâ kullarını iyi iş yapmağa
teşvîk için, çok sevâb va’d etdi. Çok sevâb verileceğinin bildirilmiş olması,
bunların emr olunan, fekat sevâblarının çok olduğu bildirilmiyen ibâdetlerden
dahâ efdal olduklarını göstermez. Âlimler sözbirliği ile bildirdiler ki, farzlar, vâciblerden ve
sünnetlerden dahâ efdaldir ve sevâbları dahâ
çokdur. Nâfile ibâdetler, yapılmamış farzların
yerine geçemez. Nâfile yapmakla farz borcu
ödenilemez. Câhiller farzı bırakıp nâfile ibâdet
yapıyorlar. Nâfilelerin sevâbları çok diyerek, böylece farz
borcundan kurtulacaklarını sanıyorlar. Böyle söylemeleri islâmiyyete uygun
değildir). Zerkânî, (Mevâhib) şerhinde
diyor ki, (Sünnet yerine farz yapan kazanır.
Farz yerine sünnet yapan aldanır). (Nûr-ül-îzâh)ın,
(Tahtâvî) hâşiyesinin ikiyüzonikinci
sahîfesinde diyor ki, (Kâdîhân) buyurdu
ki, farzdan önce sünnet
kılmak, şeytânın ümmîdini kırmak, onu üzmek için emr olundu. Şeytân, Allahü
teâlânın emr etmediği sünnetlerde bile, insanı
aldatamıyorum, emr etdiği farzlarda hiç
aldatamam diye üzülür. Böyle olduğu, (Dürr-ül-muhtâr)da
ve (Redd-ül-muhtâr)da da yazılıdır.
İstanbulda, Süleymâniyye umûmî kütübhânesinde, Es’ad efendi
“rahmetullahi teâlâ aleyh” kısmında [1037] numaralı ve Yahyâ Tevfîk efendi
kısmında [1463] numaralı (Nevâdir-i fıkhiyye fî
mezheb-il-eimmet-il hanefiyye) ismindeki kitâbı yazan, Kudüs kâdîsı
Muhammed Sâdık efendi, fâite nemâzların kazâ edilmesini anlatırken buyuruyor
ki, (Büyük âlim İbni Nüceyme soruldu ki, bir kimsenin kazâya kalmış nemâzları
olsa, sabâh, öğle, ikindi, akşam ve yatsının sünnetlerini,
bu nemâzların kazâlarına niyyet ederek kılsa, bu kimse sünnetleri
terk etmiş olur mu?)
Cevâbında, (Sünnetleri terk
etmiş olmaz. Çünki, beş vakt nemâzın sünnetlerini
kılmakdan maksad, o vakt içinde, farzdan başka
bir nemâz dahâ kılmakdır. Şeytân, insana hiç nemâz kıldırmamak ister. Farzdan başka bir nemâz dahâ kılarak, şeytâna inâd
edilmiş, rezîl edilmiş olur. (Nevâdir)de
diyor ki, sünnet yerine kazâ kılmakla, sünnet de yerine getirilmiş olur. Kazâ borcu
olanların, her nemâz vakti, o vaktin farzından
başka nemâz kılarak, sünneti yerine getirmek
için, kazâ kılması lâzımdır. Çünki çok kimse, kazâ kılmayıp, sünnetleri kılıyor. Bunlar Cehenneme gidecekdir.
Hâlbuki, sünnetlerin yerine kazâ kılan,
Cehennemden kurtulur) buyurdu.
İbni Nüceym “rahmetullahi teâlâ aleyh” (Eşbâh)da buyuruyor ki, (Yasaklardan, zararlardan
kaçmak, iyi, fâideli şeyleri yapmakdan dahâ önce gelir. Hadîs-i şerîfde,
(Emrlerimi gücünüz yetdiği kadar
yapınız. Yasak etdiklerimden sakınınız!) buyuruldu. Başka bir hadîs-i şerîfde, (Yasak edilmiş şeyin zerresini yapmamak, bütün insanların ve
cinnin ibâdetlerinden dahâ çok sevâbdır) buyuruldu. Bunun için,
meşakkat olunca vâcib terk edilir. Fekat
yasakları, hele büyük günâhları yapmağa hiç izn yokdur). İbni Âbidîn istincâyı
anlatırken diyor ki, (Avret yerini açmadan necâseti temizlemek mümkin olmazsa,
nemâzı, öyle kılar. Çünki, temizlemek emrdir. Açmak yasakdır. Günâhdan
kurtulmak önce gelir. Sünnet emrden de sonra
gelir. Sünnet, sevâb kazanmak için yapılır. Mekrûh olan birşeyi işliyerek de sünnet yapılmaz. Fekat farz
yapılır, borc ödenmiş olur. Meselâ başkasının suyu ile abdest almak, mekrûh ise de, farz
olan tahâret hâsıl olur. Abdestsiz olan, başkasının suyu ile abdest alınca, sünnet sevâbı hâsıl olmaz). Buradan da anlaşılıyor
ki, kazâ kılıp büyük günâhdan kurtulmak, sünnet
kılmakdan önce gelmekdedir.
İmâm-ı Rabbânî “rahmetullahi teâlâ aleyh”, yüzyirmiüçüncü
mektûbunda diyor ki, (Hadîs-i şerîfde, (Bir insanın
mâ-lâ-ya’nî ile vakt geçirmesi, Allahü teâlânın, onu sevmediğinin alâmetidir) buyuruldu.
Mâ-lâ-ya’nî, fâidesiz iş demekdir. Bir farzı
yapmayıp, bunun yerine, nâfile ibâdet [sünnet]
yapmak, mâ-lâ-ya’nî ile vakt geçirmek olur). İkiyüzaltmışıncı mektûbda
buyuruyor ki, (Nâfilelerin farz yanındaki
kıymeti, bir damlanın, deniz yanındaki kıymeti kadar bile değildir. Sünnetin farz yanındaki
kıymeti de böyledir). Birinci kısm, birinci maddeye bakınız!
(Dürr-ül-muhtâr)ın dörtyüzellisekizinci
sahîfesinde, (Nâfile kılmak istiyen, önce nemâz kılmağı adamalı, sonra, nâfile
yerine, bu adak nemâzı kılmalıdır. Nâfileleri adak yapmaksızın kılmalıdır diyenler de oldu. Sünnet
nemâzları nezr etdikden sonra kılan, bu sünnetleri
kılmış olur) diyor. İbni Âbidîn “rahmetullahi teâlâ aleyh” bu satırları
açıklarken, (Nemâzları nezr etmeden kılmalı diyenler, şarta bağlıyarak adak
yapmamalı demişlerdir. Çünki, şart edilen şey, ibâdete karşılık yapılmış olur. Hadîs-i şerîf, Allahü teâlâ hastamı iyi ederse,
Allah için şu ibâdetimi yapayım gibi şarta bağlanan nezri yasaklıyor.
İbâdetleri şarta bağlı olmıyarak nezr etmek böyle
değildir.
Nezr edilen nemâzı kılmak vâcib olduğu için, vâcib sevâbı hâsıl olur. Sünnet
yerine, nezr olunan nemâz kılınınca, sünnet de
kılınmış olur) diyor. Sünnetleri önceden nezr
edip de, nezr olarak kılmak dahâ iyi olduğu (Halebî)de
ve (Tahtâvî)nin (Merâkıl-felâh) hâşiyesinde, nâfile nemâzlar
sonunda yazılıdır. Böylece, öğle sünnetini
kılmadan önce (Dört rek’at nemâz kılmak nezrim olsun) dese, sonra adak nemâzı
olarak niyyet edip, kılsa, hem vâcib sevâbı
kazanır, hem de öğle nemâzının sünnetini kılmış
olur. Kulun, kendine vâcib etdiği nemâzı kılması ile, sünnet terk edilmiş olmayınca, Allahü teâlânın farz etdiği kazâ nemâzı kılınınca, sünnet elbette terk edilmiş olmaz. Hem kazâ kılınmış
olur, hem de sünnet kılınmış olur. Çünki, farz nemâzları tenbellikle terk etmek büyük günâhdır.
Her günâha hemen tevbe etmek farzdır.
Otuzbirinci maddenin sondan üçüncü sahîfesini okuyunuz!
Sünnet kılarken, kazâ nemâzı için niyyet edilmez
diyenlere, sebebini sorunca, hiçbir kıymetli kitâb gösteremiyorlar. Yalnız, (İbni Âbidîn)de, (Halebî)de
ve (Tahtâvî)nin (İmdâd) şerhinde, (Fevt olmuş nemâzların
kazâlarını acele kılmak lâzımdır. Fevt olmuş nemâzların kazâlarını kılmak,
nâfile kılmakdan dahâ iyi ve önemli ise de, beş vakt nemâzın sünnetlerini ve hadîs-i şerîfde övülmüş olan Duhâ,
Tesbîh, Tehıyyet-ül-mescid ve ikindiden önce dört rek’at ve akşamdan sonra altı
rek’at sünnet gibi belli nemâzları kılmak böyle
değildir. Bunları nâfile niyyeti ile kılmalıdır) yazılıdır, diyorlar. Bu
yazılar, beş vakt nemâzın farzlarını fevt eden,
ya’nî elinde olmıyarak özr ile kaçırmış olanlar içindir. Böyle, kaçırılmış farzların kazâlarını sünnet
yerine kılmamalı, ayrıca kılmalı denilmekdedir. Biz de böyle söylüyoruz. Özr
ile kaçırılan birkaç vakt farzların kazâlarını, sünnetler yerine kılmağa lüzûm yokdur diyoruz. Çünki,
nemâzları özr ile kazâya bırakmak suç, günâh olmadığı gibi, bunların
kazâlarını, sünnetleri kılacak kadar
gecikdirmek de suç olmaz diyoruz. Fekat, nemâzı özr ile kılamamak [fevt etmek]
başkadır. Bile bile tenbellikle kılmamak [terk etmek] başkadır. Birincisi, hiç
günâh değildir. İkincisi, büyük günâhdır. İkisini birbirine karışdırmak pek
yanlışdır. Özr ile kaçırılan farzların, sünnetler yerine kılınmıyacağını kitâblarda görerek,
tenbellikle terk edilmiş farzların da, sünnetler yerine kılınamıyacağını sanmak ve onu buna
delîl, sened göstermeğe kalkışmak, bir ilm adamına yakışacak şey değildir. Hanefî kitâblarının bu yazısı, (Farzları tenbellikle kılmayıp, büyük günâha girmiş
olanlar, sünnetleri kazâ niyyeti ile kılamaz)
demiyor. Bundan başka, sünnetlerin nâfile nemâz
olduklarını, nâfile niyyeti ile kılınacaklarını bildiriyor. (Cevhere)de diyor ki, Hanefî
fıkh kitâbları (Fâite nemâzların kazâsı) diyor. (Terk edilmiş nemâzların
kazâsı) demiyor. Çünki, müslimân nemâzını bilerek terk etmez. Gaflet, uyku ve
unutmak gibi özrle fevt eder. Bu ikisini birbiri ile karışdırmamalıdır.
Farzların ehemmiyyeti Kur’ân-ı
kerîmde ve hadîs-i şerîflerde açıkça bildirilmişdir. Meselâ, fârisî (Tergîb-üs-salât) kitâbının müellifi
“rahmetullahi teâlâ aleyh” altıncı sahîfesinde diyor ki, (Peygamberimiz
“sallallahü aleyhi ve sellem” buyurdu ki, (İki farz nemâzı bir araya
getirmek, büyük günâhlardandır). Ya’nî, bir nemâzı vaktinde
kılmayıp, vaktinden sonra kılmak, ekber-i kebâirdir, en büyük günâhdır. Bir
hadîs-i şerîfde buyuruldu ki, (Bir nemâzı, vakti
çıkdıkdan sonra kılan kimseyi, Allahü teâlâ, seksen hukbe Cehennemde
bırakacakdır). Bir nemâzı, vaktinden sonra kılmanın cezâsı bu
olursa, hiç kılmıyanın cezâsını düşünmeli).
(Umdet-ül-islâm) kitâbı, Süleymâniyye
kütübhânesi, Muhammed Es’ad efendi kısmında vardır. 1989 da Hakîkat Kitâbevi
tarafından (Menâhic-ül ibâd) kitâbı ile
birlikde basdırılmışdır. Bu kitâbda buyuruyor ki, Peygamberimiz “sallallahü
aleyhi ve sellem” buyurdu ki, (Nemâz dînin direğidir. Nemâz kılan, dînini doğrultmuş olur.
Nemâz kılmıyan, dînini yıkmış olur). Bir hadîs-i şerîfde buyurdu ki,
(Kıyâmet günü, îmândan sonra, ilk süâl nemâzdan
olacakdır). Allahü teâlâ buyuracak
ki, (Ey kulum, nemâz hesâbının altından kalkarsan,
kurtuluş senindir. Öteki hesâbları kolaylaşdırırım!). Bir hadîs-i
şerîfde buyuruldu ki, (Bir nemâzı, bilerek, özrsüz
kılmıyan kimse, seksen hukbe Cehennemde kalacakdır!). Bir hukbe
seksen senedir ve bir âhıret günü, bin dünyâ senesi kadar uzundur. Bir farzı özr-
süz
kılmıyan, seksen kerre üçyüzaltmış bin sene Cehennemde yanacakdır. [(Medâric-ün-nübüvve) beşyüzonuncu ve (Ma’rifetnâme)nin yüzonsekizinci sahîfelerinde
diyor ki, (Böyle meşhûr misâlleri söylemek, sayı bildirmek için değil, sayının
çokluğunu ve ehemmiyyetini göstermek içindir).] O hâlde, nemâzı özrsüz,
tenbellikle kılmıyanlara yazıklar olsun! Âlimlerimiz, söz birliği ile diyor ki,
(Nemâz kılmıyanın şâhidliği kabûl olmaz. Çünki, nemâz kılmıyan fâsıkdır. Farz nemâzlar, mü’minin Allahü teâlâya karşı olan
borcudur. Vaktinde kılmadıkca borcdan kurtulamaz). (Akîdetünnecâh)
kitâbında diyor ki, (Bir kimse, tevbe-i nasûh yaparsa, günâhları afv
olur. Nemâzlarını kazâ etmedikce, yalnız tevbe ile afv olmaz. Kazâ etdikden
sonra tevbe ederse, afv olması ümmîd edilir).
İbni Nüceym Zeyn-ül-Âbidîn, (Kebâir
ve segâir) kitâbında buyuruyor ki, (Farz
nemâzları [yanlış takvîmlere uyarak] vakti girmeden önce kılmak ve vakti
çıkdıkdan sonra kılmak büyük günâhdır. Büyük günâh, ancak tevbe etmekle afv
olur. Küçük günâhları afv etdirecek şeyler çokdur. Tevbe ederken, kılmadığı
nemâzları kazâ etmesi lâzımdır. Kabûl olan hac, büyük günâhları temizler diyen
âlimler, nemâzları kazâ etmek lâzım olmaz dememişlerdir. Nemâzı vaktinden
sonraya özrsüz gecikdirmek günâhı afv olur demişlerdir. Ayrıca kazâ etmek
lâzımdır. Kazâ etmeğe gücü varken kazâ etmezse, ayrıca büyük bir günâh dahâ
işlemiş olur). Hanefîde iftitâh tekbîrini vakt
çıkmadan alan, şâfi’îde ve mâlikîde bir rek’ati vakt çıkmadan kılan, nemâzını
vaktinde kılmış olur. Nemâzın hepsi vakt içinde temâm olmazsa, küçük günâh
olur.
(Dürr-ül-müntekâ)da buyuruyor ki, (Nemâzı
vazîfe tanımıyan, farz olduğuna inanmıyan kâfir
olur. Mürted ve kâfir memleketinde îmâna gelenler, nemâzın farz olduğunu işitinceye kadar, kılmadıkları nemâzları
kazâ etmez).
İbni Âbidîn “rahmetullahi teâlâ aleyh”, nemâzın niyyetini
anlatırken ve (Fetâvâ-i kübrâ) kitâbı,
yirmialtıncı sahîfede buyuruyor ki, (Bir kimse, senelerce nemâz kılsa, fekat
hangileri ilk ve son sünnet olduğunu bilmese,
hepsini, farz niyyet ederek kılsa, hepsi kabûl
olur. Çünki, sünnetlere, farz diye niyyet edilirse, sünnet
kabûl olur). Her nemâz vaktinde ilk kıldığı, farz
olur. Sonra kıldıkları sünnet olur. (Halebî-yi sagîr)de diyor ki, (Senelerce kılmış
olduğu nemâzlarda [ya’nî oniki şartından herhangisinde] noksanı olduğunu
anlıyan kimsenin, bu nemâzların hepsini kazâ etmesi iyi olur. Noksanı yok ise,
bunları kazâ etmesi, mekrûh olur veyâ olmaz
denildi. Mekrûh olmaz diyenler de, bu kazâları,
sabâh ve ikindi nemâzlarından sonra kılmamalıdır. Çünki, [kazâsı yok ise], hep
nâfile olurlar dedi).
(Eşbâh)da buyuruyor ki, (Beş
vakt nemâzın ilk ve son sünnetlerini, ya’nî
müekked sünnetleri kılarken, sünnet olduğuna niyyet etmek lüzûmunda sahîh olan,
güvenilen fetvâ, şart olmadığını göstermekdedir. Revâtib sünnetler, nâfile niyyeti ile veyâ yalnız nemâza
niyyet ederek sahîh olur. Ya’nî o vaktin sünneti
olur. Ayrıca sünnet diye niyyet etmeğe lüzûm yokdur. İmâm-ı Zeyla’î de
“rahmetullahi teâlâ aleyh”, böyle buyurmuşdur. Meselâ fecr doğmadan,
teheccüd niyyeti ile, iki rek’at kılınca, fecrin başlamış olduğu, sonradan
anlaşılsa, bu nemâz, sabâh sünneti yerine
geçer. Ayrıca sabâh sünneti kılmak lâzım olmaz.
Öğlenin farzında dördüncü rek’atde oturdukdan
sonra unutarak beşinci rek’ate kalksa, altıncı rek’ati de kılıp selâm verir.
İki rek’ati nâfile olur. Bu iki rek’atin son sünnet
olmaması, sünnet olarak niyyet edilmediği için
olmayıp, sünnete ayrı bir tekbîrle başlamadığı
içindir. Terâvîhde de, terâvîh olduğuna niyyet etmek şart olmadığı haberi
sağlamdır. Bunun gibi, kazâya kalmış öğle nemâzı olmıyan kimse, Cum’a nemâzından
sonra kıldığı dört rek’ate (Vaktine yetişip kılmamış olduğum son öğleyi
kılmağa) niyyet etse, sonra Cum’a nemâzının sahîh olduğu anlaşılsa, sağlam ve
sahîh habere göre, bu dört rek’at, Cum’a sünneti
olur). Ellidokuzuncu sahîfede diyor ki, (Nâfileleri ve Râtibe sünnetleri, yalnız nemâz kılmağa veyâ sünnetden başka bir nemâza niyyet ederek kılınca,
sahîh olacaklarını dahâ önce bildirmişdik). Görülüyor ki, nemâz vakti içinde, o
vaktin farzından başka kılınan her nemâz [meselâ
kazâ nemâzı], o vaktin sünneti de olur.
İbni Âbidîn, nemâza niyyeti anlatırken ve (Uyûn-ül-besâir) ellidördüncü sahîfesinde diyorlar ki, (Derin âlimlere göre, yalnız nemâza
niyyet edilerek kılınan sünnet sahîh olur. Çünki,
beş vakt nemâzın sünneti demek, Peygamberimizin
“sallallahü aleyhi ve sellem” kıldığı nemâz demekdir. Bu nemâzlara sünnet ismi sonradan verilmişdir. Resûlullah
“sallallahü aleyhi ve sellem”, beş vakt nemâzın sünnetlerini
kılarken, yalnız (Allah rızâsı için nemâz kılmağa) derdi. (Sünnet kılmağa) diye niyyet etmezdi. Her vakt içinde
böyle kılınan her nemâz, sünnet ismi verilen
nemâz olur). (Halebî-yi kebîr)de de
böyle yazılıdır. Elliikinci sahîfede buyuruyor ki, (Tecnîs)
kitâbında bildirildiği gibi, beş vakt nemâzın sünnetleri nâfile nemâzdır. Nâfile niyyeti ile de
kılınır. (Dürr-ül-muhtâr)da ve Molla
Hüsrev, (Dürer) kitâbında diyorlar ki,
(Beş vakt nemâzın sünnetleri ve terâvîh nemâzı,
aslında nâfile nemâzdır. Bunları kılarken, yalnız nemâza diye niyyet yetişir).
(İbni Âbidîn) ve (Nûr-ül-îzâh) hâşiyesinde buyuruyorlar ki,
(Câmi’e girince iki rek’at nemâz kılmak sünnetdir.
Buna (Tehıyyetülmescid) nemâzı denir.
Câmi’e girince, farz, sünnet
ve herhangi bir nemâz kılınırsa, tehıyyetülmescid de kılınmış olur. Kılınan
nemâzlara, tehıyyetülmescid diye de ayrıca niyyet etmeğe lüzûm yokdur. Çünki,
tehıyyetülmescid kılmakdan maksad, nemâz ile câmi’ sâhibi olan Allahü teâlâya
hurmet etmekdir. Bu nemâzlarda bu maksad hâsıl olmakdadır).
İbni Âbidîn “rahmetullahi teâlâ aleyh”, (Tehıyyetülmescid) nemâzını anlatırken buyuruyor
ki, (Öğlenin farzına dururken, hem farz, hem de sünneti
olarak iki niyyet yapılırsa, iki imâma göre, yalnız farz
kılınmış olur. İmâm-ı Muhammede göre ise, o nemâz kabûl olmaz. Çünki, farz ile sünnet ayrı
cinsden iki nemâzdırlar. [Bir nemâz vaktinde, kılınan nemâzlar, yâ vaktin farzıdır. Yâhud bu farzdan
başka, herhangi bir nemâzdır. Vaktin sünnetleri
ve kazâ nemâzları bu ikinci cinsdendir. Hâlbuki, kazâ nemâzı ile sünnet, aynı cinsden oldukları için, tek bir nemâz
iki niyyet ile kılınır.] İki imâma göre, kuvvetli olanı kılınmış olur. Hâlbuki,
câmi’e girince kılınan herhangi bir nemâz, tehıyyetülmescid yerine de geçdiği
için, farz kılarken tehıyyetülmescid olarak da,
ayrıca niyyet etmek, imâm-ı Muhammede göre de câiz olur. Yalnız farza niyyet edince de, bu iki nemâz birlikde kılınmış
olur). Vaktin farzı ile sünnet,
başka nemâz iseler de, sünnet, farzdan başka kılınan nemâz demek olduğu için, sünnetin kazâya benzerliği tehıyyetülmescid nemâzının
farza benzerliği gibidir.
(Eşbâh)da, otuzuncu sahîfede
diyor ki, (Bir ibâdetde sevâb hâsıl olması için, yalnız bu ibâdetin sahîh
olması şart değildir. Hâlis niyyet edilmesi de şartdır. Hâlis niyyet ederek yapılan bir ibâdet, bilmiyerek fâsid
olursa, sahîh olmaz. Fekat niyyet edildiği için, çok sevâb hâsıl olur.
Meselâ, abdestli olduğunu zan ederek, abdestsiz kılınan nemâz sahîh olmaz.
Fekat, niyyetine karşılık çok sevâb verilir. Necs olduğunu bilmediği suyu,
temiz zan ederek, bununla abdest alıp kılınan nemâzın şartı noksan olduğu için
sahîh olmaz ise de, niyyet mevcûd olduğu için sevâb verilir. Şartlarına uygun
olduğu için sahîh olan bir nemâz, riyâ ile, gösteriş için kılınırsa, sevâb
hâsıl olmaz). Sünnet yerine kazâ kılan, sünneti terk etmiş olmaz ise de, sünnetin sevâbına kavuşmak için de, kazâyı kılarken, sünneti kılmağa da niyyet etmesi, ya’nî kalbinden
geçirmesi lâzımdır. Farz nemâz ile sünnet nemâz birbirinden başka oldukları için, farzı kılarken, sünnete
de niyyet etmek câiz olmuyor. Ya’nî sünnet
sahîh olmuyor. Kazâ nemâzı ile sünnet nemâz
birbirlerinden başka olmadıkları için, kazâ kılarken sünnete
de niyyet etmek sahîh oluyor.
Özrsüz senelerce nemâz kılmıyan bir müslimânın, kılmadığı
nemâzlarını kazâ etmesi üç şeklde olur:
1
- Beş
vaktin sünnetleri yerine ve günün her boş
zemânında, hep kazâ kılar.
2
- Yalnız sünnetlerin yerine kazâ kılar.
3
- Sünnetler yerine kazâ kılmayıp, başka zemânlarda, hep
kazâ kılar.
Bu üç şeklden en iyisi birincisidir. Böylece, kazâlar, bir
an önce biter.
İkinci şeklde, kazâlar çabuk bitmez. Hem de, kazâ borcu
olanın sünnetlerinin se-
vâbı
olmaz. Fekat, hiç kılmamakdansa, sünnetler
yerine kılmalıdır. Çünki, (Hepsini yapamıyan, elden geleni yapmalı, hepsini
elden kaçırmamalıdır) buyurulmuşdur.Üçüncü şekle gelince, bu, özr ile kılamamış
kimse içindir. Çünki, bunun sünnetleri kılacak
kadar kazâyı gecikdirmesi günâh olmuyor. Ba’zıları, ikinci şekli yapmamalı,
üçüncüyü yapmalı diyor. Hâlbuki, üçüncüyü yapabilen kimse, birinciyi yapacak
kimse demekdir. O hâlde nemâzı özrsüz aylarca terk edenlerin, kılmadığı
zemânları hesâb ederek, bu kadar zemân, birinci şekle göre kılması, böyle
kılamazsa, ikinci şeklde kılıp, kazâlarını en kısa zemânda bitirerek
Cehennemden kurtulması lâzımdır.
Kazâsı olmıyan, sünnet
yerine kazâ kılarsa, bunlar nâfile olur. Nâfile sevâbının sünnete nazaran çok az olduğunu bildirmişdik.
Şeyh-ul-islâm Ahmed bin Süleymân bin Kemâl pâşa
“rahmetullahi teâlâ aleyh”, (Şerh-ı hadîs-i erbaîn)
kitâbında, (Sünnetimi terk edene
şefâ’atim harâm oldu) hadîs-i
şerîfini şöyle açıklamakdadır:
Bu hadîs-i şerîfde sünnet
demek, islâmiyyet yolu demekdir. Çünki, mü’min kimse, büyük günâh işlese de,
şefâ’atden mahrûm olmaz. Hadîs-i şerîfde, (Büyük
günâh işleyenlere şefâ’at edeceğim) buyuruldu. Resûlullahın
“sallallahü aleyhi ve sellem” Hak teâlâdan getirdiği dîne tâbi’ olmak lâzımdır.
Bunu terk eden, şefâ’ate kavuşamaz. (Şir’at-ül-islâm)
kitâbında diyor ki, (Bu hadîs-i şerîfdeki sünnet,
yapması vâcib olan şeyler demekdir. Bu da,
Eshâb-ı kirâmın ve Tâbi’în ve Tebe’ı tâbi’înin “rahmetullahi teâlâ aleyhim
ecma’în” îmânı ve ibâdetleridir. Bu sünnete
yapışanlara, (Ehl-i sünnet) denir. O
hâlde, hadîs-i şerîfin ma’nâsı, inanılacak şeylerde ve yapılacak ve sakınılacak
işlerde Ehl-i
sünnetden ayrılanlar, şefâ’ate kavuşamıyacaklardır demekdir). Birinci
kısm, 34. cü maddeye bakınız!
[(Ümmetimin arasında fitne, fesâd yayıldığı
zemân, sünnetime sarılana yüz şehîd sevâbı vardır) hadîs-i şerîfi de, (Selef-i sâlihîn
zemânındaki îmân ve ahkâm-ı islâmiyye bilgilerine uyan kimseye yüz şehîd sevâbı
vardır) demekdedir. (Rıyâd-un-nâsıhîn)de,
nemâzın ehemmiyyetini anlatırken diyor ki, (İmâm-ı Nâsır-üddîn Seyyid
Ebül-Kâsım Semerkandî diyor ki, bu hadîs-i şerîf, ümmetim arasında fesâd
çıkdığı zemân, Ehl-i sünnet ve cemâ’at
i’tikâdında olup, beş vakt nemâzı cemâ’at ile kılana yüz şehîd sevâbı verilir
demekdir). Bunun için, önce Ehl-i sünnete uygun
îmân etmek, sonra harâmlardan sakınmak, sonra farzları yapmak, sonra mekrûhlardan
sakınmak, sonra müekked sünnetleri, dahâ sonra
da müstehabları yapmak lâzımdır. Bu sırada,
önce olanı yapmıyanın, sonra olanı yapmasının hiç fâidesi olmaz ve önce olanı
yapabilmek için, sonra olanı terk etmesi câiz, hattâ vâcib
olur. Ellialtıncı maddede istincâ bahsine bakınız! Meselâ, îmânı olmıyanın
günâhdan sakınması, harâma devâm edenin farzları yapması, âhıretde işe yaramaz. Bunlardan
birini yapmıyanın sakal bırakmasının fâidesi olmaz. Çünki sakal uzatmak,
yukarıdaki sırada bunlardan sonra gelmekdedir. Sakal traş etmenin bid’at olduğu da söylenemez. Çünki bid’at, islâmiyyetin emr etmediği birşeyi ibâdet
olarak, ya’nî sevâb kazanmak için yapmak demekdir. Hiçbir müslimân, sevâb
kazanmak için sakalını kazımaz. Sakal traş etmenin mekrûh
olduğunu bilir. Bundan dahâ önce lâzım olan
din vazîfesini yapabilmek için traş etmenin câiz olduğunu bilmekde,
böylece ahkâm-ı islâmiyyeye, ya’nî sünnete
uymakdadır.
(Bahr-ür-râık)de ve (Dürr-ül-muhtâr)ın Tahtâvî hâşiyesinde, orucu
bozmıyan şeyleri anlatırken diyor ki, (Bıyığa, sakala zînet için, süs için yağ
sürmek mekrûhdur. Cemâl için, ya’nî çirkinliği
gidermek, vakârını, şerefini korumak için yağ sürmek mekrûh
değildir. Cemâl için yapılan bir şeyde zînet de hâsıl olursa, zînete niyyet
etmezse, zarar vermez. Yeni, güzel şeyler giymek de, cemâl için olunca mubâh
olur, iyi olur. Kibr için olursa, harâm olur.
Giydiği zemân hâlinde bir değişiklik olmazsa, kibr için olmadığı anlaşılır.
Sakalın uzunluğu sünnet mikdârı ise, dahâ
uzatmak için yağlamak tahrîmen mekrûh olur.
Sakalın sünnet mikdârı, bir kabzadır, bir
tutamdır. Sakalın, çenedeki ile birlikde bir tutamdan fazlasını kesmek vâcibdir. (Sa-
kalınızı uzatınız!) hadîs-i şerîfi, bir tutamdan fazla uzatınız
demek değildir. Sakalı bir tutamdan kısa yapmayın veyâ temâmen kazımayın
demekdir. Çünki, bu hadîsi haber veren Abdüllah ibni Ömer “radıyallahü anhümâ”,
sakalının bir tutamdan fazlasını keserdi. Sakalın bir tutamdan kısa olmasına
hiçbir âlim mubâh demedi. Sakal kazımak, ateşe tapanların ve Hind yehûdîlerinin
âdetidir. Kâfirlere teşebbüh harâmdır).
Görülüyor ki, âlimler sakal bırakmanın sünnet
olduğunu bildiriyor. Vâcib diyenler, Cumhûra
karşı gelmiş oluyorlar. Kâfirlere veyâ kadınlara benzemek için sakalı bir
tutamdan kısa yapmak veyâ temâmen kazımak harâmdır.
Benzemek niyyeti olmayıp, memleketin âdetine uymak için olursa, mekrûh olur. Kısa sakala sünnet
demek bid’at olur. Sünnete
ehemmiyyet vermezse, kâfir olur. Sünneti özr
ile terk etmek câiz, hattâ lâzım olduğu kitâblarda yazılıdır].
İbni Âbidîn, yetmişbir ve üçyüzondokuz ve dörtyüzotuzüç ve
dörtyüzelliüçüncü sahîfelerde buyuruyor ki, (Nemâzların sünnetlerine ehemmiyyet, kıymet verip, tenbellikle, özrsüz ve çok
zemân terk eden, azarlanır. Fekat şefâ’atden mahrûm kalmaz). (Öğleden önce olan sünneti terk eden, şefâ’atime kavuşamaz) hadîs-i
şerîfi, özrsüz ve isrâr ile terk eden kimse, bu nemâz için olan ve derecenin
yükselmesine yarayan şefâ’atime kavuşamaz demekdir. Özr ile terk etmenin, buna
mâni’ olmıyacağı, (İbni Âbidîn)de ve (İmdâd)ın (Tahtâvî) hâşiyesinin
ikiyüzüçüncü sahîfesinde yazılıdır. Zâten, sünnetleri
kazâ niyyeti ile kılınca, sünnet terk edilmiş
olmaz. Sünnet olan nemâz, farzdan başka kılınan nemâz demek olduğu, 281.ci
sahîfe sonunda yazılıdır.
(İbni Âbidîn) üçyüzdoksanaltıncı
sahîfede ve (Mecma’ül-enhür)de
yüzonikinci sahîfede diyor ki, (Nâfile kılan kimse, farz
kılan imâma uyduğu zemân, üçüncü ve dördüncü rek’atlerde zamm-ı sûre okuması farz olmaz. Nâfile olur. Çünki, bu nemâzı, farz şeklini almışdır). Sünnet
yerine kazâ kılarken de, üçüncü ve dördüncü rek’atlerde zamm-ı sûre okumanın farz olmıyacağı anlaşılmakdadır. (Uyûn-ül-besâir) yüzüçüncü sahîfesinde diyor ki,
((Tâtârhâniyye)de, kazâya kalmış nemâzı olup
olmadığını bilemiyen kimsenin öğle, ikindi ve yatsının sünnetlerinde
zamm-ı sûre okuması dahâ iyi olur buyuruldu. Bundan maksad, sünnetlere kazâ niyyet etmesi ve zamm-ı sûre okuması
dahâ iyi olur demekdir).
Farzları kılarken sünnetler
yerine kazâ kılmak câiz olduğuna, Trablus fetvâ emîni fazîletli Râmiz-ül-mülk
hazretlerinin fetvâ verdiği Beyrutda çıkan (Eşşihâb)
mecmû’asının 14 Zilka’de 1388 [m. 1969] sayısında uzun
yazılıdır.